Medya ve İletişim - Ünite 4: İletişim Kuramları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: İletişim Kuramları
Giriş
Modern dünyada insanların yaşamı kitle iletişim araçları yaygın kullanımıyla medya ile kuşatılmıştır. Televizyonsuz bir hane tasavvur edemediğimiz gibi cep telefonu kullanmayan insan da düşünemiyoruz.
Medya kitlesel bir içerik üretimi ve tüketiminden çok daha fazlasıdır; örneğin medya aynı zaman da teknolojidir ve teknolojinin insan yaşamına etkileri, toplumsal yaşamda yol açtığı dönüşüm veya teknolojik gelişmeler bağlamında kültürel üretimin dinamikleri gibi pekçok soru medyaya ilgilidir.
Uydu teknolojisinin yayıncılık alanında kullanılmaya başlamasıyla dünyanın her yerinde yirmi dört saat sesli, görüntülü ve canlı yayın yapmak mümkün hale gelmiştir.
İçinde yaşadığımız toplum ve dünyaya dair bildiklerimizi önemli oranda medyadan ediniriz; medya bilgi, haber, eğlence ve sanat olmak üzere dışsal dünyada olan-bitene dair pekçok olay/konu hakkında bilgilendirir.
Öncü İletişim Çalışmalarının Ortaya Çıkıp Gelişimi
Medya ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlardaki önemli meseleleri ele alan önemli bir aktördür. Bu nedenle medya üzerine bilimsel araştırmalar yapılması toplum adına faydalı olacaktır. Merak uyandıran sorulardan bir tanesi medyada farklı türden programlar olmasına rağmen (haberler, diziler, reklamlar) medyanın nasıl homojen bir ideoloji üretebildiğidir. Bir diğer merak uyandıran soru ise medyanın farklı sosyo-kültürel özelliklere sahip insanlara nasıl aynı etkiyi yaptığıdır.
İletişim araştırmaları ilk kez Amerika’da sosyoloji ve psikoloji bölümlerinde gerçekleştirilmiş ve II. Dünya Savaşı sonrası iletişim ile ilgili araştırma merkezleri kurulmuştur. Özellikle iletişim konusu sanayi devrimi sonrasında kırdan kente gerçekleşen göç ile önemli hale gelmiştir. Dewey, 1925 yılında yayınladığı çalışmasında iletişimden “emsalsiz olarak araçsal ve emsalsiz olarak sonuldur” şeklinde bahsetmiştir ve demokrasi ile kitle iletişim araçları arasında doğrudan bir bağ olduğuna dikkat çekmiştir.
Kitle iletişim araçları ve medya kuruluşları eleştiri yaparak, çoğulcu demokrasinin korunmasını sağlamak ile sorumlu tutulmuştur. Medyaya “dördüncü güç” metaforu atfedilmiş ve medya, yasama, yargı ve yürütmeyi denetleyen bir güç olarak görülmüştür. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir artış gösteren iletişim araştırmaları güçlü etkiler dönemi (1890-1930), sınırlı etkiler dönemi (1930-1960) ve yeniden etkiler dönemi (1960’dan günümüze) olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
Güçlü Etkiler Dönemi
Bu dönemde, medyanın insanlar üzerinde istediği etkiyi yaptığını, medya mesajlarının tam hedefine ulaştığı, medyanın insanların tutum ve düşüncelerini istendik biçimde değiştirebileceği kabul edilmiştir. Bu nedenle de bu zaman diliminde geliştirilen kuramlara “Hipodermik Şırınga”, “Gümüş İğne” ve “Sihirli Mermi” gibi isimler verilmiştir. Tıpkı bir şırıngadan ilacın insan vücuduna enjekte edilmesi veya bir merminin yönünden sapmaksızın tam hedefine ulaşması gibi medya aracılığıyla insanların istenildiği gibi yönlendirilebileceği öne sürülmektedir. Uyaran-tepki modelinin ele alındığı bu dönemde, medya mesajları birer uyarıcı, izleyicilerin karşılıkları ise tepki olarak değerlendirilmiştir.
Radyo ve sinema ile geniş kitlelere hitap edebilme ve seri üretimin yapılması; kırsal bölgelerden kentlere gerçekleşen göç ve bu göçle insanların geleneklerinden kopması ve manipüle edilebilir olması, böylesi bir toplumda yaşayan insanların hayli savunmasız duruma düşerek medyanın etkilerine daha açık hale geldiğine inanılması ve II. Dünya Savaşı öncesinde Nazilerin radyoyu etkili kullanması medyanın insanlar üzerinde istediği etkiyi yaptığını açıklayan temel nedenler olmuştur.
Güçlü etkiler olarak adlandırılan ilk dönemin iletişim kuramlarında bireyler, sanayileşme ve kentleşmenin bir sonucu olarak medya programları karşısında hayli savunmasız ve edilgen olarak tasavvur edilmiş, medyanın insanları kısa vadede ve doğrudan rahatlıkla etkileyebileceği, insanların tutum ve düşüncelerinin istendik şekilde yönlendirilebileceği kabul edilmiştir. Ne var ki medyaya atfedilen böylesi abartılı güç için yeterli kanıt içeren araştırma ve kuramlar da yoktur. İlk döneme özgü çalışmalar sistemli bir kurama dönüşmemiş, dağınık ve medya etkisini abartan görüşler olarak kalmıştır.
Sınırlı Etkiler Dönemi
Sınırlı etkiler döneminde, medyanın insanlar üzerinde istediği etkiyi yaptığı görüşünden uzaklaşılmıştır. Bu görüşten uzaklaşmaya sebep olan gelişmeler ise Amerikalı askerlerle yapılan eğitim amaçlı çalışmalar ve 1940 ABD başkanlık seçimidir. Amerikalı araştırmacı Hovland, propagandanın etkilerini ölçmek için Amerikalı askerlere propaganda içerikli filmler izlettirmiştir. Ancak, propaganda içerikli filmleri izleyen askerlerin savaşma motivasyonunda herhangi bir değişiklik gözlenmemiştir. Lazarsfeld’in A.B.D başkanlık seçimlerinde yaptığı araştırmada ise siyasi partilerin propaganda içerikli iletişim kampanyalarının insanlar üzerinde farklı etki yaptığı ortaya çıkar. İnsanların tek tip olmaması ve farklı sosyo-ekonomik grupları temsil etmesi bunun sebebi olarak görülmüştür.
Bunun üzerine Lazarsfeld insanların medya içeriklerini kendi seçimlerine göre takip ettiğine ve medyanın insanların tutum ve davranışlarını bütünüyle değiştirmeyeceğine ve medyanın insanları farklı etkileyeceğine dikkat çekmiştir. Farklı etkilenmenin nedeni ise insanların farklı sınıf, bölge ve sosyo-ekonomik yapıya sahip olması ile açıklanır. Dolayısıyla herkesin aynı tarzda etkilendiği homojen bir toplum yoktur. Bu araştırmalar sonucunda Lazarsfeld ve ekibi medya etkileri konusunda aktifleme, güçlendirme ve değiştirme olmak üzere üç farklı ve önemli etki tespiti yapar.
İki Aşamalı Akış kuramını geliştiren Lazarsfeld, grup dinamiğinin ve eşik bekçilerinin insanları etkilemede daha etkin olduğunu öne sürmüştür. Örneğin, köy muhtarları, öğretmenler, aile büyükleri, aydınlar medyadan edindikleri bilgileri bir süzgeçten geçirerek ve kendi bakış açılarını da ekleyerek çevrelerini bilgilendirirler. Bu nedenle yüz yüze iletişimin etkisini koruduğu ve medyanın sınırlı etkilere sahip olduğu bu dönemde ortaya çıkmıştır.
İletişim çalışmalarında 1950’li yıllara gelindiğinde ise propaganda ve ikna olgularının dışında başka toplumsal konular da ele alınmıştır. Boş zaman, politik iknanın etkisi, çocukların ve gençlerin ihtiyaçlarının karşılanması ve korunması, kitle kültürünün erdemi ve medya endüstrisi bunların başlıcalarıdır.
Medya Gücünden Kuşku Duymamak: Yeniden Etki Çalışmak: Yeniden Etkiler Dönemi
1960’lı yıllarda televizyon yaygınlaşmış ve geniş kitleler tarafından kullanılır hale gelmiştir. Tiyatro ve sinemaya nazaran ucuz oluşu ve her ekonomik gruptan insana hitap edişi televizyonu insanlar açısından cazip hale getirmiş, siyasi iktidarlar ise televizyonu propaganda amaçlı kullanmaya başlamıştır. Bu nedenle televizyon ve insanlar üzerindeki etkileri araştırılmaya başlanmış ve hala geçerliliğini koruyan kullanımlar ve doyumlar kuramı, gündem belirleme, suskunluk sarmalı, yetiştirme/ekme kuramı ortaya atılmıştır.
Kullanımlar ve Doyumlar
Elihu Katz tarafından geliştirilen bu kuram “medya insanlara ne yapıyor?” sorusu yerine “insanlar medya ile ne yapıyor?” sorusunun sorulması gerektiğini öne sürmüştür.
Bu kuramla birlikte aktif izleyici olgusu kullanılmaya başlanır; aktif izleyici bireylerin birer pasif tüketici olmadığını; eğitim, yaş, toplumsal cinsiyet değişkenlerine bağlı olarak medya program türleri arasında kendi ihtiyaçları doğrultusunda seçim yaptıkları ve medyanın sonsuz ileti akışının olumsuz etkilerinden kendilerini koruyabildikleri öne sürülür.
Katz insanların medyayı toplumsal ve psikolojik ihtiyaçlarını gidermek için kullandığını belirtmiştir. Örneğin, insanların haber bültenlerini bilgilenme ihtiyacını tatmin etmek için, eğlence programlarını ise günlük hayatın stresinden kaçmak için izlediğine değinmiştir. Ayrıca, insanların bilinçli olarak medya programlarını tüketen pasif alıcılar olmadığı öne sürülmüştür. Bu nedenle, bu kuram, medyanın insanları istediği gibi manipüle edemeyeceği görüşündedir.
Bunun yanı sıra, insanların yaşı, cinsiyeti, sosyoekonomik durumu medya tüketiminde etkili olan unsurlardandır. Örneğin, kadınlar pembe dizilere yönelirken, erkekler spor programlarını tercih etmektedir. Ancak, bu kuram medya içeriklerinin her zaman insanların ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyeceğini öne sürer. Medya patronlarının çıkarları halkın ihtiyaçlarını karşılamanın önüne geçebilmektedir. Bu kurama göre, medya sektöründe yer alan kuruluş sayısının fazla olmasıyla izleyicilerin fazla seçeneğe ulaşması arasında bir bağlantı yoktur; çünkü hazırlanan programlar birbirlerine çok benzemektedir, aynı tip mesajlar iletmektedir ve reyting mücadelesi egemen olmaktadır.
Gündem Belirleme
Gündem belirleme kuramının öncü isimleri Amerikalı iletişim bilimciler Maxwell McCombs ve Donald L. Shaw’dır. McCombs ve Shaw seçim döneminde medya gündeminin, kararsız seçmenlerin oy verme kararlarını nasıl etkilediğini araştırmışlardır.
Dünyada her gün sayısız olay meydana gelmesine rağmen, medyanın gündemine girebilen olay sayısı sınırlıdır. Eşik bekçileri diye adlandırılan editör, yayın yönetmenleri gibi medya profesyonelleri hangi olayların haber olarak verileceğini belirleyen karar mekanizmalarıdır. İnsanlar medyanın belirlediği gündeme göre dünyada olup biten olayların önem sırasını öğrenmektedir. Ancak, medyanın yer vermediği olaylar halkın gündemine de girememektedir. Bu nedenle, gündem belirleme kuramı medyanın haberleri hazırlayış tarzı ve sunuş biçimiyle kamu gündemini belirlediğini öne sürmektedir. Medyanın gündemine aldığı olayların önem sırası da kamuoyunun önceliklerini belirlemektedir.
Farklı bir anlatımla, ülkedeki politik/siyasal gerçekliğin ne olduğunun tasvir edilmesinde medya önemli bir araçtır.
- Politik tasvir, haber odasındaki personel ve editörlerin seçtikleri ve kurguladıkları haber metinleri aracılığıyla gerçekleşir.
- Okurlar sadece «önemli» olaylardan haberdar olmaz; ne kadar “önem” taşıdığını da öğrenir.
Bu kuram, medyanın insanlar üzerindeki etkileme ve ikna gücünü ölçmekten ziyade medyanın toplumun gündemini şekillendirme ve insanları bilgilendirme gücü ile ilgilenmektedir. Medyanın olaylara ve konulara verdiği öncelik, kamuoyunda da önem ve öncelik kazanmaktadır. İzleyicilerin medya ile etkileşimi, izleyicilerim kamu sorunları algısı ile medya takibi arasındaki ilişkiyi nicel (amprik) olarak gösterebilmesi açılarından hayli başarılıdır.
Suskunluk Sarmalı
İnsanlar yaşadıkları toplumlarda belirli hedefler ve değerler etrafında toplanmaktadır. Yazılı olmayan yasalar için kullanılan kamuoyu kavramı toplumun çoğunluğu arasındaki uzlaşıdır. İnsanlar gözlemleriyle toplumda hangi fikirlerin kabul gördüğünü, hangi davranış biçimlerinin ise kabul görmediği konusunda bir fikir elde ederler. Suskunluk Sarmalı Kuramı insanların gözlemleri sonucu herhangi bir konuda azınlıkta kaldığını düşündüklerinde suskun kaldıklarını ve düşüncelerini açıklamadıklarını öne sürer. Suskunluk sarmalı kuramında; aşağıdaki varsayımlardan yola çıkılarak araştırmalar yapılır: Toplumdan dışlanma korkusu sebebiyle bireyler çevrelerindeki kişilerin görüşlerini öğrenmeye çalışırlar ve bu görüşlerin neticesine göre kendi tutum ve düşüncelerini açıklayıp açıklamamaya karar verirler. Bireyler, medyanın belirlediği gündemle hangi fikirlerin kabul görüp görmediği konusunda bir fikir sahibi olurlar. Fikirlerinin medya tarafından desteklendiğini gören kesimler fikirlerini açıklamada daha istekli olurken, fikirlerinin medya tarafından desteklenmediğini gören kesimler sessiz kalmayı tercih etmektedir.
Yetiştirme/Ekme Kuramı
Yetiştirme (cultivation) kuramı Amerika’da George Gerbner tarafından 1970’li yıllarda geliştirmeye başlamış, düşünür tarafından 1980’li yıllarda daha da genişletilmiştir. Gerbner, medyanın etkilerinin kısa vadeli değil uzun vadede açığa çıktığını belirtir ve bu etkinin de doğrudan değil toplumdaki başka dinamiklerin de etkisi ile dolaylı şekilde oluştuğunu belirtir. Yetiştirme kuramı medyanın toplumdaki rolünü sorgulayarak daha genel/makro bir analiz yapsa da özel olarak televizyondaki şiddetin etkilerini irdeler. Televizyon, yayın hayatına geçtiği her ülkede çok hızlı benimsenmiş ve hanelerin oturma odalarında baş köşeye yerleşmiş; hane halkının en temel boş zaman geçirme aracı olmuştur. Gerbner’a göre, medya insanlara sadece olayları anlatmamakta; aynı zamanda gelişmeleri nasıl yorumlamaları gerektiğini de söylemektedir.
Tarih öncesi çağlarda mitoloji, masallar gibi insanlara içinde yaşadığı dünyayı anlatan ve değer kazandırma amacı taşıyan sözlü kültürün öykü anlatım rolü artık televizyona ait tir. Çok televizyon seyreden insanların gerçek yaşama dair algısı farklılaşır; televizyonda gördüğü şiddetin ve olumsuz haberlerin etkisiyle “Kötü dünya sendromu”na yakalanır. Bu kuramı temel alarak yapılan araştırmalar, daha çok televizyon ve şiddet konusuna yoğunlaşmıştır. Çok fazla televizyon seyreden insanların, televizyon programları aracılığıyla verilen iletilerden az seyreden kişilere kıyasla daha çok etkilendiği ortaya çıkarılmıştır.
Eleştirel Medya Çalışmaları
Eleştirel Medya Çalışmaları Marksist bir bakış açısına sahiptir ve iletişim ve toplumsal iktidar arasındaki ilişkiyi inceler. Eleştirel Medya Çalışmaları, medyanın ideolojik olduğunu ve güç sahibi olan kişi veya kurumların sürekliliğini sağlamak için kültürel üretim yaptığına dikkat çeker. Başlıca eleştirel medya çalışmaları, Frankfurt Okulu, ekonomi-politik yaklaşım, yapısalcılık ve göstergebilim ve kültürel çalışmalardır.
Frankfurt Okulu
1923 yılında Frankfurt’ta kurulan Frankfurt Okulu’nun başlıca düşünürleri Max Horkheimer ve Theodor Adorno’dur. 1933 yılında Hitler’in Almanya’daki hâkimiyeti sonucu okul Amerika’ya taşınmış, 1942 yılında ise tekrar Frankfurt’ta faaliyetlerine devam etmiştir. Frankfurt Okulu kapitalizmin bir kitle kültürü ve kitle insanı oluşturduğuna vurgu yapar ve okulunun çalışmalarında ekonomik yapı, yoksulluk, işsizlik ve emek sömürüsü gibi Marksizm’in bilimsel açıklamaları değil yabancılaşma, fetişizm ve sahte bilinç gibi eleştirel kavramlarını kullanırlar.
Frankfurt Okulu düşünürlerine göre kapitalizm iş ortamında rekabet yaratmasıyla aile yapısının bozulmasına sebep olmuş ve insanların boş zamanlarını doldurmuştur. Yine Frankfurt Okulu düşünürlerine göre, insanlar kendi tercihleriyle hareket edemez hale gelmiştir aksine sosyal mekanizmalar tarafından hayatları şekillenmektedir.
Frankfurt Okulu düşünürleri, insanların yalnızlaştığını ve kendilerine yabancılaştığını, köklerinden koparıldığını öne sürer. Bu nedenle savunmasız hale gelen bireyler, kitle iletişim araçlarıyla kolayca kontrol edilebilir. Kültür endüstrisi kavramını ortaya atan Frankfurt Okulu düşünürleri, kültürel üretimle insanların boş hayaller peşinde koşmaya teşvik edildiğini ve medyanın sunduğu karakterlerle insanlara umut aşılandığını öne sürmektedir. Yeşilçam filmlerinde işlenen fakir kızın ve erkeğin talihinin bir anda değişmesi ve zengin olmaları buna bir örnektir. Kültür endüstrisinin yanında tüketim kültürü de Frankfurt Okulu düşünürleri tarafından ele alınır. Adorno’ya göre tüketim kültürü içerisinde tüketiciler, tüketim yapması gereken birer nesne konumundadır.
Ekonomi-Politik
Ekonomi politik yaklaşım, Klasik Marksizm’in temellerine dayanır. Üretim güçleri kimin elindeyse, halk üzerinde egemenlik kurabilecek ayrıcalıklı sınıf o kişilerdir. Bu nedenle, medya patronları kendi ekonomik ve politik gündemlerini belirleyebilme ayrıcalığına sahiptir. 1990’lı yıllarda Amerikan medyası özel şirketlerin egemenliğine girmiştir ve bu şirketlerin sahipleri medyayı para kazanmanın yanı sıra ideolojileri yansıtmak ve kendi çıkar ilişkilerini korumak için kullanmışlardır. Bunun yanı sıra, medya patronları maaş karşılığında gazetecilerin entelektüel fikirlerini satın almaktadır. Gazetecilerin entelektüel fikirleri teknik üretim sürecinden geçtikten sonra kitlelere satılmaktadır. Bu süreç kültürel bir üretimin metalaştığının göstergesidir.
Çakmur a göre; medyanın artı değer üretimi amaçlı olarak rakipleri arasında en yüksek reytinge ulaşmak ister. Reyting rakamları paralelinde reklam gelirini elde eder; bu noktada izleyicilerin kendileri de metalaşmış olur. Frankfurt okulu düşünürlerinin kültür endüstrisi kavramı ile anlatmaya çalıştığı medya içeriklerinin herkesin anlayabileceği, sadece eğlenme ve kapitalist sistemin tüketim eksenli yaşamayı salık verdiği içerikler işte bu reyting alma ve bu yolla reklam gelirini artırma amacına sahiptir.
Daha katı ekonomi politikçi olan Garnham’a göre ise medya profesyonellerinin özerkliği diye bir şey yoktur; bu yanıltıcı bir bakıştır.
Yapısalcılık ve Göstergebilim
Yapısalcılık, toplumu çözümlemeye çalışan bir yaklaşımdır. Medya metinleri mitlerden ve işaretlerden meydana gelmektedir. Medya anlatılarının içerikleri çözümlenerek içinde yaşanılan toplumla ilişkisi açıklanmaya ve toplumsal denetimin etkisi ortaya çıkarılmaya çalışılır. Göstergebilim ise medyanın anlam dünyasını dil aracılığıyla çözümleyen bir yaklaşımdır. Göstergebilim reklam afişleri, mimari düzenlemeler, yazın, resim, müzik, ses, görüntü gibi gereçlerin oluşturduğu anlama odaklanır.
İnsan varlığı iletişim kurmak için gösterge üretir. En önemli ve gelişkin gösterge dizgesi dildir. Ayrıca sözsüz iletişimde kullanılan çeşitli jestler (el, kol, baş hareketleri), sağır-dilsiz alfabesi, trafik işaretleri, flamalar ve bayraklar, reklam afişleri, giyim-kuşam kodları, mimari düzenlemeleri, yazın, resim, müzik gibi çeşitli birimlerden oluşan ve ses, yazı, görüntü, hareket gibi gereçler vasıtasıyla oluşturulan dizgelerin tümü insan iletişiminin anlamlı bütünün birer parçasıdır. Dolayısıyla göstergebilim, sadece dilsel göstergeleri değil, temsilî olan ve anlamlı bir bütün oluşturan her şeyi inceler.
Göstergebilim ile ilgilenen sosyal bilimciler Pierce, Saussure, C.L Strauss, Roland Barthes ve John Fiske’dir. Pierce gösterge kavramını ortaya koyarken, Saussure dilbilim çalışmalarıyla alana katkıda bulunmuştur. C.L. Strauss antropolojik bir yaklaşımda bulunurken, popüler kültür çözümlemeleriyle Roland Barthes ve John Fiske göstergebilime katkıda bulunmuştur. Paris-Match dergisinin ön kapağında yer alan siyahi askerin Fransız bayrağını selamlamasını Barthes’ın yaptığı önemli gösterge bilimsel okumalardan biridir.
Kültürel Çalışmalar
Toplumsal ve kültürel yapıdaki eşitsizliği ortaya çıkarmaya çalışan kültürel çalışmalar İngiltere’nin Birmingham Üniversitesi Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin öncülüğünde başlamıştır. Kısa sürede Avrupa dışına da yayılan kültürel çalışmalar medya, kültür ve toplum analizleri yapmayı sağlamıştır. 1960’lar ve 70’ler boyunca klasik Marksist altyapı/üstyapı formülünün veya ekonomik determinizm yumuşatılması, kültür kuramı bağlamında da ideoloji olgusunun yeniden kavramlaştırılması iletişim araştırmalarında önemli bir açılımdır. 1970’li ve 1980’li yıllardaysa, Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin, özellikle yapısalcı Marksist bakış açısıyla, dilbilimsel gelişmelerin ışığında ideoloji, dil ve özne sorunsalına, dinamik ve bütüncül bir yaklaşım geliştirir. Kültürel çalışmalar, metin odaklı çözümlemeler yapmakta; metinde iktidarın kuruluşunu ve medya metinlerine sızan bu iktidarın toplumsal denetim işlevini açığa çıkarmaya çalışır.
Kültürel çalışmalar, disiplinlerarası bir çalışma alanıdır. Kültür sosyoloğu Raymond Williams’ın görüşlerinden, metinlerarasılık kavramıyla Bakhtin, yapılsalcılık sonrası tartışmalarıyla Barthes, hegemonya tartışmalarıyla Gramsci, ideoloji teorisiyle Althusser ve psikanaliz tartışmalarıyla Lacan ve Freud okumaları kültürel çalışmaların ele aldığı temel konulardan bazılarıdır. Popüler kültür, etnik kimlik ve göç kültürel çalışmaların incelediği konular arasındadır. Kültürel çalışmalar kültürü bir mücadele alanı olarak görür. Bu sadece kültürel bir çatışmayla ifade edilebilecek bir olgu değildir aynı zamanda politik bir mücadeledir. Popüler kültür aracılığıyla yapılan her üretim estetik kaygılar taşımasa da egemen güce karşı yapılan bir tavır almadır.
Kültürel çalışmalar perspektifinden medya analizleri yapan araştırmacılara göre, medyanın temel işlevlerinden biri kültürdeki sınırları korumaktır. Toplumsal çıkarları bütünleştirmek için bazı görüş ve değerler kabul edilebilirlik sınırları içinde kabul edilirken, diğerleri meşru olmayanlar veya sapkınlık biçiminde tanımlanmaktadır. Böylelikle var olan toplumsal kurallar yeniden onaylanmakta, kültürün sınırları çizilmekte ve tanımlanmaktadır.
Feminist Medya Çalışmaları
Kadınların tarihsel süreçteki görünmezliklerine dikkat çekmek için ortaya çıkan feminist medya çalışmaları toplumsal yaşamda iktidar sorununu ele almıştır. Kadın ve erkekler arasındaki işbölümü ve toplumsal cinsiyet konuları feminist medya çalışmalarıyla tartışılır hale gelmiştir. Feminist hareket içerisindeki kadınların üniversitelerde yer almalarıyla birlikte feminist çalışmalar bir disiplin olarak da üniversitelerde çalışılmaya başlanmıştır. Feminist medya çalışmaları medyanın kadınları ve deneyimlerini yok saydığını öne sürmüş ve kadınları güçlü bir konuma taşımaya çalışmıştır. Kadınların medyada nasıl sunulduğunu inceleyen feminist medya çalışmaları, kadınların ikincil bir önemle haberleştirildiğine dikkat çeker.
Feminist medya çalışmalarının amaçları şöyle özetlenebilir:
- Kadınların nasıl ve neden baskı altında tutulduğunu anlamaya çalışan analizler.
- Kadınların özgürleştiği ve cinsiyet rollerine ilişkin kalıp yargıların ortadan kalktığı bir toplum hayali.
- Kadının baskılanmasını toplumun temel çelişkisi olarak kavrayan bir dünya görüşü (DuBois 1971).
Medyada Kadın Çalışanlar ve Cam Tavan
Medya sektöründe çalışan kadınlara bakıldığında ise çoğunun 25 yaşının altında, üniversite mezunu, kentli, bekâr, erkeklere göre daha düşük maaşlara çalışan kadınlar olduğu göze çarpmaktadır. Kadın gazetecilerin ele aldığı konular ise genellikle eğitim, sağlık ve kültür ile sınırlanmaktadır. Kadın gazeteciler haber merkezlerinde çalışmak yerine genellikle sohbet programları sunmaktadır. Kadınlar sinema sektöründe de çoğunlukla oyuncu rolündedir, yönetmen ve senarist kadın sayısı oldukça azdır.
Friedan (1983) kadınların medyadaki temsiline değin üç temel tespitte bulunur:
- Medya kuruluşlarında çok az kadın gazeteci etkili pozisyonlardadır.
- Medya içerikleri toplumsal yaşamda kadınların statülerini tahrip eder; rol modeli konumundaki kadınlara yer vermez.
- Kadın başarılarıyla medyada yer almaz; seks nesnesi veya iyi anne, fedakâr eş gibi geleneksel roller ile temsil edilir.
Tuchman ve Friedan’ın medyada kadının nasıl sunulduğunu mesele edinmelerinin ve kendi dönemleri içerisinde çığır açıcı çalışmaları kaleme almalarının nedeni medyanın –gazete, dergi ve televizyonlarıngençlerin beklenti, arzu ve ihtiyaçlarının şekillenmesinde hayli etkili bir role sahip olmasıdır.
Medya sektöründe çalışan kadın sayısında bir artış olsa da üst düzey yönetici konumundaki kadınlara nadiren rastlanmaktadır. Kadınlara üst düzey yönetici koltuklarının verilmemesi “cam tavan” kavramıyla açıklanmaktadır.
Medyanın Eril Haber Öyküleri
Medyada ekonomi, politika gibi haberler erkeklerin bakış açısından yansıtılırken, moda ve sanat dünyası gibi konular kadınların bakış açısıyla sunulur. Medyada kadınlar çoğunlukla magazinsel konularla ele alınmakta veya ev içerisinde gösterilmektedir.
Haberler büyük çoğunlukla “erkek erkeğe konuşmalardır” ve/ veya “haberler sadece erkekler hakkında ve erkekler tarafından üretilmekle kalmaz, neredeyse tümüyle erkekler tarafından izlenir”. Haberlerde yer alan uzman, görgü tanığı, sahada bilgi toplayan muhabir veya stüdyoda sunan aktörler ağırlıklı olarak erkektir.
Medyada kadınlar anne ve eş olarak, cinsel nesne olarak ve şiddete maruz kadınlar olarak temsil edilmektedir. Bunun yanı sıra, medya kadınlara çeşitli öğütler vermektedir. Bu mesajların bazıları fit bir vücuda sahip olmak, başarılı olmak için çok çalışmak ve erkeklerin desteğini almaktır. Kadınlar dünya nüfusunun %52’sini oluşturmaktadır buna rağmen medyada temsil oranları %21’dir. Yapılan araştırmalar kadınların televizyonda %22, gazetede %21, radyoda ise %17 oranında temsil edildiğini göstermiştir. Sonuç olarak, kadınlar medyada çok az bir oranda temsil edilmektedir.
Türkiye’deki medyada yapılan bir araştırmada medyada kadınların sunumunda dört temel kategori tespit edilmiştir:
- Anne ve eş olarak kadın
- Cinsel nesne olarak kadın
- Şiddete eyleminin hedefi olarak kadınlar:
- Farklı kadınlık durumlarının “dişilik temelinde” toplanması ve kadınlara öğütler.