MEDYA SİYASET KÜLTÜR - Ünite 8: Medyada Cinsiyetçilik Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Medyada Cinsiyetçilik
Giriş
Medya, hem medya üretim alanındaki hem de toplumsal düzlemdeki iktidar mücadeleleri üzerinden söylemini oluşturur. İdeolojik olarak niteleyeceğimiz bu söylemlerin başında cinsiyetçilik gelmektedir.
Cinsiyetçi söylem, bir eşitsizlik söylemi olarak kabul edilir ve “Bir cinsin ya da cinsel eğilimin, diğeriyle eşit haklara sahip olduğunun reddi ya da bu hakları kullanmasının temsil düzeyinde engellenmesi, dolayısıyla da esas alınan cins ya da cinsel eğilimin diğerleri üzerindeki üstünlüğünün ön kabulü ve tahakkümünün meşrulaştırılması” olarak tanımlanabilir.
Açık ya da örtük biçimlere bürünebilen cinsiyetçilik, cinsiyet temelinde uygulanan bir ayrımcılıktır.
Toplumsal Cinsiyet
Toplumsal cinsiyet bağlamında yapılan çalışmalar, toplumlarda süregelen toplumsal cinsiyete ilişkin kalıpların, özellikle kadını olumsuz yönde etkilediğinin, kadının ikincil konumunu pekiştirdiğinin ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın yeniden üretildiğinin altını çizer. Toplumsal cinsiyet çalışmalarının dikkat çektiği bir diğer nokta, kadının kendi aleyhine olan bu süreçleri yeniden üretmek ve pekiştirmek bağlamında sergilediği aktif roldür.
Toplumsallaşma sürecinde edinilen toplumsal cinsiyete ilişkin algılar topluma, kültüre ve zamana göre farklılıklar göstermekle birlikte, sürekli olarak yeniden öğrenilmekte ve üretilmektedir. Bu açıdan, toplumsal cinsiyeti bir süreç olarak ele almak gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet, erkekler ve kadınlar arasında bedensel cinsel farklılıkların anlamını düzenleyen bir toplumsal örgütlenme ve ilişkiler örüntüsüdür. Toplumsal cinsiyet ilişkilerini toplumsal cinsiyet kavramının sorgulayıcı potansiyeli açısından ele aldığımızda, cinsiyete dayalı ayrımcılığın temelinde cinsiyete dayalı iş bölümünü görürüz.
Cinsiyetçi iş bölümü, cinsiyetin toplumsal olarak yapılandırılmasının merkezinde yer alır. Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünü, basitçe, kadınların ve erkeklerin toplumsallaşma süreci içinde yerine getirdikleri farklı işlevlerin bir bölümü gibi algılamaktan öte, iktidar ve otorite alanlarının kurgulanma ve işleyiş biçimlerinin ortaya çıktığı toplumsal bir pratik olarak ele almak gerekir. Toplumsal cinsiyet kavramını açıklarken üzerinde durulması gereken önemli kavramlardan;
- Biri toplumsal cinsiyet rolleri,
- Diğeri de stereotiplerdir.
Bu kavramlarla ilgili temel açıklamalar, medyadaki cinsiyetçi yaklaşımlarla ilgili doğru çözümlemeler yapma açısından yararlı görülmektedir.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Bireyin toplum içindeki konumu olarak bilinen rol kavramı, bireylerin toplumdan beklentilerini ve toplumsal yaşamın bireylere yüklediği görevleri tanımlamaktadır. Bir açıdan da bizim toplumdaki yerimizle belirlenen birçok davranış biçimine karşılık gelir.
Toplumsal değerler ve kültürel unsurlar aracılığıyla şekillenen toplumsal cinsiyet rolleri, egemen söylem çerçevesinde belirlenmektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından egemen olan söylem ise ataerkilliktir. Ataerkillik, erkeklerin sahip oldukları hukuk, siyaset, iktisat, ahlâk, bilim, tıp, moda, kültür, eğitim, medya gibi kurumsal ve ideolojik olanakları, kadınlar üzerindeki egemenlikleri yeniden üretmek amacıyla açık ya da örtük olarak kullandıkları bir sistemi ifade etmektedir.
Stereotipler
Stereotipler, bir sosyal grubun ya da onun üyelerinin nitelikleri hakkındaki inançlar ve düşüncelerdir. Aslında, stereotip, orijinal olarak 1798’de kazanılmış bir kavramdır. Bu tarihte, baskı tekniğiyle ilgili bir buluş olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra, kavramın kullanılması daha simgesel bir anlam içermiş ve “ genel ve fix edilmiş, bireysel işaret ve nitelik farklılığının olmadığı bir örneğe uyan şey, özellikle standartlaştırılmış zihinsel imgeler ” olarak tanımlanmıştır.
Medyada Cinsiyetçilik
Medyada cinsiyetçilik, temsil kavramı baz alınarak, iki düzlemde ele alınabilir. Bunlar;
- Her türlü medya metni içeriğindeki temsil ve
- Bu içerikleri üreten sektör çalışanları açısından temsildir.
Bu temsiller, kadınlığa ve erkekliğe atfedilen kültürel değer ve beklentileri ve egemen toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmektedir.
Cinsiyetçi bakış açısının sürdürülmesi ve meşruluk kazanmasında medyada çalışan profesyonellerin kimliği önemlidir. Bu yapılanmaya bakıldığında, genel olarak medyadaki mekanizmaların oluşturulma sürecindeki çalışma ve uygulama pratiklerinin erkekler tarafından belirlendiği görülmüştür. Burada da en önemli etkenlerden biri, medyada çalışan kadın profesyonellerin oranlarının düşüklüğüdür. Kadının aleyhinde bir görünüm sunan medyadaki cinsiyetçi yapılanma üzerine yapılan araştırmalar;
- Hem dikey,
- Hem de yatay olmak üzere iki yönlü bir ayrımcılıktan söz eder.
Dikey ayrımcılık, kadınların mesleklerinde yükselmelerini ve yönetici konumuna gelmelerini engelleyen görünmez kuralların ya da eğilimin varlığına ilişkindir. Yatay ayrımcılık ise, kadınların mesleklerini toplumsal cinsiyete göre ayrışmış alanlar doğrultusunda, başka bir deyişle, kadın alanı olarak kabul edilen sınırlar dahilinde yapmak zorunda olduklarına ilişkindir.
Medyanın bize sunduğu imgeler, dünyaya bakış açımızı ve değer yargılarımızı şekillendirirken, erkeklik ve kadınlıkla ilgili anlamların üretilme sürecine de katkıda bulunur. Bu bağlamda, ideal kadın ve erkek imgelerini tanımlayarak hâkim kültürel değerlere nasıl uyum sağlanacağını da gösterir.
Bir popüler kültür formu olarak niteleyeceğimiz medya metinleri, toplumsal cinsiyet temelli kimliklerin kültürel temsillerinin yeniden oluşturulduğu, üretildiği ya da değiştirildiği alanlardır. Egemen kadın ve erkek kategorilerinin ve cinsel farklılıkların yaratılması ve sürdürülmesi sürecine katkıda bulunur. Güç ilişkilerini de bünyesinde barındıran medya metinleri, böylelikle, kadın ve erkeklerin kimliklerini oluşturma sürecinde toplumsal cinsiyet rollerini öğrenebilecekleri önemli kaynaklar olur.
Televizyon: Toplumsal cinsiyetle ilgili hâkim değerlerin ve beklentilerin üretilmesinde çok önemli bir rolü olan televizyon, araştırmacılar açısından önemli ve büyük bir araştırma alanı haline gelmiştir.
Televizyon program türleri üzerine yapılan araştırmalar, bu programların bir kısmını erkeksi, bir kısmını ise kadınsı olarak değerlendirmiştir. Örneğin, macera filmleri, diziler, haberler erkekleri güç, otorite, saldırganlık ve teknoloji içinde tanımlar. Spor programları da, erkeklerin hâkimiyeti altındadır ve erkeklik değerlerini öğretir. Bu tür programlar, erkekleri rekabet, güç ve disiplin ilişkileri içinde tanımlar.
Gazete-Dergi: Gazetelerde de erkek egemen söylemin varlığı görülmektedir. Gazetelerdeki haberlere bakıldığında kadınların büyük oranda mağdur, kurban, bir erkeğin denetiminde, anne ve eş olarak temsil edildiği bulunmuştur.
Kadınlar, siyasetçi ya da meslek sahibi kişiler olarak konu oldukları durumlarda bile toplumdaki geleneksel rollerinden kopamamıştır. Söz konusu kimliklerden birine sahip olan kadınlar, habere konu edildiğinde kadın oldukları vurgulanmaktadır.
Reklam: Medya metni içeriğindeki cinsiyetçi söylemi incelerken üzerinde önemle durulması gereken bir mecra da reklamlardır. Reklamlardaki cinsiyetçi söylem, pek çok araştırmanın konusu olmuştur. Gazeteler, dergiler, televizyonlar ya da diğer iletişim araçlarında yer alan reklam metinlerinin içeriği aynı söylem doğrultusundadır. Reklamlardan kaçınmak mümkün değildir.
Etkileme gücü de düşünüldüğünde, reklamlar önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz istemesek de, her gün yüzlerce reklam imgesiyle karşılaşmaktayız. İnsanların karşısına bu denli sık çıkan başka hiçbir şey yoktur denilebilir. Hem çok sık karşılaşılması hem de hızlı temposu reklamlarda görülenlerin özellikle çocukların ve gençlerin zihinlerine daha kolay yerleşmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla, kadınlar ve erkeklerle ilgili imgeleri de bu süreç içinde değerlendirmek gerekmektedir.
Bazı araştırmacılar, reklamların bu yönde gücünü vurgulamak için, reklamların kadınlara ilişkin yarattığı görüntünün, bazen gerçek görüntünün önüne geçtiğini söylemektedir.
Sinema: Toplumsal gerçekliği inşa eden kültürel temsiller sisteminin içinde olan sinema, toplumsal yaşamın söylemlerini şifreleyerek, kendine özgü anlatılar içinde sunar. Sinema, bir temsil biçimi olarak egemen ideoloji ve eril iktidar tarafından biçimlendirilen bilinçdışının bakma ve görme biçimlerini inşa ediş yollarına ilişkin bakışları sergiler. Bu bağlamda, sinema, kadınlık ve erkekliğe ilişkin mitlerin yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir.
Sinemada kadının temsili ataerkil ideolojiye uyumludur. Ataerkillik kadın imgesini denetlerken, ona erkeklerce belirlenmiş bir işlev yükler. Sinemanın başlangıcından başlayarak kadın ve erkek rolleri hemen hemen aynı ve belli kalıplar içinde kalmıştır. Erkekler başarılarıyla ve güçleriyle, kadınlar ise erkeklerle olan ilişkileriyle tanımlanmaktadır. Temel karakter olduğu durumlarda kadın, edilgen, güzel, gizemli, anlaşılması güç bir varlık olarak ele alınırken, yan karakterlerde erkeğin tamamlayıcısı olarak konumlandırılır.
Güçlü kadın imgesinin çizildiği örneklerde ise hırslı, aç gözlü ve şehvet düşkünü gibi olumsuz nitelemeler yüklenerek “dişi şeytan” imajı altında ele alınır. Geleneksel popüler sinemaya nazaran kadını daha çok düşünen ve onu özgürleştirici kaygılar taşıyan sanat filmlerinde de geleneksel filmlerle kısmen benzerlik gösterecek biçimde kadınlar üzerinde daha incelikli, nitelikli ve örtük ideolojik egemenlik kurulmaktadır; ancak, erkek ve kadın yönetmenlerin bu anlamda yaklaşımları farklı olabilmektedir.
Erkek yönetmenler, kadını özel alana sıkıştırırken, kadın yönetmenlerin yönettikleri filmler ya özel/kamusal alan gibi karşıtlıkları eleştirecek biçimde, kadını özel alanda özgürleştirmekte ya da geleneksel ilişkileri yıkarak kadını kamusal alana yerleştirmektedir.
Yukarıda belirtilen geleneksel medyanın dışında, dijital kodlama sitemine dayanan yeni iletişim araçları artık, yaşamın her alanında yer almaktadır. Bu süreçte de “ yeni medya ” kavramı ile karşılaşırız. İnternet ortamı, i-pod, cep telefonu, dijital oyun vb. üzerinden gerçekleşen iletişim etkinliği bu bağlamda değerlendirilir. Kullanımı giderek artan ve pek çok amaca hizmet eden yeni medya ortamı üzerine, toplumsal cinsiyet açısından az da olsa birtakım araştırmalar yapılmaktadır.
Örneğin, Türkiye’de 2009 yılında Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan bir araştırmada 16-74 yaş arasında, bilgisayar ve internet kullanım oranları erkeklerde yüzde 55.5 ve yüzde 48.6; kadınlarda ise yüzde 30 ve yüzde 28 olarak bulunmuştur. Hiç internet kullanmamış kadınların oranı yüzde 32.3 iken erkeklerde bu oran yüzde 10.2’dir. Hanelerdeki duruma bakıldığında da, yüzde 48.4’ünde ailenin yetişkin oğlu, yüzde 34.6’sında baba, yüzde 30.3’ünde ailenin yetişkin kızı ve yalnızca yüzde 18’inde anne bilgisayar kullanmaktadır.
Dijital oyunlarla ilgili yapılan araştırmalarda varolan toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden inşa edildiği ve kadınların nesneleştirilmiş bir biçimde erkeklerden daha aşağı konumlarda temsil edildiği bulunmuştur.
Yeni medya ortamı, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren bir niteliğe sahip olmakla birlikte kadınlar için önemli kazanımlar sağlama potansiyeline sahip olarak da görülmektedir. Özellikle, elektronik yayıncılık, elektronik posta ile haberleşme, haber ve sohbet forumlarına katılma, internet üzerinden eğitim vb. olanaklar hem bireysel olarak kadınları hem de sivil toplum kadın örgütlerinin etkinliklerini desteklemekte ve yaygınlaştırmaktadır.