MEDENİ USUL HUKUKU - Ünite 4: Davada Taraflar ve Yargılamaya Katılan Üçüncü Kişiler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Davada Taraflar ve Yargılamaya Katılan Üçüncü Kişiler

Medenî Yargıda Taraf Kavramı

Maddî hukuk tarafından tanınan hakların bir kısmı, hakkın sahibi ile belli bir hukukî ilişki içinde yer alan kişilere karşı ileri sürülebilir. Böyle bir durumda nisbî haklardan söz edilir ve bu türden bir hakkın kendisine karşı ileri sürülebileceği (hakka riayetle yükümlü olan) kişiler “borçlu” olarak adlandırılır. Söz konusu nisbî haklar, doğası gereği, ancak borçluları tarafından ihlâl edilebilir. Buna karşılık, mülkiyet veya şahsiyet haklarında olduğu gibi, herkese karşı ileri sürülebilen haklar da mevcuttur. Mutlak haklar olarak adlandırılan bu tür haklar ise, niteliği gereği, herkes tarafından ihlâl edilebilir. Maddî hukukun tanıdığı hakların, bunlara riayetle mükellef olanlarca ihlâl edilmesi durumunda, hak sahibinin, söz konusu kişilere karşı, kesin hukukî koruma talebiyle mahkemeye başvurmaktan başka çaresi yoktur. Böylece başlayan dava ilişkisi (yargılama süreci) de, doğal olarak, arkasındaki maddî hukuk ilişkisinde olduğu gibi, iki taraf arasında cereyan edecektir: hak sahibi ve hakkı ihlâl eden kişi. Diğer bir ifadeyle, maddî hukukta söz konusu olan hakborç, hak sahibi - borçlu ilişkisi, niteliği gereği, bu ilişkiye dayanılarak açılan davada da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bir hak ihlâli iddiasıyla başlayan usûl hukuku ilişkisinde de (davada), iki tarafın bulunması, işin niteliğinden kaynaklanan, doğal bir sonuçtur. Maddî hukuk ilişkisindeki alacaklı-borçlu (hak sahibimükellef/yükümlü) ilişkisinin karşılığı, usûl hukuku ilişkisinde (davada) davacı ve davalı olmaktadır. Bir davadan söz edebilmek için, böylece iki tarafın bulunması zaruridir. Aksi takdirde, bir yargısal faaliyetten söz edilse bile, bunun “dava” olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, dava şartlarını düzenleyen HMK m. 114’te açıkça zikredilmese bile, davada davacı ve davalı olarak iki tarafın bulunması temel bir dava şartıdır. Ancak, hiçbir durumda, davada üçüncü bir taraf bulunamaz.

Davalarda usûl işlemi, davanın açılmasından hükmün kesinleşmesine kadarki süreçte, yargılamanın ilerlemesi ve sonuçlandırılması amacıyla yapılan işlemlerdir. Usûl işlemleri, taraf usûl işlemi ve mahkeme usûl işlemi olmak üzere ikiye ayrılır.

Taraf Ehliyeti

Dava açılmasıyla başlayan usûlî ilişkinin taraflarında yer alabilme (davada davacı ve davalı olarak gösterilebilme) yetisi anlamındaki taraf ehliyeti, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 50. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu madde, bu ehliyeti tanımlamamış, sadece, maddî (medenî) hukuka göre haklardan yararlanabilme ehliyetine sahip olanların davada taraf olabileceklerini belirlemiştir. Medenî Kanunun 8. maddesi gereğince insanlar (gerçek kişiler), 48. maddesi gereğince de tüzel kişiler (insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki) bütün haklara ve borçlara ehildirler. Dolayısıyla, gerçek ve tüzel kişilerin (özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri) davada taraf olarak yer alabilme ehliyetleri mevcuttur.

Maddî hukuk, akların gerçek içeriklerini düzenleyen, medenî hukuk, borçlar hukuku, ticaret hukuku gibi hukuk dallarını oluşturan kuralların bütünüdür. Tüzel kişi ise: Ortak bir amaç çevresinde toplanarak bir araya gelen kişilerden oluşan ve kendilerini oluşturan kişilerden bağımsız bir kişiliği bulunan kişi ve mal topluluklarıdır. Örneğin, dernekler, vakıflar ve şirketler.

Gerçek kişi yaşadığı sürece taraf ehliyetine sahip olur. Gerçek kişilerin taraf ehliyeti ancak ölümle son bulur. Bu nedenle, HMK m. 115 ve 124. maddelerdeki haller dışında, ölü kişiye karşı açılan davanın usûlden reddedilmesi gerekir.

Dava Ehliyeti

Medenî hukuktaki fiil ehliyetinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olan dava ehliyeti, kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir (iradi) temsilci (vekil) aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip edebilme ve usûl işlemlerini yapabilme yetisini ifade etmektedir. HMK m. 51 gereğince, dava ehliyeti (medenî hukuktaki) hakları kullanma (fiil) ehliyetine (TMK m. 9; m. 49) göre belirlenir. Buna göre, fiil ehliyetine sahip gerçek ve tüzel kişiler, aynı zamanda dava ehliyetine de sahiptirler. Fiil ehliyeti, bir kişinin kendi eylem ve işlemleri ile lehine haklar ve aleyhine borçlar yaratabilmesi yeteneğidir.

Medeni hukukta ergin (reşit) olup ayırt etme gücünü haiz bulunan gerçek kişiler (tam) dava ehliyetine sahip olduklarından, bu ehliyetlerini bizzat veya tayin edecekleri iradî temsilcileri aracılığıyla kullanırlar. Buna karşılık, ayırt etme gücünü haiz küçükler ve kısıtlılar ile ayırt etme gücü bulunmayanlar dava ehliyetine sahip olmadıklarından, davada usûl işlemlerinin, onlar adına, kanunî temsilcileri eliyle yahut bu temsilcilerce tayin edilen iradi temsilciler aracılığıyla yapılması gerekir. Tüzel kişiler ise dava ehliyetini yetkili organları veya bu organlarca tayin edilen iradi temsilcileri aracılığıyla kullanırlar. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114. maddesinin (d) bendi gereğince, dava ehliyetinin mevcudiyeti bir dava şartıdır.

Dava Takip Yetkisi

Medenî hukuktaki tasarruf yetkisinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olarak dava takip yetkisi, somut usûlî talebe ilişkin davayı taraf olarak yürütme yetisini ifade etmektedir. 1086 sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanununda açıkça düzenlenmemiş olan bu yeti, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 53. maddesinde “talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisi” olarak tanımlanmaktadır ve kanunda aksine bir istisnai düzenleme olmadıkça, maddî hukuktaki tasarruf yetkisine göre taayyün edeceği belirtilmektedir.

Kural olarak, dava konusu kılınmış olan hak üzerinde tasarrufta bulunabilme imkânı bu hakkın sahibi ile bu hakka riayet durumunda bulunan kişiler açısından söz konusu olur. Dolayısıyla, söz konusu hakla ilgili olarak, dava vesilesiyle ortaya çıkıp yapılması icap eden usûlî işlemleri yapabilme yetkisi de davanın taraflarına (dava konusu hak üzerinde maddî hukuk açısından tasarruf edebilme konumunda bulunan kişilere) aittir. Bu nedenle, bir maddî hukuk ilişkisinin sujesi olduğu iddiasıyla dava açanlar ve kendilerine karşı bir maddî hukuk ilişkisinin sujesi oldukları iddiasıyla dava açılanların dava takip yetkilerinin mevcut bulunduğu ilke olarak kabul edilir. Ancak, bazı hallerde, özel kanun hükümleriyle, dava konusu hakkın sahibi olmayan üçüncü kişilere de davacı olma sıfatı tanınmakta veya davanın dava konusu hakka riayet yükümlüsü olmayan bir kişi tarafından davalı sıfatıyla yürütülmesi öngörülmektedir. Örneğin, müflis kişinin iflâs masasına giren malvarlığı haklarıyla ilgili davaların iflâs idaresi tarafından yürütülmesinde böyle bir durum söz konusudur.

Sıfat (Husumet)

Sıfat, genel olarak, açılan davanın taraflarında biçimsel olarak (davacı ve davalı rolünde) yer alan kişilerin maddî hukuk açısından dava konusu yapılmış olan hak veya hukukî ilişkinin de (hak sahibi ve borçlu olarak) tarafı olup olmadıklarını ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdır. Dava ilişkisinde biçimsel olarak davacı veya davalı rolüyle yer almış bulunan kişiler hakkında bir karar verebilmek için, söz konusu kişiler ile dava konusu kılınmış hak yahut hukukî ilişkinin gerçek taraflarının örtüşmesi gerekir. Ancak bu örtüşmenin mevcudiyeti halinde, tarafların davada sıfatının bulunduğu kabul edilir.

Sıfatın davacı ve davalı açısından ayrı ayrı incelenmesi gerekir. Davacı açısından bakıldığında, eda ve tespit davalarında sadece bu davaların konusunu teşkil eden hakkın sahibi, tespit davalarında ise sadece hukukî ilişkinin gerçek tarafı, davada davacı sıfatına (aktif husumete) sahip olabilir.

Sıfat, maddî hukuka ilişkin bir sorundur. Bu nedenle, bir davada davacı ve davalı tarafta sadece biçimsel olarak yer almış bulunan kişilerin gerçekten sıfata sahip olup olmadıkları maddî hukuka göre belirlenir. Zira, bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı, bir hukukî ilişkinin tarafı olup olmadığı, maddî hukuka göre belirlenir. Bunun dava sırasında araştırılarak ortaya çıkarılması ise ancak esasa girilerek yapılabilir. Bu sebeple, sıfat, usûle ilişkin bir sorun olmayıp davanın esasıyla ilgilidir. Dolayısıyla sıfat, bir dava şartı olmayıp, maddî hukuka ilişkin bir ‘itiraz’dır. Bunun sonucu olarak, tarafların davada sıfatının bulunup bulunmadığı, dava dosyasından anlaşıldığı ölçüde resen dikkate alınır. Buna karşılık, dava şartlarında olduğu gibi, resen araştırma ilkesi, sıfat bakımından uygulanmaz.

Dava Arkadaşlığı

Bir davada mutlaka ve sadece iki taraf vardır. Bunlar, davacı ve davalıdır. Ancak, maddî hukuk açısından bakıldığında, davanın konusunu teşkil eden hakkın birden fazla kişiye ait olması veya birden fazla kişiye karşı ileri sürülebilmesi ya da hukukî ilişkinin taraflarında birden fazla kişinin yer alması mümkündür. İşte, böyle bir durumda, söz konusu hak yahut hukukî ilişki ileri sürülerek açılan davanın taraflarında da birden fazla kişinin yer alması mümkündür. Bazı durumlarda ise kanun koyucu, hukukî uyuşmazlığın daha iyi çözümlenmesi için, aslında ileri sürülen hakkın yahut hukukî ilişkinin tarafı olmayan bir kişinin de dava ilişkisinde yer almasını öngörür. İşte, bütün bu durumlarda, davanın iki tarafından birinde yahut her ikisinde, birden fazla kişinin yer alması söz konusu olur. Böylece, davanın taraflarında birden fazla kişinin yer alması durumu ise ‘dava arkadaşlığı’ ya da ‘sübjektif dava birleşmesi’ olarak ifade edilir. Dava arkadaşlığının davacı tarafta söz konusu olması durumunda aktif dava arkadaşlığından, davalı tarafta söz konusu olması durumunda ise pasif dava arkadaşlığından söz edilir.

Mecburi Dava Arkadaşlığı

Maddî hukukun, bir hakkın birden fazla kişi tarafından kullanılmasını veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasını zorunlu kıldığı hallerde, bu hak dava konusu yapıldığı zaman, o hakla ilgili birden fazla kişi mecburî dava arkadaşı durumunda olurlar. Nitekim, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 59. maddesinde mecburî dava arkadaşlığı şöyle düzenlenmiştir: “Maddî hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburî dava arkadaşlığı vardır.”

Mecburî dava arkadaşlığının iki türü mevcuttur. Eğer dava konusu olan hak veya borç birden fazla kişi arasında ortak ise ve bu hak yahut borç hakkında mahkemenin bütün o kişiler hakkında aynı şekilde ve tek bir karar vermesi gerekiyorsa, maddî mecburî dava arkadaşlığı söz konusudur. Örneğin, elbirliği mülkiyetinde ve kira sözleşmesinde birden fazla kiralayanın yahut kiracının bulunduğu durumlarda maddî mecburî dava arkadaşlığı vardır. Maddî mecburî dava arkadaşlığında davanın açılmasında olduğu gibi davanın yürütülmesi için yapılacak olan usûl işlemlerinde de bütün dava arkadaşlarının birlikte hareket etmesi kuralı geçerlidir.

İhtiyarî Dava Arkadaşlığı

Dava konusu hak yahut hukukî ilişki açısından birden fazla kişi arasındaki ilişkinin niteliği dikkate alındığında, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 57. maddesi, dava konusu hak yahut hukukî ilişki açısından birden fazla kişi arasındaki ilişkinin niteliğini nazara alarak, bazı hallerde, söz konusu kişilerin davacı yahut davalı tarafta yer alabilmelerini mümkün kılmıştır. Buna göre, birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:

a) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.
b) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.
c) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukukî sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.

Sayılan bu üç durumda, anılan kişilerden her biri, ayrı ayrı dava açabilecekleri gibi, dilerlerse birlikte de dava açabilirler.

Davaya Fer’î Müdahale

Dava sonunda verilecek olan hükümden hukukî durumu dolaylı olarak etkilenecek olan üçüncü kişilerin davada üçüncü bir taraf olarak yer almaları mümkün değildir. Zira, davada ancak ve sadece iki taraf bulunur. Davanın taraflarından birinde dava arkadaşı olarak yer alması mümkün bulunmayan yahut bunu istemeyen ve dava sonunda verilecek olan hükümden hukukî durumu dolaylı şekilde etkilenecek olan üçüncü kişilerin, taraf sıfatı kazanmaksızın, görülmekte olan bir davaya katılarak kendi hukukî menfaatlerini koruyabilmelerine imkân veren kurum, davaya fer’î müdahaledir. Söz konusu durumda, üçüncü kişinin davada işgal edeceği sıfat ise fer’î müdahil olmaktır. Bu konum, söz konusu üçüncü kişiye, taraflardan birinin yanında ve onun yardımcısı olarak davada yer alabilme ve böylece, yapabileceği usûl işlemleri sayesinde kendi hukukî yararını dolaylı şekilde koruyabilme imkânını verir. Bu durum, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 66. maddesinde şöyle ifade edilmektedir: “Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukukî yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabilir.”

Üçüncü kişinin fer’î müdahil sıfatıyla bir davaya katılabilmesi için öncelikle açılmış (görülmekte) ve henüz tahkikat aşaması sona ermemiş bir davanın bulunması gerekir. Delil tespiti yahut ihtiyati tedbir gibi geçici hukukî himaye yollarına müracaat edilmiş olmakla birlikte davanın henüz açılmamış olduğu, yahut açılmış ve derdest olmakla birlikte tahkikat aşaması tamamlanarak kanun yollarına geçilen bir davada fer’î müdahale mümkün değildir.

Davaya fer’î müdahil sıfatıyla katılmak isteyen tarafın amacı, bu yolla dolaylı şekilde kendi hukukî yararını korumak olduğundan, onun talebinin kabulü, yanında katılmak istediği tarafın muvafakatine yahut diğer tarafın rızasına bağlı değildir. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 66 ve 67. maddelerinde belirtilmiş olan koşulların mevcut olması halinde, mahkeme, müdahale talebinin kabulüne karar verir. Söz konusu koşulları şöylece sıralamak mümkündür:

  • İlk derece mahkemesinde görülmekte olan ve henüz tahkikat aşaması tamamlanmamış bir davanın bulunması,
  • Üçüncü kişinin bu davanın tarafları arasında yer almaması,
  • Üçüncü kişinin taraf ve dava ehliyetini haiz olması,
  • Hukukî yarar.

Davaya Aslî Müdahale

Davaya asli müdahale, görülmekte olan bir davanın tarafları veya çekişmesiz yargı işinin ilgilileri dışında bir başka kişinin, yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen veya tamamen hak iddia ederek, yargılamanın taraflarına (davacı ve davalıya yahut ilgiliye) karşı aynı mahkemede dava açmasıdır (HMK m. 65, I). Asli müdahale, daha önce doktrin ve uygulamada tereddütsüz kabul edilmiş ve uygulanmış olmasına rağmen, 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ayrıca düzenlenmemiş, ilk kez 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 65. maddesinde hükme bağlanmıştır.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 65. maddesinin gerekçesinde açıklandığı üzere, asli müdahale kurumu, çelişkili kararlar verilmesini önlemeye, gerçeğin ortaya çıkarılmasına, usûl ekonomisi ve hukukî dinlenilme hakkını gerçekleştirmeye ve muvazaalı olarak açılan davaları önlemeye hizmet etmektedir.

Davanın İhbarı

Tarafı olmadığı bir dava sonucunda verilecek olan hükümden kendi hukukî durumu dolaylı şekilde etkilenecek olan üçüncü kişinin bu davadan haberdar olması, çoğu zaman tesadüfidir. Öte yandan, bazı hallerde de üçüncü kişi, böyle bir davadan haberdar olsa bile, özellikle müdahale etkisinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermemek için, davaya katılmayı istemeyebilir. Zira, müdahale etkisi, fer’î müdahilin hem lehine hem de aleyhine olarak ortaya çıkabilir. Özellikle, yanında davaya katılacağı tarafın davayı kazanmasının üçüncü kişinin de lehine olacağı tarafın davayı kaybetme ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, üçüncü kişi, fer’î müdahale talebinde bulunmayı istemeyebilir. Kendisi istemedikçe de, üçüncü kişinin davada fer’î müdahil konumuna getirilebilmesi mümkün değildir. İşte, bütün bu hallerde, bir yandan üçüncü kişinin davadan haberdar edilerek istemesi halinde davaya fer’î müdahil sıfatıyla katılabilmesine imkan sağlanması; diğer yandan davaya müdahale edebilmesinin şartlarının mevcut olmasına rağmen, müdahale etkisinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermemek gayesiyle bundan bilinçli olarak sarfınazar eden üçüncü kişiler hakkında, söz konusu etkiyle aynı sonucu doğuran ihbar etkisinin doğmasını sağlamak üzere, davanın taraflarından birisi, davayı, üçüncü kişiye ihbar edebilir.

İhbarın nasıl yapılacağı, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 62. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, ihbar yazılı olarak yapılır. Üçüncü kişi, ihbara rağmen fer’î müdahale talebinde bulunmazsa, kendisiyle davayı kendisine ihbar etmiş olan taraf arasında, bu davanın sonucuna bağlı olarak, ileride açılacak olan rücû yahut tazminat davasında “ihbar etkisi” ortaya çıkar.

Davada Tarafların Temsili

Temsil, bir işlemin, hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişi adına bir başka kişi tarafından yapılmasıdır. Bir hukukî veya usûlî işlemin temsilci aracılığıyla yapılması genellikle iki nedene dayanır. Bunlardan birincisi, işlemin hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişinin o işlemi yapabilme ehliyetinin bulunmamasıdır. Bu durumda söz konusu olan temsil “kanunî temsil” olarak adlandırılır. Kanunî temsil, duruma göre, veli, vasi yahut kayyım tarafından yerine getirilir. Temsilin ikinci türü ise, işlemin hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişi yahut onun kanunî temsilcisinin herhangi bir nedenle, işlemin yapılmasını bir başka kişiye bırakmasıdır. İkinci durumda söz konusu olan temsile ise “iradî temsil” denir. Temsilin bu iki türü, hukukî işlemlerde olduğu gibi usûlî işlemlerde de (davada da) söz konusu olur.

Davada, dava açılmasıyla başlayan usûl işlemlerinin ancak kanunî temsilci eliyle yapılması zorunluluğu, dava ehliyeti (HMK m. 51) olmayanlar hakkında söz konusu olur. Ayrıca, tüzel kişiler adına yapılması söz konusu olan işlemler de onların yetkili organlarınca yapılır. Yetkili organların tüzel kişi adına işlem yapmalarında (dava açmalarında ve diğer usûl işlemlerini yapmalarında) söz konusu olan temsilin de kanuni temsil olduğu kabul edilmektedir.

İradî temsil ise, tarafların veya onların kanunî temsilcilerinin iradelerine dayanan temsildir. Dava ehliyeti bulunan bir kişi, davasını bizzat açıp yürütebileceği gibi, eğer isterse, bu işlemlerin kendisi tarafından atanan bir temsilci (vekil) eliyle yapılmasını da sağlayabilir (HMK m. 71). Hukukî işlemlerin yapılmasında olduğu gibi, dava açılmasında ve davada yapılması gereken usûl işlemleri bakımından da, temsil, isteğe bağlıdır.