MALİYE POLİTİKASI II - Ünite 8: Avrupa Birliği’nde Maliye Politikaları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Avrupa Birliği’nde Maliye Politikaları
Giriş
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra altı büyük Avrupa devleti arasında, savaşın tekrar etmemesi için ekonomik ve sosyal bütünleşmenin sağlanması amacıyla, 1951 yılında Paris Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur. Bu topluluk Avrupa’da uluslarüstü prensiplere göre oluşturulan ilk örgütlenme olmuş ve günümüz Avrupa Birliği’nin de temellerini atmıştır. Bu yapılanma, 1957 Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile genişletilmiştir. 1993 yılında yürürlüğe giren ve Avrupa Birliği Antlaşması olarak da bilinen Maastricht Antlaşması Avrupa Birliği vatandaşlığı, parasal birlik gibi önemli düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir. Avrupa Birliği günümüzde 28 üye devletten oluşan geniş bir siyasi ve ekonomik yapılanma haline gelmiştir. 1963’te Ankara Antlaşması’nı imzalayan Türkiye ise 1987 yılında üyelik başvurusunda bulunmuş, 3 Ekim 2005’te müzakere çerçeve belgesinin kabulü ile resmen müzakere sürecine başlamaya hak kazanmıştır.
Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında sağlıklı bir ekonomik ve parasal birlik oluşturulabilmesi söz konusu ülkelerin maliye ve para politikalarının uyumlu hâle getirilmesi gerekmektedir. Amaç, Birlik içerisinde kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanmasıdır. Bunun gerçekleştirilmesi için ekonomi politikaların yakınlaştırılması ve ortak para politikası ile başta maliye politikası olmak üzere birçok alanda uyumun sağlanması hedeflenmektedir.
Avrupa Birliği’nde Ekonomik ve Parasal Bütünleşmenin Gelişimi ve Aşamaları
Avrupa Birliği, çağımızın en büyük siyasi, kültürel ve sosyal uygarlık projesi olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde Avrupa Birliği: 28 üye ülkeden oluşmaktadır; Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Hollanda, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, İspanya, İsveç, Birleşik Krallık ve Hırvatistan’dır. Ülkemiz, İzlanda, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan ile birlikte aday ülke statüsündedir.
Avrupa Birliği bütünleşme tarihindeki en önemli kilometre taşı olarak kabul edilen antlaşma, 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’dır. Bu antlaşma; parasal birlik, yeni ortak politikalar, Avrupa vatandaşlığı, diplomatik iş birliği, ortak güvenlik ve dış politika, adalet ve içişleri konularında iş birliği, kamu sağlığı, vize politikaları, ulaşım ağı, sanayi politikalarında daha etkin iş birliği ve yerel yönetimlerde yerindenlik (subsidiarity) ilkesinin tesisi gibi konularda son derece geniş ve ayrıntılı düzenlemeler getirmiştir.
Avrupa Birliği kurulduğu günden bu yana geleneksel uluslararası örgütlerden farklıdır. Avrupa Birliği uluslarüstü (supranational) bir Birliktir ve üye devletleri farklı düzeylerde bağlayan kendi mevzuatına sahiptir. Birlik içinde uygulanan ortak politikaların üye devletlerin ekonomik, sosyal, politik ve kültürel yapıları üzerinde birçok etkisi bulunmaktadır.
Bütünleşme veya başka bir deyişle entegrasyon kavramı, bir coğrafya veya bölgeyi paylaşan ülkelerin üretimlerinin, ekonomilerinin, siyasi güçlerinin ve savunma güçlerinin birleşmesi ve birçok konuda ortak hareket etmeleri olarak tanımlanmaktadır. Anlaşmalarla güçlendirilen bu oluşum, farklı aşamalarda geçmekte ve siyasi ve ekonomik bir birlik hâline gelmektedir.
Bütünleşme çabaları üye devletlerin ekonomik gelişmişlik ve yapısal farklılıkları dolayısıyla çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Tek para sistemine geçiş ile üye ülkeler para politikalarını, tek merkezden yürütülmek üzere devretmektedir. Bunun sonucunda yapısal problemlerini giderememiş bir ülkede yaşanabilecek bir ekonomik problemin diğer üye ülkeleri de etkilemesi olasılığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle ekonomi politikalarının yürütülmesinde koordinasyon büyük önem taşımaktadır. Yaşanabilecek beklenmedik ekonomik olumsuzluklar karşısında ortak para politikası ile ortak cevap verebilmek aynı zamanda üye ülke maliye politikalarının da uyum içinde olmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak üye ülkelerdeki kamu kesiminin ekonomi içerisindeki büyüklüğü, kamunun gelir-gider dengesi ve ihtiyaç duyulan maliye politikası uygulamaları farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların giderilmesi tek para sisteminin geleceği ve istikrarı açısından çok ciddi bir gerekliliktir.
Ekonomik bütünleşme aşamaları sırasıyla serbest ticaret bölgesi, gümrük birliği, ortak pazar ve son olarak ekonomik ve parasal birlik şeklinde sıralanmaktadır.
Serbest Ticaret Bölgesi
Üye ülkeler arasında, ürettikleri mallarda ticaretin serbestleştiği aşamadır. Üyeler arasında ticareti kısıtlayan tarife-kota gibi engellerin bazılarının kaldırıldığı ve üye ülkelerin yükümlülüğü altında bulundukları üçüncü ülkelere karşı ülkelerin kendi özel tarifelerini uyguladığı bir ekonomik birleşme türüdür.
Gümrük tarifesi ve kotası, uluslararası ticarette ithaline izin verilecek mal miktarının hükûmet tarafından miktar veya değer olarak sınırlandırılmasıdır. kotalar, global kotalar ve gümrük tarife kotaları olarak çeşitlidir. global kotalar, sadece ithal edilecek mal miktarını belirleyen kotalardır. Gümrük tarifeleri kotaları ise, belirli bir ithalat miktarına kadar ödenen gümrük vergisi normal iken, bu miktarın aşılması hâlinde tarifeler değişmektedir. Kotalarda genellikle hükûmet tarafından bir üst sınır saptanır ve bu sınırın üzerinde olan miktarlar için malın ithaline sınırlama getirir.
Gümrük Birliği
Üyelerin karşılıklı ticaretleri üzerindeki gümrük tarifeleri, kotalar, ithal ve ihraç yasaları gibi her türlü engel veya kısıtlamaların kaldırıldığı bütünleşme şeklidir. Gümrük Birliğinin koşulları, şu biçimde özetlenebilir:
- Üye ülkeler arasında tarifelerin, kotaların ve benzer etki gösteren sınırlamaların kaldırılması,
- Birlik dışı ithalatta tek tarife uygulanması,
- Önceden kararlaştırılmış bir formüle göre gümrük gelirlerinin üyeler arasında bölüştürülmesi.
AB’nin temel unsuru olarak kabul edilen bu birlik, ekonomik birliği sağlamak amacıyla bir katalizör olarak ele alınmış ve Roma Antlaşması’nda tanınmıştır. Bilindiği gibi Türkiye ve AB arasındaki iktisadi birleşme türü de Gümrük Birliği’dir. 1995 yılında Gümrük Birliği Kararı kabul edilmiş olup buna göre Türkiye, AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırmıştır.
Ortak Pazar
Serbest ticaret bölgeleri ve Gümrük Birliğinin yanı sıra üye ülkeler arasında üretim faktörlerinin dolaşımının da serbest bırakıldığı bütünleşme türüdür. Bu bütünleşme şeklinde Birliğe üye ülkeler, sınırları kaldırarak ve aralarındaki Gümrük Birliği ilkelerini de koruyarak kendi aralarında emek, sermaye, mal ve hizmetler gibi üretim faktörlerinin serbest hareketliliğini sağlayarak bir ortak pazar oluştururlar. Ortak pazar, her bir üye ülkenin iç pazarından oluşmuş “genişletilmiş bir iç pazar”dır. Ortak pazarın temel prensipleri: Vergilerin ve iktisat politikalarının karşılıklı uyumlaştırılması, üretim faktörleri hareketliliğini sağlayacak sınırların ve engellerin kaldırılmasıdır. Sınırların kaldırılması ise üç anlamda ele alınmaktadır:
- Fiziksel sınırların kalkması (kişiler, mallar için)
- Teknik sınırların kalkması (sermaye hareketleri, hizmet dolaşımını kısıtlayan normlar, hukuk prosedürleri)
- Mali sınırların kalkması ve vergi uyumlaştırması.
Ekonomik ve Parasal Birlik
1992’de Maastricht Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte AB liderleri bir Ekonomik ve Parasal Birlik oluşturulması konusunda anlaşmaya varmışlardır. Bu birliğin oluşturmalarının temel amacı, AB’de dengeli ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlamaktır. Ekonomik ve Parasal Birlik, üye devletlerin ekonomik ve parasal politikaların uyumlaştırılması ve ortak para birimi avronun yürürlüğe konulması sürecinde hayata geçirilmiştir. Ekonomik ve Parasal Birlik, ekonomi politikalarının üye devletler arasında koordine edilmesini, kamu borcu ve bütçe açığı üzerindeki sınırlamalar aracılığıyla maliye politikalarının eş güdümünün sağlanmasını, Avrupa Merkez Bankası tarafından uygulanmakta olan bağımsız bir para politikasını, ortak para birimini ve Avro Alanı’nı kapsamaktadır.
Tek Pazar sisteminin tamamlanması ve Avrupa Merkez Bankasının oluşturulmasından sonra 1999 ve 2002 arasında 12 AB üyesi ülke, ulusal para birimlerini tedavülden kaldırarak tek para birimi olarak kabul edilen avroyu kullanmaya başlamışlardır. Devam eden süreçte Avro Alanı üyesi ülke sayısı 19’a çıkmıştır. Para istikrarı ve düşük enflasyonu amaçlayan parasal birlik, Avrupa Merkez Bankası tarafından sağlanmakta ve kontrol edilmektedir. Mali politikalar ise üye ülkelerin kontrolünde sağlanmaktadır.
Ekonomik birlik aşamasında, ortak pazar özelliklerine ek olarak üye ülkeler arasında ekonomik ve sosyal politikalar uyumlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ekonomik ve sosyal politikaların uyumlaştırılması konuları; emek ve sermayenin serbest dolaşımının düzenlenmesi, çevre sorunları ile büyük ölçekli teknolojik, bilimsel araştırmalar ve projelerde iş birliği yapılması, serbest piyasanın işleyişine zarar veren süreçlere karşı önlemlerin alınması ve dengeli büyüme sağlayan bölgesel politikaların oluşturulması gibi konuları kapsamaktadır.
Avrupa Birliği Antlaşması Sonrası Maliye Politikaları
Avrupa Birliği’ne tek para birimi ve ortak bir merkez bankası sistemine dayalı bir “ekonomik ve parasal birlik” ile ortak dış politika ve savunma politikası perspektiflerine dayalı “siyasi birlik” kurulmasını öngören ve AB’yi kuran Avrupa Birliği Antlaşması veya daha bilinir adıyla imzalandığı Hollanda şehri ile anılan Maastricht Antlaşması, 7 Şubat 1992 yılında imzalanmış ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması ile AB’yi ekonomik birlik yanında siyasi birliğe taşıyan zemin hazırlanmıştır ve Antlaşma AB’nin Anayasası şeklinde görülmüştür. Maastricht Anlaşması ile Roma Antlaşması yeni bazı değişiklik ve düzenlemelere uğramıştır. Maastricht ile Birliğin hukuki temelleri atılmıştır. Bu antlaşma ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli gelişimini, enflasyonsuz, sürdürülebilir ve çevre korumasına önem veren bir büyümenin sağlanmasını, yakınlaşma hipotezi çerçevesinde üye ülkelerin ekonomilerinin uyum içinde birbirlerine yaklaşmasını ve Avrupa vatandaşları için daha güçlü bir siyasi birliği hedeflemektedir.
Yakınlaşma hipotezine göre; sermayenin iş gücünden daha hızlı arttığı bir ekonomide, teknoloji dışsal ve sabitken, faiz hadleri düşecek ve kişi başına düşen geliri düşük olan ülke ya da bölgeler kişi başına düşen geliri yüksek olan ülke ya da bölgelerden daha hızlı büyüyüp onları er geç yakalayacaktır.
Ayrıca, eğitim, kültür, kamu sağlığı ve tüketicinin korunması, ulaştırma, vize politikası ve sanayi politikası gibi belirli politika alanları da Antlaşma kapsamına dâhil edilmiştir. Bu alanlarda oluşturulacak ortak politikalar ve ilgili AB mevzuatı üye ülkeler üzerinde bağlayıcı olmaktadır. Antlaşmanın getirdiği çok önemli bir yenilik de “yetki ikamesi” ilkesidir. Buna göre, ancak herhangi bir sorunun boyut ve niteliği nedeniyle, AB düzeyinde müdahalenin üye devletlerinkinden daha etkin olacağı hâllerde AB yetki kullanacaktır.
Maastricht Antlaşması (Avrupa Birliği Antlaşması)
Maastricht Antlaşması, Avrupa Tek Senedi’nden (1987) sonra AB’nin oluşumundaki ikinci en büyük antlaşmadır. Antlaşma ile Ekonomik ve Parasal Birliğin aşamaları, Parasal Birliğe geçmeden önce, politik ve kurumsal değişiklikler düzenlenmiştir. Antlaşmada getirilen hükümlere göre;
- Toplulukta fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması ile bir üye ülkenin enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemelidir.
- Üye ülkelerin kamu açıklarının GSYİH’lerine oranı yüzde 3’ü geçmemelidir.
- Üye devletlerin kamu borçlarının GSYİH’lerine oranı yüzde 60’ı geçmemelidir.
- Üye ülkelerde uygulanan uzun vadeli faiz oranları, 12 aylık dönem itibarıyla, fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip üç ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır.
- Son iki yıl itibarıyla, bir üye ülkenin para birimi, diğer bir üye ülkenin para birimi karşısında devalüe edilmemiş olmalıdır.
Ekonomik ve Parasal Birliğin gerçekleştirilmesi doğrultusunda, üye ülke ekonomileri arasındaki farklılıkların giderilebilmesinin sağlanması amacıyla bazı makro büyüklükler açısından, “Maastricht Kriterleri” olarak adlandırılan yakınlaşma kriterleri tespit edilmiş ve bunlara uyulmaması durumunda uygulanacak yaptırımlar belirlenmiştir. Böylece tüm Birlik üyelerinin, yıllardan beri disiplinli para ve maliye politikaları uygulayarak, uzun vadeli fiyat istikrarını sağlamış olan Almanya’nın standartlarına uyum sağlamaları amaçlanmıştır. Üye ülkeler para ve maliye politikalarını belirlerken, Topluluk normlarına uyum sağlama hedefini gözetmek durumunda kalacaklardır. Üye ülkelere, yukarıda sayılan şartları yerine getirmedikleri takdirde, nitelikli çoğunluk ile Antlaşma’da öngörülen dört yaptırımdan biri veya hepsi uygulanacaktır. Bu yaptırımlar;
- Üye ülkelerin bonolarının sağlıksız olduğu yolunda bir bildiri yayınlanması,
- Avrupa Yatırım Bankasının ilgili ülkeye borç vermemesi,
- Aşırı bütçe açığının raporlanmasını takiben, 10 ay içinde, ceza tutarının öncelikle Komisyon nezdinde faizsiz bir hesaba yatırılması,
- Alınan önlemlere rağmen aşırı bütçe açığının iki yıl içinde düzeltilmemesi hâlinde, üye devlet tarafından yatırılan tutarın, para cezasına dönüştürülmesi,
- Uyum kriterlerinde öngörülen yüzde 3’lük referans değerden sapmaya bağlı olarak GSYİH’nin yüzde 0,2 ila yüzde 0,5’i arasında bir ceza uygulanmasıdır.
Maastricht kriterleri ile AB’de maliye politikası oluşumu ve gelişimi konusunda temeller atılmış, özellikle parasal birliğe katılmış devletler üzerinde bir baskı unsuru oluşturulmuştur. Her bir üye ülke parasal kısıtlar arasında bu tür düzenlemeleri gerekli görmüş ve kabul etmiştir. Ancak sınırlama şeklinde oluşan bu düzenlemeler üye ülkelere ait maliye politikaları uygulamasının maliye politikası (yakınlaştırılmış maliye politikası uygulamaları) hâline gelmesinde zorluklar yaşatmıştır.
İstikrar ve Büyüme Paktı
1996’da Dublin’de yapılan Komisyon toplantısında İstikrar ve Büyüme Paktı’nın ilkeleri üzerinde anlaşmaya varılmıştır. İstikrar ve Büyüme Paktı’na göre bir ülke bütçe açığı ve borç kriterlerini ihlal ederse aşırı açık prosedürü başlatılacak ve ilgili ülkeden düzeltici önlem alması istenecektir. Eğer gerekli önlemler alınmazsa ekonomik cezalar uygulanacaktır. Pakt aynı zamanda Temmuz 1997’de yayımlanan iki Avrupa Komisyonu Regülasyonu ile de desteklenmektedir. Bunlardan ilki “koruyucu güç” olarak da adlandırılan bütçe pozisyonlarının denetimi ve ekonomi politikalarının koordinasyonunun güçlendirilmesi ile ilgili olandır. İkincisi ise “düzeltici güç” olarak da adlandırılan Aşırı Açık Prosedürü’nün uygulamasının hızlandırılması ile ilgili olandır.
İstikrar ve Büyüme Paktı genellikle mali disiplinin devamını sağlayıcı bir unsur olarak addedilir. Pakt, ikiz yol yaklaşımı olarak bilinen bir sistem içinde yürütülmektedir:
- GSYİH’nin yüzde 3’ü sınırının üzerine çıkmasından önce bütçedeki sapmaları belirleyip düzeltmek için önleyici (erken uyarı sistemi),
- Parasal birliğe üye devletler üzerinde aşırı açıklardan kaçınmak veya açıklar ortaya çıktığında hızlı bir şekilde düzeltilmesi için önlemler almak için bir baskı unsuru oluşturan caydırıcı kurallar seti.
İstikrar ve Büyüme Paktı ile verilen yüzde 3’lük bütçe açığı kısıtı karşısında ülkelerin büyüklüklerine göre değişen bir yapı izlemeleri ve yapısal reformlar ile maliye politikası kısıtları arasında yaşanan mübadele ilişkisi, aşırı açık prosedürü içerisine girmelerine neden olmaktadır. Kasım 2003’te Fransa ve Almanya açık şartlarını ihlal etmişlerdir ve ilgili ülkelerin bakanları ECOFIN’i etkileyerek olumsuz bir kararın çıkmasını önlemişlerdir. Avrupa Konseyi Mart 2005’te İstikrar ve Büyüme Paktı’nda reforma gitmiştir. Ancak bu reform daha çok İstikrar ve Büyüme Paktı’nda esnekliği arttırmaya yönelik olmuştur.
Yenilenen İstikrar ve Büyüme Paktı’nda;
- Orta vadede hedef denk bütçedir. Ancak ülkelerin borç seviyeleri, kamu yatırımları ve potansiyel büyümeleri orta vade hedefinin belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır. Potansiyel büyümesi yüksek ülkelerle borç yükü yüksek ülkeler farklı değerlendirilecektir.
- Ekonomik koşullara uyum sağlamak için her dört yılda bir orta vadeli hedefler gözden geçirilecektir. Ayrıca Avro Bölgesi Maliye Bakanları her yıl ülkelerdeki mali gelişmeleri izleyeceklerdir.
- Ülkeler her yıl yapısal bütçe açıklarını GSYH’nin %0,5’i oranında azaltacaklardır. Eğer artan bir eğilim söz konusu ise daha fazla azaltacaklardır.
Ülkeler bütçe açıklarında %3’ü aşarlarsa aşağıdaki durumlarda cezadan muaf olabileceklerdir:
- Bu ihlalin geçici ve limite yakın olması
- Bu ülkelerin ihlal için hazırladıkları savunmanın meşru bulunması
Bu sınırı ihlal eden ülkelerin tekrar %3’ün altına inmeleri için verilen süre de 1 yıldan 2 yıla çıkarılmıştır. Olağanüstü durumlarda 2 yıl daha uzatılabilir.
2009 Avrupa Borç Krizi Sonrası Maliye Politikaları
2008 yılında yaşanan Küresel finansal kriz ve ekonomik durgunluk tüm dünyada bütçe dengelerinin bozulmasına ve kamu borç seviyesinin genel olarak artışına neden olmuştur. Küresel finansal krizin hemen sonrasında gözler Avrupa Birliği’ne, özellikle de Avro bölgesinin zayıf halkası olan çevre ülkelere çevrilmiş ve bu ülkelerde bir kamu borcu krizinin yaşanabileceği konusundaki endişeler artmıştır. Avro bölgesine ilişkin endişeler 2009 yılı sonlarında haklı çıkmaya başlamış ve ilk kriz Yunanistan’da patlak vermiştir. Yunanistan krizi ile birlikte Ekonomik ve Parasal Birliğe ilişkin spekülasyonlar artmış, krizin Avro bölgesindeki diğer ülkelere de yayılacağı, Ekonomik ve Parasal Birliğin bütün olarak ekonomik istikrarının bozulacağı, hatta dağılma riskiyle karşı karşıya kalacağı yönünde endişeler ortaya çıkmıştır.
AB’de yaşanan ilk ciddi ekonomik kriz olması nedeniyle “Avro” ve “Avrupa Birliği” projesi için önemli bir test olmuş ve ekonomik krizlerle mücadelede AB’nin kapasitesinin yetersizliğini ortaya koymuştur. Avrupa’da yaşanan borç krizi ekonomik olduğu kadar siyasi sonuçlar da doğurmuş, birçok Avrupa ülkesinde hükûmet değişiklikleri yaşanmıştır.
Parasal birliğe katılan ülkeler sadece döviz kuru ve faiz oranları gibi ekonomi politikası araçları üzerindeki kontrolü kaybetmekle kalmamakta; aynı zamanda kontrolleri altındaki kendi para birimi cinsinden borçlanma imkânına da son vermektedirler. Yani, ihraç ettikleri borç senetleri üzerindeki kontrolü para birimi cinsinden kaybederler. Bunun sonucunda, yatırımcıların parasal birliğe dâhil olan ülkelere olan güvenlerinin kaybolması bu ülkeleri iflasa sürükleyebilir. Piyasalarda parasal birliğe dâhil bir ülkenin temerrüde düşeceğine ilişkin bir beklentinin (veya spekülasyonun) oluşması hâlinde, yatırımcılar portföylerindeki o ülke tahvillerini ellerinden çıkaracak, bu durum da o ülke tahvil faizlerinin artmasına neden olacaktır. Yatırımcılar aldıkları parayı o ülkeden çıkaracaklar ve bankacılık sisteminde likidite sıkıntısı doğacak, ayrıca devlet borçlarını çevirmek için makul faiz oranlarından gerekli fonları sağlayamayacaktır. Parasal birlikte, merkez bankaları bağımsız olduğundan, sıkıntıdaki ülkenin merkez bankası devlet tahvillerinin doğrudan alımını da yapamayacaktır. Ayrıca, sıkıntıdaki ülke birlik merkez bankası (Avrupa Merkez Bankası) üzerinde doğrudan kontrol sahibi olmadığından likidite desteği sağlaması için bu kuruma baskı da yapamayacaktır. Dolayısıyla, piyasalardaki hassasiyet nedeniyle değişen likidite akışı, parasal birliğe dâhil ülkeleri piyasadaki bu duyarlılığa karşı kırılgan yapmaktadır. Bu durum, devletlerin borçlarını çevirmeleri için gerekli fonların aniden durmasına ve likidite krizinin borçları ödeyememe krizine dönüşmesine neden olmaktadır.
Parasal birlikteki bir borç krizinin, yukarıda açıklanan kendi kendini besleyen mekanizmaya ilaveten iki olumsuz yönü daha vardır. İlk olarak, ülkedeki likidite krizi yurt içindeki bankaları da etkiler. Yatırımcılar yurt içindeki tahvil piyasalarından çekildiklerinde, devlet tahvillerinin faizleri artar. Yurt içi bankalar tahvil piyasalarındaki en önemli alıcılar olduğundan, bilançolarında devlet tahvillerinin değer düşüşünden kaynaklanan ciddi zararlar oluşur. Ayrıca, yurt içi bankalar da bir fonlama krizi ile karşı karşıya kalırlar. Yurt içindeki para stoku azaldığından, bankalar mevduat yükümlülüklerini yüksek faiz ödemeden yerine getiremezler. Dolayısıyla, kamu borcu krizi başlangıçta iyi durumda olan bankacılık sektörüne de yayılır. (Portekiz ve Yunanistan’da yaşanan durum budur. İkinci olarak, parasal birliğe dâhil ülkeler ekonomik durgunlukta konjonktürel döngüye karşı otomatik istikrar sağlayıcı bütçe politikalarını rahatlıkla uygulayamazlar. Ekonomik durgunluk bütçe açıklarının artmasına ve birliğe dâhil olan ülkelerin borçlarını ödeyemeyeceğine dair piyasalarda oluşan endişelerin pekişmesine, dolayısıyla likidite ve iflas krizine yol açar. Dolayısıyla, bu ülkeler ekonomik durgunluk zamanında kemer sıkma politikaları uygulamak zorunda kalırlar.
Yaşanan ekonomik kriz sonrasında, AB’de mali disiplinin sağlanması için beş adet tüzük ve bir adet direktiften oluşan ve Altılı Paket olarak adlandırılan düzenlemeler çıkarılmış ve Mali Sıkılaştırma (Fiscal Compact) olarak adlandırılan yeni bir antlaşma imzalanmıştır. Son olarak da 12 Mart 2013 tarihinde AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu, İkili Paket üzerinde mutabakata varmıştır. Bu şekilde, Avro Alanı’nda bütçe denetiminin sağlanması için oluşturulan süreç tamamlanmıştır.
Altılı Paket Düzenlemeleri
Altılı Paket’in maliye politikası ve makroekonomik denetim olmak üzere iki önemli boyutu vardır. Pakette maliye politikası kapsamında, bütçe denetim ve ekonomi politikalarının koordinasyonu, aşırı açık prosedürünün hızlandırılması ve açıklanması ve bütçe denetiminin Avro Bölgesi’nde etkin uygulanması regülasyonları ve üye ülkelerin mali çerçevesi ile ilgili direktif yayımlanmıştır. Makroekonomik denetim kapsamında ise makroekonomik dengesizliklerin önlenmesi ve düzeltilmesi ve Avro Bölgesinde aşırı makroekonomik dengesizliklerin düzeltilmesi için eyleme geçilmesi ile ilgili regülasyonlar yayımlanmıştır.
Ekonomik ve Parasal Birlikte İstikrar, Koordinasyon ve Yönetişim Antlaşması (Mali Sıkılaştırma)
Ekonomik ve Parasal Birlik İstikrar, Koordinasyon ve Yönetişim Antlaşması ya da daha tanınır ismiyle Mali Sıkılaştırma Antlaşması, İstikrar ve Büyüme Paktı’nın yeni ve daha bir sert versiyonu olarak 2 Mart 2012’de Birleşik Krallık, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan (AB’ye Temmuz 2013’te üye olduğu için) hariç Avrupa Birliğindeki tüm üye ülkeler tarafından imzalanan hükümetlerarası bir sözleşmedir. 1 Nisan 2014 tarihi itibarıyla da tamamen onaylanarak ve 25 imza sahibi üye devlet için yürürlüğe girmiştir.
Sözleşmenin III. Başlığı olan Mali Sıkılaştırma Kısmının hükümlerine göre taraflar, Avrupa Birliği yasalarından doğan yükümlülüklere halel getirmeksizin aşağıdaki kuralları uygulayacaktır:
- a. Merkezî yönetim bütçesi dengeli veya fazla vermiş olacaktır.
- b. Merkezî yönetim yıllık yapısal dengesi revize edilmiş İstikrar ve Büyüme Paktı tanımlanan ve yapısal açığın piyasa fiyatlarındaki gayrisafi yurt içi hasılanın en fazla %0,5’i ile sınırlandırıldığı ülkeye özgü orta vadeli hedefinde ise a. bendindeki kurallara saygı gösterilmiş sayılır. Sözleşmenin tarafları, kendi orta vadeli hedeflerine doğru hızlı bir yakınsamayı sağlayacaklardır. Bu tür yakınsama için zaman çizelgesi, ülkeye özgü sürdürülebilirlik riskleri dikkate alınarak Komisyon tarafından önerilecektir.
- c. Sözleşmenin tarafları, aşağıda tanımlanan istisnai koşullar altında, orta vadeli hedeflerine veya ona uygun belirlenmiş düzeltme yolundan geçici olarak sapabilirler.
- d. Devlet borçlarının piyasa fiyatlarındaki gayrisafi yurtiçi hasılaya oranının anlamlı bir biçimde %60’ın altında olduğu ve kamu maliyesinin uzun vadeli sürdürülebilirliği açısından risklerin düşük olduğu durumlarda, b. bendinde belirtilen orta vadeli hedefteki yapısal açığın sınırı, piyasa fiyatlarındaki gayri safi yurt içi hasılanın en fazla %1,0’i oranına ulaşabilir.
- e. Orta vadeli hedeften ya da ona göre ayarlanan düzeltme yolundan önemli sapmalar olması durumunda otomatik olarak bir düzeltme mekanizması devreye girecektir.
İkili Paket
23 Kasım 2011’de Avrupa Komisyonu, Avro bölgesi ülkelerinde bütçe süreçlerinin gözetiminin ve koordinasyonunun artırılması için iki adet tüzük tasarısı hazırlamıştır. İkili Paket, Avrupa Sömestri adı altındaki ekonomik koordinasyon sürecinin yasal tabanını güçlendirmekte ve Avrupa Komisyonunun, Avro Alanı üyesi devletlerin, AB İstikrar ve Büyüme Paktı kapsamında belirlenen mali hedefleri yerine getirmek için yaptıklarını değerlendirmesine yardımcı olmaktadır. Ciddi zorluk yaşayan veya AB tarafından kurtarma paketi sunulan ülkeler için ise çok detaylı prosedürler öngörmektedir.
İkili Paket kapsamındaki ilk tüzüğe göre, tüm Avro Alanı ülkelerinin her yıl 15 Ekim’e kadar Avrupa Komisyonuna bütçe tasarılarını sunmaları, Komisyon’un bunları değerlendirmesi ve gerekiyorsa bir görüş bildirmesi istenmektedir. İkili Paket kapsamındaki ikinci tüzük, finansal açıdan zor durumda olan ve mali yardım alan/yardımı geri ödeme sürecinde olan tüm Avro Alanı ülkelerinin güçlendirilmiş denetimi için detaylı kural ve prosedürler ortaya koymaktadır. İkinci tüzükteki en önemli düzenlemelerden birisi, yeterli kapasiteye sahip olmayan veya uyum programını uygulamada güçlükle karşılaşan bir Avro bölgesi ülkesinin Komisyondan teknik destek alacağı, bu amaçla uluslararası kuruluşlardan ve diğer üye ülkelerden gelecek olan uzmanlarla işbirliği yapılacağına ilişkin olan maddedir.
Avrupa Birliği’nde Mali Birlik
Maastricht’te belirlenen finansal kriterlerin karşılanmasında yapısal ekonomik farklılıkları olan ülkeler arasında çeşitli zorluklar vardır. Bu tür sorunlarla mücadele edebilmek için Avrupa Birliği’nin bir tür mali birlik benimsemesi önerilmektedir. AB’ye üye ülkelerin çoğu, Avro para birimine göre ekonomik ve parasal birliğe katılmakta, ancak vergiler ve harcamalarla ilgili kararların çoğu ulusal düzeyde kalmaktadır. Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin para birliği olmasına rağmen, mali birliği yoktur. Mali birlik, ulusların veya devletlerin maliye politikasının entegrasyonudur. Mali birlik altında vergilerin toplanması ve harcanması ile ilgili kararlar, katılan hükûmetler tarafından paylaşılan ortak kurumlar tarafından alınır. Mali birlik, harcamaların ve vergi kararlarının uluslarüstü düzeyde merkezileştirilmesi anlamına gelmez. Bu kararların merkezileştirilmesi, yalnızca uluslar üstü vergi ve transfer sistemi yoluyla doğası gereği risk paylaşımı olasılığını değil, uluslarüstü düzeyde borç yönetimi yoluyla ekonomik istikrarı da beraberinde getirecektir. Doğru yönetim hem diğer ülkelerle hem de gelecek nesillerle paylaşılacak asimetrik şokların etkilerini azaltacaktır. Mali birlik ayrıca borcun tek tek ülkeler tarafından değil ortak bir tahvil ile finanse edileceğini ifade etmektedir.
Avrupa Birliği’nde, mali birlik, daha derin Avrupa entegrasyonuna doğru bir sonraki adım olarak tartışılmaktadır, ancak günümüzde hâlâ büyük ölçüde sadece bir teklif olmaya devam etmektedir. Avrupa Birliği’nde mali birlik olsaydı, ulusal harcamalar ve vergi oranları Avrupa Konseyi düzeyinde belirlenecektir ve bireysel ulusal tahviller yerine birliğin toplu borçlarını finanse edecek Eurobond tahviller kullanılacaktır.
Eurobond, ihraç edildiği ülkenin veya piyasanın anapara biriminden farklı bir para birimi cinsinden bir borçlanma aracıdır. Eurobond’lar harici bir para biriminde verildiğinden, genellikle dış tahviller olarak adlandırılır.