MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ - Ünite 2: Medyada Sahiplik Sorunu ve Tekelleşme Eğilimleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Medyada Sahiplik Sorunu ve Tekelleşme Eğilimleri
Giriş
Küreselleşme çerçevesinde gelişen ve değişen sermaye birikim yapısını, günümüzde en açık biçimiyle medya sektöründe gözlemleyebilmek mümkündür. Hem yerel ve ulusal hem de uluslararası alanda büyük sermaye medya alanına el atmış ve benzer iş disiplinlerini kullanan dev medya tekelleri ortaya çıkmıştır.
Medya Ve Ekonomi Politik Yaklaşım
1970’li yılların ilk yarısında medya sektöründeki gelişmelerle ilgili olarak Peter Golding ve Graham Murdock şu temel eğilimlere dikkat çekmiştir (Aktaran Adaklı, 2006):
- Konsolidasyon,
- Yoğunlaşma,
- Çeşitlendirme,
- Uluslararasılaşma.
“Konsolidasyon” kavramı, ödenme süresi ya da vadesi yaklaşmış kısa dönemli bir borcun, borçlunun ödeme gücünden yoksun olması nedeniyle orta ya da uzun dönemli borca dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Konsolidasyon, devletlerarası dış borçlar için söz konusu olabileceği gibi, devletin yurttaşlara olan iç borçları için de yapılabilir. Bu anlamda, konsolidasyon kavramı, devlet ile medya arasındaki karşılıklı kısa dönemli borçların, orta ve uzun dönemli ertelenmesini ifade etmektedir. “Yoğunlaşma” kavramı ise, tekelleşme anlamına gelmektedir. “Çeşitlendirme”, çapraz mülkiyet sahipliği ya da çapraz tekelleşme olarak tanımlanırken; “uluslararasılaşma” da, küreselleşme çerçevesinde medya alanındaki çokuluslu şirketlerin egemenliğini ifade etmektedir.
Geleneksel medya şirketlerinin, yeni iletişim teknolojilerinin yarattığı yeni olanaklarla birlikte geniş bir iletişim sektörü içerisinde eklemlendiği bu süreç, 1960’lı yıllardan başlayarak ekonomi politikçilerin ilgi alanına girmiştir. Herbert Schiller, 1960’lı yıllarda ortaya çıkan iletişim endüstrilerinin yoğunlaşması eğilimini, gelişmiş ülkeler için medyanın “özelleşmesi” ve “ticarileşmesi” olarak tanımlamıştır. Öte yandan, Schiller, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için ise bu durumu, “kültür emperyalizmi” kavramıyla açıklamıştır. Schiller, 1960’lı yıllarda gündemde olan “kültürel tahakküm” tezinin özgül bir tarihsel dönemde ortaya çıktığını ve bu dönemin kapandığını belirtmektedir. Buna karşın, Schiller, kültürel tahakkümün bütünüyle yok olmadığını vurgulamaktadır. Ona göre, günümüzdeki gelişmelerin geçmişle olan farkı, ulusal ve büyük ölçüde Amerikan medya iktidarının, ulusötesi şirketlerin otoritesinin bağımlılığı altına girmesidir (Aktaran Adaklı, 2006). Gerçekten de, günümüzde, film ve televizyon içerikleri, müzik, spor, konulu parklar, alışveriş merkezleri vb. kültürel ürünlerin tamamı, bütün dünyaya az sayıdaki medya tarafından dağıtılmaktadır.
Özelleştirme hareketi, genel olarak ABD’den başlayıp, 1980’li yıllarda tüm dünyaya yayılmıştır. “Özelleştirme” en genel anlamıyla, pazarın genişletilmesine ve girişimcilerin pazarda artan bir serbestlikle hareket edebilmelerine yönelik devlet müdahalelerini kapsamaktadır.
Ekonomik kriz sonrasında, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde oluşan yeni birikim yapısında “hizmet sektörü”, “artık değer” üretiminin yoğunlaştığı yeni alanlardan birisi olmuştur. Deborah Philips ve Alan Tomlinson’a (1992) göre, kültürel alan, “değişim değeri” üretimine açılmış bir alan olarak yapılanmıştır.
“Artık değer”, “artı değer” olarak da tanımlanmaktadır. Bir ürünün toplam değerinin, o ürünün üretimini gerçekleştiren işçilere ödenmeyen bölümü olarak tanımlanabilir. Kaldı ki, değerin, emek sahibine verilmeyen kısmı da, artık değeri açıklamaktadır. “Değişim değeri” ise, bir nesnenin ya da malın başka bir nesne ile değişimi/mübadelesi noktasındaki taşıdığı değer olarak tanımlanmaktadır.
Medyada Tekelleşme
“Tekelleşme”, gelişmiş sanayi ülkelerinde ekonomik planda yaygın olarak görülen bir olgudur. Özellikle, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Japonya ile İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi bazı Avrupa ülkelerinde tekelleşme eğilimleri daha yoğun gözlenmektedir.
“Tekelleşme” kavramsal olarak, herhangi bir üretim alanının tek elde tutulmasını, üretilen ürünün satışını tek elden yönetmesini ve ürünün fiyatına egemen olmasını ifade etmektedir (Nebiler, 1995). “Tekel” aynı zamanda, “tam rekabet durumu”nun karşıtıdır. “Oligopol” ise, az sayıda firmanın birlikte etkinlikte bulunduğu ve karşılıklı bağımlılığın söz konusu olduğu bir piyasa biçimidir.
“Tekelleşme eğilimi”, somut olarak, var olan firmaların büyüyüp gelişmesi, daha az büyük ya da daha az güçlü olanların ise, ortadan kaybolması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeyi, genel olarak ekonomik sistem yaratmaktadır. Sürekli kâr arayışı, işletmelerin ekonomik işleyişini zorunlu kılmaktadır. İşletmeler arası birleşmeler ve satın almalar da, bu gelişmenin doğal bir sonucu olarak kendini göstermektedir. Ekonomideki bu eğilim, o kadar artmıştır ki, uluslararası hale gelen şirketlerin gücü önemli ölçüde gelişmiştir.
Aslında, tekelleşme ya da yoğunlaşma kavramları kullanılırken; aynı zamanda, “eksik rekabet piyasası”na vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda, “monopoli, düopoli, oligopoli, yoğunlaşma” gibi kavramların aynı soruna dikkat çektiği belirtilmelidir. Var olan durumun “tekel” kavramına “tam” olarak denk gelmemesi, medya alanında tekelleşmenin olmadığı ya da tekelleşmeyle gelen sorunların yaşanmadığı gerçeğini gizleyememektedir. Medya alanında tekelleşme olgusu yaşanmaktadır ve bunun kabul edilmesi gerekmektedir.
Monopol (tekel), serbest rekabetin bulunmadığı piyasalarda, belli bir malın/hizmetin üretimi ya da ticaretinin tek kuruluşun elinde bulunması olarak tanımlanabilir. Kuramsal işleyişi ve sonuçları çerçevesinde monopole çok benzeyen “oligopol” (çoklu tekel) piyasası ise, az sayıda arz eden üretici/satıcı firma durumuyla tanımlanabilir. Üreticiler, tam rekabette olduğu gibi, homojen tek bir mal ya da tam tekelci rekabette olduğu gibi temel mamulün farklılaştırılmış türevlerini de satabilir. Söz konusu firma sayısının azlığını ifade eden belli bir rakam yoktur. Ancak, asgari sayı ikidir. Bu çerçevede, içinde yalnızca iki firmanın rekabet içinde bulunduğu piyasa yapısına “düopol” (ikili tekel) adı verilmektedir (Okuroğlu, 2012).
“Medyada yaşanan tekelleşme eğilimi” ise, bir medya şirketinin aynı alanda etkinlik gösteren bir diğer şirketi kendi kontrolü altına alabilecek orandaki bir payını satın alması şeklinde tanımlanabilir. Ancak tekelleşme olgusu, bu tanımın ötesinde çok daha karmaşık ilişki ve açıklamalara konu olabilecek yapılanmaları da doğurmaktadır.
Tekelleşmeye yol açan gelişmeler, farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Medya kurumlarının tek bir kontrol altında toplanması, çok farklı şekillerde gerçekleşebilmektedir:
- Satın almalar,
- Denetim altına almalar,
- Anlaşmalar,
- Birleşmeler,
- Mali ilişkiler
Bugün medya alanındaki tekelleşmelerden söz edildiğinde, genel olarak üç farklı gelişme anlaşılmaktadır. Bunlar, 1. Yatay tekelleşme, 2. Dikey tekelleşme, 3. Çapraz tekelleşme.
Medya alanında görülen en yaygın tekelleşme biçimlerinden biri olan “yatay tekelleşme”, Gülseren Adaklı (2006) tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Şirketlerin, belirli bir alt sektörde birden fazla ürünle ya da kuruluşla o sektördeki farklı hedef kitleleri ve dolayısıyla piyasayı kontrol etmeye çalışmalarıdır.” Örneğin, genel izleyiciye seslenen bir televizyon kanalının yanı sıra, bir de haber kanalı kurmak ya da farklı okuyuculara seslenen gazeteler çıkarmak bu tip tekelleşme örnekleridir.
“Dikey tekelleşme”, hammadde kaynağının ya da temel üretim girdilerinin sağlanmasından, üretimi tamamlanmış metanın tüketiciye ulaştırılmasına kadar süren üretim zincirinin bütün halkalarını kontrol etmeye dönük bir yoğunlaşma biçimidir. Üretim sürecinin tamamı, tek bir merkezden kontrol edilmeye başlandığında “dikey tekelleşme” eğilimi güç kazanmaktadır. Adaklı’ya (2006) göre, medya endüstrisi için en önemli etkenlerden biri “dağıtım”dır. Bir medya grubu, yayımladığı gazete ve dergileri, ülke genelinde dağıtabileceği bir ağ kurduğunda ya da var olan bir ağı satın aldığında, gazete ve dergi piyasasında dikey olarak bütünleşmeye başlamış demektir.
Doğan Grubu’nun gazete ve dergi piyasasındaki üstünlüğünü, Yay-Sat dağıtım şirketiyle pekiştirmesi buna örnek olarak verilebilir.
Tekelleşmenin üçüncü göstergesi olarak tanımlanan “çapraz tekelleşme/bütünleşme”, “çeşitlenme” ya da “çapraz mülkiyet”, önceleri tek bir kitle iletişim aracı çerçevesinde etkinlik gösteren kuruluşların, başka alanlara da el atarak etkinliklerini yaygınlaştırmalarıdır. Bu tür bir gelişme, birçok ülkede günlük basın, periyodik basın, kitap yayımcılığı alanlarından taşmış ve elektronik kitle iletişim araçları olan radyo-televizyon yayıncılığı ile internet yayıncılığını da kapsar bir nitelik kazanmıştır.
Medyada tekelleşme eğiliminin en önemli nedenlerinden biri, “ekonomik gelişmeler”dir. Tekelleşme eğilimi, öncelikle, çağdaş kapitalizmin özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Medya kuruluşlarında verimliliğin arttırılabilmesi ve en fazla kârın elde edilmesi arayışı, tekelleşmenin en önemli nedeni olarak görülmektedir.
Medyadaki tekelleşmenin bir diğer nedeni ise, gazetelerin diğer kitle iletişim araçları ile olan rekabetidir. Gazeteler; radyo, televizyon ve internet yayıncılığının gelişimiyle reklam gelirlerinin önemli bir bölümünü yitirmiştir. Özellikle, televizyon, normal olarak basına gelecek reklam gelirlerinin önemli bir bölümünü kendine çekmektedir. Bu etken, televizyona reklam almayan sınırlı sayıda ülke için aynı ölçüde geçerli sayılmasa bile, birçok ülke için önemini korumaktadır. Televizyon reklamlarının tekelleşme konusunda yarattığı etki, gelirlerin azalmasına yol açması yüzünden dolaylı bir etkidir.
“Tekelleşmenin yakın dönem etkileri”, her şeyden önce medya kuruluşlarının incelenmesini zorlaştırmaktadır. Karar vermenin tek bir kişiye ait olduğu, gazetenin kurucusu veya yakınları tarafından yönetildiği dönemler artık, çok gerilerde kalmıştır. Medya işletmelerinin karmaşık hale gelen yapısı ve sorunlarının artması, yönetimin artık, tek bir kişi tarafından gerçekleştirilmesini güçleştirmektedir. Bu yüzden, geleneksel kurucu-sahipyönetici ortadan kalkmıştır.
“Tekelleşmenin uzak dönem etkileri” konusunda ise, kısa sürede ortaya çıkabilecekler kadar net bir açıklık yoktur. Ancak, ilk olarak düşünülebilecek konu çalışanlarla ilgilidir. Tekelleşme süreciyle boyutları büyüyen medya kuruluşları, personeline küçük ünitelerden daha çok iş güvencesi olanakları sağlayabilir. Olumlu gibi görünen bu nokta, tekelleşme süreciyle çalışma olanaklarını yitirmeyenler için geçerlidir (Topuz vd., 1989).
Tekelleşmenin uzun dönemli etkilerinden en önemlisi, medya içeriklerindeki “tektipleşme”, diğer bir deyişle benzeşmedir. Tekelleşme, kültürel ürünün tektipleşmesine neden olmaktadır. W. Russell Neuman’a göre, çoğu insanın medyadan duyduğu ve gördüğü, dünya görüşü ve içerik açısından dikkat çekecek biçimde tektiptir ve bu yapısal bir sorundur.
Batı Ülkelerindeki Medya Ortamında Tekelleşme
Tekelleşmenin, teknoloji alanında ve siyasal yaşamda yarattığı izdüşümlere, son yıllarda yeni bir boyut olarak tekelleşmenin “uluslararası çerçevede ele alınması” eklenmiştir.
Medya alanında görülen tekelleşme, serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu Türkiye gibi diğer ülkelerde de gözlemlenmektedir. Tekelleşme eğilimi, her ülkede farklılıklar göstermektedir. Bunun temel nedeni ise, Batı’lı ülkelerde ekonomik yaşam her ne kadar kapitalizmin temel mantığına göre işlese de, ülkelerin kendilerine özgü siyasal, toplumsal ve kültürel özelliklerinden dolayı, temelde bazı işleyiş farklılıkları bulunmasıdır.
Şirket birleşmeleri ve satın almalar, iletişim şirketlerinin son dönemdeki en stratejik kararları arasına girmiştir. Telekomünikasyon, medya (gazete, dergi, kitap, televizyon, radyo, film, kaset vb.) ve internet alanlarının birbirine yakınsadığı/yöndeştiği iletişim sektöründe son yirmi yıl içerisinde şirket sayılarında gözlenen düşüş, yoğunlaşmanın boyutlarına ilişkin bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Bugün, küresel medya pazarı, temel olarak yedi çokuluslu şirketin egemenliği altındadır (Adaklı, 2006):
- Disney
- AOL-Time Warner
- Sony
- News Corporation
- Viacom
- Vivendi
- Bertelsmann
Uluslararası alandaki tekelleşme, Anthony Smith’in vurguladığı gibi, yukarıda sözü edilen büyük uluslararası şirketlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu şirketler, “dikey” olarak tekelleşerek, üretim ve dağıtım üzerinde mutlak olarak kontrol kurarlar. “Yatay” olarak tekelleşerek ise, medya ürünlerinin (yazılımından donanımına kadar) denetimini sağlarlar. Son olarak “küresel” olarak tekelleşerek de, uluslararası işbölümü çerçevesinde düşük maliyetli ve esnek olarak emeği, sermayeyi ve araştırma geliştirme etkinliklerini kullanmaktadır” (Aktaran Mosco, 1996).
İletişim endüstrisinde, “kuralların kaldırılması” olarak tanımlanan “deregülasyon” eğilimi, 1970’lerden başlayarak, özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki kamu yayıncılığı tekellerinin ortadan kalkması ve özel radyo ve televizyon yayıncılığının yaygınlaşmaya başlaması sürecini tanımlamak için kullanılmaktadır (Adaklı, 2006).
Sözü edilen dönemde, çokuluslu medya şirketleri, örgütsel yapıları üzerindeki pazar kontrolü ve sınırlamalara karşı “deregülasyon”u savunmuştur. Deregülasyon uygulamaları, iletişim alanında iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisi, uzun bir tarihsel geçmişe sahip olan kural ve kanunların, iletişim sektörünün çalışma koşullarında günlük pratiğe dönüşmüş olması nedeniyle gereksizleşmesi ve yasal düzenlemelerin iptal edilmesidir. İkincisi ise, kamu tekelciliğine dayanan sektörel yapının özelleştirmeler sonrasında işlevini yitirdiği durumlarda, yasal düzenlemelerin özel sermayenin istek ve gereksinimlerine uygun düşecek biçimde yenilenmesidir.
Günümüzde, medya endüstrisinin sınırlarını belirlemek giderek güçleşmektedir. Kaldı ki, sektörler arası geçişkenlik arttığı için, hangi sektörün nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek de eskisi kadar kolay olmamaktadır. Örneğin, radyo ve müzik klipleri endüstrisinin nerede başladığını ve müzik endüstrisinin nerede bittiğini söylemek giderek güçleşmektedir.
Sözü edilen bu durumu tanımlamak için, sıkça atıfta bulunulan “yöndeşme” (convergence) kavramı, temel olarak bilişim, telekomünikasyon ve geleneksel medya (kitap, gazete, dergi, radyo, televizyon vb.) alanlarının, hem teknik hem de sektörel düzeyde iç içe geçmesine işaret etmektedir. Bu kavram, ayrıca, medya alanındaki tekelleşme eğilimlerinin ulaştığı son nokta olarak değerlendirilmektedir (Adaklı, 2006).
Yöndeşmenin önemli göstergelerinden biri, ABD’de gerçekleşmiştir. 1999 yılında, o güne kadar yayıncılıkla ilgisi bulunmayan AT&T (American Telephone and Telegraph), bir anda kablolu televizyon sektörünün bir numaralı aktörü haline gelmiştir. ABD’de en büyük telefon hizmet sağlayıcı olan AT&T, küçük kablo şirketlerinin bileşiminden oluşan “MediaOne”ı 56 milyar dolara satın alarak, medya tarihindeki en büyük anlaşmaya imza atmıştır. Bununla birlikte, yöndeşme, sadece gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ilişkin bir olgu değildir. Aksine, Latin Amerika’dan Asya Pasifik’e kadar uzanan pek çok bölgede kurulan yeni pazarlarda gerçekleşen yöndeşme, bu bölgelerde de iletişim alanının stratejikleşmesinin önkoşullarından birini oluşturmaktadır.
Türkiye’de Medya Sahiplik Yapısındaki Değişim ve Tekelleşme
Türkiye’de 1980’li yıllara kadar olan dönemde, basının şekillenmesinde siyasal ve toplumsal etkenler belirleyici olmuştur. 1980’li yıllarla birlikte ise, belirleyiciliği ekonomik öğeler almıştır. Bu dönemde, basının içeriği ve toplumsal rolü üzerinde “ekonomik bağımlılıklar” önemli bir rol oynamıştır (Koloğlu, 1992).
1980’ler Türkiye’sinde, sermayenin medyaya girişini iktisadi anlamda özendirecek belli başlı nedenler şunlar olmuştur: Dördüncü gücü paylaşma, siyasi çevrelerde saygı görme ve elindeki silahla korkutma, bu sayede diğer sektörlerdeki yatırımların etkinliğini devlet ihaleleri alarak ve devlet bankası kredilerinden yararlanarak arttırma, devlet teşviklerinden ve diğer rantlardan öncelik kapma, medyayı diğer banka ve şirketlerin reklamlarında kullanma, medyayı kullanarak pazarlama faaliyetlerini arttırma, finans sektörünün gözde olduğu 1980 sonrası dönemde saygınlık ve güven isteyen finansçılıkta medyadan yararlanma (Sönmez, 1996).
Türkiye’de birkaç küçük gazete, radyo ve televizyon dışında kalan kitle iletişim araçlarının tümü, internet ortamına aktarılan gazeteler ve internet siteleri de dâhil olmak üzere; ülke medyasının yüzde 80’den fazlası, ekonominin hemen her alanında etkinlik gösteren holdinglerin kontrolünde bulunmaktadır (Tılıç, 2001).
Medya sahipliği yapısının Türkiye’deki en önemli üç halkası, büyük medya grupları arasında gerçekleştirilen “reklam” ve “dağıtım” aşamaları ile gruplar arasında gerçekleştirilen “anti-sendikal işbirliği”dir. Özellikle, yeniden şekillenen medya yapılanmasında, bankaların içinin boşaltılması şeklinde tanımlanan bankacılık sektöründe yaşanan krizin de önemli bir etkisi olmuştur.
1990’ların sonunda yayıncılık alanında “dört büyük holding” -Doğan, Ciner, Çukurova ve Uzan pazarın yaklaşık yüzde 80’nini ellerinde bulunduruyordu. Ancak, 2001 krizinden sonra, Türkiye ekonomisinde meydana gelen değişimler, ilk aşamada Doğan ve Ciner gruplarını hâkim konuma getirmiştir. Daha sonra, Uzan ve Ciner Grubu büyük ölçüde gücünü yitirmiştir. Bu süreçte, Doğuş Grubu ve Karamehmet ailesine ait Çukurova Grubu etkili olmayı sürdürmüştür. Sözü edilen dönemde, muhafazakâr sağ medya olarak “İhlas Grubu” ve “Albayrak Grubu” ise, tekelci bir eğilim göstererek güçlenmiştir.
Son yıllarda yaşanan el değiştirmelere karşın, medya sektörünün büyük çoğunluğu tekelleşmiş gruplara ait kalmayı sürdürmektedir. Sektörün yüzde 77’si, medya alanıyla birlikte çapraz mülkiyet ilişkisini gerçekleştirmektedir. Ayrıca, Anadolu kökenli sanayi ve inşaat grupları ise, daha küçük ölçekte medya sektörüne girmiştir. Bu arada, yabancı yatırımcıların sektörde kayda değer oranda pay sahibi olması dikkat çekicidir. Medya sektörü içerisinde, televizyon yayıncılığı orta-yüksek derecede mülkiyet yoğunlaşmasının; gazete yayıncılığı ise, orta derecede tekelleşmenin bulunduğu alt sektörlerdir (Sözeri ve Güney, 2011). Böylece, aktörlerin değiştiği ancak, genel sahiplik yapısının sürdüğü kabul edilebilir. Bankacılıktan tümüyle çekilen, telekomünikasyon alanındaki hisseleri de azalan ve yabancı ortaklarıyla sıkıntılar yaşayan “Çukurova Grubu”, varlığını halen sürdürmektedir. Garanti Bankası’nı, kriz ortamına karşın, elinde tutmayı başaran “Doğuş Grubu” da dört büyük içerisinde yer almaktadır.
Türkiye’deki medya sektöründe yaşanan önemli gelişmelerden biri de, sözü edilen dönemde sermayenin “ulusaşırı” hale gelmesidir. Başka bir deyişle, Türkiye’deki medya sektörünün küresel medya ile ortaklıklar kurulma noktasında bazı adımları atmış olmasıdır. Türkiye’deki medya sahiplerinin küreselleşme yönelimlerine ilişkin girişimler, 1980’li yıllarda Rupert Murdoch ve Robert Maxwell’in, Hachatte ve Europe-1 Grubu’nun, Türkiye’den günlük gazete, dergi, radyo ve televizyon istasyonları alma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha yakın bir geçmişte ise, İtalyan ve İspanyol dergi grupları, Türkiye medyasının bazı dergi gruplarına önce isim haklarını satmışlar, bir süre sonra da ortak olmuşlardır (Uluç, 2002). Halen süren bu ortaklıklar gereği, grubun Türk yöneticileri, örneğin yeni bir dergi yayımlamak için İtalyan ve İspanyol ortaklarının onayını almak zorundadırlar. Özellikle dergicilik alanında, küresel medya devleri ile kurulan ortaklıklar (Cosmo, Bazaar, Elle, Marie Claire, National Geographic, Traveller, Life, Business Week gibi dergiler) hep küreselleşme eğiliminin dışında kalmamak adına atılmış önemli adımlar olarak sunulmaktadır (Bıçakçı, 2001).
Bugün itibariyle, Türkiye’deki medya ortamına hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yaşanan tekelleşmeler ve yabancı medya kartelleriyle gerçekleştirilen ortak girişimler damgasını vurmuştur. Bu durum, 1980’li yıllarla birlikte toplumsal yaşamda belirgin hale gelen yeni sağ politikaların ruhu ile uyum sağlamaktadır. Kısacası, Türkiye’deki medya ortamı yeniden yapılanmıştır. Böylece, radyo ve televizyon yayıncılığı alanında devlet tekeli kalkmıştır. Bu süreci, medya dışı büyük sermayenin sektöre girmesi ve beraberinde medya içerikleri ile gazetecilik anlayışındaki önemli değişimler izlemiştir. Bu bağlamda, “Bab-ı Alî”deki geleneksel gazetecilik anlayışı dönüşerek, “endüstrileşen medya plaza”lara taşınmıştır.
Medyadaki yeni sahiplik yapısının çok farklı alanlara yönelmiş olan ekonomik ilgileri, zaman zaman birbiriyle çatışmaktadır. Kapitalizmin kurallarının bile tam anlamıyla işlemediği ve kuralsızlığın egemen olduğu Türkiye ekonomisi, medya patronlarının medya dışındaki ilgi alanlarındaki acımasız rekabetlerine de zemin hazırlamaktadır. Medya dışı alanlardaki rekabet, medya kuruluşlarının karşılıklı olarak cepheye sürüldüğü bir savaşa dönüşmektedir. Medya patronları arasındaki kavgaların gazeteciler aracılığıyla yürütülmesi, özellikle gazetecilik kimliğinin erozyonuna neden olmakta ve medyanın güvenilirliğini azaltmaktadır (Tılıç, 2001).
Türkiye’de medya alanındaki tekelleşme eğilimi şu olumsuz sonuçları da beraberinde getirmiştir: Medya kurumunun ve gazetecilerin özgürlüğü sorunu, medya ve demokrasi arasındaki ilişkinin olumsuz etkilenmesi, editöryal bağımsızlığın erozyona uğraması, haber üretiminde yeni bir sürece geçilmesi, yeni bir gazeteci tipinin doğuşu ve medyaya karşı bir güvensizliğin doğması (Özsever, 2004).
Bunun yanı sıra, Türkiye’de medya alanındaki tekelleşme eğiliminin önemli sonuçlarından biri de, medya ürünlerinin “tektipleşmesi” ve “metalaşması” olduğu ifade edilebilir. Magazine ilişkin programların ve basılı ürünlerin sayısındaki artışın yanı sıra, magazinleşme eğilimlerinin yaygınlık kazandığı medya metinlerinde; standartlaşma, homojenleşme, metalaşma, içerik düzeylerinin düşüklüğü vb. özellikler egemen bir görünüm sergilemektedir.