MEDYADA ÇALIŞMA HAYATI - Ünite 5: Basında Çalışma Hayatının Temel Sorunları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Basında Çalışma Hayatının Temel Sorunları

Giriş

Türkiye’de 80’li yılların başlangıç noktası 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbedir. Darbenin siyasi, sosyal ve ekonomik pek çok yansıması olmuş ve tüm sektörler gibi basın sektörü de yaşanan değişimlerden etkilenmiş ve geçmişten farklı bambaşka bir yola sürüklenmiştir. Yaşanan sıkıyönetim ortamı, öncelikle haber içeriklerini ve yönelimlerini etkilemiş daha az politik, yöneticileri rahatsız etmeyecek ve küresel ideolojinin yörüngesinde yeni bir gazetecilik söylemi doğmuştur. 80’li yıllarla birlikte Türkiye aynı zamanda küreselleşme sürecine dâhil olmuş ve bu ortamın etkilerinin en yoğun yaşandığı yerlerin başında da basın gelmiştir. Küreselleşme kapitalizmin gelişme sürecindeki bir aşamadır ve 70’li yılların sonundan itibaren bütün dünyayı etkisi altına almış ve dünyayı adeta bütünleşik tek bir pazar hâline getirmiştir. Küreselleşme salt ekonomik bir oluşum değildir; siyasi, sosyolojik, iletişimsel ve ideolojik boyutları da olan bir süreci ifade etmektedir. Küreselleşme ile birlikte yabancı sermaye tüm sektörlere bir pazar gözü ile bakmış, çeşitli ortaklıklar meydana gelmiş ve piyasalar bu uluslararası kurallara göre yeniden düzenlenmiştir. Küreselleşeme ile birlikte basında tekeller oluşmuş, holdingler gazeteleri ele geçirmiş ve küçük ölçekli firmalar basın ortamından çekilmek zorunda kalmıştır. Mülkiyet yapısında meydana gelen büyük değişim, basında çalışma hayatını ve çalışanları da etkilemiş ve bu ortam çeşitli sorunları beraberinde getirmiştir.

Tekelleşmenin Çalışanlar Üzerindeki Etkileri

Basın sektörü, özellikle 80’li yılların başlarından itibaren hem teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, hem de basının büyük bir sanayi kolu hâline dönüşmesiyle birlikte büyük hol-dinglerin etkisi altına girmiş ve kısa sürede tekelleşme nin etkilerini en yoğun düzeyde yaşamıştır. Artan maliyetler ve daralan piyasa nedeniyle küçük şirketlerin basın alanına girmesi zorlaşmış ve gizil bir el gibi tekel grupları piyasayı yönlendirmiştir.

Tekelleşme: Bir malın yapımının yalnızca bir kuruluşun elinde bulunduğu durum.

Artan maliyetler ve daralan piyasa nedeniyle küçük şirketlerin basın alanına girmesi zorlaşmış ve gizil bir el gibi tekel grupları piyasayı yönlendirmiştir.

Tekelleşme ile birlikte basın çalışanlarının çalışabilecekleri alanlar daraltılmış bu da fikir işçilerinin mevcut sisteme uyumlanmalarını beraberinde getirmiştir. Çalışılabilecek yayın gruplarının azlığı, zaman zaman patronların yaptıkları centilmenlik anlaşmaları gazetecilik hareket kabiliyetlerini olumsuz etkilemiş ve daha güdümlü bir medya ortamının doğmasına neden olmuştur. Tekelleşme işle birlikte görece daha küçük ve bağımsız şirketler medya piyasasına ayakta duramamış ve ortam büyük, hatta çok uluslu büyük holdinglere kalmıştır. Gazeteciler böyle bir ortamda ister istemez tekellerin davranış kodlarını benimsemek zorunda kalmış bu da hem çalışma hem de basın özgürlüğünü ciddi oranda tehdit etmiştir.

İşletme Yapılarının Holdingleşmesi ve Otosansürün Gelişmesi

80’lerin ortalarından itibaren Türk medyası farklı bir nehir yatağında akmaktadır. Bu yeni dönemde medya artık bir sanayi kompleksi içinde yeniden üretimi sağlamaktadır. Bu yeni dönemde, medya dışı sermaye sektöre, herhangi bir sanayiye girer gibi girer ve bunun kurallarını da taşırken sektörün eskilerine de aynı kurallarla ve bir sanayi kompleksi çerçevesinde üretimi realize etme ya da sektörü terk etme şartlarını empoze etmiş olmuştur (Sönmez, 1996). 80’li yıllar, özellikle 90’lı yıllarla birlikte medya sektörüne hâkim olan sermaye tamamen basın dışı sermayedir. Pek çok iş kolunda şirketi olan büyük holdingler, medyaya stratejik bir araç muamelesi yapmakta ve yüksek rekabet ortamında süreç daima güçlülerin lehine işlemektedir. Bu arada holdingler sadece gazete veya televizyonla da yetinmemekte, medyanın tüm alanlarında yer sahibi olma çabası içine girmekte, dolayısıyla alanın tüm boyutlarına hâkim olan pek çok tekel ortaya çıkmaktadır. Bugün ülke medyasının hemen hemen tümü büyük holdinglerin kontrolü altındadır ve bu şartlarda bağımsız habercilik yapmak gitgide zorlaşmaktadır. Medyayı hem kendi holdinglerinin reklamı hem de siyasi güç elde etmek için bir ‘silah’ olarak kullanan bu basın kuruluşları medyanın kamusal misyonunu gözetmek yerine, kendi şirketlerinin ticari haklarını savunmakta dolayısıyla basının kamusal misyonu önemli ölçüde arızaya uğramaktadır.

80’li yıllarla birlikte mülkiyet yapısının yanı sıra medya alanında yatırımda bulunan sermayenin kompozisyonu da değişmiştir. Basın dışı alanlardan aktarılan ve daha çok bankacılık ve müteahhitlik sektörlerinden kaynaklanan sermaye ile bütünleşen medya kuruluşları, salt yayıncılık dışında da her türlü enformasyon üretimi ve dağıtımını kap-sayan bir çeşitlilik içinde ve tümüyle piyasa koşullarına göre faaliyet göstermeye başlamışlardır. Daha başlangıcından itibaren bir ticari ve sanayi etkinlik olarak işleyen kitle iletişimi günümüzde ekonominin en geniş ve en dinamik dolayısıyla sermayenin en gözde sektörlerinden biri hâline gelmiştir. Medya günümüzde, sosyal ve siyasal düzeyde yüksek etkileme potansiyeli yanı sıra, geçmişteki durumun tam aksine, kârlılık oranı çok yüksek bir yatırım alanıdır. Oysa basın (medya) kuruluşlarının işleyişinin salt piyasa koşullarına bırakılıp bırakılamayacağı öteden beri, liberal görüş çerçevesinde dahi, önemli bir tartışma ve demokrasi mücadelesinin temel bir konusudur. Ayrıca son zamanlar-da, medya gruplarının ve medya alanına sonradan giren holdinglerin yeni iletişim teknolojileri ve araçları alanına da yayıldıkları ve başta bu alan olmak üzere küresel şirketlerle ortaklığa gittikleri gözlenmektedir. Dolaysıyla Türk basınının da neoliberal düzenle uyumlandığı, yayın içeriklerinde de bu ekonomik ve kültürel yönelimin etkisi olduğu söylenebilir.

Neo-liberal düzen: 80’li yıllardan itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan, sermayenin genişlemesine yönelik küresel ekonomik düzen.

80’li yıllar darbeyle başlamış, ardından basın dışı sermayenin gazeteciliğe dâhil olmasıyla iletişim ortamı holdingleşmiş, dolayısıyla geleneksel gazeteciliğin sınırları ve ilkeleri ciddi bir değişim yaşamıştır. Gazetecilik, gazetecilik için yapılmaz hale gelmiş ve sermayenin basın üzerindeki egemenliği pekişmiştir. Gazetecilikte ciddi bir tekelleşme yaşanmış, küçük çaplı basın işletmeleri kapanmak zorunda kalmış ve ülkenin iletişim ortamını büyük sermaye grupları belirler hale gelmiştir. Kurumların gazetecilerin tercihleri üzerindeki baskıları yoğunlaşmış, basın özgürlüğü şirket çıkarları ekseninde tanımlanır olmuştur.

İşsizlik, Sigortasızlık ve Sendikasızlık

Basın çalışanlarının karşı karşıya kaldıkları bir diğer sorun da işsizliktir. Türkiye İstatistik Kurumunun 2013 yılında yaptığı bir araştırmanın verilerine göre, işsizliğin en fazla olduğu alanların başında gazetecilik gelmektedir. Yükseköğrenim görülen alan ve buna bağlı olarak yapılan meslek tercihi, gelecekte işsizlik sorunuyla karşı karşıya kalma riskini doğrudan etkilediği bildirilen raporda, mezun olunan alanlar itibariyle yapılan değerlendirmeye göre, işsizlik sorunun en fazla yaşandığı alanlar gazetecilik ve enformasyon olarak belirlenmiştir. ‘’İletişim çağı’’ nitelendirmelerine rağmen bu alandaki yükseköğrenim kurumlarından mezun olanların 5’te 1’inden fazlasının işsiz durumda olduğu bildirilmiş, gazetecilik ve enformasyon alanında 16 bin kişilik işgücüne karşılık 3 bin işsiz olduğu tespit edilmiştir. Bu alan, yüzde 22,1’lik işsizlik oranıyla yükseköğrenimde mezun olunan alanlar arasında en yüksek işsizlik oranında ilk sırada gelmektedir.

Türkiye İstatistik Kurumunun 2015 yılında yaptığı bir araştırmanın verilerine göre işsiz gazeteci sayısı 7 bine dayanmıştır.

İşsizliğin yanı sıra gazetecilerin karşı karşıya kaldıkları bir diğer önemli sorun da işten çıkarmalardır. İşten çıkartmalar, gazetecilik işkolunda neredeyse sıradan bir olay durumundadır. Gazetecilerin mesleki ve sosyal güvencelerinin bulunmadığı örgütsüzlük koşullarında, işten çıkarmalar keyfi ve gerekçesiz olarak uygulanmaktadır. Gazeteci, bazen neden işten çıkarıldığını bilememekte, hatta işten çıkarıldığını ertesi günü çalıştığı medya kuruluşunun barkodlu kapısından giremeyince öğrenebilmektedir. Türkiye’de toplumsal olarak güçlü çevrelerin baskıları da gazetecilerin işten çıkarılmalarına neden olabilmektedir. Kendisiyle ilgili bir haberi beğenmeyen, gazetecinin muhalif kimliğinden rahatsız olan siyasetçiler ya da ekonomik ve sosyal güç sahibi kişiler gazetecinin işten atılması için işverenine baskı uygulayabilmektedir.

Türk basınında çalışanların karşılaştıkları bir diğer ciddi sorun da örgütlenme problemidir. Özellikle gazetecilik ortamının sendikalardan arındırılmasıyla birlikte çalışanlar doğrudan işverenlerle ve onların kurallarıyla muhatap olur hâle gelmiştir.

Basında gitgide yayılım gösteren esnek çalışma biçimleri de medya çalışanlarını tehdit eden yeni bir oluşum olarak göze çarpmaktadır. Önceki dönemin, belirli saatler içinde, sosyal güvenceli ve sendikalı olarak çalışma biçimi sermayenin kârlılığına tehdit oluşturmaktadır. Sermaye, bu kârlılığını sınırlayan katı uygulamalardan kurtulmak amacıyla çalışma saatlerini ve koşullarını esnetmiş bu dönüşümden önemli ölçüde kâr sağlamıştır. Böylelikle sosyal güvencenin getirdiği ek yüklerden kurtulmuş, mekân ve maliyet tasar-rufu yapmış ve süreçleri en çok kendi lehine dönüştürmüştür. Esnek çalışma biçimleri zorunlu maliyetleri düşürmekte, kadrolu çalışanların sorumluluklarını hafifletmekte, istihdamı azaltmakta ve bu amaçla teknolojiden sonuna kadar faydalanmaktadır.

Esnek Çalışma: Belli bir zaman ve mekân zorunluluğu olmaksızın performans odaklı bir çalışma biçimi.

Medyada esnekliğin diğer bir tezahürü, “iş güvencesi”nin ortadan kalkmasıdır. Medyada esnek çalışma, çıraklık müessesesine benzer bir şekilde, stajyer personelin ömür boyu stajyer personele terfi ettirilmesi olarak ortaya çıkmaktadır. “Stajyer” personel, sigortasız, sosyal güvencesiz ve örgütsüz genç emek olarak işverene istediğinden daha fazlasını vermektedir. “Stajyer”lik süreleri sürekli olarak uzamaktadır. “Stajyer”lik sonrası dönem, “kaşeli çalışma” adı altında, haber başına ücret ödenen yine kadrosuz ve sigortasız çalışma biçimidir. Stajyerlik ve kaşeli çalışma dönemlerini geçenler için kadrolu çalışma umudu vardır. Bu tahmin edilebileceği gibi çok az kişiye nasip olmaktadır. Kadrolu çalışma gündeme geldiğinde de “esneklik” uygulamaları bitmemektedir. Esnek çalışmanın bir diğer görüntüsü ise, basın çalışanlarının, 212 sayılı -görece çalışanlar adına olumlu maddeler içeren- Basın İş Kanunu kapsamı dışında çalıştırılmalarıdır. Kadrolu çalışanların çok sınırlı bir bölümü 212 sayılı Basın İş Kanunu kapsamında istihdam edilmekte; büyük bir bölümü ise İş Kanunu kapsamında, ya da “telif”li çalışma olarak istihdam edilmektedirler. Diğer bir esneklik uygulaması, “free-lance muhabirlik ve yazarlık” kurumunun geliştirilmesidir. Bu durumda, “telif ücreti” üzerinden çalışan sigortasız, sosyal güvencesiz ve örgütsüz basın çalışanlarını bulmak mümkündür. Esnekliğin bir diğer görüntüsü ise “havuz sistemi” denilen yöntemle, basın çalışanın tek ücret karşılığında birkaç gazete ve televizyona hizmet vermesidir. “Havuz sistemi” yöntemi ile bir medya tekeline bağlı basın çalışanının haberi aynı işverenin tüm gazete, dergi, ajans, radyo ve televizyonlarında kullanılabilmektedir. Esnek çalışmanın bir diğer görüntüsü, medyada üst düzey yöneticilerin ücretleri ile diğer basın çalışanlarının ücretleri arasındaki uçurumdur.

Sendikasızlaşma, gazetecilerin pek çok sosyal haklarından mahrum kalmalarına, ağır iş koşulları, işten çıkarmalara ve düşük ücretlere mahkûm kalmalarını beraberinde getirmektedir. Medya patronları için son derece “sıkıntısız” bir ortama indirgenen gazetecilik ortamı, çalışanlar için ciddi sıkıntıları içermektedir. Sendika güvencesi olmayan basın çalışanları işverenlerin her türlü telkinine açık hale gelmiş, zamanla bu kanun dışılık alışkanlık haline dönüşmüştür. Gazeteler çoğu zaman sigortasız muhabirler çalıştırmakta, yasalar çerçevesinde ödenmesi gereken prim ve vergi borçlarını ödemeyerek adeta vergi kaçakçılığı yapmaktadır. Bu yüzden işverenler sendikalı çalışanlarını sendikadan ayrılmaya zorlamakta, aynı çalışanı birkaç farklı kurum için kullanmakta ve ücretini ödemeden pek çok gazeteciyi ağır mesai koşullarına mahkûm etmektedir.

Basın mesleğinde yaşanan tüm sorunların kökeninde sendikal örgütsüzlük bulunmaktadır. Sendikal örgütsüzlük, iş güvencesinden yoksun bir gazeteci kitlesi yaratmaktadır. Bu de sermaye ağırlıklı medya işverenlerinin yayın politikalarını kendi şahsi çıkarlarına göre belirlemelerine olanak tanımaktadır. Halkı, doğru ve tarafsız bir biçimde bilgilendirme görevini yerine getirmeyen medya organları böylece gazetecilik mesleğinin saygınlığını da iyice zedelemektedirler. Hiç kimse sendikacılığı sadece ücret pazarlığı olarak değerlendirmemelidir. Sendika, «editoryal» bağımsızlığın da bir güvencesidir. Sendika, işverenlere karşı «editoryal» bağımsızlık mücadelesinin yapılabileceği bir platformdur. Bu çağrıyı tüm gazeteciler çok iyi değerlendirmelidir. Artık işten atılma bahanelerinin arkasına sığınmaktan herkes vazgeçmeli ve mesleğin geleceğine el koymalıdır. TGS İstanbul Eski Şube Başkanı Şükran Soner sendikanın basın ortamından çekilmesinin temel nedeni olarak tekelleşmeye vurgu yapmaktadır: “Medya önce tekelleşti. İlk büyük tekel de Doğan Holding Grubu idi. Aydın Doğan, o dönemki toplu sözleşmeyi çalışanlar için fazla gelişmiş haklar olarak gördü ve sendikayı tasfiye etme kararını verdi. Koca koca gazeteciler noter istifa parasını işverenden alıp, gidip istifa ettiler. Toplu bir ayrılma oldu. Ondan önce İzmir Yeni Asır’da sendikalı idik. Dinç Bilgin sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldı. 1 gün sonra çalışanlarını notere yollatıp istifa ettirdi. Toplu işten atma tehdidine direnebilen bir kültür yok gazetecilikte. Sanıyorum ki bir fabrika gibi olmadığı için baskı da daha kolay yapılabiliyor.” Basında sendikanın bertaraf edilmesi, gazetecilerin çalışma koşullarına olumsuz yansımış ve kısa sürede patronlar kendi önceliklerine uygun bir medya ortamı yaratmıştır. Patronlar her koşulda öncelikle kendi menfaatlerine odaklanmakta, bu da çalışma koşullarındaki gazeteciler aleyhine oluşturulan atmosferin aynı koşullarda devam edeceğini göstermektedir.

Basında Cinsiyetçi Politikaların Baskınlığı

Medya cinsiyetçi söylemlerin en yoğun yaşandığı yerlerin başında gelmektedir. Gerek haberlerin temsil ediliş biçimlerinde, gerekse de çalışma ilişkilerinde cinsiyetçilik karşı karşıya kalınan sorunların başında gelmektedir. Medyada çalışma koşullarına bakıldığında kadın çalışanların genellikle alt düzeye yoğunlaştıkları, daha tepe yöneticilerin de ağırlıklı olarak erkeklerden oluştuğu görülmektedir. Kadınların görece daha hafif işlere yönlendirildikleri gazete işletmelerinde, başarıya ulaşan pek çok kadın gazetecinin de kendi kimliklerini koruyarak değil, adeta erkeksileşerek başarıya ulaştıkları görülmektedir. Köşe yazarlarına bakıldığında, erkeklerin kadınlara oranla bariz bir sayısal üstünlüğü olduğu görülmekte, dolayısıyla kadınların çalışma ortamında ikincil konuma itildiği görülmektedir.

Bilge Kadın Araştırma Merkezi tarafından 2012 yılında gerçekleştirilen ‘’Ulusal Medyada Çalışan Kadınların Medyadaki Yeri ve Sorunları’’ araştırmasının sonuçları da medyadaki cinsiyetçi bakışı gözler önüne sermektedir: Araştırmanın sonuçlarını Başkan Alev Sezen şöyle açıklamıştır: “Medya sorumlu ancak bir o kadar da sorunlu bir sektör. Prezantasyon için kadınlar, yönetim kademeleri için erkekler tercih ediliyor. Yönetim kademesi açısından erkek egemen bir sektör. Kadının adı yok. Kadın her türlü zorluğa meslek aşkı sebebi ile dayanıyor. Atamalarda kadının cinsiyeti, evli ve çocuk sahibi olması karşısına hep bir engel olarak çıkıyor. Mobbinge maruz kalarak kariyer yapması engelleniyor. Kıyafeti yönünden de hiç fark etmiyor. Başörtülü olduğu için tepki alan da var başı açık olduğu içinde. Cinsel tacizin çıkan orandan daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Cinsel suçlar kapalı yer suçları olduğu için dile getirilmesi çok zor. Cinsel tacizin dışında deneklerimizce flörtöz tacizden de bahsedildi ve flörte olumlu cevap verenlerin daha çabuk ilerlediği dile getirildi.”

Medyada yetki istenmediği sürece kadın olmak sorun değildir ancak karar alma süreçlerine oynarsanız ciddi sorunlar yaşanabilmektedir.