MEDENİ HUKUK I - Bölüm 3: Kişi ve Kişilik Kavramları, Kişiliğin Başlangıcı ve Sona Ermesi, Gerçek Kişiler, Hak ve Fiil Ehliyeti Özeti :

PAYLAŞ:

Bölüm 3: Kişi ve Kişilik Kavramları, Kişiliğin Başlangıcı ve Sona Ermesi, Gerçek Kişiler, Hak ve Fiil Ehliyeti

Kişi ve Kişilik Kavramları, Kişiliğin Başlangıcı ve Sona Ermesi, Gerçek Kişiler, Hak ve Fiil Ehliyeti

Kişi Kavramı

Hukuki bir kavram olarak ele alınan kişi kavramı Medeni Hukuk’a göre, haklara ve borçlara sahip olabilen, haklardan yararlanabilen varlık olarak tanımlanmaktadır. Kavramın hukuki olma özelliği, hukuk düzeninin hangi varlıkların haklara ve borçlara sahip olabileceğini belirleyebilmesi durumundan gelmektedir. Bir varlığın kişi olarak kabul edilmesi için, sözü edilen varlığın hukuk düzeni tarafından da kişi olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Hukuk düzeni ise kişi kavramını, hem insanlar hem de hukuk düzeni tarafından öngörülen koşulları yerine getiren insan ve mal topluluklarını açıklar. Bu bakış açısıyla kişi kavramı içerisine hem gerçek kişiler (insanlar) hem de tüzel kişiler girmektedir. Medeni Kanunda dernekler ve vakıflar tüzel kişi olarak kabul edilir. Ticaret Kanununda ise ticaret şirketlerinin tüzel kişiliği bulunduğu kabul edilir. Sadece insanların değil aynı zamanda tüzel kişilerin de kişi olarak sayılmasının altında yatan neden toplumların gereksinimlerine yanıt verebilmektir.

Kişilik Kavramı

Kişilik kavramı incelendiğinde hem dar hem de geniş iki anlamı bir arada içerdiği görülmektedir. Dar anlamına göre kişilik kavramı, hak ehliyetini ifade etmektedir. Hak ehliyeti ise haklara ve borçlara sahip olma yeteneğidir. Bu dar anlamı ile kişilik kavramı, kişi kavramı ile aynı anlama gelmektedir. Ancak kavramın geniş anlamı, bu tanımın üzerine eklemeler içermektedir. Geniş anlamına göre kişilik kavramı, hak ehliyetine ek olarak fiil ehliyetini de içermektedir. Fiil ehliyeti ise medeni hakları kullanma ehliyeti olarak ifade edilmektedir. Bu bakış açısıyla kişilik kavramı, kişi kavramına nazaran daha geniş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şemsiye kavram, hak ve fiil ehliyetlerine ek olarak kişisel durumları ve kişilik haklarını da içermektedir.

Kişisel durumlar, bir kişiyi diğer kişilerden ayırmaya yarayan özelliklerdir. Bu özellikler çerçevesinde hukuk düzeni, kişilere bir takım sonuçlar bağlar. Örneğin bir kişinin medeni hali, yani evli ya da bekâr olması gibi. Kişilik hakları ise, kişinin sahip olduğu maddi, manevi, ekonomik bütünlüğü ve varlıkları -örneğin isim, resim, vücut bütünlüğü, onur ve şeref gibi- üzerindeki mutlak hakları ile ilgilidir.

Örneğin ünlü bir doktorun isminin ve resminin yeni açılacak bir özel hastanenin reklam afişlerinde izinsiz olarak kullanılması onun kişilik haklarına aykırıdır.

Gerçek Kişiler

Modern hukuk düzenlerinin tamamında olduğu gibi Türk hukukunda da eşitlik ilkesi kapsamında bütün insanlar, kişi olarak kabul edilmektedirler.

Kişiliğin Başlangıcı

Kişilik doğumla başlar. Ancak, bir varlığın kişilik kazanabilmesi için bir takım ön şartlar bulunmaktadır. Bunlar;

  • Doğumun tamamlanmış olması, yani çocuğun ana rahminden tam olarak ayrılmış olması gerekliliği ve

  • Sağ olması, yani çocuğun doğumunun tamamlanmış olmasının ardından en az bir kere nefes almış olması gerekliliğidir.

Varlık, ancak yukarıda sözü edilen özellikleri sağladığı takdirde kişilik özelliği kazanmış olmaktadır. Bu durumla ilgili Medeni Kanunda (TMK m. 28/II hükmüne göre) “Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.” ibaresi bulunmaktadır.

Kişiliğin Sona Ermesi

Ölüm

Kişiliğin başlaması doğumla olduğu gibi, kişiliğin sona ermesi de ölümle olur. Kişi ölümle birlikte kişiliğini ve buna paralel olarak hak sahibi olma özelliğini kaybeder. Ölen kişinin kendi malvarlığı üzerindeki hakları mirasçılarına geçer. Ancak ölen kişinin cesedi ile ilgili bir ‘hak’ durumu söz konusu olamaz; ceset eşya niteliğinde de değildir. Dolayısıyla hukuki işlemlere konu olamaz. Bunun yanında, ölen kişi ölmeden önce elbette ki kendi iradesiyle organları ve cesedi hakkında bazı kararlar alabilir. Bununla birlikte ölen kişinin akrabaları genel ahlaka, adaba ve kamu düzenine aykırı olmayacak şekilde ceset üzerinde inceleme yapılmasına izin verebilirler.

Medeni Kanun ölüm olayına önemli hüküm ve sonuçlar bağlamıştır, bu nedenle ölümün ispatı gerekir. Ölümün ispatı ise, kişisel durum sicilleriyle ve karinelerle olur.

Kişisel durum sicilleri

Ölümün ispatı kural olarak nüfus sicilindeki kayıtlara göre olur. TMK. m. 30 hükmüne göre, “Doğum ve ölüm, nüfus sicilindeki kayıtlarla ispat olunur./ Nüfus sicilinde bir kayıt yoksa veya bulunan kaydın doğru olmadığı anlaşılırsa, gerçek durum her türlü kanıtla ispat edilebilir”. Nüfus memuru, ölüm olayının kendisine bildirilmesi üzerine, bu durumu nüfus siciline işler.

Karineler

Karine, bilinen bir durum veya olgudan bilinmeyen bir duruma ilişkin sonuç çıkarmaktır. Ölüm karinesi, bir kişinin öldüğüne ilişkin kesin gözle bakılan bir durumda ortadan kaybolmasının; cesedi bulunmamış olsa bile o kişinin öldüğünü söylemenin mümkün olduğuna işaret eder. Bu karine, uçak kazaları gibi cesetlerin bulunmasının zor, hatta bazen imkânsız olduğu durumların çözüme kavuşturulması için kabul edilmiştir. Bu noktada, ölüm karinesinin aksinin her türlü kanıtla kanıtlanabileceği, unutulmaması gereken bir konudur. Birlikte ölüm karinesi, Medeni Kanununa göre (TKM m. 29/II) birden fazla kişinin öldüğü durumlarda hangisinin diğerinden önce veya sonra öldüğüne kanaat getirilememesi durumunda tüm kişilerin birlikte öldüğünün kabul edilmesin işaret eder.

Ölüm haricinde kişiliği sona erdiren bir diğer durum ise gaipliktir. Gaiplik, Medeni Kanununa göre, bir kimsenin gaipliğine iki durumda karar verilebilecektir. Bunlardan ilki, en az bir yıl süre ile ölüm tehlikesi içerisinde kaybolma halidir. Diğeri ise, bir kimsenin kendisinden uzun bir süredir haber alınamaması halidir. Bu durumda da son haber alınma tarihinden itibaren beş yıllık bir sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Ancak, gerek ölüm tehlikesi içinde kaybolma gerek uzun zamandan beri haber alınamama hali için aranan ortak şart, söz konusu kişi hakkında kuvvetle muhtemel bir ölüm şüphesi olmasıdır. Bu durumlarda hakları bu ölüme bağlı olanların mahkemeye başvurusuyla bu kişinin gaipliğine mahkeme tarafından karar verilebilecektir.

Gaipliği karinelerden ayıran bir konu, gaipliğin ortaya çıkması için mutlak suretle görevli ve yetkili bir mahkemeye başvuru gerektirmesidir. Gaiplik durumunda mirasçılar, terekenin kendilerine takdiminden önce payları kadar miktarı, teminat olarak göstermek durumunda kalırlar. Ancak gaip 100 yaşına geldiğinde teminat gösterme süresi, 1 ve 5 yıllık sürelerin dolup dolmadığına bakılmaksızın kendiliğinden sona erer. Bir kişinin gaipliği durumunda, evliliği kendiliğinden son bulmaz. Bu durum üzerinde gaip kişinin eşinin kararına göre hukuki süreç devam edecektir.

Gerçek Kişinin Ehliyetleri

Gerçek kişilerin hak ve fiil ehliyeti olmak üzere iki tür ehliyetleri bulunur.

Hak ehliyeti (medeni haklardan yararlanma ehliyeti)

Hak ehliyeti, yani medeni haklardan yararlanma ehliyeti, kişinin hak sahibi olabilme ve yükümlülük altına girebilme ehliyetidir. Bu ehliyet bakımından tüm kişiler eşittir. Tüm insanlar pasif olarak hak ehliyeti ile donatılmışlardır. Hak ehliyetinde uygulamalar özellikle kamu hakları gibi bazı istisnalar için değişkenlik göstermektedir. Seçme ve seçilme hakkı, evlenme hakkı gibi bazı kamu hakların uygulanmasında modern hukuk düzeninin getirdiği sınırlamalar söz konusudur.

Fiil ehliyeti (medeni hakları kullanma ehliyeti)

Fiil ehliyeti, yani medeni hakları kullanma ehliyeti ise, kişinin kendi fiilleri aracılığıyla kendi lehine hak kazanma veya aleyhine borç altına girebilme ehliyetidir. Bu fiiller hukuka uygun eylemleri ve işlemleri kapsayabileceği gibi, hukuka aykırı eylemleri de kapsar. Hukuka aykırı eylemleri için, yani haksız fiil ehliyetleri için kişiler sorumlu tutulurlar. Hak ehliyetini fiil ehliyetinden ayıran en temel özellik ise burada yatmaktadır. Hak ehliyetinde kişiler pasif durumda iken fiil ehliyetinde kişiler aktif rol oynamaktadırlar. Kişiler kendi davranışları yoluyla ortaya çıkan durumun hüküm sonuçlarına doğrudan doğruya bağlıdırlar. Fiil ehliyetinin üç koşulu bulunmaktadır. Bunlar:

  • Ergin olmak: Hukukumuza göre kişi 18 yaşını tamamlaması ile ergin olmaktadır. Ancak kanunda evlenme ve mahkeme kararıyla ergin kılınmak gibi iki istisnai durum söz konusudur.

  • Ayırt etme gücüne sahip olmak: Akla uygun biçimde davranma, makul surette hareket edebilme yeteneğidir. Medeni Kanuna göre yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk, madde bağımlılığı gibi durumlar kişiyi akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun bırakmaktadır. Her bir somut olay için ayırt etme yeteneği ve durum değerlendirmesi hâkim tarafından gerçekleştirilmelidir.

  • Kısıtlı olmamak: Kanunda (TKM m.405-408) açıkça belirtilen sebeplerden (akıl sağlığı, akıl zayıflığı, madde bağımlılığı, savurganlık, kötü yönetim, kötü yaşama tarzı, bir yıl veya daha fazla özgürlüğü bağlayıcı ceza ve aciz bir kimsenin isteği) biri bulunması durumunda kişinin fiil ehliyetinin mahkeme kararıyla sınırlandırılması veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır.

Ancak bu üç ön şarta sahip olan kişiler fiil ehliyetinden yararlanabilmektedirler. Ancak bu üç koşulun sağlanması durumu da bir kişinin tam fiil ehliyeti sahibi olması için yeterli değildir. Koşullardaki eksiklikler göz önüne alındığında bazı durumlarda kişi ehliyetsiz kılınmakta, bazı durumlarda ise farklı ehliyet gruplarına tabii olmaktadır. Ehliyet grupları; tam ehliyetliler, sınırlı ehliyetliler, tam ehliyetsizler ve sınırlı ehliyetsizler olarak dört grup altında incelenmektedir.

  • Tam Ehliyetliler: Ayırt etme gücüne sahip, ergin olan ve kısıtlanmamış kimselerdir. Bu kişiler tüm hukuki işlemlerini kendi başlarına yapabilirler ve aynı zamanda tüm hukuka aykırı fiillerinden de hukuki anlamda sorumlu tutulurlar. Tam ehliyetliler, dava ehliyetine sahip kişilerdir. Mahkemelerde davalı veya davacı olabildikleri gibi her türlü yargılama hukuku işlemlerini kendi başlarına yapabilirler.

  • Sınırlı Ehliyetliler: Kendilerine yasal danışman atanmış kişiler ve -tartışmalı bir konu olarak atfedilmekle birlikte- evli kişilerdir. Kendilerine yasal danışman atanmış kimseler, kısıtlanmaları için geçerli sebepler bulunmamakla ve fiil ehliyetinin üç koşulu sağlamakla birlikte kişisel açıdan korunmaları için bazı işlemler açısından fiil ehliyetleri kısıtlanan kimselerdir. Bu kişilere kanunda öngörülen işlemler (TKM m. 429) için yasal danışmanlar atanmaktadır. Bu konulara ilişkin kararlarda kişiler, yasal danışmanlarının onayını almak durumundadır. Yasal danışmanlık, oy, yönetim ve karma danışmanlık olmak üzere üç ayrı alanda yapılmaktadır. Evli kişilere, aile kurumunu, eşlerini ve evlilik birliğini korumak amacıyla bazı sınırlamalar getirilmiştir. Örneğin evli bir kişi, eşinin rızası olmadan aile konutu üzerinde kiralama, devretme veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlandırma gibi işlemler yapamazlar.

  • Tam Ehliyetsizler: Ayırt etme gücüne sahip olmayan kimselerdir. Kanunda öngörülen istisnalar hariç (TKM m. 15), ayırt etme gücünden yoksun kişilerin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Bu sebeple tam ehliyetsizlerin mutlaka bir yasal temsilcilerinin bulunması gereklidir. Bu temsilciler tam ehliyetsizler için birçok hukuki işlem yapabilseler de kanunla temsilcilerin kısıtlandığı bazı durumlar (vakıf kurma, bağış yapma ve kefil olma) söz konusudur. Tam ehliyetsizler, ayırt etme gücünden yoksun oldukları için haksız fiil ehliyetleri de yoktur. Ancak burada da kanunla getirilen kusursuz sorumluluk halleri, hakkaniyet ilkesi gibi istisnalar bulunmaktadır. Tam ehliyetsizlerin, dava ehliyeti bulunmamaktadır. Bu kişiler mahkemelerde davalı veya davacı sıfatıyla bulunamayacakları gibi, yargılama hukuku gibi işlemlerini de tek başlarına yapamazlar. Bu işlemleri, yasal temsilcileri aracılığıyla yürütürler.

  • Sınırlı Ehliyetsizler: Ayırt etme gücüne sahip olan küçükler ve kısıtlılardır. Kanunda kural olarak sınırlı ehliyetsizlerin fiil ehliyetleri bulunmadığı belirtilmektedir. Ancak bu durum için de istisnalar bulunmaktadır. Sınırlı ehliyetsizlerin de yasal temsilcilerinin bulunması gereklidir; ancak bu kişiler kanunda belirtilen bazı işleri yasal temsilcilerinin izni olmadan kendi başlarına yapabilmektedirler. Örneğin sınırlı ehliyetsizler kendilerini borç altına sokmayan, sadece menfaat sağlayan işlemleri yasal temsilcilerinin rızası olamadan yapabilmektedirler. Aynı zamanda sınırlı ehliyetsizler, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları konu edinen işlemlerde yasal temsilcilerinin iznine kural olarak tabi değildirler. Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar, bizzat hak sahibi tarafından kullanılabilen, ölümle sona eren ve başkasına devredilemeyen haklardır. Bu haklar çerçevesinde sınırlı ehliyetsizler, istisnai durumlar (örneğin evlenme gibi) hariç yasal temsilcilerinin onayını almak durumunda değildirler. Sınırlı ehliyetsizler, idaresi kendilerine bırakılmış olan mallarla ilgili işlemleri kendileri yapabilirler; ancak kendilerini yükümlülük altına sokacak işlemlerde yasal temsilcilerinin onayını almak durumundadırlar. Sınırlı ehliyetsizler, gerek kendi kararlarıyla gerekse yasal temsilcisinin onayı ile vakıf kurma, bağış yapma ve kefil olma işlemlerinin yapamazlar. Bunlara yasak işlemler denilmektedir. Sınırlı ehliyetsizlerin haksız fiil ehliyetleri ise tamdır. Çünkü sınırlı ehliyetsizler, ayırt etme gücüne sahip oldukları için kusurlu olabilmektedirler. Haksız fiile sebebiyet verecek de olsa hareketlerini anlamlandırabilme yeteneğine sahiptirler. Son olarak, sınırlı ehliyetsizlerin, haksız fiil ve kendi başlarına yapabileceği işlemler açısında dava ehliyeti bulunmaktadır. Sınırlı ehliyetsizler, yasal temsilcinin izni/onayı ile yapılan işlemlere ilişkin davalarda, yine yasal temsilci tarafından davada temsil edilmektedir.