MEDENİ USUL HUKUKU - Ünite 4: Davada Taraflar ve Yargılamaya Katılan Üçüncü Kişiler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Davada Taraflar ve Yargılamaya Katılan Üçüncü Kişiler

Ünite 4: Davada Taraflar ve Yargılamaya Katılan Üçüncü Kişiler

Medenî Yargıda Taraf Kavramı

Maddî hukukta söz konusu olan hak - borç, hak sahibi - borçlu ilişkisi, niteliği gereği, bu ilişkiye dayanılarak açılan davada da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bir hak ihlâli iddiasıyla başlayan usûl hukuku ilişkisinde de, iki tarafın bulunması, işin niteliğinden kaynaklanan, doğal bir sonuçtur. Maddî hukuk ilişkisindeki alacaklı–borçlu ilişkisinin karşılığı, usûl hukuku ilişkisinde davacı ve davalı olmaktadır. Bir davadan söz edebilmek için, böylece iki tarafın bulunması zaruridir. Aksi takdirde, bir yargısal faaliyetten söz edilse bile, bunun “dava” olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, davada davacı ve davalı olarak iki tarafın bulunması temel bir dava şartıdır.

Taraf Ehliyeti

Taraf ehliyeti dava açılmasıyla başlayan usûlî ilişkinin taraflarında yer alabilme yetisi anlamına gelir. Medenî Kanunun 8. maddesi gereğince insanlar (gerçek kişiler), 48. maddesi gereğince de tüzel kişiler (insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki) bütün haklara ve borçlara ehildirler. Gerçek ve tüzel kişilerin davada taraf olarak yer alabilme ehliyetleri mevcuttur.

Hak ehliyetine sahip bulunmamanın müeyyidesi medenî hukuk tarafından (basitçe: hakka sahip ve borca ehil olamama şeklinde) belirlenirken, taraf ehliyetinin eksikliğinin müeyyidesi, dava şartı sayılması dolayısıyla, davanın usûlden reddi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Gerçek kişi, yaşadığı sürece taraf ehliyetine sahiptir. Onun bu ehliyeti sağ olarak ve bütünüyle doğumundan başlar ve ölümle son bulur.

Dava Ehliyeti

Medenî hukuktaki fiil ehliyetinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olan dava ehliyeti, kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir (iradi) temsilci (vekil) aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip edebilme ve usûl işlemlerini yapabilme yetisini ifade etmektedir.

Medenî hukukta gerçek kişiler için fiil ehliyeti açısından yapılan ayrım, dolaylı olarak dava ehliyeti için de geçerlidir. Ergin (reşit) olup ayırt etme gücünü haiz bulunan gerçek kişiler dava ehliyetine sahip olduklarından, bu ehliyetlerini bizzat veya tayin edecekleri iradî temsilcileri aracılığıyla kullanırlar.

Tüzel kişiler ise dava ehliyetini yetkili organları veya bu organlarca tayin edilen iradi temsilcileri aracılığıyla kullanırlar.

Dava ehliyetinin mevcudiyeti bir dava şartıdır.

Dava Takip Yetkisi

Dava takip yetkisi, somut usûlî talebe ilişkin davayı taraf olarak yürütme yetisini ifade etmektedir. Bu durum “Talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisi” olarak tanımlanmaktadır ve kanunda aksine bir istisnai düzenleme olmadıkça, maddî hukuktaki tasarruf yetkisine göre taayyün edeceği belirtilmektedir.

Kural olarak, dava konusu kılınmış olan hak üzerinde tasarrufta bulunabilme imkânı bu hakkın sahibi ile bu hakka riayet durumunda bulunan kişiler açısından söz konusu olur.

Dava takip yetkisinin gerçek hak sahipliği ve borç yükümlülüğünden ayrılması, ancak özel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak söz konusu olabilir. Ancak, bu durum gerçek hak sahipliği ve borca riayet yükümlülüğü üzerinde bir değişiklik yaratmadığından, dava sonunda verilen hükmün, dava takip yetkisine sahip kılınan kişiye izafeten olarak değil, bilakis, gerçek taraf hakkında verilmesi gerekir.

Sıfat (Husumet)

Sıfat, açılan davanın taraflarında biçimsel olarak (davacı ve davalı rolünde) yer alan kişilerin maddî hukuk açısından dava konusu yapılmış olan hak veya hukukî ilişkinin de (hak sahibi ve borçlu olarak) tarafı olup olmadıklarını ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdır. Sıfatın davacı ve davalı açısından ayrı ayrı incelenmesi gerekir.

Bir davada davacı ve davalı tarafta sadece biçimsel olarak yer almış bulunan kişilerin gerçekten sıfata sahip olup olmadıkları maddî hukuka göre belirlenir. Sıfat, bir dava şartı olmayıp, maddî hukuka ilişkin bir itirazdır. Bunun sonucu olarak, tarafların davada sıfatının bulunup bulunmadığı, dava dosyasından anlaşıldığı ölçüde resen dikkate alınır.

Bir davanın tarafları o davada gerçekten taraf sıfatına sahip değilse, mahkeme, uyuşmazlığın esası hakkında inceleme yapıp karar veremez.

Dava Arkadaşlığı

Davanın iki tarafından birinde yahut her ikisinde, birden fazla kişinin yer alması durumu ise ‘dava arkadaşlığı’ ya da ‘sübjektif dava birleşmesi’ olarak ifade edilir. Dava arkadaşlığının davacı tarafta söz konusu olması durumunda aktif dava arkadaşlığından, davalı tarafta söz konusu olması durumunda ise pasif dava arkadaşlığından söz edilir.

Maddî hukukun, bir hakkın birden fazla kişi tarafından kullanılmasını veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasını zorunlu kıldığı hallerde, bu hak dava konusu yapıldığı zaman, o hakla ilgili birden fazla kişi mecburî dava arkadaşı durumunda olurlar.

Mecburi dava arkadaşlığının bulunduğu hallerde, birden fazla kişi, ilgili hak için dava açacaklarsa davanın hepsi tarafından birlikte açılması, o haktan dolayı kendilerine karşı dava açılacaksa, davanın hepsine karşı birlikte açılması zorunludur.

Duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usûl işlemleri, usûlüne uygun olarak davet edildiği hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından da sonuç doğurur.

Mecburî dava arkadaşlığının iki türü mevcuttur. Eğer dava konusu olan hak veya borç birden fazla kişi arasında ortak ise ve bu hak yahut borç hakkında mahkemenin bütün o kişiler hakkında aynı şekilde ve tek bir karar vermesi gerekiyorsa, maddî mecburî dava arkadaşlığı söz konusudur. Bazı hallerde ise, kanun, dava konusu uyuşmazlığın daha iyi bir şekilde çözümlenmesini ve gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını zorunlu kılmıştır. Bu hallerde ortaya çıkan dava arkadaşlığı “şeklî mecburî dava arkadaşlığı” olarak adlandırılır.

Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:

  • Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.

  • Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.

  • Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukukî sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.

İhtiyarî dava arkadaşlığında, esas itibariyle, dava arkadaşı sayısı kadar dava vardır. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 58. maddesi, ihtiyarî dava arkadaşlığında, davaların birbirinden bağımsız olduğunu ve dava arkadaşlarından her birinin diğer(ler)inden bağımsız olarak hareket edebileceğini hükme bağlamıştır.

İhtiyarî dava arkadaşlarından her biri, diğerinin ileri sürdüğü ortak iddia ve savunma sebeplerinden itirazlar yanında, ortak vakıaların aydınlatılması için dermeyan edilen delillerden kendisi için de yararlanabilir. Böylece, tahkikat aşamasında usûl ekonomisine uygun hareket edilmiş olur. Esas itibariyle, ihtiyarî dava arkadaşlığının caiz kılınmasındaki en önemli iki sebepten bir tanesi bu- dur. Diğer sebep ise, ihtiyarî dava arkadaşlığının caiz olduğu haller dikkate alındığında görüleceği üzere, aralarında (orada belirtilen şekilde) bağlantı bulunan davalar bakımından çelişkili kararların ortaya çıkması tehlikesinin bertaraf edilmesidir.

İhtiyarî dava arkadaşlığında, dava sonunda, her bir dava arkadaşı bakımından ayrı ayrı hüküm verilebilir. Hatta birisi hakkında davanın kabulüne, diğeri hakkında ise davanın reddine karar verilebilir.

Davaya Fer’i Müdahale

Davanın taraflarından birinde dava arkadaşı olarak yer alması mümkün bulunmayan yahut bunu istemeyen ve dava sonunda verilecek olan hükümden hukukî durumu dolaylı şekilde etkilenecek olan üçüncü kişilerin, taraf sıfatı kazanmaksızın, görülmekte olan bir davaya katılarak kendi hukukî menfaatlerini koruyabilmelerine imkân veren kurum, davaya fer’î müdahaledir. Üçüncü kişinin davada işgal edeceği sıfat ise fer’î müdahil olmaktır.

Üçüncü kişinin fer’î müdahil sıfatıyla bir davaya katılabilmesi için öncelikle açılmış (görülmekte) ve henüz tahkikat aşaması sona ermemiş bir davanın bulunması gerekir. Fer’î müdahale ancak davanın mevcut taraflarından birinin yanında gerçekleşebilir. Üçüncü kişi, hangi taraf yanında davaya katılacağını kendi hukukî durumu açısından değerlendirerek belirleyecektir.

Davaya fer’î müdahil sıfatıyla katılmak isteyen tarafın talebinin kabulüne Hukuk Muhakemeleri Kanununun 66 ve 67. maddelerinde belirtilmiş olan koşullara göre karar verilir. Bu koşullar:

  • İlk derece mahkemesinde görülmekte olan ve henüz tahkikat aşaması tamamlanmamış bir davanın bulunması,

  • Üçüncü kişinin bu davanın tarafları arasında yer almaması,

  • Üçüncü kişinin taraf ve dava ehliyetini haiz olması,

  • Hukukî yarar.

Fer’î müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usûl işlemlerini yapabilir.

Fer’î müdahilin bulunduğu davada, ona yönelik olarak hüküm verilemez. Hüküm ancak taraflar hakkında verilir. Kendisine yönelik olarak hüküm verilmeyen fer’î müdahilin, hükme karşı yalnız başına kanun yoluna müracaat hakkı da yoktur.

Fer’î müdahil olarak davada yer alan kişi, yanında katıldığı taraf haksız çıkarsa, yalnızca fer’î müdahale giderinden sorumlu tutulur, aksi hâlde bu giderler diğer tarafa yükletilir.

Davaya Asli Müdahale

Davaya asli müdahale, görülmekte olan bir davanın tarafları veya çekişmesiz yargı işinin ilgilileri dışında bir başka kişinin, yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen veya tamamen hak iddia ederek, yargılamanın taraflarına (davacı ve davalıya yahut ilgiliye) karşı aynı mahkemede dava açmasıdır.

Asli müdahale kurumu, çelişkili kararlar verilmesini önlemeye, gerçeğin ortaya çıkarılmasına, usûl ekonomisi ve hukukî dinlenilme hakkını gerçekleştirmeye ve muvazaalı olarak açılan davaları önlemeye hizmet etmektedir.

Asli müdahale hak sahibi olduğunu iddia eden kişi bakımından bir zorunluluk değil, yukarıda zikredilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik alternatif bir imkândır.

Asli müdahale davası, asıl yargılamayla birlikte yürütülür ve karara bağlanır. Bu durum görülmekte olan dava ile asli müdahale davasının ayrı ve bağımsız davalar olarak yürütülmesine ve karara bağlanmasına engel değildir. Asıl davanın davacı ve davalısı, asli müdahale davasında şeklî mecburî dava arkadaşı konumundadırlar.

Davanın İhbarı

Davanın taraflarından birisi davayı aşağıdaki şartlarla üçüncü kişiye ihbar edebilir:

  • Üçüncü kişinin davadan haberdar edilerek istemesi halinde davaya fer’î müdahil sıfatıyla katılabilmesine imkân sağlanmak için.

  • Davaya müdahale edebilmesinin şartlarının mevcut olmasına rağmen, müdahale etkisinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermemek gayesiyle bundan bilinçli olarak sarfınazar eden üçüncü kişiler hakkında, söz konusu etkiyle aynı sonucu doğuran ihbar etkisinin doğmasını sağlamak için.

İhbar yazılı olarak yapılır. Yazılılığa riayet edilmek yeter koşul olup, bu, mahkeme aracılığıyla yahut noter marifetiyle gerçekleştirilebilir. Her halde, ihbar bildiriminde ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.

Dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişi, dilerse, davayı kazanmasında hukukî yararı olan taraf yanında davaya katılabilir.

Üçüncü kişi, ihbara rağmen fer’î müdahale talebinde bulunmazsa, kendisiyle davayı kendisine ihbar etmiş olan taraf arasında, bu davanın sonucuna bağlı olarak, ileride açılacak olan rücû yahut tazminat davasında “ihbar etkisi” ortaya çıkar. İhbar etkisi, müdahale etkisine yollama yapılarak düzenlenmiştir.

Davada Tarafların Temsili

Temsil, bir işlemin, hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişi adına bir başka kişi tarafından yapılmasıdır. Bir hukukî veya usûlî işlemin temsilci aracılığıyla yapılması genellikle iki nedene dayanır:

  • İşlemin hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişinin o işlemi yapabilme ehliyetinin bulunmaması durumu. Bu durumda söz konusu olan temsil “kanunî temsil” olarak adlandırılır.

  • İşlemin hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişi yahut onun kanunî temsilcisinin herhangi bir nedenle, işlemin yapılmasını bir başka kişiye bırakması durumu. Bu durumda söz konusu olan temsile “iradî temsil” denir.

Kanunî temsil, duruma göre, veli, vasi yahut kayyım tarafından yerine getirilir. velâyet hakkına sahip ana ve baba, küçük çocuğun taraf bulunduğu davalarda, onu temsil eder.

Yetkili organların tüzel kişi adına işlem yapmalarında (dava açmalarında ve diğer usûl işlemlerini yapmalarında) söz konusu olan temsilin de kanuni temsil olduğu kabul edilmektedir.

Kanunî temsilci davada taraf olmayıp, temsil ettiği kişi adına hareket eder. Bu nedenle, kanunî temsilci tarafından veya ona karşı yapılan usûl işlemleri, doğrudan doğruya tarafın kendisi hakkında hüküm ifade eder.

Davanın tarafı, davanın başında dava ehliyetini haiz olmasına rağmen bu ehliyeti dava sırasında kaybederse, söz konusu kişiye kanunî temsilci atanması ve davaya onun (veya kendisi tarafından tayin olunan iradî temsilcinin) katılımıyla devam edilmesi gerekir.

İradî temsil, tarafların veya onların kanunî temsilcilerinin iradelerine dayanan temsildir. Dava ehliyeti bulunan bir kişi, davasını bizzat açıp yürütebileceği gibi, eğer isterse, bu işlemlerin kendisi tarafından atanan bir temsilci eliyle yapılmasını da sağlayabilir.

Türk medenî usûl hukukunda vekil (avukat) tutmak zorunlu olmamakla birlikte, eğer bir kişi davada kendisini bir iradî vekil aracılığıyla temsil ettirmek isterse, bu durumda önemli bir sınırlama ile karşılaşır. Zira Avukatlık Kanunu, zorunlu olmadıkları halde, kendi iradeleriyle davada kendilerini bir temsilci aracılığıyla temsil ettirmek isteyenlerin atayabilecekleri temsilcilerin sadece baroya kayıtlı avukatlardan birisi olmasını öngörmektedir.

Dava için birden fazla vekil görevlendirilmesi mümkündür. Ancak, bu durumda, vekillerden her biri, vekâletten kaynaklanan yetkileri, diğerinden bağımsız olarak kullanabilir.

Davaya vekâlet, temsil yetkisinin kapsamı bakımından ikiye ayrılır:

  • Genel vekâlet

  • Özel vekâlet

Genel vekâlet, kanunen özel yetki verilmesini gerektiren işler dışında, hüküm kesinleşinceye kadar, davanın takibi için gerekli tüm işlemleri yerine getirmeye, hükmün icrasına ve yargılama giderlerinin tahsili ile bunun için makbuz verilmesine, ayrıca, bütün bu işlemlerin kendisine karşı da yapılabilmesine yetkili olmayı gerektirir. Buna karşılık, bazı işlemlerin yapılabilmesi için, vekilin bu hususlarda vekilin vekâletnamesinde özel olarak yetkili kılınmış olması gerekir. Davaya vekâlette özel yetki verilmesini gerektiren haller olarak ifade edilen bu hususlar, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 74. maddesinde düzenlenmiştir.

Avukata verilen vekâletnamenin noterde düzenlenmesi gerekir. Ancak, böyle bir vekâletname kendisine verilmiş olan avukat, bundan kendisi örnek çıkarıp tasdik ederek dava yahut takip dosyasına ibraz edebilir.

Vekâletnamesinin aslını veya onaylı örneğini vermeyen avukat, dava açamaz ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamaz.

Davaya vekâletin hukukî niteliği itibariyle iradî temsil olması karşısında, iradi temsilin sona ermesi sonucunu doğuran sebepler, davaya vekâleti de sona erdirir.