MEDENİ HUKUK I - Ünite 4: Hısımlık, Yerleşim Yeri, Kişilik Hakkı ve Korunması Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Hısımlık, Yerleşim Yeri, Kişilik Hakkı ve Korunması
Hısımlık
Hısımlık, gerçek kişileri kapsayan ve insanlar arasında yakınlık bağını belirten bir kurumdur. Hısımlık, kuruluş ve doğuş şekillerine göre üçe ayrılır:
1. Kan Hısımlığı: Bir kimse ile onun kendilerine kan bağıyla bağlı bulunduğu kişiler arasındaki hısımlıktır. Örneğin; bir kimsenin kendi annesi, babası, büyük babası, büyük annesi, kardeşi, çocuğu, torunu, teyzesi, amcası, dayısı ve kuzeni arasındaki kan hısımlığıdır.
Kan hısımlığı da kendi içinde “üstsoy-altsoy hısımlığı” ve “yansoy hısımlığı” olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Üstsoy-altsoy hısımlığı, “düz hat hısımlığı” olarak adlandırılmaktadır. Bu hısımlık türü, birbirlerinden üreyen kişiler arasındaki hısımlıktır. Hem anne hem de baba tarafından sınırsız bir hısımlık olan düz hat hısımlığında, bir kimsenin düz hatta aşağıdan inen hısımları “altsoy hısımları”; düz hattın üzerindeki hısımları ise “üstsoy hısımları” olarak ifade edilmektedir. Örneğin; bir kimsenin dedesi üst soyu, kendi çocuğu ise alt soyu olarak değerlendirilmektedir.
Yansoy hısımlığı ise ortak soydan gelenler arasındaki hısımlıktır. Örnek olarak; bir kimsenin halası ya da dayısı arasında yansoy hısımlığı vardır. Yansoy hısımlığı da kendi içinde ikiye ayrılmaktadır; aynı ortak kökten gelen kişiler arasındaki hısımlık, tam kan yansoy hısımlığı dır. Yalnızca bir tek kökün ortak olduğu yansoy hısımlık ise yarım kan yansoy hısımlığı olarak adlandırılmaktadır. Örneğin; aynı anne babadan olan kardeşler tam kan yansoy hısımı iken; babaları bir anneleri farklı ya da anneleri bir babaları farklı kardeşler arasında ise yarım kan yansoy hısımlığı bulunmaktadır.
2. Kayın Hısımlığı: Evlenme sonucu meydana gelen hısımlıktır. Örneğin, eşin kardeşi, babası, annesi, kuzeni aynı zamanda diğer eşin de aynı dereceden kayın hısımları sayılmaktadır. Kayın hısımlığı, evliliğin sonradan iptal olması, ölüm ya da boşanma sonucu evliliklerin sona ermesi halinde sona ermez ve yine devam eder. Ancak, evlilik bir şekilde bittikten sonra, eski eşin yeni doğan kan hısımları ile diğer eski eş arasında kayın hısımlığı oluşmaz.
3. Evlat Edinmeden Doğan Hısımlık: Evlat edinme sonucu oluşan hısımlık türüdür ve evlat edinme işlemine yönelik mahkeme kararı ile ortaya çıkar. Evlatlık ilişkisi ortadan kalktığında bu hısımlık da ortadan kalkar. Evlatlık ve onun alt soyu, evlat edinenin mirasçısı olur ve bu mirasçılık ilişkisi tek taraflıdır. Evlat edinen ile evlatlık arasında, aynı şekilde bunlardan biri ile diğerinin alt soyu ve eşi arasında evlenme yasağı vardır.
Yerleşim Yeri
Türk Medeni Kanunu’nun 19-21. maddeleri arasında belirtilmesine karşın açık bir tanımı yapılmamıştır. Genel olarak, “bir kimsenin oturmakta olduğu, iş ve aile ilişkilerinin merkezi olan yer” olarak tanımlanmaktadır.
Yerleşim yeri hukukta önemlidir ve yerleşim yeri mahkemeleri, çoğu davada yetkili mahkemedir. Yerleşim yeri edinmenin hukuki bir işlem olmamasına karşın, yerleşim yerinin seçimi hukuki fiil niteliği taşımaktadır. Yerleşim yerleri üç gruba ayrılmaktadır:
- İradi Yerleşim Yeri: Bir kimsenin kendi isteği ile seçtiği ve kural olarak oturmakta olduğu yerdir. Bir yerin iradi yerleşim yeri olabilmesi için, kişinin orada fiilen oturması ve aynı zamanda sürekli kalma niyetinin olması gerekmektedir.
- İtibari Yerleşim Yeri: İki farklı durumda ortaya çıkmaktadır. İradi yerleşim yeri olmayan kişinin yerleşim yeri, yasa gereği kişinin meskenidir. İkinci durumda itibari yerleşim yeri ise, herkesin mutlaka bir yerleşim yerine sahip olması ilkesine dayanmaktadır. Bir kimse yeni yerleşim yeri edinesiye kadar mevcut yerleşim yeri, o kişinin artık itibari yerleşim yeridir.
- Yasal Yerleşim Yeri: Kanunun doğrudan belirlediği yerleşim yeridir. Türk Medeni Kanunu’nun 21. maddesinde bu konuya değinilmektedir. Kısaca, yasal yerleşim yeri velayet altındaki küçükler ile vesayet altındaki kişiler açısından söz konusudur. Vesayet altındaki kişilerin yerleşim yeri, bağlı bulundukları vesayet makamının bulunduğu yerdir. Velayet altındaki küçüklerin yerleşim yeri ise anne-babalarının yerleşim yeridir.
Yerleşim yerine ilişkin iki ilke bulunmaktadır:
- Yerleşim Yerinin Tekliği İlkesi: Herkesin ancak bir tek yerleşim yeri bulunması ilkesidir. Bir kişinin aynı anda birden fazla yerleşim yeri olmaz. Bu ilke, ticarî ve sınaî kuruluşlar için uygulanamaz. Çünkü kuruluşların şubelerinin olması nedeniyle, şubelerinin bulunduğu yerde dava açılabilmesinin mümkün olmasıyla ilişkilidir.
- Yerleşim Yerinin Zorunluluğu İlkesi: Bu ilkeye göre herkes mutlaka bir yerleşim yerine sahip olmalıdır. Kişi, kendisine iradi bir yerleşim yeri seçmemişse, onun yerleşim yerini kanun belirlemektedir. Bir kişinin yerleşim yeri yoksa oturduğu yer, kanundan dolayı onun yerleşim yeri sayılmaktadır.
Kişilik Hakkı ve Kişiliğin Korunması
Kişilik hakkı Türk Medeni Kanunu’nda tanımlanmamıştır. Doktrin ve uygulamada iki anlamı bulunmaktadır:
- Dar Anlamda Kişilik Hakkı: Haklara ve borçlara sahip olabilmeyi, yani hak ehliyetini ifade etmektedir. Bu da “kişi” terimiyle aynı anlama gelmektedir.
- Geniş Anlamda Kişilik Hakkı: Hak ehliyetinin yanı sıra, fiil ehliyetini, kişisel durumları ve kişilik haklarını da içine alan ve geniş kapsamı olan bir kavramdır.
Kişilik hakları , insanın insan olması nedeniyle ve onun korunması için tanınan haklar topluluğudur.
- Kişilik hakları, bir kimsenin maddi (bedensel), manevi ve iktisadi bütünlüğü ve varlıkları üzerindeki mutlak haklarıdır.
- Hak ve fiil ehliyetinin yanı sıra kişinin hayatı, sağlığı, beden tamlığı, onuru, itibarı, özel hayatı, sırları, resmi ve ismi gibi tüm değerleri üzerindeki hakların tamamını kapsamaktadır.
- Kişiye “kişi” olması sebebiyle tanınmış haklardır.
Kişilik hakları üç grupta toplanmaktadır:
- Fiziki (maddi) kişilik hakları : Kişinin yaşama ve sağlık hakkı, beden tamlığı ve hareket özgürlüğü bu kapsamda yer almaktadır.
- Manevi (deruni) kişilik hakları: Kişinin sahip olduğu manevi değerler ile ruhi ve hissi alanları bu kapsamda yer almaktadır.
- Sosyal kişilik hakları: Özel hayat alanı, şerefi ve onuru, ekonomik özgürlüğe sahip olup ekonomik hayata katılabilmek ve isim üzerindeki haklar bu kapsamda yer almaktadır.
Kişiliğin Korunması , iki başlık altında ele alınmaktadır:
Kişiliğin İçe Karşı Korunması: Kişiliğin, bizzat kişinin kendisine karşı korunmasıdır. Medeni Kanunu’nun 23. maddesinde, bir kimsenin kişiliğini zedeleyen özverilerde bulunmasına ve sözleşme ile özgürlüğünü aşırı derecede sınırlamasına izin vermemektedir. Bunun yanı sıra, tüm bunlara engel olmak için kişiliği, bizzat o kimsenin kendisine karşı koymaya yönelik hükümler getirmektedir.
- Ancak özgürlükler, belli derecelere kadar sınırlandırılabilmektedir. Bunun ölçütü, sınırlamanın hukuka ve ahlaka aykırı olmamasıdır.
- Kanunlarda, Türk Medeni Kanunu’nun 23. maddesinin özel uygulaması niteliğinde olan bazı hükümler yer almaktadır. Örneğin, Borçlar Kanunu ve İş Kanunu ile getirilen bir hizmet sözleşmesinin süresinin, on yıldan fazla süreyi içermesi halinde, on yılı aşan sürenin işçiyi bağlamayacağı kuralı bulunmaktadır.
Kişiliğin Dışa Karşı Korunması: Kişilik haklarını, başkalarından gelebilecek hukuka aykırı saldırılara ve kişilik değerlerinin ihlaline karşı koruma altına almak anlamını taşımaktadır.
- Kişilik haklarına saldırılarda, gerçekleşen davranışın hukuka uygun olmaması ve hukuka uygunluk sebeplerinin bulunmaması söz konusudur. Hukuka uygunluk sebepleri; zarar görenin rızası, üstün nitelikteki bir özel yararın varlığı, üstün nitelikteki bir kamu yararının varlığı ve kanunun verdiği yetkilere dayanarak kişilik haklarına yapılan saldırı olarak belirtilebilir.
- Dengesini kaybederek yüksekten düşen ve yanında kimsesi olmayan kişiye doktorun müdahale etmesi, üstün nitelikte özel bir yararı belirtmektedir. Polisin, bir suçluyu tutuklayarak hapse koyup özgürlüğünden yoksun bırakması ise üstün nitelikte bir kamu yararı olarak belirtilmektedir.
- Kanunun verdiği yetkinin kullanılması durumunda kişilik haklarına yapılan saldırılar hukuka aykırılık oluşturmaz. Örnek olarak; polisin bir kimseyi suçüstü yakalaması ve zorla karakola götürmesi verilebilir.
- Hukuka uygunluk sebeplerine iki madde daha eklenmelidir. Bunlar; “haklı savunma” ve “zorda kalma (ıztırar)” durumlarıdır. Kişinin kendi hakkını korumak amacıyla kuvvet kullanması, haklı savunma durumuna girmektedir. Bir kimsenin kendisinin ya da üçüncü bir şahsın, kişilik değerlerini korumak amacıyla başka bir kişinin malvarlığına zarar vermesi durumunda ise ıztırar (zorda kalma) söz konusudur.
Türk Medeni Kanunu’nu 25. maddesinde, kişiliğin dışa karşı korunması için bazı davaların açılması gerektiği belirtilmektedir. Bu davalar, beş başlık altında toplanmaktadır:
-
Saldırıya Son Verilmesi (Durdurma) Davası:
Kişilik haklarına yönelik hukuka aykırı bir saldırının gerçekleşmesi ve bu saldırının halen devam etmesi durumunda açılabilen davalardır.
- Amacı, devam etmekte olan bir saldırının durdurulmasıdır.
- Bu davalarda önemli olan, saldırıda bulunan kimsenin kusurlu olup olmaması değil; saldırının hukuka aykırı olmasıdır.
- Örneğin; bir kişinin rızası olmadan fotoğrafının reklam panolarına asılması halinde, kişinin halen devam etmekte olan bu durumun durdurulmasını istemesidir.
-
Önleme Davası:
Henüz gerçekleşmemiş, ancak birtakım belirtilerden yakın bir zamanda gerçekleşmesi mümkün görülen haksız bir saldırı tehlikesine karşı açılan davalardır.
- Amacı, daha gerçekleşmeden saldırının önlenmesidir.
- Örneğin; bir gazetecinin, bir sinema sanatçısının özel hayatıyla ilgili yakında bir yazı dizisi başlatacağını okurlarına duyurması halinde önleme davası açılmasıdır.
-
Tespit Davası:
Kişilik haklarına yönelik yapılmış ve sona ermiş bulunan bir saldırının yarattığı etkilerin halen devam etmesi halinde açılan davalardır.
- Henüz başlamamış ve halen devam etmekte olan bir saldırı hakkında tespit davası açılamaz.
- Kişi, bu tür davalarda saldırının hukuka aykırılığının tespiti yanında, gerekirse kararın yayınlanmasını ya da kararın üçüncü kişilere bildirilmesini talep edebilir.
-
Tazminat Davası:
Savunma amaçlı açılan; durdurma davaları, önleme davaları ve tespit davaları, kişinin uğradığı zararların giderilmesi bakımından sonuç getirmemektedir. Kişinin maddi ve manevi zararları için tazminat davaları açılmaktadır.
- Maddi tazminat davası , kişilik haklarına yönelik haksız saldırıya uğrayan kişinin, bu saldırı nedeniyle fiilen uğramış olduğu maddi zararların karşılanması için açılan davadır.
-
Maddi tazminat davasının açılabilmesi için TBK’nın
49.
maddesinde belirtilen şartların oluşması gerekmektedir. Bu şartlar şöyle sıralanmaktadır:
- Fiil
- Fiilin kişilik haklarını ihlal etmesi
- Zarar
- Kusur
- Uygun illiyet bağı
- Manevi tazminat davası , kişilik haklarına haksız olarak saldırıda bulunulan bir kimsenin, manevi olarak gördüğü zararlar için açılan davadır.
- Manevi tazminat davası, Borçlar Kanunu’nda genel ve özel bir hükümle, Medeni Kanunda ise özel bir hükümle düzenlenmiştir.
- Manevi tazminat davasına örnek olarak; bir kimsenin özel hayatına ilişkin bir fotoğrafın gazetede basılması sonucu, kişide utanç ve elem hissi oluşturması ve bu durum sonrasında ilgili kişinin manevi tazminat davası açması verilebilir.
-
Vekâletsiz İş Görme Davası:
Vekâletsiz iş görme, bir kişinin işinin, o kişiden vekâlet almadan başka bir kişi tarafından görülmesi olarak ifade edilmektedir. Kişi haklarına karşı haksız saldırı sonucunda, saldırıda bulunan kimse sebepsiz olarak zenginleşmiş olabilir.
Örneğin; bir dergi, ünlü bir şarkıcının estetik ameliyat sırasında çekilmiş fotoğraflarını yayınlayarak yüksek satış rakamlarına ulaşarak çok para kazanmış olabilir. Bu durumda, TBK’nın 530. maddesine göre; fotoğrafları yayınlanan ünlü şarkıcı, haksız olarak elde edilen bu kazancın, kendisine verilmesini talep edebilecektir.
Ad ve Adın Korunması
Ad, bir kimseyi hemcinslerinden ayırmaya yarayan, onu belirleyen bir tanıtım aracıdır.
- Ad, ön ad ve soyadından oluşmaktadır.
- Herkesin bir adının olması gerekmektedir. Bu, kişilere yüklenmiş yasal bir yükümlülüktür.
- Ad, kişiye sıkı sıkıya bağlı olup, devredilemez ve temlik edilemez bir nitelik taşır.
- Adın korunması, kişilik hakkına dâhil olmasına rağmen, Medeni Kanun’unun 26 ve 27. maddelerinde özel olarak adın korunmasına ayrılmış hükümler bulunmaktadır.
Öz Ad, aynı aileye mensup kişileri birbirinden ayırmaya yarayan bir sözcüktür. Anne babanın koyduğu bu ad, doğum anında değil, sonradan nüfus memurluğuna yapılan beyan ile kazanılır.
Soyadı, bir kimseyi, diğer aile fertlerinden ayırmaya yarayan ve soydan soya geçen bir sözcüktür.
- Her kişinin bir soyadının olması zorunludur. Evlilik içinde doğan çocuk, aile soyadını alır. Evlilik dışı doğan çocuk ise, annesinin soyadını almaktadır.
- Evliliklerde kadın isterse, kocasının soyadının önünde kendi soyadını da kullanabilir.
- Evlatlık bir kimse, eğer küçükse evlat edinenin soyadını, kanun gereği kendiliğinden alır; eğer ergin ise isteğine bağlı olarak kendi soyadını kullanmaya devam eder ya da evlat edinenin soyadını alır.
Takma Ad (Müstear Ad), bir kimsenin bir işi yaparken kendini gizlemek için kullandığı addır. Örneğin, ünlü yazar Peyami Safa, yazdığı polisiye romanlarında kendi ismi yerine Server Bedii ismini kullanmıştır.
Lâkap, bir kimseye başkaları tarafından takılan addır. Örneğin, İngiltere’de Jack adında bir katilin, öldürdüğü kadınlardan dolayı “Karın Deşen Jack” lâkabını alması.
Ticaret unvanı, bir taciri diğer tacirlerden ayırmaya yaramaktadır. Ticaret siciline tescili zorunludur.
İşletme adı, bir ticari işletmeyi tanıtmaya ve diğer işletmelerden ayırt etmeye yarayan addır.
Adın korunması, kişiliğin korunması kapsamında değerlendirebileceğimiz bir husustur. Ad, kişilik haklarına dâhil olduğu için her şeyden önce, kişiliğin korunmasıyla ilgili hükümlerden yola çıkılarak konulmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 26. maddesinde de adın korunmasına ilişkin ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelere göre adın korunması için dört tür dava açılabilir. Bu davalar şöyledir:
- Tespit davası: Adın kullanılmasının çekişmeli olması durumunda açılan davadır.
- Saldırıya son verilmesi davası: Adın haksız olarak kullanılmasından zarar gören kişi tarafından açılan davadır.
- Önleme davası: Bir kimsenin adına saldırı yapılacağı yönünde ciddi ve inandırıcı belirtilerin olması durumunda, saldırıyı önceden önlemek için açılan davadır.
- Tazminat davası: Adın başkaları tarafından haksız olarak kullanılmasından zarar gören kişi, diğer kişilik haklarının ihlalinde olduğu gibi, türüne göre maddi ya da manevi tazminat davası açabilir.
Kısaca ad; ön ad ve soyadından oluşmaktadır. Bunun dışındaki takma ad, lâkap, ticaret unvanı, işletme adı gibi adlar ise geniş anlamda ad kavramı içinde yer almaktadır.