MENKUL KIYMET YATIRIMLARI - Ünite3: Makroekonomik Değişkenlerin Menkul KıymetYatırımlarına Etkisi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite3: Makroekonomik Değişkenlerin Menkul KıymetYatırımlarına Etkisi

Ünite3: Makroekonomik Değişkenlerin Menkul KıymetYatırımlarına Etkisi

Giriş

Ekonomik gelişme sürecinde en önemli sorunlardan biri tasarrufların arttırılması ve etkin bir şekilde yatırımlara dönüştürülmesidir. Bu bağlamda, ekonomide fonların fon fazlası olan ekonomik birimlerden fon eksiği olan ekonomik birimlere aktarılması finans sisteminin etkin bir şekilde çalışmasına bağlıdır.

Gelişmiş ülkelerde sermaye piyasaları, reel piyasalardaki değişimlerin öncü göstergesi niteliğindedir. Diğer bir ifade ile gelişmiş ekonomilerde borsa endeksi makroekonomik gösterge olarak kullanılmaktadır. Bu ekonomilerde ekonomik konjonktürde iyiye gidişin habercisi borsa endeksidir.Borsanın makroekonomik dalgalanmanın göstergesi olabilmesi, tamamıyla borsanın reel ekonomi ile bütünleşme derecesine bağlıdır. Bir borsanın makroekonomik gelişmelerin göstergesi olabilmesi için likiditesinin yüksek olması ve şirketler tarafından sermaye ihtiyaçlarının önemli bölümünün borsadan karşılanması gerekmektedir.

Sermaye Piyasası ve Ekonomik Dalgalanmalar

Ekonomik dalgalanma ya da konjonktürel dalgalanma, üretimin potansiyel (trend) düzeyi çerçevesinde ortaya çıkan genişleme ve daralmalardır. Trend eğrisi, reel GSYH’nin üretim faktörlerinin tam kullanımı halinde beklenen gelişimini sergiler.Ancak fiili üretim trendle tam çakışmayabilir. Bir ekonomik dalgalanma devresinde reel GSYH’nin ulaştığı en yüksek noktaya zirve, en düşük noktaya ise dip denir.Zirveden dibe kadar geçen dönem daralma olarak adlandırılırken, ekonominin dibe vurduğu noktadan bir sonraki zirve noktasına kadar geçen dönem genişleme olarak adlandırılır. Eğer bir daralma döneminde ekonominin reel hasıla düzeyi çok aşağılara düşerse, bu durum depresyon olarak adlandırılır. Büyük Buhran (1929-1933) olarak tarihe geçen dönem böylesi bir depresyon dönemidir.

Hisse senetleri, tahvil gibi menkul kıymetlerin alınıp satıldığı örgütlü piyasaya sermaye piyasası ya da borsa denir.Bu piyasadaki gelişmeler ekonomik durumun bir göstergesi olarak kullanılır. Diğer göstergelere nazaran daha kolay gözlenebilir, çünkü haftanın her günü hatta her saat borsalardaki gelişmeler izlenebilir. Bunlardan hisse senedi piyasasındaki gelişmelere bakarak ekonominin geleceğine ilişkin tahminde bulunulabilir. Bu piyasalardaki dalgalanmalar aslında ekonomik dalgalanmaların nedeni olmaktan çok bir sonucudur. Ekonomi durgunluğa girdiğinde ilk ve en hızlı etkilenen piyasa, sermaye piyasasıdır.

Ekonomide bazı dönemlerde sermaye piyasası ve reel GSYH birlikte hareket ederken, bazı dönemlerde de zıt yönde hareket gözlenebilir. Menkul kıymetlerin fiyatları, kârlılık düzeylerine ve geleceğe ilişkin beklentilere bağlı olarak belirlenir. Beklentiler olumlu ise, sermaye piyasasında genelde canlanma görülür. Ancak bu beklentiler doğru çıkabileceği gibi bazen tersi de gerçekleşebilir.

Enflasyonun genellikle ekonomik dalgalanmalarla uyumlu hareket ettiği gözlenmektedir. Çünkü ekonomik faaliyetlerin genişleme devresinde toplam talep de yüksek olacağından fiyatlar yükselme eğiliminde olacaktır.Bu açıdan bakıldığında enflasyon bir anlamda büyümenin maliyeti olarak görülebilir. Çünkü enflasyonu düşürebilmek için toplam harcamalar yani toplam talep daraltılmalıdır. Bu durumda ise büyüme oranı düşer. Bu durum kronik ya da yüksek enflasyon oranlarının yaşandığı ülkelerde her zaman gözlenmeyebilir.

Makroekonomik Değişkenler

Finans teorisinde, piyasaların etkin olması sonucu finansal varlıkların fiyatlarındaki değişkenliğin ilgili makroekonomik değişkenlerin beklenen değerleri ile açıklanabileceği yer almaktadır. Hisse senedi fiyatları ve makroekonomik değişkenler arasındaki ilişkinin çıkış noktası hisse senedi değerlemesinde yeri olan kâr paylarının ve iskonto oranının reel ekonomik değişkenlerden etkilenmesidir.

Hisse senedi fiyat hareketlerindeki ortak yön trend olarakadlandırılmaktadır. Bu durum ise hisse senetlerinin aynı dönemde yükseldiği veya düştüğünü ortaya koymaktadır. Bu gelişme piyasayı bir bütün olarak etkileyen bazı değişkenlerin olduğu ifadesini güçlendirmektedir.

Makroekonomik değişken olarak enflasyon:Enflasyon; fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışlardır. Fiyatlar genel düzeyi; ekonomideki tüm fiyatların ağırlıklı ortalamasıdır. Enflasyon kavramından tüm fiyatların yükseleceği anlamı çıkarılmamalıdır, fiyatların çoğu yükselirken daha az bir kısmı aşağı düşebilir. Enflasyon oranı, fiyatlar genel düzeyinde belirli bir dönemde ortaya çıkan yüzde artıştır. Enflasyon kavramının karşıtı deflasyon ise fiyatlar genel düzeyindeki sürekli azalışlar olarak tanımlanır. Enflasyon ve deflasyon arasındaki sınır bölgede ise her ülkenin arzu ettiği fiyat istikrarı yer alır. Yani fiyatlar genel düzeyinde iniş ve çıkışların yaşanmadığı, arzu edilen bir durum için fiyat istikrarı tanımlaması kullanılır.

Toplumdaki tüm birimler (firma yöneticileri, tüketiciler, sendikacılar, hükümetler) fiyatlar genel düzeyindeki değişmelerle yoğun bir şekilde ilgilidir. Çünkü fiyat düzeyindeki değişiklikler sonucu, ortaya çıkan zararların tazmin edilmesi için her birim çaba harcar.

Enflasyonda işsizlikte olduğu gibi doğrudan bir üretim kaybı söz konusu değildir. Ekonomik sorunlar arasında bazen işsizlik bazen de enflasyon ilk sıralarda yer alır. Yani insanlar işsizlik gibi enflasyondan da korkmaktadır. Çünkü ellerindeki paraları enflasyona paralel olarak değer kaybetmekte, ücret ya da gelirleri enflasyona göre ayarlanmadığında satın alma güçlerini kaybetmektedir.

Reel gelir, gelirimizin satın alma gücüdür. Diğer bir ifadeyle, gelirimizin satın alabileceği mal ve hizmet miktarıdır. Ekonomistler beklenmeyen enflasyonun aslında gelirin yeniden dağılım problemi olduğu üzerine tartışırlar. Çünkü beklenmeyen (öngörülmeyen) enflasyon reel geliri bazı insanlardan ötekilerine aktarmaktadır. İnsanlar enflasyonu doğru tahmin edebildiklerinde bunun için gerekli önlemleri almaya çalışırlar ve böylece gelirin yeniden dağılım etkisini azaltırlar.

Enflasyondan en çok zarar görenler sabit geliri olan insanlardır. Çünkü onların gelirleri esnek değildir. Klasik örnek emekli maaşıyla geçinenler ya da biriktirmiş olduğu tasarrufla geçinmek zorunda olanlardır. Enflasyon belirli zamanlar için sabit getiri sağlayan nominal değerli varlıkların reel değerini düşürmektedir. Beklenmedik bir enflasyonla alacaklılardan (tasarruf yapanlardan) borçlulara (tahvil ihraç edenlere) doğru bir servet transferi olacaktır.

Beklenmeyen enflasyon bankalar ve diğer ödünç verenlere de zarar verebilir. Çünkü borç alanlar, geri ödeme tarihinde ödünç aldıklarından daha az değerde ödemede bulunabilirler. Devlet en büyük borçlu olduğu için böyle bir enflasyondan kazançlı çıkar. Yine düşük faizle borçlanan ev sahipleri ve firmalar böyle bir durumdan kazançlı çıkarlar.

Borç verenler ve borç alanlar enflasyon oranını doğru tahmin edebilirlerse, bunun neden olacağı zararı etkisiz hale getirebilirler. Şayet taraflar enflasyon oranının yanlış tahmin etmişlerse, taraflardan biri kazanırken, diğer taraf kaybedecektir.

İşçi ve işveren açısından bakıldığında genel olarak enflasyonun gelir transferini işverenler lehine çevireceği düşüncesi daha yaygındır. Beklenmeyen enflasyondan zarar görenler parasal gelirleri artan fiyatlar kadar yükselmeyenlerdir. Eğer enflasyon oranı % 20 olduğunda, işveren size % 10 zam vermişse reel geliriniz düşmüş olacaktır.Bazen de güçlü sendikalarca temsil edilen işçiler enflasyon döneminde oldukça iyi korunabilir. Bu sendikalar daha çok hayat standardı ayarlaması çerçevesinde anlaşma yaparlar.

Enflasyon tahmin edilebildiğinde bireyler ve firmalar enflasyondan kendilerini korumak için çeşitli davranışlarda bulunacaklardır. Hayat pahalılığını ayarlama girişimlerimiz, kendimizi enflasyondan koruma yöntemlerinden biridir. Bunun dışında başka araçlar da kullanılır. Örneğin, bankaların kredi kullananlar için hazırladığı ve mevduat sahipleri için önerdiği TÜFE + % 10 formülü kendilerini enflasyondan koruma yöntemidir.

Enflasyonun sonuçları gelir dağılımı üzerindeki etkilerini çok aşar. Enflasyon beklenilse bile, bireylerin ve firmaların kendilerini enflasyonun etkilerinden korumak için girişimlerde bulunmaları kaynak israfıdır. Çünkü ekonomik birim emek zamanını ve enerjisini harcamaktadır.Kaynakların israf edilmesine ilave olarak beklenen ya da beklenmeyen enflasyon etkinsizliğe yol açabilir. Çünkü enflasyon fiyat sistemi tarafından sağlanan bilgilerin değişmesine ya da çarpıtılmasına neden olur.

Fiyat endeksleri, fiyatlar genel düzeyinin izlenmesi amacıyla hesaplanırlar ve bu endekslerin sürekli ve önemli ölçüde yükselmesi enflasyon olarak tanımlanır. Enflasyon, reel borçlanma maliyetini ve kredi vererek elde edilen reel getiriyi etkilemektedir. Bununla birlikte, enflasyon, borsada oynaklığa ve gelecekteki fiyat değişimlerinin tahmin edilebilirliğinde azalmaya neden olmaktadır.

Finansal varlıkların fiyatları enflasyondan farklı derecelerde etkilenmektedir. Sabit getirili varlıkların fiyatlarında, enflasyonun etkisi şiddetli görülmesine rağmen; hisse senedi fiyatları üzerindeki etkisi tartışmalıdır.

Hisse senetleri ile enflasyon arasındaki ilişkinin varlığı ve yönü ile ilgili görüşler farklıdır. Bir görüşe göre, hisse senetleri enflasyona karşı dirençli varlıklardır. Enflasyon oranında meydana gelen artış şirketlerin satışlarını, kârlarını dolayısıyla da temettülerini artırmaktadır.Hisse senetleri, sahiplerine ortaklık hakları sağladığı için şirketin aktiflerinin enflasyon nedeni ile artan değerleri de ortaklara bir koruma sağlamaktadır.Bu bağlamda hisse senedi getirileri ile enflasyon arasındaki söz konusu ilişki genel olarak Fisher Hipotezi ile açıklanmaya çalışılmıştır. FisherHipotezine göre, reel oranlar ve enflasyon birbirinden bağımsız hareket etmektedir. Çünkü ekonominin reel ve parasal sektörleri birbirinden bağımsızdır. Ancak Fisher ekonomide nominal oranların enflasyon ile bire bir ilişkili olduğunu da ifade etmektedir. Bu nedenle hisse senetleri getirileri ile enflasyon aynı yönlü hareket etmelidir. Bu sayede hisse senedi getirileri enflasyondaki değişmeleri karşılayacağından enflasyon, yatırımcıların satın alma gücünü etkileyemeyecektir.

Öte yandan Geske ve Roll (1983), hisse senetlerinin makroekonomik olaylar zinciri ile dolaylı olarak enflasyondaki değişime neden olduğunu savunmaktadır. Reel faaliyetlerdeki azalma bütçe açıklarının artmasına ve dolayısıyla da para arzında artışa neden olmaktadır. Hisse senedi getirilerinde meydana gelen düşüşler reel faaliyetlerdeki azalmalara işaret etmektedir. Böylece Geske ve Roll, reel faaliyetler veya hisse senedi ile enflasyon arasındaki negatif ilişkinin Merkez Bankası müdahaleleri ile geliştiğini ifade etmektedir.

Bir başka görüşe göre, rekabetçi bir ekonomide enflasyon, firmaların üretim maliyetlerini artırmaktadır. Böylece gelecekte nakit akımlarının azalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla enflasyon ile hisse senedi fiyatları arasında negatif bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Negatif ilişki, girdi fiyatlarına enflasyonun yansıması çıktı fiyatlarına göre çok daha hızlı olduğundan firmaların gelecekteki nakit akımlarının azalması ile ortaya çıkmaktadır.

Bir yaklaşımda ise hisse senetleri enflasyona bir tedbir olarak değerlendirilmektedir. Bunun arkasındaki gerekçe, hisse senetlerinin şirket aktifleri üzerinde bazı haklar sağlamasıdır. Enflasyonist bir ortamda adı geçen haklar ile elde edilecek katma değer yukarı doğru revize edilecektir. Bu sebeple enflasyon karşısında hisse senedi fiyatlarındaki orantılı artış hisse senedi reel getiri düzeyini etkilemeyecektir.

Bazı araştırmacılara göre, enflasyondaki artış nominal risksiz faiz oranını arttırarak değerleme modelinde indirgeme oranını büyütmektedir. Bu durumda eğer nakit girişleri aynı oranda artarsa enflasyonun negatif etkisi ortadan kalkacaktır. Ancak bu nakit girişlerinin kısa vadede görülme olasılığı düşüktür. Buradan hareketle enflasyon ile hisse senedi fiyatları arasında negatif bir ilişkinin var olduğu söylenebilir.

Makroekonomik değişken olarak döviz kuru:Ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler yönetilirken ödeme konusu önemli bir unsurdur. Ödemelerde ticarete taraf ülkelerden hangisinin parasının kullanılacağı ya da bunlar dışındaki başka bir ülkenin para biriminin kullanılması ve bunun değerinin belirlenmesi sorunu önem arz etmektedir. Burada ülkeler arasındaki milli paraların değerlerinin karşılaştırılmasında döviz kuru kavramı ortaya çıkmaktadır. Genel anlamda döviz kuru, bir ülke parasının diğer bir başka ülke parası cinsinden değeridir. Yani iki ülke parasının birbirine oranıdır. Bu tanım nominal döviz kuru olarak isimlendirilir.

Nominal döviz kuru, bir ülke parasını doğrudan başka bir ülke parasına oranlanması ile elde edilir. Ancak bu formül biraz daha revize edilerek farklı döviz kuru tanımları ortaya konulabilir. Bir fiyat endeksi kullanılarak nominal döviz kurunun indirgenmesi bizi başka bir kur tanımı olan reel döviz kuruna götürür. İki taraflı bir ilişkiyi yansıtacak şekilde reel döviz kuru şu şekilde formüle edilir:

Reel Döviz Kuru = (Ulusal Para/Ulusal Fiyat Düzeyi) / (Yabancı Para/Yabancı Fiyat Düzeyi)

Reel döviz kuru; nominal döviz kurunun, yabancı ülke fiyat düzeyinin ulusal fiyat düzeyine oranın çarpımı ile elde edilir.

Döviz kuru kavramına ilişkin farklı ayrımlar ortaya konulabilir. Bu ayrımlardan bir diğeri düz kur ve çapraz kur şeklinde yapılabilir. Düz kur denildiğinde bir ülke parasının diğer ülke paraları ile ilişkisi yani nispi oranı kastedilmektedir. Çapraz kur ise iki ülkenin para birimlerinin doğrudan nispi oranları yerine, bu para birimlerinin bir başka ülke para birimi cinsinden nispi oranlarını gösterir.

Döviz kuruna ilişkin ayrımlardan sonra, ortaya konulacak döviz kurunun nasıl ifade edilmesi gerektiği konusu önem kazanmaktadır. İlk olarak, döviz kuru bir birim yabancı para karşılığı ulusal para miktarı olarak ifade edilebilir. Bu durumda döviz kurundaki bir düşme ulusal paranın değerlenmesini, döviz kurundaki bir yükselme ise ulusal paranın değer kaybetmesi şeklinde ifade edilebilir. Bir diğer ifade şekli ise, bir birim ulusal para karşılığı yabancı para miktarı olarak ifade edilebilir. Bu durumda ise döviz kurundaki bir düşüş ulusal paranın değer kaybını ve döviz kurundaki bir yükselme ise ulusal paranın değerlenmesini yansıtır.

Döviz kurunun değerinin belirlenmesi farklı döviz kuru sistemleri içerisinde farklı şekillerde olabilmektedir. Tam esnek ya da serbest döviz kuru sistemi ve sabit döviz kur sistemi temel ve birbirinin tam tersi iki farklı kur sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki kur rejimi ilgili otorite tarafından kredibilite ve esneklik arasındaki tercihleri yansıtacak şekilde değerlendirmeye alınır. Serbest ya da tam esnek döviz kuru sistemi, ülke parasının değerinin döviz arz ve talebi koşulları altında serbest bir şekilde piyasada belirlenmesine dayanan bir kur rejimidir.Sabit döviz kur sistemi ise, bir ülke parasının değerinin yabancı bir ülke parasına veya yabancı ülke paralarından oluşan bir sepete sabitlenmesi durumudur.

Döviz kuru kavramından bahsederken, bu kavrama ilişkin sıklıkla karşılaşabilecek iki önemli kavram vardır. Bu kavramlar devalüasyon ve revalüasyon kavramlarıdır. Bu kavramlar, sabit döviz kuru sisteminin geçerli olduğu durumlarda ortaya çıkar. Devalüasyon, ulusal paranın yabancı para birimleri karşısındaki değer kaybıdır. Bu değer kaybı resmi makamlar tarafından gerçekleştirilir. Revalüasyon ise resmi makamlar tarafından ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değer kazanımıdır. Serbest döviz kuru rejiminde ise paranın değer kaybı ulusal paranın yabancı para birimleri karşısında nispi olarak ucuzlaması iken; paranın değer kazanması ise ulusal paranın yabancı para birimleri karşısında değerinin artmasıdır.

Döviz ve hisse senedi piyasalarında ortaya çıkan finansal krizler, hem ülke ekonomileri üzerindeki etkiler bakımından hem de uluslararası finansal sistemde yol açtığı belirsizlikler bakımından ilgi konusu olmaktadır. Bu nedenledir ki, döviz kuru ve hisse senedi fiyatları veya hisse senedi getirileri arasındaki ilişki, tasarruf sahipleri, yatırımcılar, finansal piyasalardaki diğer katılımcılar ve politika yapıcıların ilgisini çekmektedir.

Kur değişkeni ile hisse senedi getirisi arasındaki ilişki basit bir finansal teori üzerine inşa edilmiştir. Ulusal paranın değer kazanması üretim için gerekli olan ithal hammadde fiyatlarını du¨s¸u¨rmektedir. Ulusal paranın değer kazanması, para arzını artırmakta ve faiz oranları düşmektedir. Sermaye maliyetindeki düşüş ve ithal mallarının fiyatındaki düşüş yerel getiriyi yükseltmektedir. Böylece firmaların gelecekteki nakit akımlarını artmaktadır. Dolayısıyla kur ile hisse senedi getirisi arasında negatif bir ilişki ortaya çıkmaktadır.

Bir görüşe göre ise ihracat ağırlıklı bir ülkede ulusal paranın devalüe edilmesi, ihraç, edilen ürünlerin dünya piyasasında ucuzlamasına ve ihraç edilen ürünlere karşı talep elastik ise ihracat hacminin artmasına ve firmaların gelecekte elde edecekleri nakit akımlarının artmasına yol açmaktadır. Nakit akımlarındaki artış ise hisse senedi fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle sürekli ve yüksek enflasyon dönemlerinde ulusal paranın değişim, değer ve servet biriktirme görevlerini yabancı paralar üstlenmektedir. Para ikamesi olarak adlandırılan bu durumda, genelde Amerika Birleşik Devletleri doları, değer koruma görevine ek olarak yatırım aracı sıfatını da kazanmaktadır. Böyle bir durumda dövizde yaşanan bir talep artışı diğer yatırım araçlarından kaçışa yol açmaktadır. Tam da bu nedenle döviz kurlarındaki değişimin hisse senedi fiyatlarını etkilemesi beklenmektedir.Kriz dönemlerinde hisse senetlerinden dövize geçişin bir başka nedeni ise iki enstrüman arasındaki likidite farkıdır. Uzun dönemli tahminlerin yapılamadığı belirsizlik ortamlarında yatırımcılar daha likit olan dövizi hisse senetlerine tercih edebilmektedir.

Döviz kurlarının şirket bazında bir başka önemli etkisi daha bulunmaktadır. Bu etki dış borçlanma ile kaynak yaratan kuruluşların bilançolarında gözlenebilmektedir. Burada döviz kurlarındaki volatilitenin bilançoda oluşturacağı etkiler şirketlerin hisse senedi fiyatlarına yansımaktadır.

Makroekonomik değişken olarak faiz oranı:Faiz oranı, herhangi bir nedenle ertelenen bir TL’lik nakdi ödemenin bedeli olup, gelecekte yapılacak ödeme ile şimdiki ödeme arasındaki oransal farktır.

Makroekonomi toplulaştırılmış değişkenler üzerine oturtulmaktadır. Bu durumda faiz oranında da bir toplulaştırma yapma zorunluluğu olduğu açıktır.Ekonomideki faiz oranı tek bir değerle ya da mümkün olduğunca az sayıdaki değer ile ifade etmek için ortalama faiz oranını gösteren ve bundaki değişmelerin yönünü ve büyüklüğünü ölçmeye imkân veren endeks oluşturulmaktadır.

Faiz oranının yükselmesi borçlanma maliyetini arttırır. Bu hem konut ve tüketici kredisiyle ev ya da araba almak isteyenleri hem de taksitle dayanıklı tüketim malları almak isteyenleri güç durumda bırakır. Girişimciler yatırım kararlarını alırken daha ürkek davranırlar. Çünkü yüksek faiz oranları kredi maliyetlerini arttırmaktadır. Yüksek faizler yatırımı öz kaynakları ile finanse etmeyi planlayan bir girişimci üzerinde bile caydırıcı etki yapar. Zira bir yatırımın yapılması için en azından faiz oranına eşit ya da ondan daha yüksek oranda bir kâr beklentisi olmalıdır.Sonuç olarak, faiz oranlarındaki yukarı veya aşağı doğru herhangi bir değişmenin herkesin finansal planlarını bozduğunu ve gerek tasarruf sahipleri ve gerekse de her türlü amaç için kredi talep edenler açısından tesadüfi kazançlar ve kayıplar doğurduğu aşikardır.

Faiz oranlarının şirket karları üzerinde iki etkisi vardır. Bunlardan birincisi, faiz gideridir. Bu nedenle faiz oranları artarken, şirket karları azalır. İkinci olarak ise, faiz oranları ekonomik faaliyetleri etkileyerek şirket kârlarını etkilemektedir. Faiz oranlarının, şirket kârları üzerindeki etkilerinden dolayı hisse senedi fiyatları da etkilenmektedir. Faiz oranları yükseldiğinde; yatırımcılar, tahvillerden daha fazla getiri elde edebileceklerini du¨s¸u¨nerek yatırım yapmış oldukları hisse senetlerini satıp, tahvil piyasasına yönelmektedirler. Bu davranış, hisse senetlerinin fiyatlarını du¨s¸u¨ru¨cu¨ etki yapmaktadır. Faiz oranlarındaki bir artış, yatırımcının kâr payı veya sermaye kazancı olarak elde etmeyi beklediği gelecekteki nakit akışlarının bugünkü değerini du¨s¸u¨ru¨r. Diğer yandan, faiz oranlarındaki artış, tahvil fiyatlarını du¨s¸u¨ru¨r. Böylece faiz oranlarındaki bir artış, tahvil satın alımlarında bir artış, buna karşın hisse senetlerine olan talepte bir azalış meydana getirir.

Faiz oranı ile hisse senedi getirisi arasındaki ilişki negatif yo¨nlu¨du¨r. Faiz oranlarındaki değişim hisse senedi fiyatlarını iki şekilde etkilemektedir. Bunlardan ilkinde, faiz oranlarının firmaların nakit akımlarını kapitalize etmekte kullandıkları iskonto oranını etkilemektedir. İkincisinde ise firmaların gelecekteki nakit akımı beklentilerini değiştirmektedir.

Borsa yatırımcısı üstlendiği ekstra riski göz önüne almaksızın minimum piyasa faiz oranı ölçüsünde getiri talep eder. Faiz oranlarının yükselmesi portföyde bulunan hisse senetlerinin faiz getirisi olan varlıklarla ikame edilmesine sebep olmaktadır. Genel olarak, reel faizler yükselince bonolara talep artar ve borsaya olan talep düşer.

Makroekonomik değişken olarak reel ekonomik faaliyetler:Reel ekonomik faaliyetlerin göstergesi olarak en çok kullanılan değişkenler; milli gelir, sanayi üretimi ve yatırımlardır. Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) veya sanayi üretiminin gelecekteki değeri ile hisse senedi getirisi arasında pozitif ilişki mevcuttur. Bunun sebebi ise hisse senedi getirisinin gelecekteki nakit akımına bağlı olmasıdır.

Ekonomide görülen büyüme bireylerin gelirlerini, dolayısıyla servetini artırmaktadır. Serveti artan bireyler piyasadaki mal ve hizmetlere yönelik taleplerini arttırmaktadırlar. Bunun sonucunda ekonomide yaşanan bu toplam talep artışının karşılanması için firmalar daha fazla üretim ve satış yapacaklar ve böylece firmaların kârları artacaktır. Kârlardaki artış yeni yatırımlar ve büyüme anlamına geleceği için firmaların hisselerine yatırımcılar tarafından talep olacak ve hisse senedi fiyatlarında artış söz konusu olacaktır.

Yatırım tutarları, izleyen dönemlerin kârlarını ve nakit akışlarını etkilediğinden, cari dönemin hisse senedi getirileri gelecek dönemdeki nakit akışları ile dolaylı biçimde ilişkilendirilmektedir. Buna göre, hisse senedi getirileri ve reel ekonomik faaliyetler arasındaki uzun dönemli bir ilişki, üretimin kalıcı biçimde artacağını ve üretim artışının daha fazla nakit akışı anlamına geleceğini göstermektedir. Geleceğe ilişkin yüksek düzeyde nakit akışı beklentisi ise hisse senedi fiyatlarına artış olarak yansıyacaktır.Böylece, hisse senedi fiyatlarının cari düzeyi, gelecekteki sanayi üretimi seviyesi konusunda bilgi sağlayan bir öncü gösterge haline gelecektir.

Hisse senedi piyasası ile reel ekonomik faaliyetler arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarda farklı ülkeler ve dönemler incelendiği ve farklı yöntemler kullanıldığı halde genel sonuç, hisse senedi getirileri ile reel ekonomik faaliyetler arasında aynı yönlü bir ilişkinin bulunduğu biçiminde olmuştur.