MİMARLIK TARİHİ - Ünite 3: 1923-50 Döneminde Türkiye’de Mimarlık Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: 1923-50 Döneminde Türkiye’de Mimarlık

Giriş

Mimarlık alanındaki gelişmeler, dünyada ve ülkede ortaya çıkan siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel, ideolojik, teknolojik olgular, dış dünya ile ilişkiler ve tüm bunların karşılıklı etkileşim ortamlarının bir yansımasıdır. Cumhuriyet döneminin mimarlık tarihi, 1923-1950 arası dönem, 1950-1980 arası dönem ve 1980 sonrası dönemler olmak üzere üç ana başlık altında toplanmaktadır.

Cumhuriyet döneminin mimarlık tarihi, aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki Batılılaşma hareketleri ile başlayan kimlik arayışının da tarihidir; ulusallık ile evrensellik arasındaki gel-gitlerin yansımasıdır. Bu durumlar dikkate alındığında, Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihi, aşağıdaki dönemlere ayrılmaktadır;

  • 1927’ye kadar Birinci Ulusal Mimarlık dönemi
  • 1927-1939 arası Modern Mimarlık dönemi
  • 1939-1950 arası İkinci Ulusal Mimarlık dönemi
  • 1950-1960 arası Modern Mimarlık dönemi (Uluslararası Üslup)
  • 1960-1980 arası çoğulculuk dönemi
  • 1980 sonrası Post-modern dönem

1923-1950 arası dönem içinde, iki önemli dönüm noktası yer almaktadır. İlki, Osmanlı milliyetçiliğinin yerini modernist anlayışın alması; diğeri ise, aynı döneme denk gelen Atatürk’ün ölümü ile İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıdır.

Birinci Ulusal Mimarlık akımı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle birlikte, Batılılaşmaya karşı oluşan ulusalcı söyleme paralel olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlayış, temelde tarihsel mimari elemanların seçilip yapılarda kullanılması anlayışına dayanan Batı kaynaklı seçmeci ve yeniden canlandırmacı üslupların yerli versiyonudur.

Modernite ve Modern Mimarlı

Modern mimarlık, “modernite” (modernlik) sonucunda ortaya çıkmış olan bir durumdur. Modernite süreci, Batı toplumlarında Rönesans ve Hümanizm anlayışı ile başlamıştır. On yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret etmektedir. “Modernite” , çağdaşlık anlamına gelmektedir. Gelenekten ve geleneksel olandan kopuşu ve toplumun birçok alanındaki dönüşüm ya da değişimi ifade eden bir dünya görüşüdür. Modernitenin üçayağı bulunmaktadır. 18. yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma dönemi düşünsel, Endüstri devrimi ekonomik ve Fransız devrimi politik ayağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, modernite projesinin dört boyutu bulunmaktadır:

  • Sanayi üretimine dayanmaktadır.
  • Bilgiye, ahlaka ve estetiğe yaklaşımı, akılcı ve evrenselci bir aydınlanma geleneği içindedir.
  • Gelenekselliğin sınırlamalarından kurtulmuş, kendi aklıyla karar alabilen bireylerin varlığıdır.
  • Ulus devlet olarak örgütlenmiş toplumun demokrasi içinde temsil edilmesidir.

“Modernizm” terimi ise, bir kültürel ve sanatsal akımı ifade etmektedir. Sanatın diğer dallarında modernizm 19. yüzyıl içinde oluşmuş olmasına karşın, mimarlık alanında ortaya çıkması 20. yüzyıl başlarını bulmuştur. Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan mühendislik yapıları, Arts and Crafts, Art Nouveau ve Chicago Ekolü, modern mimarlığa ulaşma sürecinde önemli basamakları oluşturan akımlardır. Bu akımların her biri tarihsel biçimleri kopya etmeyip özgün tasarım arayışlarına yönelirken, yeni malzeme ve üretim tekniklerini de dikkate almıştır.Modern mimarlığın tüm ilkelerini bünyesinde toplayan ilk modern mimarlık yapısı ise, 1914 yılında Walter Gropius tarafından tasarlanan Fagus Ayakkabı Fabrikası olarak kabul edilmektedir.

Modern mimarlığın erken, yüksek ve geç evrelerinin oluşumunda, dünya savaşlarının büyük etkisi olmuştur. Erken Modern mimarlık olarak adlandırılan dönem, I. Dünya Savaşı sonuna dek sürmüştür. Modern mimarlığın yüksek dönemi, Almanya’da Bauhaus Okulu’nun kurulmasıyla (1919) başlamıştır. Bauhaus, modern mimarlık eğitimi veren ilk eğitim kurumudur. Bölgelerin kendi mimari biçim kabulleri ve doğa koşullarıyla ilişki kuran bir anlayışı vardır. Bu sayede ileriki dönemlerdeki biçimsel zenginleşmenin ana etkenlerinden biri olmuştur.

Modern mimarlık tek başına bir mimarlık akımı olmayıp, ana ilkelerini bünyesinde barındıran birçok akımı kapsayan ortak bir anlayışın adıdır. Yirminci yüzyıl başından 1960’lara dek ortaya çıkan Ekspresyonizm, Fütürizm, Konstrüktivizm, De Stijl, Uluslararası Üslup, Organik mimarlık, gibi akımlar, Modern mimarlık kapsamındadırlar.

Modern mimarlığın başlıca ilkeleri, geçmişle bağları koparması, işlevsellik (fonksiyonalizm), akılcılık (rasyonalizm), objektiflik, evrensellik, hafiflik ve şeffaflık olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda yapılan modern tasarımlar tüm tarihselci üsluplardan uzak, süslemeden arınmış, yalın, işlevsel, ekonomik, yeni malzeme ve teknolojilerin imkânlarını kullanabilen, kısa sürede, iş kaybı olmadan, basit ve seri olarak üretilebilen ve geniş halk kitlelerine ulaşabilir yapılar olarak ortaya çıkmıştır. Frank Lloyd Wright, Walter Gropius, Mies van der Rohe, Le Corbusier modern mimarlığın öncü mimarlarıdır.

1927-1939 Arası Türkiye’de Modern Mimarlığın İlk Dönemi

Cumhuriyet dönemindeki modernleşme hareketleri Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Tanzimat Dönemi ile başlayan Batılılaşma ve modernleşme sürecinin devamıdır. Geçiş dönemi olarak nitelendirilen Cumhuriyet’in ilk yıllarını, Osmanlı siyasi yapısının ortadan kaldırılarak Cumhuriyet reformlarının başlaması ile gerçekleşen büyük değişim ve dönüşümler belirlemiştir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Osmanlı milliyetçisi olan İttihat ve Terakki anlayışı hâkim olmuştur. Osmanlı Revivalizmi (yeniden canlandırmacılık)’ne dayanan ulusal mimarinin terk edilerek Cumhuriyet için mimari yaratma fikri oluşmuştur. Modern mimarlık, İslam ve Doğu kökenli kültürden, çağdaş Batı kültür sistemine geçmenin tamamlayıcı öğelerinden biri olarak algılanmıştır. 1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu , bu niyeti destekleyici bir girişim olmuştur. Buna göre, kadro yetiştirmek amacıyla yurtdışı eğitime insan gönderilmiş, Avrupa’nın ilerici kadroları da eğitim amaçlı olarak ülkeye getirtilmiştir. Avrupa’nın modernist mimarları Türkiye’ye gelmiş, Türkiye’den de mimarlık eğitimi almak üzere Avrupa’ya eleman gönderilmiştir. Böylelikle, Türkiye’nin ilk modern yapıları bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır.

Modern mimarlık, 1927 sonrasında öncelikle kurum yapılarında Birinci Ulusal Mimarlık üslubunun yerini almaya başlamıştır.İlk önemli modern yapı, Theodor Jost tarafından tasarlanan Sağlık Bakanlığı binasıdır (1926-1927). Bu dönemde tasarlanan yapılarda, Birinci Ulusal Mimarlık akımın tarihselci anlayışının terk edilerek uluslararası etkilerin hâkimiyetinin söz konusu olduğu görülmektedir.

Yapıların modern işlevsel tasarım anlayışı ve teknolojisi, belirli bir düşünce şeklini de beraberinde getirmiş ve etkili olmuştur. Saçaksız, düz çatısı, beyaz sıvalı duvarları, yatay bant pencereleri ve dikdörtgen prizmalardan oluşan kütleleri ile Ankara Mensucat ve Alpullu Şeker Fabrikası ilk örneklerdendir (1926).

Türkiye'de Modern mimarlığının 1927’den İkinci Dünya Savaşı’na uzanan erken dönemi, farklı karaktere sahip üç aşama halinde incelenebilir.

  • İlk Evre (1927-1933), modern mimarlıkla ilk kez karşılaşılan, yabancı mimarların hâkim olduğu, yerli mimarların geri planda olduğu hazırlık ve deneme evresidir.
  • İkinci Evre (1933-1937/38), yerli mimarların kendilerini kanıtlayarak hâkim duruma geçtikleri dönemdir.
  • Üçüncü Evre (1937-1939), önceki evrelerde uygulanan modern mimarlık özelliklerinin çözülmeye başladığı dönemdir.

Modern Mimarlığın İlk Evresi (1927-1933) - Yabancı Mimarlar Dönemi

Bu dönem, modern mimarlık düşüncesi ve uygulamalarıyla ilk kez karşılaşılan dönemdir.

1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamında, 1927 ile 1940 yılları arasında on dört mimarın ve plancının Türkiye’ye resmen davet edildiği bilinmektedir. 1927 yılından itibaren yurdumuza gelmeye başlayan yabancı mimarlar arasında, en önemli isimler olarak Prof. Holzmeister, Prof. Egli, Mimar Jost, Baurat Robert Oerley, Prof. Hermann Jansen, Berlin’den Stadtbaurat Wagner, Prof. Elsaesser, Prof. Bruno Taut sayılabilir.

Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister , (1886-1983) Jansen Planı’nda yer verilen Yönetim Mahallesi’ni planlamak ve buradaki bazı binaları tasarlamak ile görevlendirilmiştir. Clemens Holzmeister’ın tasarımlarının en karakteristik özellikleri şunlardır:

  • Avlulu dikdörtgen biçimindeki planlar ya da U şeklindeki şemalar,
  • Devlet otoritesini yansıtmak için anıtsal ölçekli, simetrik, aksiyal, uzun, durağan kütleler,
  • Mafsalsız blok birleşmeleri,
  • Düz çatı görünümü altında saklanan kiremitli çatılar,
  • Eş büyüklükte pencere sıralarının oluşturduğu tekdüzelik,
  • Bölgesel mimarlığa yaklaşmak için yüzey çıkmaları,
  • Ters T biçimli çıkmalar,
  • Alman Nasyonal Sosyalizmi’nin mimari esprisine yakın 2-3 kat yüksekliğindeki kolonlar.

Başlıca yapıları arasında, Genel Kurmay Başkanlığı (1929-1930), Milli Savunma Bakanlığı (1927-1931), Ankara Orduevi (1929-1933), Cumhurbaşkanlığı Köşkü (1930-1932), Merkez Bankası (1931-1933), Emlak ve Eytam Bankası (1933-1934), İçişleri Bakanlığı binaları (1932-1934) ile bugünkü TBMM Binası (1938-1960) yer almaktadır.

Ülke mimarlığında etkisi büyük olan diğer isim, Avusturyalı Ernst Egli olmuştur. 1927 ile 1940 yılları arasında Türkiye’de eğitimci, danışman ve mimar olarak görev yapmıştır. Ernst Egli, fonksiyonu temel alan rasyonel uluslararası mimarlığın Türkiye’deki en başarılı yabancı temsilcisidir. Egli’nin mimarlık anlayışı şöyle özetlenebilir:

  • Abartılı değil, mütevazı yapılardır.
  • Dogmatik bir modernist olmayıp, mimari tavırlarını belli kalıplar içine hapsetmemiştir.
  • İşlevselci ve üslup karşıtıdır, doğrudan alıntı yapmaz.
  • Yerel koşulları ve Türk mimarlık geleneğini göz önüne almıştır.
  • Modern mimarlığın uluslararası ilim ve tekniğe dayandığını, yapıyı çevresi ile birlikte düşünmek gerektiğini ilk öğütleyen mimarlardandır.

İsmet Paşa Kız Enstitüsü (Ankara, 1930), Sayıştay (Ankara, 1928-1930), Ticaret Lisesi (Ankara, 1928-1930), Ragıp Devres Villası (1932-1933) başlıca yapılarındandır.

Alman mimar ve kent plancı Bruno Taut , evrensel mimarlık ölçütleriyle döneminin önde gelen kişiliklerindendir. Mimarlığı toplumsal gereksinimleri karşılama aracı olarak görmüş, gerek uygulamaları, gerekse yazılarıyla modern mimarlık ilkelerini savunmuştur. Bruno Taut’un yapıları rasyonel fonksiyonalist anlayışla biçimlenmişlerdir. Tasarımlarından çok eğitimci yönüyle, çevreye ve Türkiye mimarlığına duyarlı yaklaşımıyla önemlidir.

Yabancı mimarlar, Türk mimarlardan tepki toplamışlardır. Bunun nedeni, özellikle kamu kesimi mimarlık alanını büyük bir güç halinde işgal etmeleri ve bu nedenle Türk mimarlarına hiç olanak tanınmamasıdır.

Modern Mimarlığın İkinci Evresi (1933-1937 / 38) - Yerli Mimarlar Dönemi

Cumhuriyet’in ilk mimar kuşağı, mimarlık eğitimine Cumhuriyet ile başlayanlar, bu yeni ortam ve etkiler içinde yetişenlerdir. Bir Türk mimarın elinden çıktığı bilinen ilk modern bina, İstanbul’da Sırrı Arif Bey tarafından 1929’da tasarlanan Bekir Bey Evi’dir.

Türk mimarlar, Modern akımı hevesle ve fark edilir düzeyde bir yatkınlıkla karşılamışlardır. Yerli mimarlar arasında Modern tutumun yayılma nedenleri şöyle sıralanabilir:

  • Geçmişin mimarlığının geçersizliğinin anlaşılması ile güncel olma isteği,
  • Dışa açılma,
  • Bilinçlenme,
  • Yabancı mimarlar yanında mimarların varlıklarını kanıtlamaları.

Türk mimarları, 1927 yılında Ankara’da Türk Mimarlar Cemiyeti, İstanbul’da Güzel Sanatlar Birliği’ni kurmuşlardır. 1931 yılında yayınlanmaya başlayan “Mimar”, Türkiye’nin ilk mimarlık dergisi olarak Türk mimarlarının tasarımlarının tanıtılmasına katkı sağlamıştır.

Genelde Türk mimarlar, bu dönemde yabancı mimarların getirdiği akımdan farklı bir tavır içinde olmamışlardır. Bu dönem Türk mimarlarının genel tasarım anlayışları şöyle özetlenebilir:

  • Fonksiyonalist (işlevsel) planlama,
  • Köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen plan,
  • Katları ayıran yatay bant pencereler ve köşe penceresi ve pencereler arasında yatay bant doluluklar,
  • Sürekli, kesintisiz denizlik çizgileri,
  • Köşeleri dönen pencere grupları,
  • Teras çatı ya da gizli çatı uygulamaları,
  • Kütlelerde saf geometrik biçimlerle birlikte, yarım silindirin de kullanılması,
  • 1930'ların başından itibaren özelleşmiş konut mekânları,
  • Betonarmenin yaygınlaşması,
  • Kaplama yerine serpme sıva (edelputz) kullanılması.

Dönemin önde gelen Türk mimarları arasında Seyfi Arkan, Şevki Balmumcu, Sedad Hakkı Eldem, Zeki Sayar, Bekir İhsan, Rebii Gorbon, Rüknettin Güney, Tahir Tuğ, Asım Kömürcüoğlu sayılabilir. Ayrıca Münevver Belen ve Leman Tomsu, ilk kadın mimarlarımızdandır.

Seyfi Arkan , yerli mimarlar arasında en çok dikkati çeken isimlerin başında gelmektedir. Bauhaus etkileri sergileyen, farklı işlevlerin kütleye yansıtıldığı parçalı bir plana ve geniş cam açıklıkların bulunduğu dış cephelere sahip, yalın ve özenli tasarımları vardır. Arkan, her dönem tutarlı şekilde, sağlam bir modernizm savunucusu olmuştur. Arkan çok boyutlu mekân kavramına nüfuz edebilmeyi başarmıştır. Modern Türk mimarlığına çok nitelikli örnekler kazandırmıştır.

Modern Mimarlığın Üçüncü Evresi (1937-1939)

Bu dönem, başlangıçtaki dinamizmin ortadan kalktığı, dönemin modern mimarlık anlayışına ait belirgin özelliklerin terk edilmeye başlandığı dönemdir. Genel özellikler:

  • Önceki evrelerin biçimsel repertuarında erime,
  • Ölçek ve oranlarda değişme,
  • Simetrik düzenlemelere yönelme,
  • Cephede yataylık yerine düşey etki veren düzenlemeler, iki, üç kat yüksekliğinde kolonlardan oluşan revaklı alanların tasarımı,
  • Saçağın yeniden kullanılmaya başlanması.
  • Edelputz sıvanın yerini taş kaplamanın alması.

Sözü edilen bu mimari özellikler, modern mimarlıktan yeni bir ulusal mimarlık dönemine geçişin de habercileridir.

Genel olarak Türkiye'de “1930'lar Modernizmi” olarak adlandırılan Modern mimarlığın bu erken dönemi değerlendirildiğinde, ülkede kısa sürede benimsenmiş ve kabul görmüş olması ve nitelikli modern tasarımların yapılmış olması dikkate değer gelişmelerdir. Modern mimarlığın ülkede kısa sürede benimsenmesinin nedenleri çeşitlidir. Ancak genel olarak değerlendirildiğinde Modern mimarlığın, yalnızca bir avuç mimarın çabalarıyla yürüttükleri bir gelişme olmayıp, ülkedeki genel toplumsal ortamın ve Cumhuriyet reformlarının bir parçası ve yansıması olduğu görülmektedir.

1939-1950 Arası İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi

1938 yılında Atatürk’ün ölümüyle Türkiye tarihinde bir dönem kapanmış, yeni dönem, 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla kendine özgü siyasi, ekonomik ve ideolojik boyutlar edinmiştir. Savaş yıllarının kendine özgü bir mimarlık anlayışı oluşmuştur. İkinci Ulusal Mimarlık akımı olarak adlandırılan bu anlayışın oluşmasında genel olarak modern mimarlığa karşıt görüşlerin ortaya çıkması, Milli Mimari Semineri ve savaş ortamının savunma güdüsü yaratması etkili olmuştur.

Bu ortamı oluşturan etkenler tek tek ele alındığında, modern mimarlığa karşıt görüşlerin ortaya çıkma nedenleri şöyle özetlenebilir:

  • Modern mimarinin geleneksel tarihi çevreyle uyumsuzluk yaratması,
  • Büyük ölçüde ithal malı malzeme ve teknolojiye dayanması
  • Teras çatılı saçaksız binaların akan tavanları ve zaman içinde iyi eskimeyişleri.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde Sedad Hakkı Eldem yöneticiliğinde yürütülen “Milli Mimari Semineri” nin özü, eski Türk sivil mimarisi üzerine araştırma yapılması,mimari ürüne biçim veren bölgesel ögelerin saptanmaya çalışılması ve Türk sivil mimarisi örneklerinin araştırılmasıdır. Bu seminerin yaklaşımı, Birinci Ulusal Mimarlık üslubundan şu yönlerden farklılık göstermektedir:

  • Osmanlı dini mimarlığı yerine Osmanlı sivil mimarlığına odaklanmıştır.
  • Yapı tipleri ve türlerinden bağımsız ilkeler oluşturma çabasında olmuştur.
  • Birinci Ulusal Mimarlık üslubunda olduğu gibi klasik Osmanlı yapılarındaki biçimsel elemanlar kopya edilmemiş, işlevsel olarak kullanılmıştır.

İlkeler oluşturulurken yeni Ulusal akımın Modernist akımın ilkeleri kadar modern ve evrensel olması istenmiştir. Konut mimarisinden evrilmiş ilkelerin kamu yapılarında da uygulanabilir olmasını ve böylelikle kamu yapılarının tasarımını kontrol edebilmeyi hedeflemişlerdir. İkinci Ulusal Mimarlık anlayışının ilk önemli ürünü, 1939 New York Uluslararası Sergisi’nde Sedad Eldem’in ödül kazanan tasarımı olmuştur. Bu örnekten itibaren İkinci Ulusal Mimarlık akımı yaygınlaşmaya başlamıştır.

Savaş döneminde, dünyada gelişen ulusçuluk fikirlerinin mimarlığa yansıması olarak, Avrupa’daki baskıcı rejimlerin Modern mimariye karşı olan uygulamalarının yer aldığı sergiler de, Türk mimarlar arasında bir ulusal mimarlık oluşturma isteğini artırmıştır.

Clemens Holzmeister, Paul Bonatz, Gustav Oelsner ile Bruno Taut bu anlayışa önemli katkılarda bulunmuşlardır.

II. Ulusal mimarlık Dönemi boyunca başlıca üç yaklaşım öne çıkmaktadır:

Nostaljik yaklaşım: Birinci yaklaşım, Milli Mimari Semineri’nde başlatılıp sürdürülen İstanbul konutlarının etüdüne dayanan ve kente özgü özelliklerle belirginleşen, nostaljik bir tasarım anlayışıdır. Eldem’in başlıca temsilcisi olduğu bu anlayış, tarihi biçimlerin doğrudan seçilip kullanılması yerine plan şemalarının ölçü, oran ve biçimlerin analizi yoluyla tasarım ilkelerinin ve ölçütlerin elde edilmesini öngörmektedir. Bu anlayış, geçmişi yüceltmeye yönelik olmakla birlikte, ihtişam ya da görkem arayışında değildir. Sedad Hakkı Eldem tarafından tasarlanan Ağaoğlu Evi (1938), Taşlık Şark Kahvesi (1948), Kemali Söylemezoğlu’nun tasarımı olan Çapa Yalısı (1949-51) bu yaklaşımın örneklerindendir.

Anıtsal yaklaşım: İkinci yaklaşım, Modern Mimari’nin rasyonel-fonksiyonalist ilkelerini klasik ve anıtsal biçimlendirmeler için kullanan yaklaşımdır. Kamu yapılarının çoğunda bu yaklaşım yeğlenmiştir. Bu anlayış, Avrupa etkilerine ve biçimlerine en yakın; bu anlamda yine uluslararası nitelikte, ulusallığı pencere, kolon başlığı vb. mimari öğelerin biçimlenişinde veya bir saçak eklenişinde vurgulayan, genellikle cepheleri taş kaplanmış ama taşıyıcı strüktüründe gelenek dışı modern malzeme ve yapım tekniklerini kullanan bir mimaridir. Yapıdaki ihtişam ve anıtsallık ön plandadır. Bu aynı zamanda geçmişe bakış açısını da yansıtmaktadır. Emin Onat ve S. H. Eldem’in İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Binaları (1944) ile Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Binası (1943), Emin Onat, Orhan Arda’nın tasarladığı Anıtkabir (1942), Bedri Uçar’ın TCDD Genel Müdürlüğü Binası (1938-41) bu yaklaşımın örnekleri arasındadır.

Popülist yaklaşım: Üçüncü yaklaşım ise, ulusallığı bölgesel-folklorik öğelerle rasyonalist ilkelerin ve biçimlerin bileşiminde arayan eğilimdir. Dönemin halkçı eğilimleriyle ilişkisi kurulabilecek bu yaklaşım, İstanbul’un konak veya köşkleri yerine, ilhamını Anadolu kentlerinin mimarlık birikiminden almıştır. Bölgesel şemalara, anonim ve kırsal biçimlere eğilimli bu yaklaşım ile özellikle tek konut tasarımında nitelikli örnekler verilmiştir. Emin Onat’ın en iyi uygulamalarını gerçekleştirdiği bu yaklaşımın örnekleri arasında Moda’da kendi evi (1944) ile Kavaklıdere’deki Cenap And Evi belirtilebilir.

Bu üç eğilim, eşzamanlı olarak, değişen derecelerde var olmuştur. Bu yüzden, farklı türdeki binalar aynı hareketin temsilcisi olarak kabul edilmişlerdir.

İkinci Ulusal Mimarlık akımı, Modern akıma bir tepki olarak ortaya çıkmasına karşın, Modernizmi hiçbir şekilde reddetmemiştir. Kendisini modern olarak görmüştür ve modernizmi benimseyerek ayakta kalabilmiştir.

Birinci ve İkinci Ulusal Mimarlık akımlarının birbiriyle benzeyen ve farklılaşan yönleri bulunmaktadır. Ortak yönleri, her ikisinin de kriz dönemlerinin ürünü olması, ortasında birer dünya savaşı bulunması ve her iki akımın da mimarlıkta tarihsel biçimleri kullanmasıdır. Ancak bunların dışında bir benzerlik söz konusu değildir. Özü biçim aktarmaya dayanan bu deneme 1950’li yıllara değin sürmüş, dünyada ve Türkiye'de ortaya çıkan yeni koşulların da etkisiyle, dönemin çağdaş mimarlık anlayışına ayak uyduramayarak sona ermiştir. İkinci Ulusal Mimarlık akımının savaşın bitip barışın gelmesiyle birlikte neredeyse tümüyle ortadan kalkması, onun savaş atmosferiyle bağlantılı oluşunun da en büyük göstergesidir.