MEDENİ USUL HUKUKU - Ünite 6: Davanın Açılması, Dilekçeler Teatisi ve Ön İnceleme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Davanın Açılması, Dilekçeler Teatisi ve Ön İnceleme

Ünite 6: Davanın Açılması, Dilekçeler Teatisi ve Ön İnceleme

Davanın Açılması

Uyuşmazlığın mahkeme önüne getirilmesinin yolu dava açmaktır. Davanın açılması ise dava dilekçesiyle olur. Bir dava dilekçesinde aşağıdaki unsurların bulunması gerekmektedir.

  • Mahkemenin adı,

  • Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri,

  • Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası

  • Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri,

  • Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri,

  • Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri,

  • İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği,

  • Dayanılan hukuki sebepler,

  • Açık bir şekilde talep sonucu,

  • Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.

Harca tabi davalarda, dava açılırken, başvurma harcı karar ve ilam harcının tamamı, nispi davalarda ise bu harcın dörtte biri peşin olarak alınır. Bütün davalarda dava dilekçesinin davalıya tebliği için yapılması gerekli olan giderlerin de davacı tarafça peşin olarak ödenmesi şarttır. Bunun yanı sıra davacı, dava açarken, harçlar ve tebligat giderleri yanında, Hukuk Muhakemeleri yanında, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. maddesi gereğince, her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

Davanın Açılmasının Sonuçları

Davanın açılmasının hem maddi hem de usul hukuku bakımından sonuçları vardır. Usul hukuku ilişkisi her ne kadar maddi hukuk ilişkisini esas alsa da maddi hukuktan iki açıdan farklılaşır. Bunlardan birincisi, talebin muhatabının artık mahkeme olmaması diğeri ise talebin içeriğinin mahkemece verilebilecek kararın içeriğine göre şekillendirilmesidir.

Davanın açılmasının maddi hukuk bakımından doğurduğu sonuçlar, usul hukukunun değil, maddi hukukun konusudur. Her bir dava açısından, o davanın konusunu teşkil eden hakkın maddi hukuk yönüyle düzenlendiği hükümlerin öngördüğü sonuçlar bir tarafa bırakılacak olursa, davanın açılmasının maddi hukuk bakımından doğurduğu sonuçlar, zamanaşımının kesilmesi ve hak düşürücü sürelerin korunması, bazı şahıs varlığı haklarının malvarlığı hakkına dönüşmesi, iyi niyetin ortadan kalkması ve davalının temerrüde düşmesidir.

Davanın açılması ile dava konusu alacak veya hak için zaman aşımı kesilir. Nafaka, manevi tazminat ve evlenmenin feshi gibi bazı şahıs varlığı hakları, bu hakların dava yoluyla ileri sürülmesi halinde, artık malvarlığı hakkına dönüşür. Hukuki anlamıyla, bir şeyi bilmemek ve bilebilecek durumda olmamak olan iyi niyet, davanın açılması ve dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmesiyle ortadan kalkar. Davalının temerrüde düşmesi için ihtara gerek bulunan hallerde, daha önce bu ihtar yapılmadığı için temerrüt gerçekleşmemişse, dava açılması ve dava dilekçesinin tebliği ile davalı temerrüde düşer.

Maddi hukuka ilişkin talebin dava yoluyla ileri sürülmesi durumunda ayrı bir usul hukuku ilişkisi başlar. Bu ilişkinin doğurduğu sonuçlar mahkemenin davayı inceleme zorunluluğu, derdestlik, dava şartlarının davanın açıldığı tarihe göre belirlenmesi, ihtiyati tedbirin ve ihtiyati haczin korunması, davayı geri alma yasağı, tarafın iradi olarak değiştirilmesi yasağıdır. Davanın açılmasıyla birlikte mahkemenin açılmış davayı inceleme ve karara bağlama zorunluluğu doğar. Bir davanın görülmekte olma durumuna derdestlik denir ve tarafları, dava sebebi ve dava konu aynı olan bir dava yeniden açılamaz. Dava şartları, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre belirlenir. Dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise, hâkim, bunun tamamlanması için kesin süre verir; bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse, davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usûlden reddeder. Keza, dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usûlden reddedilemez. Dava açılmadan önce, davacı, hakkını korumak için ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz istemiş olabilir. Eğer böyle bir istek kabul edilmişse mahkemece henüz dava açılmadan, ihtiyati tedbire gerek duyulmuşsa, tedbir talep eden tarafın en geç bu kararın uygulanmasının talep edildiği tarihten iki hafta içinde esas hakkındaki davasını açması, ihtiyati hacze karar verilmişse, lehine haciz kararı verilen tarafın haczin tatbikinden, haciz gıyabında yapılmışsa haciz tutanağının kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde dava açması veya takip talebinde bulunması gerekir. Dava açıldıktan sonra, davacı, davalının açık rızası olmadıkça, davasını geri alamaz. Davanın geri alınması, davacının davasını takipten vazgeçmesinin yollarından biridir. Diğer yollar ise, davanın takipsiz bırakılması ve davadan feragat edilmesidir. Bir diğer hususta aksine özel bir kanun hükmü olmadıkça, dava açıldıktan sonra davanın tarafında iradi olarak değişiklik yapılması, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkün olmaktadır. Ancak, maddî bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.

Cevap Dilekçesi

Dava dilekçesi, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edilir. Bunun amacı, davalının, kendisine karşı açılmış bulunan davadan haberdar edilmesidir. Dava dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı, açılmış olan davaya karşı cevaplarını cevap dilekçesi ile mahkemeye bildirir. Davalı, bu cevap dilekçesinde usule ve esasa dair bütün itirazlarını bildirebilir. Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı ise, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıalarının tamamını inkâr etmiş sayılır. Cevap dilekçesinde bulunması gereken unsurlar ise şunlardır:

  • Mahkemenin adı,

  • Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği adres,

  • Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,

  • Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri,

  • Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri,

  • Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği,

  • Dayanılan hukuki sebepler,

  • Açık bir şekilde talep sonucu,

  • Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.

Davalının esasa ilişkin savunma sebebi olarak cevap dilekçesinde ileri sürebileceği vakıalar iki grupta mütalâa edilir. Bunlar, def’iler ve itirazlardır. Def’i, doğmuş bulunan bir borcu sona erdirmemekle birlikte, onu ifadan kaçınma konusunda borçluya imkân veren hususlardır. Buna karşılık itiraz, hakkın doğumuna engel olan ve doğmuş bulunan hakkı sona erdiren vakıalardır. Bu ayırımın en önemli etkisi, bu savunma sebeplerinin hâkim tarafından nasıl dikkate alınacağı açısından ortaya çıkar. Buna göre, def’iler ancak buna dayanan tarafça açıkça ileri sürülmüşse hâkim tarafından dikkate alınabilirken; itirazlar, usûlüne uygun olarak dava dosyasına girmiş bulunmaları ve böylece dava dosyasından anlaşılmaları hâlinde, hâkim tarafından resen gözetilirler.

Cevap dilekçesi verilmesinin sonucu, henüz cevap süresi dolmamış olsa bile, davalının ilk itirazlarını ileri sürememesidir. Buna karşılık, cevap süresinin henüz dolmadığı hallerde, davalının, kalan süre zarfında esasa ilişkin savunma sebeplerini genişletebilip değiştirebilmesinin mümkün olup olmadığı hususunda Kanunda bir açıklık yoktur. Ancak, ilk itirazların ileri sürülmesi bakımından açıkça yasaklama getirilirken, esasa yönelik savunmalar bakımından bu yola gidilmemiş olması karşısında, bunun mümkün olduğu sonucuna ulaşılmalıdır.

Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır. Diğer bir ifadeyle, cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu, davalının cevap dilekçesi verip bu dilekçede, davacının dava dilekçesiyle ileri sürdüğü hakkı açıkça inkâr etmesiyle aynıdır. İnkâr, davacı tarafça ileri sürülen hakkın hiç doğmadığı yahut artık mevcut olmadığının iddia edilmesidir. Süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesinin inkâr sayılması karşısında, davacı, bu inkâr sadedinde cevaba cevap vermek isterse, bu mümkün olmalıdır. Ancak, davacının bu yolu tercih etmesi, kendisi açısından olumsuz sonuç doğurabilir. Şöyle ki, cevap dilekçesi vermeyen davalı, bu defa ikinci cevap dilekçesi verebilme ve bu yolla (esasa yönelik) bütün savunmalarını ileri sürebilme imkânını elde etmiş olur. Herhâlde, cevap dilekçesi vermeyen davalı, inkâr çerçevesinde kalan (inkârı gerekçelendiren) vakıaları ileri sürebilmelidir.

Davalının cevap süresi içinde savunma olarak başvurabileceği yollardan bir diğeri de karşı dava açmaktır. Davalının karşı dava açabilmesi için asıl davanın açılmış ve halen görülmekte olması, karşı davada ileri sürülecek olan talep ile asıl davada ileri sürülen talep arasında takas veya mahsup ilişkisinin bulunması ya da bu davalar arasında bağlantının mevcut olması şarttır. Belirtilen bu şartlar gerçekleşmeden karşı dava açılacak olursa, mahkeme, talep üzerine yahut resen, karşı davanın asıl davadan ayrılmasına; gerekiyorsa dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar verir. Herhâlde, karşı davaya karşı, dava açılamaz. Karşı dava, cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içinde ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle açılır. Süresinden sonra karşı dava açılması hâlinde, mahkeme davaların ayrılmasına karar verir.

Tarafların İkinci Dilekçeleri

Yazılı yargılama usulünde, tarafların iddia ve savunmaya ilişkin talepleri ile bu taleplerin dayanağı olan vakıaların davanın başında tam olarak ortaya konulabilmesini sağlamak amacıyla, her iki tarafa da ikinci bir dilekçe verme hakkı tanınmıştır. Davacı, cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde cevaba cevap dilekçesi; davalı da davacının cevabının kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde ikinci cevap dilekçesi verebilir. Bu sayede, davacı, davalının cevap dilekçesinde ileri sürdüğü savunma sebepleri ile sahip olduğu belgeleri öğrendikten sonra kendi durumunu değerlendirerek vereceği cevaba cevap dilekçesinde iddiasını revize edebilecek yahut davalını ileri sürdüğü savunma sebeplerine (örneğin zamanaşımı) karşı ileri sürebileceği itirazlarını dile getirebilecektir. Keza, davalı taraf da, ikinci cevap dilekçesiyle, (ilk) cevap dilekçesinde ileri sürmeyi ihmal ettiği veya gerekli bulmadığı savunma sebeplerini tamamlayabilecek yahut kendisinin cevaplarına karşı davacının getirdiği itirazların doğru olmadığına ilişkin açıklamalarını sunabilecektir. Böylelikle taraflar, birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri bütün iddia ve savunma sebepleri ile birbirlerinin ellerindeki delillerden karşılıklı olarak haberdar olacak ve ön inceleme duruşmasına tam bir hazırlıkla çıkabileceklerdir.

İddia ve Savunmanın Genişletilmesi ve Değiştirilmesi Yasağı

Medeni usul hukuku, yargılamanın düzen içinde sürdürülmesi, gereksiz zaman, emek ve para kaybına yer verilmemesi amacıyla, tarafların iddia ve savunmaları ile bunların dayanağı olan vakıaların belli bir yargılama kesitine kadar ileri sürülmesini aramaktadır. Tarafların iddia ve savunmaları ile bunların dayanağı olan vakıaların belli bir yargılama kesitine kadar mahkemeye sunulmasını sağlamaya yönelik olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun öngördüğü kurum, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağıdır. Davacı, talebini ve bunun dayanağı olan vakıaları, dava dilekçesiyle mahkemeye iletebilir. Bu dilekçede ileri sürmediği talep ve vakıaları ise, cevap dilekçesinde mahkemeye serbestçe sunabilir. Bu sayede, talep sonucunu arttırabilir, değiştirebilir, vakıaları değiştirebilir veya ilaveler yapabilir. Aynı şekilde davalı da, savunmasını dayandırdığı vakıaları cevap dilekçesinde ileri sürebildiği gibi, bunları vereceği ikinci cevap dilekçesinde, değiştirebilir yahut başka savunma sebepleri ileri sürebilir.

Ancak, ikinci dilekçeler (davacı bakımından cevaba cevap, davalı bakımından ise ikinci cevap) verildikten sonra, artık taraflar taleplerini ve bunların dayanağı olan vakıaları, kural olarak değiştiremez ve arttıramazlar. Bu yasağa, iddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı adı verilmektedir. Davacı açısından değerlendirildiğinde iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı olarak nitelendirilen bu yasağın kapsamına, dava dilekçesinin unsurlarından:

  • HMK m. 119, I, ğ’de yer alan “talep sonucu” ile,

  • HMK m. 119, I, e’de yer alan “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıalar” girer.

Buna göre, davacının söz konusu bu kapsamı değiştirmesi yahut arttırması, cevaba cevap layihasından sonra, kural olarak yasaktır. Buna karşılık, davalı açısından değerlendirildiğinde, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı olarak nitelendirilen bu yasağın kapsamına, davalının savunma sebebi olarak ileri sürebileceği vakıalardan sadece def’iler girer. Esas itibariyle davalının savunma sebepleri iki kategoride mütalaa edilir. Usûle ilişkin savunma sebeplerinden ilk itirazlar ve dava şartlarının ileri sürülmesi tamamen farklı düzenlemelere tâbidir. Esasa ilişkin savunma sebeplerinden “itirazlar” ise, usûlüne uygun olarak dava dosyasına girmiş bulunmaları ve böylece dava dosyasından anlaşılmaları hâlinde, hâkim tarafından resen gözetilirler. O halde, geriye sadece “def’iler” kalmaktadır ki, bunlar, dava dosyasından anlaşılsa dahi, hâkim tarafından resen dikkate alınmazlar. Dava şartları ve ilk itirazlar gibi, deliller de hiçbir dava türünde ve yargılama usûlünde, iddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı kapsamında değildir. Zira delillerin ileri sürülme süresi ile bu süreye riayet edilmemesinin yaptırımı ayrıca düzenlenmiştir.

Öte yandan, iddianın veya savunmanın dayandığı sebeplerin azaltılması ve daraltılması, tasarruf ilkesi (HMK m. 24, III) ve taleple bağlılık ilkesi (HMK m. 26, I) çerçevesinde, kural olarak, her zaman mümkün olup, bu durum yasak kapsamına girmez. Dolayısıyla, davacı iddiasını, davalı ise savunmasını dayandırdığı vakıaları her zaman azaltabilir ve daraltabilir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken husus, davacının, iddiasının (talebinin) bizatihi kendisini (talep sonucunu) daraltması bir başka yasak kapsamına girer ki o da davanın geri alınması yasağıdır (HMK m. 123). Buna göre, davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir. Buna karşılık, talep sonucunun azaltılması yahut daraltılması feragat anlamında yapılacaksa, davadan kısmen yahut tamamen feragat edilmesi yargılamanın her aşamasında (hüküm kesinleşinceye kadar) mümkün olup, ne karşı tarafın onayına ne de hâkimin iznine bağlıdır.

İddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı sadece taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu davalarda söz konusudur. Buna karşılık, kamu düzenini ilgilendirdiği için, kanun tarafından, resen araştırma ilkesinin geçerli olması benimsenen davalarda taleple bağlı olmadığı gibi, bütün iddia ve savunma sebeplerini de resen gözetebileceğinden, tarafların yeni talep ve iddiaları yasak kapsamına girmez.

İddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı kamu düzenini ilgilendiren bir konu değildir. Bu sebeple, kanun, bir taraftan yasağın hâkim tarafından resen gözetilmesini öngörmüş, diğer taraftan da yasağın aşılabilmesinin yollarını düzenlemiştir. Bu yollar karşı tarafın açık muvafakati ve ıslahtır.

Davanın taraflarından birinin iddiasını veya (duruma göre) savunmasını değiştirmesi yahut genişletmesi karşı tarafın muvafakatiyle her zaman mümkündür (HMK m. 141, I, c. 1, II). Bu muvafakatin açık, kayıtsız ve şartsız olması gerekir. Açık olma gerekliliği kanunda özellikle vurgulanmıştır. Dolayısıyla, genişletme yahut değiştirme olarak nitelendirilebilecek bir davranışa karşı susma zımnî muvafakat olarak değerlendirilip yeterli bulunamaz. Kayıtsız ve şartsız olmak ise, usûl işlemlerinin kural olarak tâbi bulundukları bir ilkedir. İddianın ve savunmanın genişletilmesi durumuyla karşılaşan hâkimin, davayı aydınlatma (HMK m. 31) ile davayı sevk ve idare (HMK m. 32) görevleri çerçevesinde, muvafakat› bulunup bulunmadığını karşı tarafa sorması, aldığı cevaba göre davayı sürdürmesi gerekir.

İddianın veya savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi kapsamındaki bir işlemin yapılmasına karşı tarafın açık muvafakatinin sağlanamadığı hallerde, bunu yapabilmenin tek yolu ıslahtır. Islah, davada, taraflardan her birinin bütün dava süresince sadece bir defa başvurabilecekleri bir imkândır (HMK m. 176) ve ancak tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir (HMK m. 177, I).

Islah, bu yolla yapılmak istenen işlemin mahkemeye bildirilmesiyle olur. Bu bildirimin duruşma esnasında sözlü veya yazılı olarak, duruşma dışı zamanlarda ise yazılı olarak yapılması mümkündür. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir (HMK m. 177, II). Öte yandan, ıslahın geçerli olması için, ıslah eden tarafın, ıslah sebebiyle geçersiz hâle gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri ile karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin takdir edeceği teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırması gerekir. Aksi hâlde, ıslah yapılmamış sayılır (HMK m. 178, I). Karşı tarafın zararının kesin olarak tespit edilmesinden sonra, mahkeme veznesine yatırılan miktar eksikse tamamlattırılır, fazlaysa iade edilir (HMK m. 178, II).

Islahın iki türü öngörülmüştür. Bunlardan biri davanın tamamen ıslahı, diğeri ise davanın kısmen ıslahıdır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu, hangi hallerde tamamen ıslahın hangi hallerde ise kısmen ıslahın söz konusu olacağını düzenlemeksizin, sadece bu hallerde yapılacak olan işlemleri ve bunlara bağlanan sonuçları düzenlemiştir.

Davacının iddiasını (talep sonucunu) veya bunu dayandırdığı vakıaların tamamını değiştirdiği hallerde davanın tamamen ıslahı, iddianın veya savunmanın değiştirilmesi yahut genişletilmesi kapsamına giren diğer bütün hallerde ise davanın kısmen ıslahı söz konusu olur. Dolayısıyla, davanın tamamen ıslahını sadece davacı taraf, kısmen ıslahı ise hem davacı hem de davalı yapabilir. Davalının yapacağı ıslah, her hâlükârda kısmî ıslahtır.

Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren davacı, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde, yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir (HMK m. 180). Buna karşılık, kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usûl işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir (HMK m. 181).

Islahın geçerli olarak yapılması durumunda dava artık ıslah ölçüsünde değiştirilmiş olur. Bundan sonra, davaya, yeni yahut değiştirilmiş ve arttırılmış iddia ve savunmalar veyahut bunların dayanağını teşkil eden vakıalar dikkate alınarak devam olunur. Dolayısıyla, değiştirilmeden önceki talep ve vakıalarla ilgili olarak yapılmış bütün usûl işlemleri artık yapılmamış sayılır. Ancak, ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz. Bununla birlikte, ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunlar da yapılmamış sayılır HMK m. 179).

Islahın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötü niyetli düşüncelerle yapıldığı deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ıslahı dikkate almadan karar verir. Ayrıca hâkim, kötü niyetle ıslaha başvuranı, karşı tarafın bu yüzden uğradığı bütün zararlarını ödemeye ve beş yüz Türk Lirasından beş bin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına mahkûm eder (HMK m. 182).

Ön İnceleme

Hukuk Muhakemeleri Kanunu, davanın başında, yargılama kesitlerinden layihalar teatisi aşamasından sonra ve tatbikattan önce gelmek üzere, ön inceleme adını verdiği yeni bir yargılama aşaması öne sürmüştür. Bu aşama tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan, tahkikata geçilemez ve tahkikat için oturum günü verilemez. Ön incelemenin mutlaka duruşmalı olarak yapılması gerekmektedir. Hâkim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek için gerekli görürse tarafları dinler; daha sonra, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususları tek tek tespit eder.