MALİYE POLİTİKASI II - Ünite 6: Ekonomik Krizler ve Maliye Politikası Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Ekonomik Krizler ve Maliye Politikası
Ekonomik Krizin Tanımı
Ekonomik Kriz kavramının kökeni “krisis” kelimesine dayanmaktadır. Latincede “karar vermek” anlamına gelir. Bu kavram, bir hastanın yaşam ve ölüm arasındaki güvensiz durumunu tanımlamak için eski Arapçadaki tıbbi terminolojide de kullanılmıştır. Vücudun kendini yenilemek ve çoğaltmak için bir sistem olarak çalışamamasını açıklar. İngilizcede kriz sözcüğünün ilk kez 17. yüzyılın başlarında kullanıldığı belirtilmektedir. Bu dönemde, bir şeyin gelişmesinde oldukça önemli aşama, dönüm noktası anlamında kullanılan sözcük, sonraki zamanlarda kapsamı genişleyerek sıkıntı ve gerilim dönemlerini belirtmek için de kullanılmaya başlanmıştır.
Kriz kavramı yaratıcı yıkım olarak da tanımlanmaktadır. Bu görüşe göre krizlerin oluşması doğal işleyişin bir sonucudur ve değişmenin, dönüşmenin, gelişmenin olanaklarını yaratır. Çin alfabesinde ise kriz sözcüğü “fırsat” ve “tehlike” sembolleriyle ifade edilir ki bu durum da söz konusu görüşü destekler niteliktedir. Genelde krizler belirsizliğin hâkim olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Belirsizlik özelliği kriz döneminde ortaya çıkan tablonun nasıl sonuçlar ortaya çıkartacağının önceden tahmin edilememesini ifade eder. Krizler oluştukları dönemde etkilediği alanlar açısından bir tehlike ve tehdit unsuru olması ile beraber, yeni fırsatlar yaratabilmesi açısından belirsizdir ve tamamen olumsuz bir kavram olarak ele alınmamalıdır.
Ekonomik krizler, bulundukları koşullara bağlı olarak kendi özelliklerine sahip olduklarından, her kriz ortamına uygun tek bir ekonomik kriz tanımı yoktur. Temelde ekonomik kriz; kısa sürede reel ve finansal sektörlerde yaşanan finansal yük olarak tanımlanabilir. Keynes; yükselen ekonomide öngörülemeyen, sıklıkla şiddetli ve ani bir olay olarak tanımlamaktadır. Bir mekanizmanın mevcut konumunu ve geleceğini olumsuz etkileyen, hiç beklenmeyen bir durumda ortaya çıkan ve bu yüzden önlem alınmakta geç kalınan bir durum ve en belirgin ve gerilim yaratıcı özelliğini belirsizlik olarak niteleyen tanımı yanında; herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya döviz piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak ifade eden tanımı da mevcuttur. Ekonomik kriz, bir ülkeyi istikrarlı bir durumdan istikrarsız bir duruma getiren bilinmeyen ve öngörülemeyen bazı gelişmelerin, ülke ekonomisini makro düzeyde ve işletmeleri mikro düzeyde etkileyecek sonuçlarının olması olarak ifade edilebilir.
Ekonomik Krizlerin Türleri
Ekonomik krizler çeşitli şekil ve biçimler alabilmekle birlikte, literatürde birçok kriz türünün somut tanımları yapılmıştır. Ekonomik krizlerde, mal ve hizmet piyasalarında ortaya çıkan reel sektör krizleri ile bankacılık, döviz ve borsalarda ortaya çıkan finansal krizler şeklinde ikili bir ayrım yoluna gidilebilmektedir.
Ancak ekonomik krizler zaman içerisinde karşılıklı olarak birbirlerini etkileyerek derinlik kazanabilirler.
Reel sektörü; toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin üretimini gerçekleştiren, finansal sektörü ise reel sektörün faaliyetlerini devam ettirebilmesi için gerekli olan finansal kaynakların temin edilmesine yardımcı olan sistem olarak tanımlarsak; bu sistemlerde ortaya çıkan kriz ilgili sektörün krizi olarak ifade edilebilir.
Reel Sektör Krizleri
Reel sektör krizleri mal, hizmet ve iş gücü piyasalarında ciddi daralmalar olarak ortaya çıkarlar ve üretim miktarının azalması, tam istihdam düzeyinden uzaklaşılması, ekonomide atıl kapasitenin oluşması ve işsizliğin artması gibi olumsuz sonuçlar yaratırlar. Mal ve hizmet piyasalarında ortaya çıkan krizler enflasyon krizleri ve durgunluk (resesyon) krizleri olarak, iş gücü piyasalarında ortaya çıkan krizler ise işsizlik krizleri olarak adlandırılırlar. Mal ve hizmet piyasalarında fiyatlar genel düzeyinin sürekli artışı belli bir sınırın üstünde oluşursa buna enflasyon krizi denir. İş gücü piyasasındaki işsizlik oranının kabul edilebilir (doğal işsizlik oranı) düzeylerin üstüne çıkması hâlinde de işsizlik krizleri oluşur. Resesyon krizleri ise fiyatlar genel düzeyindeki artışların sonucu oluşan büyüme daralmalarına bağlı krizlerdir.
Reel sektör krizleri, ekonominin üretim ve istihdam alanıyla ilgili şokları ifade etmektedir. Bu tür krizler, genellikle talepteki düşüşe bağlı olarak üretimin azalması sonucu ortaya çıkarken; ekonomideki durgunluğun iş gücü talebini azaltacağı ve dolayısıyla işsizliği artıracağı beklenmektedir. Ekonomi tarihinde ilk reel sektör krizi, 1970’li yıllarda yaşanmış olup; bu kriz literatüre “stagflasyon krizi” şeklinde girmiştir. Söz konusu dönemde petrol fiyatlarının hızla yükselmesi, petrol ithal eden ülkelerin üretim maliyetlerini artırmış ve dolayısıyla mal piyasasındaki fiyatlar da buna eşlik etmiştir. Öte yandan maliyetleri artan firmaların üretim hacimlerini azaltmasıyla birlikte işsizlik oranları yükselmiş ve böylece bu ülkelerde durgunluk ile enflasyon aynı anda ortaya çıkmıştır.
Finansal Krizler
Ülke ekonomisinde ortaya çıkan bir durumun, aniden ve önemli ölçüde parasal sistemin işleyişini bozması “finansal kriz” olarak tanımlanmaktadır. Finansal kriz, herhangi bir fiyattan ödemelerin yapılmayacağı korkusuna dayanan, nakit bulmak için, aşırı kamu müdahalesinin ve bankacılık sistemindeki rezerv sıkışıklığının ortaya çıktığı, bankaların verdiği kredileri geri çağırıp yeni krediler vermediği ve varlıklarını sattığı bir durum olarak tanımlanmaktadır. Bir ülkenin finansal sisteminin sağlamlığı içsel ve dışsal şoklardan etkilenme derecesiyle ilgilidir ve finansal istikrar kavramıyla ifade edilir. Finansal krizler; finansal istikrarla bağlantılıdır. Finansal istikrar temin edilemediğinde finansal sistem içsel ve dışsal şoklara açık ve finansal krizler kaçınılmaz hâle gelir. Finansal krizler reel sektöre de zarar vereceği için finansal istikrarın temin edilememesi durumunda ekonomik performansın sağlanması da mümkün değildir.
Finansal sistemin en önemli işlevlerinden birisi; reel sektöre kaynak sağlamaktır. Finans kesimindeki fonların etkin ve verimli bir şekilde piyasalara aktarılamaması hem reel sektörde hem de finansal sektörde ağır şoklara yol açabilmektedir. Diğer yandan finansal krizler, finansal piyasalardaki istikrarsızlığın kontrol edilemez bir seviyeye ulaşması, etkilerinin geniş bir alana yayılması ve sonuç olarak piyasaların işlevlerini yerine getirememesi şeklinde de ifade edilebilir. Varlık fiyatlarında beklenmedik ve ciddi dalgalanmalar, finansal kurumların işlevlerini yerine getirmesindeki aksaklıklar ve kredi işleyişindeki bozulmalar finansal istikrarsızlığın bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla ödemelerin düzenli bir şekilde yapılması ve ekonomik şoklara karşı para piyasalarının dayanıklı olması ülkedeki finansal istikrara işaret etmektedir. Finansal krizler, aynı zamanda asimetrik bilginin yol açtığı ters seçim ve ahlaki tehlike sorunlarının daha kötüye gitmesi şeklinde de nitelendirilebilir. Ulusal paranın önemli ölçüde değer kaybetmesinin yanı sıra, uluslararası rezervlerin hızlı ve büyük miktarlarda tükenmesi de finansal kriz olarak tanımlanmıştır. Bu özelliklere göre; finansal krizlerin başlangıcı genellikle spekülatif ataklar şeklinde ortaya çıkmakta ve döviz talebinin artması ile derinleşmektedir.
Finansal krizler reel ekonomi üzerinde belirgin bir etki yaratmaktadır. Finansal koşullar kötüleştikçe, para arzı azalmakta ve üretimi olumsuz etkilemektedir. Kredi kanalı talep tarafında ise finansal krizler, teminat değerlerini dolayısıyla hanehalklarının ve firmaların kredi alma kabiliyetini olumsuz etkileyebilmektedir. Borç verenler ve girişimciler arasındaki bilgi asimetrileri, şirketler için daha yüksek sermaye maliyetine ve dolayısıyla daha düşük yatırım ve çıktılara neden olmaktadır. Banka sermayesi aşındığında, bankalar borç vermeye karşı daha hassas olmakta ve bu nedenle finansal krizler daha derin bir ekonomik gerilemeye yol açabilmektedir. Bununla birlikte, varlık fiyatlarındaki değişimler ve hanehalkı refahı yoluyla özel tüketimi etkileyebilmektedir. Finansal krizler, pazardaki belirsizliği artırarak ekonomik aktiviteyi etkilemektedir. Artan belirsizlik daha düşük yatırımlara yol açabilmektedir. Ayrıca, bir para biriminin krizini tetikleyerek, döviz kurundaki dalgalanmayı artırabilmektedir. Bu durum ise döviz rezervinde azalışa yol açarak ekonomik etkinliği olumsuz etkileyebilmektedir.
Borç Krizleri: Borç krizleri, bir ülkenin kamu veya özel kesime ait dış borçlarını ödeyememe durumu şeklinde tanımlanmaktadır. Özellikle kamu alanında yürütme organı görevini üstlenen hükûmetlerin dış borçların çevrilmesi konusunda ve yeni dış krediler bulma konusunda sıkıntı yaşamaları sebebiyle dış borçların ödenemeyecek duruma gelmesi dış borç krizine sebebiyet vermektedir.
Borç krizlerinin tanımlaması yapılırken iki farklı görüş ortaya atılmaktadır. Bu görüşlerden ilkine göre; devletin borcunu ödeyememe durumu veya büyük borç yükü ile birlikte meydana gelen iktisadi sorunlar borç krizi olarak ifade edilmektedir. Ancak bu tanım sadece devletin dış borç yükünden kaynaklanan bir soruna işaret etmekle birlikte; özel kesimden kaynaklanan benzer bir gelişme de söz konusu krizi ortaya çıkarabilecektir. Diğer yaklaşım ise; özel sektördeki aksaklıklara vurgu yapmaktadır. Özellikle bankaların işleyiş mekanizması burada oldukça önem arz etmektedir. Böylece daha çok ulusal para cinsinden kredi veren bankaların döviz cinsinden borçlanması, ülkeler açısından bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmekte olup; ulusal paranın değerinde meydana gelecek bir düşüşün krize neden olabileceği ifade edilmektedir.
İyi bir borç yönetiminin temel amaçları; kamu dışı sektörlerden kamu kesiminin borçlanma gereği kadar finansman sağlanması, uzun vadede risk primi ile birlikte borçlanma maliyetlerinin en aza indirilmesi ve ülkede uygulanan para politikasıyla uyumlu bir borçlanma programı hazırlanıp hayata geçirilmesi şeklinde sıralanmaktadır. Dış borçların dış ticaret açığının kapatılması, yatırım projelerine finansman sağlaması, ekonomik istikrarın sağlaması gibi konularda önemli katkıları olsa da ekonominin ihtiyaçlarına uygun bir dış borç siyasetinin izlenmesi gerekmektedir. Çünkü dış borçlar, kur değerleri ve faiz oranlarındaki değişimler göz önüne alındığında fiyatlar genel seviyesindeki ani bir hareketlenme sonucunda aşırı fiyat dalgalanmaları gibi riskleri içlerinde barındırmaktadır. Kur farklarından kaynaklanan bu tür riskler, borç yönetim sürecinde tutarlı bir şekilde ortaya koyulmalıdır. Aksi takdirde bu tür risklerin ortadan kalkması, dış borç yönetiminde borçlanmanın sürdürülebilirliği açısından hem de ekonomik krizlerin yaşanmaması açısından büyük önem taşımaktadır.
Para Krizleri: Para krizleri, bir ulusal para biriminin değişim değerine yönelik spekülatif saldırılara bağlı olarak, ulusal paranın devalüe edilmesi, ulusal rezervlerin kullanılması veya faiz oranlarının ciddi oranda yükseltilmesi ile sonuçlanan bir kriz türüdür. Para krizlerine yol açacak spekülatif saldırılar genelde aşağıda belirtilen gelişmelerden sonra ortaya çıkmaktadır;
- Başta konut ve hisse senetleri olmak üzere yurt içi varlık fiyatlarının önemli ölçüde düşmesi,
- Döviz cinsinden kısa vadeli borçların artması,
- Cari işlemler açığının artması,
- Sabit döviz kuru politikasının terk edilmesine dair beklentilerin kuvvet kazanması
Bazı ekonomistlere göre, ulusal paranın en az %25 oranında değer kaybetmesi bir kriz durumu olarak ifade edilirken; ulusal paranın değer kaybetmesinin altında yatan temel nedenler ise beş maddede özetlenmektedir. Bunlar; doğrudan yabancı yatırımların kesilmesi, rezervlerin azalması, yurt içi kredi kullanımının hız kazanması, yurt dışı faiz oranlarının artması ve reel döviz kurunun aşırı değerlenmesidir. Bu kapsamda yurt dışı faiz oranının, paranın değer kaybetmesinden önceki dönemde yüksek seviyede seyrettiği belirtilmektedir. Yurt dışı faiz oranlarındaki artış ile yüksek borçluluk seviyesi arasında aynı yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Böylece bir ülkedeki faiz oranının diğer ülkelere kıyasla nispeten yükselmesi, söz konusu ülkeye yönelik sermaye akışını hızlandıracaktır. Yatırımcıların daha yüksek bir getiri elde etmek amacıyla faiz oranlarının nispeten yüksek olduğu ülkelere hareket etmesi ise, o ülkelerin parasına yönelik talebin artmasına yol açacaktır. Ancak ulusal paranın değer kazanması, dış ticaret dengesini olumsuz yönde etkileyerek ödemeler dengesi krizi için de elverişli bir iklim yaratabilecektir. Ayrıca böyle bir ortamda genişletici para politikası ise, yüksek enflasyonla birlikte makroekonomik dengelerin bozulmasına neden olabilecektir.
Bankacılık Krizleri: Bankacılık krizleri bankaların başarısızlıkları, iflasları, yükümlülüklerini yerine getirememeleri durumlarında mevduat sahiplerinin riskten kaçınma amacıyla mevduatlarını bankalardan çekmeleri durumunda oluşan bir olgudur. Yatırımcılar bu gibi durumlarda güvenilir olmayan tahvil, bono, hisse senedi gibi kanallardan uzaklaşıp birikimlerini döviz ve altın yaparak kendilerini bu durumdan korumak isterler. Batma noktasına gelen bankaların, borçlarını yönetemez duruma gelmesi veya devletin tıkanma durumlarında bu sektöre müdahalelerle destek vermesi durumu bankacılık krizi olarak nitelendirilmektedir.
Bankacılık krizleri, bankacılık kesimindeki mevduat sahipleri, müşterileri ve finansal kuruluşları içerisinde barındıran oldukça geniş bir kitlenin var olan sorumluluklarını yerine getirmemesi ya da getirmede başarısız olması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bankacılık sektöründe yaşanan krizler genellikle banka iflasları, banka yetersizlikleri ve kamu müdahalesinde yaşanan hatalar sonucunda, bankaların iflas etmesiyle, piyasadaki kredi yetersizliğiyle, mevduat sahiplerinin bankalara belirli dönemlerde talebinin yoğun olmasıyla ve banka varlıklarındaki azalmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Bankacılık krizlerine yol açan temel faktörler şu şekilde sıralanabilir;
- Zayıf piyasa disiplini
- Sınırlı açıklama
- Zayıf kurumsal yönetim
- Yetersiz denetim
- Yurt dışından sınırlı giriş dahil olmak üzere, finansal sistemde büyük devlet mülkiyeti ve sınırlı rekabet
- Çeşitlendirilmemiş finansal sistem (örneğin; bankaların finansal sistem içerisinde baskın rol oynaması)
- Politika çarpıklıkları
Sistematik Finansal Krizler: Sistematik finansal krizler, finansal sistemin temel işlevlerini bozan ve reel ekonomi üzerinde yıkıcı etkiler ortaya çıkarabilen bir şok durumunu ifade etmektedir. Bu kriz finansal sistemin; kredi tahsisi, ödemeler ve varlık değerlemesi gibi temel işlevlerini kesintiye uğratmaktadır. Finansal sistemin aksamasına yol açabilecek mekanizmaların ne olduğu konusunda ise literatürde ortak bir görüş bulunmamasına rağmen; irrasyonel borçlanma, ahlaki tehlike, taraflar arasındaki karmaşık ilişkiler, ticaret yapma isteksizliği, merkez bankasının likidite sağlamadaki başarısızlığı, sektör dışından kaynaklanan beklenmedik olumsuz şoklar ve mevduatların çekilmesi finansal sistemin işleyişini bozan nedenlerden birkaçı olarak ele alınmaktadır. Diğer yandan finansal kurumların ödeme güçlüğü çekmesi, ekonomide belirsizliğin artması, olumsuz ekonomik gelişmeler ve menkul kıymetler piyasasının beklenmedik bir şekilde çökmesi sistematik krizlerin temel nedenleri olarak değerlendirilebilmektedir. Üstelik finansal piyasaların ciddi şekilde aksamasına yol açan bu tür krizler, bir para krizini de kapsayabilmektedir. Sistematik finansal krizlerin öncü göstergeleri şu şekilde sıralanabilir:
- Geniş kapsamlı likidite yardımı
- Bankacılık sistemini yeniden yapılandırmanın yüksek maliyeti
- Bankaların kamulaştırılması
- Büyük miktarda teminatların verilmesi
- Varlık alımları
- Mevduatların dondurulması veya banka tatilleri
Sistematik finansal krizler, finansal sistem içerisinde ortaya çıkan ve finansal sistemin, varlık fiyatlandırması, kredi sağlanması ve ödemeler dengesi gibi unsurlarını etkisiz kılan şoklar şeklinde ifade edilmektedir. Sistematik kriz dönemlerinde, ülke ekonomileri etkinlikten uzaklaşmakta, buna bağlı olarak üretimde düşüşler meydana gelmekte, millî gelir azalmakta ayrıca ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Finansal piyasaların büyük oranda sekteye uğraması durumu olan sistemik finansal krizlerde belirli bir zaman içerisinde yayılma süreci bulunmaktadır. Bu tür krizlerin yayılma süreci ekonomilerin kendi yapısından, sosyal yaşamın yapısına ve ülkenin siyasi yapısına kadar birçok alanda değişiklik gösterebilmektedir.
Ekonomik Krizleri Açıklayan Modeller
İktisadi faaliyetlerde ortaya çıkacak bir aksaklığın, beraberinde kriz getirebileceği görüşü 1800’lü yıllara kadar dayanmaktadır. Bu dönemde, ortaya çıkan krizler reel sektörden kaynaklandığı için krizleri açıklamaya yönelik geliştirilen modellerde üretime ilişkin göstergeler ele alınmıştır. Fakat 1970’li yıllardan sonra finansal küreselleşmenin etkisiyle dünyada hem daha fazla kriz yaşanmaya başlanmış hem de yaşanan krizler daha çok finansal bir nitelik kazanmıştır. Üstelik söz konusu dönemden sonra ülkelerin en çok karşılaştığı finansal kriz türü ise para krizleri olmuştur. Krizlerin sıklığının, sayısının ve etkilerinin artması ile birlikte krizleri açıklamaya yönelik çok sayıda model geliştirilmiştir. Diğer yandan ortaya çıkan krizler benzer özelliklere sahip olsa bile, bünyesinde farklı dinamikleri barındırmaktadır. Böylece bir krizi açıklamaya yönelik geliştirilen bir model, bir başka krizi açıklamada yetersiz kalabilmektedir.
Farklı dönemlerde dünyadaki çeşitli ekonomilerin karşılaştıkları krizlerin birbirinden farklı niteliklere sahip olması bu krizleri açıklamaya çalışan modellerinde birbirinden farklı yaklaşımları içermelerine sebep olmuştur. Yaklaşımların arka planında kalan temel sebep ise gerçekleşen her yeni krizin öncekilere göre daha farklı çıkış sebeplerine dayanması ve daha farklı koşullarda meydana gelmesidir. Birinci nesil kriz modelleri, mevcut ekonomi politikalarının yetersizliği ile krizi özdeştirirken, krizleri açıklamada ikinci nesil kriz modelleri ekonomi politikalarının sürdürebilirliğiyle alakalı oluşan beklentilerdeki ani değişikleri incelemektedir. Diğer model olan üçüncü nesil kriz modelleri, krize sebebiyet veren faktörü politika yapıcıların, banka ve finansal kuruluşların ahlaki riskin tanımına giren politikaları olarak açıklamaktadır.
Ekonomik Krizlerle Mücadelede Maliye Politikalarının Kullanımı
Kamu Harcamaları Yoluyla Ekonomik Krizlerle Mücadele
Teorik olarak, mal ve hizmetlere yapılan kamu harcamalarının, transferler veya vergi indirimlerine oranla daha büyük çarpan etkileri vardır. Ancak uygulamada, kamu harcamalarındaki artış, israftan kaçınma düşüncesi ile sınırlandırılmaktadır. Talep düşüşüne karşı kamu harcamaları yoluyla etkili bir biçimde mücadelede bulunabilmek için, ilk olarak hükûmetler mevcut programların kaynak yetersizliği nedeniyle kesilmediğinden emin olmalıdırlar. Özellikle, dengeli bütçe kurallarına tabi olan merkezi hükûmetler veya yerel yönetimler çeşitli harcama programlarını askıya almaya ve/veya gelirlerini artırmaya zorlanabilmektedirler. Ekonomik döngüleri yeterli seviyede dikkate almayan bu tür bütçe kısıtlamalarına karşı önlem alınmalıdır. Yerel yönetimler için bu sınırlandırmalar, merkezî yönetimden yapılacak transferlerle hafifletilebilmektedir.
İkincisi finansman eksikliği veya makroekonomik kaygılar nedeniyle ertelenen, kesintiye uğratılan veya reddedilen, onarım ve bakım projelerinden yatırım projelerine kadar birçok harcama programı hızlı bir şekilde tekrar başlatılmalıdır. Ayrıca bu projelerin iyi bir uzun vadeli gerekçeye ve güçlü dışsallıklara sahip olmaları (örneğin, çevresel amaçlar için) doğrudan ve beklentiler yoluyla talebin ve yatırımların artmasına yardımcı olabilmektedir. Mevcut koşullarda firmaların karşı karşıya kaldığı yüksek risk göz önüne alındığında, özel sermaye eksikliğinden askıya alınacak yararlı projeler için özel-kamu ortaklıklarında devlet daha büyük bir pay almalıdır.
Kamu sektöründe ücret artışlarından, iyi hedeflenmedikleri, geri çevrilmeleri zor olduğu ve etkinlikleri transferlere benzediği için kaçınılmalıdır. Bununla birlikte, bazı yeni program ve politikalarla ilişkili kamu sektörü istihdamında geçici bir artış yararlı olabilmektedir.
Tüketicilere Yönelik Mali Teşvikler Yoluyla Ekonomik Krizlerle Mücadele
Tüketici harcamalarının maliye politikası aracılığıyla desteklenmesinde bazı faktörleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu noktada tüketimi üç spesifik faktör etkilemektedir:
- Bireylerin konut ve finansal varlıklar gibi servetlerinin değerindeki düşüşler (cari ve beklenen harcanabilir gelirin düşmesi) tüketimlerini azaltmalarına neden olmaktadır.
- Yüksek belirsizlik, tüketicilerin ihtiyati tasarruflarını artırmalarına ve belirsizlik ortadan kalkana kadar bekle ve gör tutumu göstererek satın almalarını ertelemelerine neden olmaktadır.
- Bazı tüketiciler kredi kullanım limitlerinin kaldırıldığını gördüklerinde veya çok daha yüksek faiz oranlarıyla karşılaştıklarında, daha az kredi kullanarak tüketimlerini azaltmaya zorlanmaktadırlar.
Bu üç faktörün her biri, geçici vergi indirimleri veya transferler karşısında farklı marjinal tüketim eğilimi sergilemektedirler. Birincisi ve ikincisi düşük marjinal tüketim eğilimlerine sahipken, üçüncüsü ise yüksek bir marjinal tüketim eğilimini ifade etmektedir. Üçünün göreceli önemini değerlendirmek zordur, ancak iki temel çıkarımda bulunulabilmektedir.
Birincisi, kredi olanaklarının kısıtlanması muhtemel tüketicilere yönelik vergi indirimlerinin veya transferlerin hedeflenmesidir. Bu doğrultuda alınabilecek tedbirler ise daha fazla işsizlik maaşı bağlanması, gelir vergilerindeki en az geçim indirimi gibi tutarların arttırılması ve sosyal güvenlik ağlarının genişletilmesini içermektedir. Ayrıca, konut kredilerini ödeyemedikleri hacizle karşı karşıya kalmış olan konut sahiplerine, kamu kaynaklarını kullanarak düşük faizli ve uzun vadeli kredi olanağı sağlanması veya borçlarının ertelenmesi de dahil olmak üzere verilen destek, sadece toplam talebin desteklemesine değil, aynı zamanda finans sektöründeki koşulların da iyileşmesine yardımcı olduğu için özellikle makroekonomik bir bakış açısından cazip görülmektedir.
İkincisi, politika yapıcılar tarafında bir ekonomik kriz riskini önlemek için gerekli her türlü önlemi almaya yönelik güçlü bir taahhüdün yanı sıra uygulanacak politikaların açıklığı belirsizlikleri ortadan kaldırarak, tüketicilerin ihtiyati tasarruflarını azaltmalarına ve beklemeyi bırakarak tekrar harcamaya başlamalarına yardımcı olabilmektedir.
Firmalara Yönelik Mali Teşvikler Yoluyla Ekonomik Krizlerle Mücadele
Ekonomik kriz ortamında, firmalar sadece talepteki keskin bir düşüşle değil, aynı zamanda alacaklarını tahsil edememe gibi ortaya çıkabilecek diğer kötü durumlar konusunda da çok fazla belirsizlikle k arşı karşıyadırlar. Bu aşırı belirsiz ortamda, tıpkı tüketiciler gibi, firmalar da yatırım kararları konusunda bekle ve gör tavrı takınabilmektedirler. Bu nedenle sermaye kazançlarından alınan vergiler ve kurumlar vergisinin oranlarındaki düşüşler gibi sermayenin kullanım maliyetini düşürmeye yönelik sübvansiyonların veya önlemlerin çok fazla etkisinin olması beklenmemektedir.
Politika yapıcılar için en önemli zorluk, makul fiyatlı kredi de dahil olmak üzere çeşitli önlemlerle firmaların mevcut faaliyetlerini finansman eksikliği nedeniyle kısmak zorunda kalmamalarını sağlamaktır. Bu durum elbette, maliye değil para politikasının işidir. Bununla birlikte, özellikle büyük sorunlarla karşı karşıya kalan ve sadece yeniden yapılandırma yoluyla hayatta kalabilecek, ancak işlevsiz kredi piyasalarından gerekli finansmanı alması zor veya imkânsız olan firmaların ayağa kaldırılmasında devletin de görevi bulunmaktadır. Dolayısıyla, ekonomik sıkıntıyla karşı karşıya olan firmaların yeniden yapılandırılmasında, yeni kredilerin devlet garantileri ile birleştirilmesine yönelik çalışmalar görülmektedir. Ancak bu tür uygulamalarda devletin sıkı kontrollerle alınan kredilerin doğru bir biçimde kullanılıp kullanılmadığını izleyerek, kamunun zarara uğratılmasına engel olması gerekmektedir.
Ekonomik Krizlerde Maliye Politikalarının Sürdürülebilirliği
Finansal piyasalar, büyük gelişmiş ülkelerdeki orta vadeli sürdürülebilirlik konusunda aşırı endişeli görünmeseler de Avrupa Birliği’nde sürdürülebilirlik endişelerini arttıran borçlanma maliyetlerinde bir artış yaşanmıştır. Bununla birlikte, piyasalar genellikle geç ve ani tepki verdiğinden bunun sınırlı bir rahatlık olduğunu söylemek mümkündür. Mali açıdan sürdürülemez gidişat nihayetinde reel faiz oranlarında keskin düzenlemelere yol açabilmekte ve bu da finansal piyasaları istikrarsız hale getirerek, ekonomilerdeki iyileşme beklentilerini azaltabilmektedir.
Bu tehlikelerden kaçınabilmek için aşağıdaki uygulamalar yardımcı olabilmektedir;
- Çoğunlukla ekonomik duruma bağlı olarak geri çevrilebilir veya açık günbatımı hükümlerine sahip olan yasaları uygulamak.
- Çarpıklıkları ortadan kaldıran politikalar uygulamak (örneğin, finansal işlem vergileri).
- Doğası gereği konjonktürel olan otomatik stabilizatörlerin kapsamını arttırmak.
- Gelecekteki düzeltici önlemleri tanımlamak için ön taahhütte bulunmak (vergi indirimleri gibi).
- Mali teşviklerle ilgili belirli bir tarih süresince (örneğin, iki yıl boyunca KDV indirimi gibi) ya da koşula bağlı olarak (örneğin, GSMH belirli bir düzeyin üzerine çıktığında KDV indirimini sonlandırma gibi) ön taahhütte bulunmak.
- Daha sağlam orta vadeli mali çerçeveler sağlamak. Bunlar 4-5 yıllık bir dönemi kapsamalı ve ideal olarak şunları içermelidir; hükûmet gelir ve giderlerinin doğru ve zamanında tahminleri; devlet varlık ve yükümlülüklerine ilişkin verileri raporlayan bir devlet bilançosu; koşullu borçlar ve diğer mali riskler tablosu; merkezi ve yerel yönetim, diğer kamu sektörü kuruluşları ile Merkez Bankasının operasyonlarına ilişkin mali bilgilerin izlenmesi ve raporlanması için şeffaf düzenlemeler. Bu tür çerçeveler, teşvikten kaynaklanan kamu borcundaki artışların nihayetinde dengeleneceğine güven verecek şekilde tasarlanmalıdır.
- Kamu mali yönetimini güçlendirmek. Örneğin, bağımsız mali konseyler mali gelişmeleri izlemeye yardımcı olarak mali şeffaflığı artırabilir ve halkın olası politik önyargılarını algılamasını azaltmak için belirli kısa vadeli politikalar veya orta vadeli bütçe çerçeveleri hakkında tavsiyelerde bulunabilirler.
- Hızlandırılmış kamu projelerine yönelik harcamaların, uzun vadeli büyüme (ve vergi artırma) potansiyelini artırmaya yönelik olmasını sağlamak için harcama prosedürlerini iyileştirmek.Bu tehlikelerden kaçınabilmek için aşağıdaki uygulamalar yardımcı olabilmektedir;
Dahası, hızla yaşlanan ülkelerde kamu maliyesinin uzun vadeli uygulanabilirliğine yönelik ana tehdit kamu fonlu emeklilik ve sağlık haklarının net maliyetindeki eğilim artışından kaynaklanmaktadır. Bu ödemelerin net bugünkü değerleri mali teşvik paketlerinin büyüklüğünü aşmaktadır. Son olarak, vergilendirme ve diğerler kamu müdahalelerinden kaynaklanan çarpıklıkları gidererek potansiyel büyümeyi artıracak yapısal reformlar, orta vadeli sürdürülebilirliğin güçlendirilmesine de yardımcı olabilmektedir. Birçok ülke hızlı ekonomik büyüme yoluyla kamu borç yükünü azaltmayı başarmıştır. Söz konusu uzun vadeli sorunlara yönelik verilen güvenilir bir taahhüt, piyasalara mali sürdürülebilirlik konusunda güven verilmesinde çok yararlı olabilmektedir.