MEDENİ USUL HUKUKU - Ünite 7: Tahkikat, İspat, Sözlü Yargılama ve Hüküm Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Tahkikat, İspat, Sözlü Yargılama ve Hüküm

Tahkikat

Tahkikat aşamasında, kural olarak, ön inceleme tutanağı ile tespit olunan, tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları vakıaların gerçek olup olmadığının, bunlara ilişkin deliller üzerinden, yargılama yapmaya ve hüküm vermeye elverişli ölçüde tespit edilmesi sağlanmaya çalışılır.

Tarafların duruşmaya gelmeleri bir yükümlülük olmayıp bir yüktür. Bunun sonucu olarak, mazeretsiz olarak gelmemeleri halinde zorla getirilmeleri söz konusu olmamakla birlikte, bu gelmeyişlerinin kendileri aleyhine doğurduğu sonuçlara katlanmak durumunda kalırlar. Çağırıldığı duruşmaya gelmemenin önemli sonuçları vardır. (HMK m.141,147,150)

Tahkikat işlemlerinin yapıldığı oturumlar (ve kararların bildirilmesi) sadece taraflara değil, aynı zamanda, dava konusu uyuşmazlıkla herhangi bir ilgilerinin bulunması ve bunu ortaya koymaları gerekmeksizin, herkese açıktır.

Mahkeme önünde yapılan tahkikat işlemleri için ayrılmış zaman dilimine oturum (celse) , oturum esnasında yapılan tahkikat işlemlerine ise genel olarak duruşma denir.

Taraflar dinlenmek üzere usûlüne uygun şekilde duruşmaya çağrılmadan ve duruşma yapılmadan hüküm verilemez ise de, kanunun açıkça gösterdiği hallerde, özellikle acele ve geçici nitelikteki bazı işlerde duruşma yapılmadan da karar verilebilir.

Duruşmaya katılan taraf vekilleri; tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılan diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Taraflar ise hâkim aracılığıyla soru sorabilirler. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde, sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine hâkim karar verir. Hâkim, duruşmanın düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse, avukatlar hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını emreder.

Bilirkişinin kimler arasından seçileceği, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Buna göre; bilirkişi (veya bilirkişiler), bölge adliye mahkemelerinin yargı çevreleri esas alınmak suretiyle bilirkişilik bölge kurulu tarafından hazırlanan listede yer alan kişiler arasından seçilir. Kendi bölge listesinde ilgili uzmanlık alanında bilirkişi olmasına rağmen diğer bir bölgedeki bilirkişinin görevlendirme yapılan yere daha yakın bir mesafede bulunması durumunda, bu listeden de görevlendirme yapılabilir.

Duruşmalarda ön inceleme, tahkikat ve yargılama işlemleri, ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanak, hâkim ve zabıt kâtibi tarafından derhâl imzalanır. Zabıt kâtibi yargılamadan evvel ve gerektiği hâllerde dava dosyasını incelenmek için hâkime vermek ve zamanında eksiksiz almak ile görevlidir.

Her ne kadar tahkikatın konusunu esas itibariyle uyuşmazlığın halli bakımından önem taşıyıp taraflar arasında çekişmeli bulunan vakıaların gerçek olup olmadığının, bunlara ilişkin deliller üzerinden araştırılması olsa da, bazen, dava sırasında, asıl uyuşmazlık konusu hakkında karar verebilmek için öncelikle halledilmesi gereken sorunlarla karşılaşılır. Öncelikle bu iddia (sorun) hakkında bir karar verilmesi gerekir.

Davada bir bekletici sorun varsa, diğer bir ifadeyle, davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukukî ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama bekletilebilir. İlgili tarafa görevli mahkemeye veya idari makama başvurması için uygun bir süre verir.

İlk derece mahkemelerinde görülmekte olan birden fazla dava arasında bağlantı bulunabilir. Böyle bir durumda, bu davaların birleştirilebilir. Davalar arasında bağlantı olduğunun kabul edilebilmesi için aşağıdaki iki koşuldan birisinin gerçekleşmesi gerekir:

  • Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması,
  • Davalardan biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması.

İspat Hukuku

İspat, bir iddianın veya vakıanın doğruluğu konusunda davaya bakan hâkimi ikna etmeye yönelik bir faaliyettir. İspat açısından temel soru, kimin, neyi nasıl ispat edeceğidir. “Kim” sorusunun cevabı ispat yüküne ilişkin kurallarla bulunur. “Neyi” sorusunun cevabı ise, davanın unsurlarından birisi olan maddî vakıalardır. Zira hukuk kurallarının ispatı gerekmez. Hâkim, uygulanması gereken hukuk kurallarını bilmek ve resen uygulamak zorundadır. “Nasıl” sorusunun cevabı ispatın hukukî çerçevesini belirler. İspat yükünün kimde olduğunun önemi, uyuşmazlığın halli bakımından önem taşıyıp, taraflar arasında çekişmeli bulunan bir vakıanın ispatsız kalması durumunda ortaya çıkar. Böyle bir durumda, ispat yükünün kime ait olduğu tespit edilir ve ilgili vakıanın ispatsız kalmasının sonucuna o taraf katlanır.

Tam ispat, belli bir vakıanın doğruluğu hakkında hâkimde oluşturulması gereken kanaatin kesinlik yahut kesinlik sınırındaki muhtemel görme derecesinde olmasıdır. Buna karşılık, oluşan kanaatin ağır basan ihtimal derecesinde olması halinde ise yaklaşık ispattan söz edilir.

Deliller ve İncelemesi

Bir vakıanın doğruluğu hakkında hâkimde kanaat uyandırmak için kullanılan araçlar delil olarak adlandırılır. Bir aracın ispat faaliyetinde kullanılabilmesi, kendisinin ispatında kullanılacağı vakıa hakkında bilgi taşımaya bilimsel açıdan elverişli olması gerekir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu, bazı durumlarda karar verebilmek için hâkimin delil yerine emareye dayanabileceğini kabul etmektedir. İspatı gereken bir vakıaya yabancı ancak onun hakkında tecrübe kurallarından hareketle sonuç çıkarmanın mümkün olduğu komşu vakıaya emare adı verilir. Emare yoluyla ispattan söz edebilmek için, söz konusu komşu vakıanın ispatlanması gerekir. Ancak, bu yapılsa bile, emare yoluyla yapılan ispat dolaylı bir ispat olmaktadır.

Deliller, medenî usûl hukukumuz açısından kesin delil ve takdiri delil olarak tasnif edilir. Hukuk Muhakemeleri Kanununun kabul ettiği kesin deliller senet, yemindir ve kesin hükümdür. Kanunda sayılan takdiri deliller belge (senet ve ilâm hariç) , tanık, bilirkişi ve keşiftir.

Kesin delille ispatı gereken vakıaların takdiri delil(ler)le, takdiri delillerle ispatı caiz olan vakıaların ise sadece belli bir delille ispatı hususunda tarafların yapacağı anlaşma geçerli sayılır. Söz konusu bu anlaşma “delil sözleşmesi” olarak adlandırılır. Delil sözleşmesinin belli bir vakıanın sadece belli bir delille ispatını öngörmesi durumunda, münhasır delil sözleşmesi söz konusu olur. Bu durumda, ilgili vakıa için başka delil gösterilemez. Buna karşılık, kanunun kesin delille ispatını öngördüğü bir vakıanın sadece bu delillerle değil, bunun yanında kanunen caiz olan diğer başka deliller de (her türlü delil olabilir) ispatını öngören delil sözleşmeleri ise münhasır olmayan delil sözleşmesi olarak adlandırılır.

Delilin hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olmasının yaptırımı, bunun, davada hiçbir şekilde kullanamamasıdır.

Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usûle uygun olarak ispat hakkına sahiptir. Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. O halde, kural, delillerin taraflarca mahkemeye bildirilmesi ve sunulmasıdır. Bu kuralın iki istisnası bilirkişi incelemesi ve keşif delilidir. Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir. Belirtmek gerekir ki, belgelerin mahkemeye bildirilmesi ve sunulması hakkında öngörülen bu düzenlemeler mutlak değildir. Zira, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 145. maddesi gereğince: “Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.”

Bütün delillerin mahkemeye bildirilmeleri, bildirilmiş olan bir delilden vazgeçilmesi ve ayrıca yazılı delillerin (belgelerin) mahkemeye sunulması açısından geçerlidir. Buna karşılık, tanık, bilirkişi ve keşif delillerine dayanılması durumunda, hangi vakıaların bu delillerle ispatlanacağının belirtilmesi yeterli olup, bu delillerin davanın başında mahkemeye ‘getirilmesi’ zaten fiilen imkânsız olup, olsa olsa en fazla ‘bildirilmeleri’ söz konusu olabilir.

Her bir delilin nasıl inceleneceği, o somut delilin özelliğine göre farklılık gösterir. Örneğin, tanığın ifadesinin nasıl alınacağı, bilirkişinin nasıl ve nerede dinleneceği yahut raporunda nelerin yer alacağı ilgili delil bakımından ayrıca düzenlenmiştir.

Bir davada ispatı gereken vakıa eğer borçlar hukuku anlamında hukukî işlem kabul edilebiliyorsa ve (davanın açıldığı yahut ispatın söz konusu olduğu anda değil) yapıldığı andaki miktar yahut değeri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçiyorsa, ancak senetle (kesin delille) ispatlanabilir. Senetle ispat kuralının geçerli olabilmesi için, hukukî işlemin tarafı ile davanın tarafının aynı olması gerekir. Bir senedin ihtiva ettiği bir kaydın hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukukî işlemler, ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile, tanıkla ispat olunamaz (kesin delille ispatlanmalıdır). Senetle ispat kuralının katı şekilde uygulanmasının ortaya çıkarabileceği sakıncaların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacıyla, kanun, bu kurala istisnalar getirmiştir. Bu istisnalar şöylece sıralanabilir:

  • Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa, takdiri delillere (ve bunlar arasında özellikle tanık deliline) müracaat edilebilir. Delil başlangıcından söz edebilmek için, her şeyden önce, ortada bir ‘belge’ bulunması gerekir. Belgenin ne olduğu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 199. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli, yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir. Bir belgenin delil başlangıcı kabul edilebilmesinin ikinci koşulu , onun “ iddia konusu hukukî işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukukî işlemi muhtemel göstermesidir” . Delil başlangıcının üçüncü unsuru, yukarıdaki nitelikleri taşıyan belgenin “kendisine karşı ileri sürülen kimse veya onun temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş” olmasıdır.
  • Senetle ispat kuralının ikinci istisnası, ispatı gereken vakıa açısından senet almanın imkânsız olmasıdır. Buradaki ‘imkânsızlık’ maddî yahut manevî şekilde tezahür edebilir.
  • Başlangıçta mevcut olan senedin mücbir sebep sayılabilecek şartlar altında kaybolması durumunda da, senetle ispatı gereken bir vakıa takdirî delille ispatlanabilir.

Kesin Deliller

Kesin deliller, kanun tarafından belirlenmiş olup, ilâm, senet ve yeminden ibarettir. İlâm, mahkemenin nihai kararının taraflara verilen tasdikli nüshasıdır. Senedin ise dört unsuru vardır:

  • Bir vakıa hakkında tam ve kesin bir bilgi,
  • Bu bilginin yazıyla ifade edilmiş olması,
  • Yazının dış dünyada fizikî varlığı olan bir cisim üzerinde yer alması,
  • Aleyhine kullanılacağı kişinin (el yazısıyla atılmış) imzasının bulunması.

Düzenlenmesine herhangi bir resmî makamın katılmadığı senetler âdi senet olarak adlandırılır. Düzenlenmesine bir resmî makamın katıldığı senetler resmî senet sayılır. Bu resmî makam, kural olarak noterdir.

Bir tarafın yemin ile teyit edilen ifadesinin doğru kabul edilmesi (taraf yemini) olup doğrudan ispata ilişkindir. Delil olan yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Yemin deliline, çoğunlukla, kesin delille ispatı gerektiği halde bu türden başka bir delil (ilâm, senet) bulunmadığı için ispatsız kalması söz konusu olan vakıalar için, ispat yükü kendisine düşen taraf başvurur. Bununla birlikte, takdirî delille ispatı mümkün olan bir vakıa hakkında da, elde herhangi bir takdirî delil bulunmadığı hallerde (veya bulunmasına rağmen) yemin deliline müracaat edilebilmesi mümkündür. Yalan yere yemin edilmesi ceza hukuku anlamında suçtur. Türk Ceza Kanununun 275. maddesine göre, hukuk davalarında yalan yere yemin eden davacı veya davalıya bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

Takdiri Deliller

Takdirî deliller belge, tanık, bilirkişi ve keşiftir . Hukuk Muhakemeleri Kanununun 199. maddesi kapsamına giren ve ilişkin olduğu vakıa hakkında bilgi taşımaya elverişli olan her türlü belge, bir takdirî delildir.

Tanık, belli bir vakıa yahut durum hakkındaki bilgisini görme yahut işitme duyuları sayesinde ve o vakıa ya da durum gerçekleştiği veya mevcut olduğu anda edinmiştir. Bu yönüyle tanık ‘tarihi’ bir bilgiye sahiptir ve hâlihazır bir vakıa hakkındaki değerlendirmesini aktaran bilirkişiden ayrılır. Öte yandan görme ve işitme duyuları bilgi edinme açısından çok işlevsel ve güvenilir olduğundan, tanığın bu yollarla edindiği bilginin doğruluk derecesi de yüksektir. Tanık, taraflar dışında bir (gerçek) kişi olmalıdır. Taraflarca dinlenilmesi istenen tanıkların çağrılması mahkeme tarafından Tebligat Kanunu hükümleri çerçevesinde çıkarılacak davetiyeyle olur. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Tanıklık yapma mecburiyeti üç unsurdan oluşur. Bunlar; mahkemeye gelmek, ilgili vakıa hakkında bildiklerini anlatmak ve yemin etmektir. Tanığın doğru söylemesini sağlamaya yönelik olarak, ona yemin verdirilmesi de kabul edilmiştir. Yemin, tanığın dinlenilmesinden önce eda edilir. Hâkim tanığın tanıklığı esnasında yalan söylediği veya menfaat temin ederek tanıklık ettiği hakkında yeterli delil veya emare elde ederse bir tutanak düzenler ve bu tutanağı derhâl Cumhuriyet başsavcılığına gönderir.

Bilirkişi, tanıktan farklı olarak, somut bir vakıanın oluşuna dair bireysel algılara dayanan bilgisini değil, özel yahut teknik uzmanlık bilgisi gerektiren bir alanda önceden sahip olduğu genel bilgiyi kullanarak somut bir vakıayı aydınlatmaya çalışır. Bilirkişinin kimler arasından seçileceği, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda belirtildiği gibi bilirkişi (veya bilirkişiler), yargı çevresinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi adli yargı adalet komisyonları tarafından, her yıl düzenlenecek olan listelerde yer alan kişiler arasından görevlendirilirler. Bilirkişi, oy ve görüşünü, hâkimin kendisini değerlendirmesine göre, sözlü veya yazılı olarak mahkemeye bildirir. Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. Bilirkişinin kasten veya ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun, mahkemece hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olanlar, bu zararın tazmini için Devlete karşı tazminat davası açabilirler. Devlet, ödediği tazminat için sorumlu bilirkişiye rücu eder.

Keşif yoluyla elde edilen bilginin tam ve güvenilir olması için bazen keşfin icrası sırasında tanık dinlenmesi veya bilirkişi bulundurulması da gerekebilir. Mahkeme keşif esnasında ve mahallinde, çağırdığı tanık ve bilirkişileri dinleyebilir. Keşfin icrası çevresinde mahkeme, bir olayın nasıl geçmiş olabileceğini tespit için temsili uygulama da yaptırabilir. Keşif sırasında, yapılan tüm işlemler ve beyanları içeren bir tutanak (keşif tutanağı) düzenlenir. Plan, çizim, fotoğraf gibi belgeler de tutanağa eklenir.

Tahkikatın Bitmesi ve Sözlü Yargılama

Mevcut ve doğru olduğu takdir edilen vakıalara sübût bulmuş vakıalar denir. Hâkim, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir. Bunun üzerine taraflar, toplanan ve incelenen deliller üzerinden, iddia ve savunmalarını dayandırdıkları vakıaların sübût bulup bulmadığına ilişkin görüş ve değerlendirmelerini mahkemeye sunabilir, keza, varsa tahkikatın genişletilmesine yönelik isteklerini bildirebilirler.

Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Dava yoluyla ileri sürülen talep (iddia) ve (kural olarak) bu talebin karşılanamaz olduğu yönündeki savunma, maddî hukuk tarafından düzenlenmiş soyut hukuk normlarına dayanır.

Sözlü yargılama aşamasında da hâkimin, her iki tarafa, mevcut vakıalar karşısında iddia ve savunmanın ileri sürdüğü taleplerin hukukî açıdan karşılanabilir olup olmadığı hakkındaki değerlendirmelerini sözlü şekilde ifade ederek mahkemeye sunabilmeleri için söz vermesi gerekir.

Tarafların değerlendirmelerini tamamlamalarını müteakip, hâkim, aynı oturumda, nihaî kararını verir ve bunu sözlü olarak açıklayarak tutanağa kaydettirir.

Hüküm

Uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihaî karar “hüküm” olarak adlandırılır. Bu, davanın kısmen yahut tamamen kabulü şeklinde olabileceği gibi tamamen reddi yönünde de olabilir. Ancak, her hâlükârda, esasa ilişkin nihaî karar bir “hüküm”dür. Sözlü yargılamada açıklanan kısa karar, çoğunlukla gerekçeyi ihtiva etmez. Söz konusu bir aylık süre içinde yazılması gereken hükmün unsurları ve kapsamı, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde belirtilen unsurları taşıyan karara, uygulamada “gerekçeli karar” adı verilir. Gerekçeli kararın da hükmü veren hâkim tarafından yazılması esas olup “kısa karar”a uygun olarak kaleme alınması gerekir. Taraflardan her birine verilen hüküm nüshasına ilâm adı verilir.

İlk derece mahkemelerinin verdikleri kararlara karşı kural olarak kanun yoluna (istinaf, temyiz) gidilebilir. Kanun yolları, ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu kararın hatalı (hukuka aykırı) yahut eksik olması ihtimali için öngörülmüş olup, isteğe bağlı kılınmış ve bir süreye tâbi tutulmuştur.

İlk derece mahkemesinden verilen bir nihaî karar, aşağıdaki ihtimallerde kesinleşir:

  • Nihaî kararın verildiği anda kesin olması,
  • Kanun yoluna müracaat hakkından feragat edilmesi Süresi içinde kanun yoluna müracaat edilmemesi,
  • Kanun yoluna müracaatın üst mahkemece reddedilmesi ve gidilebilecek başka bir kanun yolunun bulunmaması.

Bu dört ihtimalden birinin gerçekleşmesi durumunda, ilk derece mahkemesinin nihaî kararına karşı gidilebilecek bir başka (olağan) kanun yolu (başvurulabilecek bir üst mahkeme) bulunmadığından veya artık kalmadığından, söz konusu karar kesinleşir. Bu kesinliğe, “şeklî anlamda kesinlik” denir. Kısaca ifade etmek gerekirse, şeklî anlamda kesinlik, ilk derece mahkemesinin nihaî kararına karşı gidilebilecek bir kanun yolunun bulunmaması yahut artık kalmamasıdır.

Hükmün kesinleştiği, ilâmın altına veya arkasına yazılır; tarih ve mahkeme mührü konularak başkan veya hâkim tarafından imzalanmak suretiyle belirtilir. Kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşen kararların kesinleşme kaydı ile kesinleşme kaydı yapılan kararların yerine getirilmesi için gerekli bildirimler de ilk derece mahkemesi tarafından yapılır (HMK m. 302, IV-V).

Davaya Son Veren Taraf Usûl İşlemleri

Davanın taraflarına, kanunda öngörülen usûle uymak kaydıyla, yargılamanın sona erdirilmesi konusunda da tasarruf edebilme imkânını verir. Bunun sonucu olarak, davacı (davalının açık rızasıyla) davasını geri alabilir, davasından feragat edebilir; davalı davayı kabul edebilir; her iki taraf da doğmuş bulunan kanun yolu haklarından feragat edebilir yahut sulh olabilirler.

Davadan feragat, davacının, talep sonucundan, bir daha dava etmemek üzere, kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. Bu, ancak davacı tarafından yapılabilecek bir usûl işlemidir.

Davadan feragat davanın geri alınmasından sonucu itibariyle çok farklıdır. Şöyle ki, davalının rızasıyla geri alınan dava yeniden açılabildiği halde, feragat edilen davanın tekrar mahkeme önüne getirilebilmesi mümkün değildir. Hangi davalardan feragat edilebileceği konusunda herhangi bir sınırlama yoktur. Kural olarak, bütün davalardan feragat edilebilir. Öyle ki, tarafların konusu üzerinde serbestçe tasarruf edemedikleri davalarda dahi, davacı davadan feragat edebilir. Ancak, eğer feragat işlemi irade bozukluğu (hata, hile, ikrah) sebebiyle sakat ise, feragatin iptali istenebilir.

Davayı kabul, davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü talep sonucuna, bütün bir gelecek için sonuç doğurmak üzere, kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Bu, ancak davalı tarafından yapılabilecek bir usûl işlemidir. Davadan feragatin aksine, hangi davaların kabul edilebileceği konusunda Kanun önemli bir sınırlama getirmiştir. Buna göre, davayı kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur. Buna karşılık, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemedikleri davalarda (örneğin, boşanma davası, iflâs davası) davalının davayı kabul beyanı ile dava sona ermez. Bilâkis, mahkemenin, kabule rağmen, bununla bağlı olmaksızın, davayı görmeye devam etmesi gerekir. Kabul durumunda, dava davalının kabul (iradesiyle) işlemiyle sona erdiğinden, mahkemenin artık esas hakkında bir karar vermemesi, kabul işlemine işaret ederek ve bu çerçevede yargılama giderlerini belirleyerek, usûle ilişkin bir kararla (esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına) davayı bitirmesi gerekir.

Sulh, davacı davasından (talep sonucundan) kısmen feragat eder, davalı da kalan kısım itibariyle davayı kabul eder ve böylece, dava konusu yapılmış olan uyuşmazlık tarafların uzlaşmasıyla, kısmen veya tamamen son bulur. Sulh anlaşmasının, dava konusu yapılmış olan uyuşmazlığın (talep sonucunun) tamamını kapsaması zorunlu değildir. Talep sonucunun belli bir kesimine yönelik kısmî kabul ve kısmî feragat yapılarak o kesim sulhle çözümlenebilir. Feragat ve kabulde olduğu gibi, sulh de, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. Sulh de, şarta bağlı olarak yapılsa yahut sulh anlaşmasına somut davanın konusu olmayan başka bir husus ilâve edilmiş olsa bile, davayı (kısmen veya tamamen) sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukukî sonuç doğurur.