MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ - Ünite 7: Medya İşletmelerinde Çalışanların Yaşamı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Medya İşletmelerinde Çalışanların Yaşamı
Giriş
Kapitalist ekonomide işletmelerin esas amacı kâr elde etmektir. Fakat bazı işletmeler üstlendikleri rol ve amaçlar gereği kamu yararını ön planda tutmaktadır. Medya işletmeleri ele alındığında kamusal görevin ağır bastığı dikkat çekmektedir. Medya işletmeleri, toplumu ilgilendiren olayları, haberleri kamuoyuna, geniş halk kitlelerine yansıtma görevini üstlenir. Bu tip işletmeler, kâr elde etmenin ötesinde doğru, tarafsız, hızlı habercilik yapmalı, toplumda, hükümet, devlet ile vatandaşlar arasında bir denge unsuru oluşturmalıdır.
Doğal olarak medya işletmeleri, medya çalışanları ile bir bütün oluşturmaktadır. Ortaya çıkan ürün medya yöneticileri ile çalışanların ortak çalışmasıdır. Burada medya çalışanlarını, herhangi bir işletmede çalışanlardan ayırmak önemlidir. Medya çalışanı, bir ücret karşılığı emeğini satar. Bu nedenle, medya çalışanı tanımı, işçi tanımı içerisinde yer alabilir. Ancak, medya çalışanı, özellikle de fikir işçisi, ortaya fikrini koyarak çalışır. Ortaya koyduğu fikir, toplumu etkiler, bireylerin bilgi sahibi olmasını sağlar ve onları yönlendirir. Dolayısıyla, medya çalışanı, diğer çalışanlardan farklı bir konumdadır. Buna göre de, medya işletmeleri, çalışanlarına objektif ve doğru habercilik yapabilmeleri için belirli hak ve özgürlükleri işletme politikaları çerçevesinde sağlamak zorundadır. Medya işletmeleri ve medya yöneticileri, haberin doğru bir şekilde kitlelere sunulmasına destek olmak, haber üreten ve haberleşmeyi sağlayan çalışanların demokratik bir ortam içerisinde ve hakları korunarak mesleki gereklilikleri yerine getirmelerine yardımcı olmakla yükümlüdür. Medya çalışanlarının haklarının korunması öncelikli olarak örgütlenme, sektördeki sorunlara karşı alınacak önlemler, özdenetim ve hukuki yaptırımlar sayesinde olabilir.
Bu ünitede sektörde yaşanan sorunlar tarihsel bir süreç içerisinde ele alınmakta, basın sendikacılığının rolü ve önemi tartışılmakta, medya çalışanlarının yasal ve sosyal haklarının neler olduğu ortaya konmaktadır.
Medya İşletmelerinde Çalışanlar Üzerine Tanımlar
Öncelikle tekrar belirtmek gerekir ki medya işletmelerinin en önemli sorumluluğu, kamusal çıkarlara ilişkin sorunların açıkça tartışılmasına olanak sağlayacak şekilde farklı görüşlerin savunulmasına destek olmaktır. Bu doğrultuda, medya çalışanlarının ifade özgürlüklerine bir sınırlama getirilmemesi gerekir. Çünkü medya çalışanlarına sağlanan hak ve özgürlükler, toplumun demokratik haklarının da korunmasına katkı sağlar.
Medya işletmeleri, yönetim politikası ne olursa olsun, fikir işçilerinin haber verme ve kendi görüşlerini özgürce ifade etme hakkını tanımak durumundadır.
Bununla birlikte, Türkiye’deki medya sektörüne baktığımızda, medya çalışanlarının birçok sorunla karşılaştığını görüyoruz. İfade özgürlüğü, yasal ve sosyal hakların korunması ve sendikalaşma süreçlerinde, medya çalışanları önemli sorunlarla karşılaşmaktadır. Yabancı ülkeler ile kıyaslandığında, sendikalaşma geç olmuş, kesintiye uğramış ve türlü engellerle karşılaşmıştır. Medya çalışanlarının ifade özgürlüğü üzerinde, siyasi baskılar uygulanmıştır. Çalışanların yasal ve sosyal haklarının korunması ise, geç gerçekleşmiştir.
Medya Çalışanı ve Fikir İşçisi Tanımı
Medya çalışanı kavramı, kitle iletişim alanlarında istihdam edilen tüm çalışanları içerir. Bunun içerisine, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde haber üreterek veya idari hizmetlerde bulunarak faaliyet gösterenler de girmektedir. Buna göre, medya çalışanlarını iki ayrı grupta toplamak mümkündür: 1. Medyada bulunan profesyoneller, 2. Medyadaki fikir işçileri. Medya profesyonelleri, medya işletmelerinde çalışanların tümünü kapsar. Örgütün üst kısmında yer alan karar alıcı konumundaki kişiler ise, “medya elitleri” olarak tanımlanmaktadır.
“Fikir işçisi” olarak da adlandırılan gazeteciler ise, toplumdaki olayları aktaran, toplumu tarafsızca bilgilendiren, kamuoyu oluşturan kişilere denir.
Fikir işçilerinin mesleki ve sosyal hakları bazı ülkelerde yasal yolla; bazılarında ise, toplu sözleşme hakkı ile düzenlenmiştir. Türkiye’de 8 Haziran 1936 tarihli İş Kanunu fikir işçilerini kapsamaması nedeniyle ve 1949 yılında da fikir işçilerine yönelik bir kanun tasarısının hazırlanması ancak kanunlaştırılamaması nedeniyle, 13 Haziran 1952 tarihli ve 5953 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun” çıkarılmıştır. Bu kanun, 1954 yılında 6253 sayılı Kanunla ve 1961 yılında da 212 sayılı Kanunla değiştirilip fikir işçisi beden işçisi ayrımı kaldırılmış ve fikir işçileri de işçi sayılarak kanun kapsamına alınmıştır.
Türk mevzuatına göre, 5953 sayılı Basın İş Kanunu kapsamında gazeteci tanımı “Türkiye’de yayımlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarında her türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan” olarak yapılmıştır.
Basın işletmelerine bağlı olmadan habercilik mesleğini yerine getiren fikir işçilerine ise, “serbest gazeteci” denilmektedir. Serbest gazeteciler, bir işverene ya da işletmeye bağlı olmadan haber niteliği taşıyan bilgileri gazete, dergi, radyo, televizyon ve haber ajanslarına satarak geçimini sağlar. Bir işletmeye bağlı olmamak, serbest olarak çalışan fikir işçilerinin yasal anlamda korunmasız olmalarına ve sendikal haklardan yararlanamamalarına neden olur.
Basın Sendikacılığı
Beden ve fikir işçilerinin ekonomik, hukuki ve sosyal haklarını korumak ve geliştirmek amacıyla sendikalaşma anayasal güvence altına alınmıştır.
Türkiye’de sendikalaşma sürecinin tarihsel gelişimine bakıldığında, basın alanındaki ilk örgütlenme hareketlerinin gazetelerin üst yönetim kadroları tarafından desteklendiği görülmektedir. Ancak, 1980 sonrası medya sahipliğindeki değişimler, medya işletmelerinin holding sahiplerine devredilmesiyle üst yönetim kadroları, işveren çıkarlarını savunmaya başlamış ve sendikalaşma hareketi zayıflamıştır. Bu durum, Türkiye’de farklı ideolojik görüşlere sahip, çeşitli ve birbirinden kopuk gazeteci örgütlerinin oluşmasına neden olmuştur.
Basın sendikalarının temel amacı, medya çalışanlarının örgütlenme yoluyla yasal ve sosyal haklarının korunması, ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ifade özgürlüğünün sağlanması üzerine kuruludur. Basın sendikaları, üye olan medya çalışanlarına, mesleki eğitim, yönetime katılım hakkını tanımasının yanı sıra, sermayenin denetimine girme ve işsizlik gibi sorunları toplu sözleşmelerde belirtilen hükümler yoluyla çözmesiyle, basın çalışanlarının yasal ve sosyal anlamda korunmasını sağlamaktadır.
Yabancı ülkelerde sendika kurma fikri, ilk olarak 18. Yüzyılın başlarında İngiltere’de terzi ustaları tarafından çıkmıştır. O dönemdeki sendikalar, medya çalışanlarını ve fikir işçilerini kapsamamaktadır. Fikir işçilerinin haklarının sendikal hareketler çerçevesinde korunması ise, 19. yüzyılda gerçekleşmiştir.
Bu konuda ilk birlik, 1874 yılında İsveç’te kurulan İsveç Basın Birliği’dir. Daha sonra, basın çalışanları 1883’te İsviçre’de, 1900’de Danimarka’da örgütlenmiştir. 1907 yılında İngiltere’de kurulan Ulusal Gazeteciler Sendikası’nı, Almanya ve İtalya’daki örgütlenmeler takip etmiştir.
Türkiye’de basın sendikacılığının gelişimine baktığımızda ise, örgütlenme, hem biraz daha geç hem de kesintilere uğrayarak olmuştur. Özellikle siyasi baskılar sendikalaşmaya engel teşkil etmiş ve medya çalışanlarına yönelik sendikasızlaştırma çabaları, çalışanların ciddi sıkıntılar yaşamalarına neden olmuştur. Bununla birlikte, 1980 sonrası yaşanan tekelleşme olgusu, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada sendikaların güç kaybetmesine neden olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde 19. yüzyılın özellikle ikinci yarısıyla birlikte, çoğunlukla yabancı şirketlerde çalışan işçilerin içinde bulundukları ağır çalışma koşulları ve yüklü vergi sistemini protesto etmek amaçlı gerçekleştirdikleri başkaldırılar sendikal hareketlerin başlangıcı olarak kabul edilir. Ancak, her türlü örgütlenme ve hak arama girişimi sert tepkiler ile susturulmuştur. II. Abdülhamid döneminde ise, 23 Aralık 1876’da Türkiye’nin ilk Anayasası olan “Kanun-i Esasi” ilan edilmiş ve toplanma, dernek kurma özgürlüğünün sağlanması ile birlikte kısa bir özgürlük dönemi yaşanmıştır.
25 Eylül 1908’de ilan edilen “Tatili Eşgal Kanunu Muvakkati”, çalışanların dernek kurma hakkı ve grev yapma özgürlüklerini tamamen ortadan kaldırmıştır. İşçi sınıfının yanında yer alan kişiler “İttihat ve Terakki Partisi’nden ayrılarak, “Osmanlı Demokrat Fırkası” etrafında toplanmıştır. Buna karşın, işçi sınıfının haklarını koruyacak kanunların çıkmamasıyla, II. Abdülhamid Osmanlı Mebusan Meclisi’ni kapatarak iki farklı müdürlük altında sıkı bir sansür dönemi başlatmıştır. Bu müdürlükler, “Matbuat-ı Hariciye” ve “Matbuat-ı Dahiliye” yurtiçinde basılan ve yurtdışından gelen her türlü gazete ve dergiyi denetlemiştir. Bu dönem, basına uygulanan baskı yönetimi, sansür ve denetlemeler ile geçmiştir. Gazete ve her türlü basılı eserde “grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilak, kargaşalık, Makedonya, Girit, Kıbrıs” gibi kelimelerin kullanımı yasaklanmıştır. Bu kelimelerin kullanımı, gazetelerin kapatılması için yeterli sayılmıştır.
1908’li yıllarda, Jön Türklerin ülkede başlattıkları özgürlük havası, işçi örgütlenmeleri açısından umut verici olmuş ve cesaretlenmelerine neden olmuştur. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin getirdiği özgürlük havasıyla işçiler demiryolu grevleriyle Alman sermayedarlara; İstanbul Tramvay şirketindeki greviyle de Fransız sermayedarlara karşı haklarını aramışlardır.
Basın çalışanları açısından da ilk örgütlenme hareketleri, matbaa çalışanları tarafından yürütülmüştür. Bu dönemde, matbaa işçileri “Mürettibini Osmaniye Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Ancak, İstanbul’un işgali, Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ve sıkıyönetim ilan edilmesi, işçilerin grevle elde ettikleri hakların uygulanmamasına neden olmuştur. 1911 yılı Kasım ayında zor şartlar altında da olsa, “Selanik Matbaa İşçileri Grevi” gerçekleştirilmiş ve sendika kurulmuştur. Ancak, savaşın başlamasıyla her türlü örgütlenme sonuçsuz kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra, dernek kurma özgürlüğü 1924 Anayasası, Teşkilatı Esasiye Kanunu ile güvence altına alınmıştır.
Türkiye’de işçi ve işveren ilişkileri somut olarak ilk kez “1936 tarihli İş Kanunu” ile tanımlanmıştır. Ancak, bu kanuna göre, işçi tanımı fikir emeğiyle çalışanları kapsamamasından dolayı, basın çalışanları kanun dışında kalmıştır.
Basın çalışanlarını korumaya yönelik bu dönemdeki en önemli gelişme, 5953 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un temelini oluşturan “1938 tarihli, 5311 sayılı “Basın Birliği Kanunu’dur. Bu kanun kapsamında; fikir işçisi tanımı yapılır, kimlerin gazetecilik mesleğini yapabileceği belirlenir, yazılı anlaşma şartı getirilir, kıdem tazminatı ve iş feshine yönelik maddeler konulur, gazetecilerin staj sürelerini düzenleyici maddeler eklenir, gazetecilerin izin hakkı düzenlenir. Basın Birliği Kanunu’nun öngördüğü maddeler, ilk olarak Anadolu Ajansı tarafından uygulanmaya başlanmıştır. 1946 yılı, sendikal hareketlenmeler açısından önem taşımıştır. İşçi sendikaları kurulmuş ve işçilerin sosyal hakları açısından önemli adımlar atılmıştır. Öncelikle, “İstanbul Gazeteciler Cemiyeti” kurulmuştur.
1950 yılındaki iktidar değişikliği ile DP, devlet yönetimine gelmiştir. Ancak, muhalefetteyken vermiş olduğu grev hakkını, kendi iktidarı döneminde işçilere tanımamıştır. DP, grev hakkını yasallaştırmamış, sendikaları iktidara bağımlı hale getirmiştir. Ancak, gazetecilik mesleğinin kendine özgü çalışma koşullarının kanunla düzenlenmesi gerekliliği 13 Mayıs 1952 tarihinde, 5953 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un kabul edilmesi ve 26 Haziran 1952 tarihinde de yürürlüğe girmesine neden olmuştur. DP döneminde, basın özgürlüğünü kısıtlayan yasalar çıkmış, gazetelere yayın yasağı getirilmiş ve birçok gazeteci hapse atılmıştır. Dolayısıyla, 1952-1961 yılları, 5953 sayılı yasanın getirdiği hakların kullanılamadığı ve yasal değişiklik girişimlerinin sonuçsuz kaldığı bir dönem olarak tanımlanmıştır.
Türkiye’de gerçek anlamda sendikal hareket ve toplu pazarlık düzenine geçiş 334 sayılı, 1961 Anayasasının ilgili hükümlerine dayanılarak çıkarılan “275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu” ile başlamıştır. Böylece, fikir işçileri de diğer çalışanlar gibi 275 sayılı kanun ile grev yapma, sendika kurma, sendikaya üye olma, toplu iş sözleşmesi yapma haklarını elde etmiştir.
Basın sendikacılığında matbaa işçileri ile birlikte tüm basın işçilerinin beraber yer aldığı ve etkili olan grevler, teknik çalışanlar ile fikir işçilerinin aynı sendika altında toplanması düşüncesini doğurmuştur. Bununla birlikte, 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında yürürlüğe giren “10 Kasım 1983 tarihli İşkolu Tüzüğü”, bu iki işkolunu birbirinden ayırmış ve matbaa çalışanları ile gazetecileri aynı sendikada örgütlenme olanağını ortadan kaldırmıştır. Türk basın sektöründe, medya işletmelerinin kendilerine ait bir matbaalarının bulunmaması da, fikir işçileri ile matbaa çalışanlarının birlikte örgütlenmelerinin önünde önemli bir engel olması sağlanmıştır.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ile birlikte, yeniden basın sektöründeki baskılar artmıştır. Bu dönemde, sendikalara ve sendikalaşmaya yönelik ilgi oldukça azalmıştır. Türkiye Gazeteciler Sendikası, bir süreliğine kapatılmıştır. 1990 sonrası yıllar, gazetecilerin çoğunluğunun yasa ve toplu sözleşme haklarından vazgeçtiği, sendikalaşma çabası göstermediği, iş güvencesinin olmadığı ve tekelleşmeyle birlikte gazetecilik haklarını kullanamadığı bir dönem olmuştur.
Medya Çalışanlarının Yasal ve Sosyal Hakları
5953 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki İlişkilerin Tanzimi Hakkındaki Kanun” un 4. maddesinde, fikir işçisi ile medya işletmecisi arasında yazılı basın iş sözleşmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu yükümlülüğe uymayan işveren, her sözleşme için para cezasına mahkûm edilir. Böylece işin içeriği, ücret, fikir işçisinin kıdemi, iki yıllık çalışma sonunda elde edeceği zam miktarı, terfi, kıdem açıkça belirtilmiştir. Kanun, fikir işçisine belirli süreli olmayan sözleşmesini fesh etme hakkını tanımıştır. Fikir işçisinin, en az bir ay önce işverene yazılı ihbarda bulunması gerekir. Ancak, kanunun 11. maddesi, fikir işçisinin manevi çıkarlarının, şeref ve şöhretinin ihlal edildiği ya da medya işletmesinin kendi düşüncelerine aykırı bir tutum içerisinde olması durumunda da, bu bir aylık süreyi beklemeden sözleşmeyi fesh etme hakkını tanımaktadır. İşveren ise, sözleşme fesh ihbarını en az beş yıl çalışmış olan fikir işçilerine üç ay önce, beş yıldan az çalışmış olanlara ise bir ay önce yapmak zorundadır. Bununla birlikte, işveren ihbar sürelerine uymak istemediği takdirde; fikir işçisine çalıştığı sürelerin karşılığı olan her hizmet yılı için bir aylık ücret miktarında tazminat ödeyerek sözleşmeye son verebilir.
İşveren, kanunun 12. maddesine göre, gazetecinin uğradığı hastalık nedeniyle basın iş sözleşmesini iptal edemez. Ancak, hastalık altı aydan fazla uzamışsa, tazminat verilmek suretiyle sözleşmenin feshi yoluna gidebilir.
5953 sayılı kanun, medya çalışanlarının ücretlendirilmeleri konusunda önemli düzenlemeler getirmiştir. İşveren, fikir işçisine gördüğü hizmet karşılığında; basın iş sözleşmesinde belirtilen ücreti zamanında ödemekle yükümlüdür. Kararlaştırılan ücretin her ay ödenmesi 14. maddenin gereğidir. Ödeme yapılmadığı takdirde, her geçen gün için yüzde beş oranında fazla ödeme yapılması zorunludur. Her hizmet yılı sonunda, işveren elde ettiği kârın fikir işçisinin emeği karşılığı olarak en az bir aylık ücret karşılığı ikramiye vermek zorundadır. Fikir işçisinin ücreti, iki yılda bir arttırılır ve iki yıl hizmet veren çalışan terfiye hak kazanır. Öte yandan, günde sekiz saati aşan, ulusal bayram ve tatillerde yapılan çalışmalarda; medya işletmesi, fikir işçisine fazla mesai ücretini ödemekle yükümlüdür. Fazla mesai, günde üç saati geçemez ve ücreti normal çalışma saati ücretinin yüzde elli fazlasıdır. 24: 00’dan sonraki saatlerin ücretleri ise, bir katı fazlasıyla ödenir.
En az bir yıl bir basın işletmesinde çalışmış medya çalışanı, yılda dört hafta tam ücretli izin hakkına sahiptir. Bu rakam, on yıldan fazla çalışmış olanlar için altı haftadır. Kıdem hesabı ise, mesleki hizmet süresine göre yapılır. İzin hakkından feragat edilemez, gerekli izin veya izin ücretini ödemeyen işveren izin süresine karşılık gelen ücret miktarının iki katını çalışana ödemek zorundadır.
Medya çalışanlarının sosyal haklarının başında; örgütlenme, sendika kurma ve sendikaya üye olma gelmektedir. İşçileri, sendika kurmaya ya da bir sendikaya üye olmaya iten etkenlerin başında, işveren ile arasında bulunan bağımlı çalışma ilişkisi gelmektedir. Kaldı ki, emek ile sermaye arasındaki çatışma, işçinin kendisini korumak amacıyla bir örgütlenmeye gitmesini zorunlu kılar. Bununla birlikte, böylesi bir örgütlenmenin oluşabilmesi için, ülkenin hukuki şartlarının hazırlanması ve sendikaların kurulması da yasalar tarafından güvence altına alınmalıdır.
Anayasanın 51. maddesi ve Sendikalar Kanunu’nun 22. maddesi 1. fıkrası, çalışanlara sendikaya üye olma özgürlüğünü, aynı işkolundan birden çok sendikaya üye olunmadığı sürece tanır. Aynı şekilde, üye olunan sendikadan istenildiği zaman ayrılma hakkı da bu yasa ile tanınmıştır. Ancak, Anayasa’nın 13. maddesi, sendika özgürlüğüne bazı sınırlamalar getirmiştir. Bunlar, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü, milli egemenliği, kamu düzenini, genel asayişi, kamu yararını korumak amacıyla getirilmiş belirli sınırlamalardır.
Medya Çalışanlarının Korunması
Medya çalışanları, yasal haklarının korunması için İş Mahkemesine ya da İş Mahkemeleri’nin olmadığı yerlerde, genel mahkemelere başvurabilir. İş Mahkemeleri, işçiler ile işverenler arasında oluşan hak uyuşmazlıklarını çözmek için kurulmuştur. “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki 5953 sayılı Kanun” ile her türlü hukuki anlaşmazlık “5521 sayılı iş Mahkemeleri Kanunu” hükümlerine uygun olarak iş mahkemesinde görülür.
Barışçı çözüm, tarafların resmi arabuluculuğuyla bir anlaşmaya varmalarını sağlamak üzerine kuruludur. Anlaşma, toplu görüşme ile yürütülür. Kaldı ki, bu çabaların sonuç vermediği durumlarda, çalışanlar greve gidebilir. “Yüksek Hakem Kurulu’na başvurma, bir diğer barışçı çözüm arayışıdır. Grev ve lokavtın yasaklandığı işyerlerinde, Yüksek Hakem Kurulu’na başvurulması mümkündür.
Buraya kadar açıklanan çözüm yolları uzlaşmacı çözüm yollarıdır. Mücadeleci çözüm yolu ise, “grev”dir. Toplu iş sözleşmesi yapılması sırasında, çalışma şartlarını korumak ve düzeltmek amacıyla kanun hükümlerine uygun olarak yapılan grevler, “kanuni grev” olarak adlandırılır. Öte yandan, “siyasi amaçlı”, genel grev ve dayanışma grevi “kanun dışı grev”dir. Kanuni grev karşısında, işverenin “lokavt hakkı” mevcuttur. Kanunun 27 ve 28. maddelerinde, yasal grev ve lokavt kararları düzenlenmiştir. 2822 sayılı kanunun 26. maddesi “lokavt”ı, bir işyerinde faaliyetin tamamen durmasına neden olacak şekilde çalışanların topluca işten uzaklaştırılması olarak tanımlar. Lokavt halinde, faaliyetin tamamen durması şart koşulur. Kanun hükümlerine uygun olarak, toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması ve sendikanın grev kararı alması durumunda yapılan lokavt “kanuni lokavt”; siyasi amaçlı, genel ve dayanışma lokavtı ise, “kanun dışı lokavt”tır.