MİMARLIK TARİHİ - Ünite 1: Türk Mimarlık Tarihine Giriş Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Türk Mimarlık Tarihine Giriş

Giriş

İnsanın yaşadığı fiziksel çevreyi tasarlama ve inşa etme eylemi olarak tanımlanabilecek olan mimarlık, insanlık tarihi ile eşzamanlı olarak gelişmiştir. Mimarlık, kültürel varoluş biçimlerinin kuşaklar boyu birbirlerine aktarılarak tarihsel ve evrensel bir ortak bellek oluşmasına katkıda bulunur.

Geçmiş Mimarlık kültürü bilgisi yaşadığımız yapı ve yaşam çevresini anlamanın, geleceğe dair öngörülerde bulunmanın ve kültürel sürekliliği sağlamanın önemli kaynaklarından biridir.

Türkiye’de gelişen mimarlık tarihinin ilk dönemi Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç edip 11.Yüzyıl’dan itibaren yerleşmeye başlamasından, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme Devrinin sonuna kadar olan süreci kapsamaktadır.

Büyük Selçuklu döneminde Orta Asya iklimi, yerel malzemeleri ve işçiliği ile uyumlu inşa edilen yapılarda avlu, eyvan, tek kubbeli cami ve taç kapı gibi yapı öğeleri mimari karakteri belirlemiştir. Anadolu’ya göçten sonra yeni iklim koşulları, farklı yerel malzeme ve işçilik denemeleri görülmektedir. Osmanlı Devleti döneminde ise giderek kubbe hem yapıların plan şemasını hem de kütlesel özelliklerini belirleyen esas öğe halini almıştır. Ancak mimari öğelerin değişkenliğine karşılık merkezi mekân karakterinin Orta Asya’dan beri aynı kaldığı söylenebilir.

Mimarlık Tarihi Bağlamı

Sosyo-kültürel yapı olarak yerleşik yaşam buluntuları ancak M. Ö. 10.000’li yıllara aittir. Bilinen ilk yerleşim yerlerinden olan Çatalhöyük’te güneşte kurutulmuş kerpiçler ve kireç sıvalarla inşa edilen, planları kabaca dikdörtgen, bir kat yüksekliğinde, penceresiz ve birbirine bitişik evler görülmekteydi.

İlk yüksek ve yazılı uygarlıklardan biri olan Eski Mısır mimarlık alanında megalitik anıtlarıyla dikkat çekmektedir. Piramitler, anıtsal kaya mezarları, tapınaklar, dikilitaşlar bu tarihsel dönemin önemli kalıntılarındandır.

Ege Denizi bölgesinde gelişen Antik Yunan Uygarlığı M.Ö. 8. - 2. Yüzyıllar arasında gelişmiştir. Mimarlık ve kent planlama alanlarında önemli gelişme ve ilerlemeler sağlanmıştır.

M.Ö. 8. Yüzyıl’da Roma kentinde başlayan daha sonra bütün Akdeniz bölgesini kapsayan büyük imparatorluk, mimarlık alanında çok önemli gelişmeler gerçekleştirmiştir. Mimarlık, üslup ve estetik kaygıların ötesinde strüktür ve program parametrelerinin tasarım ve inşa sürecine katılımı ile daha karmaşık bir uygulama ve bilgi alanı olmaya başlamıştır.

Kavimler göçü sonucunda Avrupa’da, Antik Roma mimarlığının yerini önce Romanesk, 12. Yüzyıldan itibaren de Gotik mimari üslup almıştır. Sosyal, kültürel yaşamı etkileyen Hristiyanlık Ortaçağ boyunca mimarlık ve sanat alanında da etkili olmuştur.

10. Yüzyılda Orta Asya’dan Batı’ya doğru göç etmeye başlayan Türk boyları ile Anadolu’da yeni bir sosyal ve kültürel dönem görülmüştür. Balkanlara yerleşen Osmanlı Devleti pek çok alanda olduğu gibi mimarlık ve sanat alanında da kalıcı ürünler vermiştir.

Avrupa mimarlık tarihi ise 15. Yüzyıldan itibaren yeni bir döneme girmiştir. Klasik Dönem olarak adlandırılan Antik Yunan ve Roma Dönemi ve ardından Rönesans dönemi ile birlikte sanat ve mimarlık alanında da köklü değişimlerin öncüsü olmuştur. 20. Yüzyıl, modern yaşam biçiminin bilim, teknoloji, sanat ve mimarlık ürünleri aracılığı ile inşa edildiği bir dönem olarak hala sürmektedir.

Türk Mimarlık Tarihine Giriş

Çağdaş Türkiye mimarlığı tarihsel ve mekânsal süreksizliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve homojen olmayan kültürel ortamın özgün bir ürünü olarak incelenmelidir. Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlara ve Avrupa’ya doğru yolculuğu sürekli bir değişim ve olma durumudur.

Göçebe kültürünün maddi verileri az olmasına karşın Türklerin daha sonra geliştirdikleri mimarlık kültürü içinde her zaman etkilerine rastlanmıştır. Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklu devletleri mezar anıtları, kervansaraylar, cami, medrese ve saray yapıları inşa etmişlerdir.

İslam’ın en önemli yapısı olan caminin günümüze kalan en erken örneği 8. Yüzyılda yapılmış olan Suriye’deki Şam Emeviye Camiidir. Mihrap duvarına paralel üç neften ortada olan ile kıble aksının ortasındaki kesişme noktasını bir kubbe örter. Bunun dışındaki mekânlar eğimli çatı ile örtülüdür. Orta Asya’daki camilerde bu plan şemasının etkileri görülmekle beraber önemli farklılıklarda vardır. Mekân düzenlemesi ilk kez tek yapıda birlikte kullanılarak Anadolu’da gelişecek olan cami tipolojisini etkilemiştir. Bu dönemde gelişen cami tipolojisinin diğer önemli ögesi zengin tuğla işçiliği ile dikkat çeken silindirik, anıtsal minarelerdir.

Büyük Selçuklu sivil mimarlığında cami, medrese ve kervansaray gibi yapı türlerinde de gördüğümüz avlu etrafında yer alan dört eyvanlı standart plan şemasının kullanıldığı görülmektedir. Bu ortak plan şemasının temel mimari elemanları revaklı avlu, eyvan ve taç kapı’dır. Eyvan, revak, havuz gibi öğelerin aksiyel ve simetrik bir kurguyla düzenlenmesi bu geniş, üstü açık mekânın karakterini belirler. Büyük Selçuklu mimarisinde esas yapı malzemesi olarak tuğla, bezeme malzemesi olarak da tuğla ve alçı kullanılmaktadır. Kerpiç ya da tuğladan inşa edilen taşıyıcı duvarın ana strüktürel eleman olduğu yapılarda kubbe ve tonoz en çok kullanılan örtü sistemi olurken, tromp, geometrik planlı ana gövde ile dairesel planlı çatı örtüsünün geçiş elemanı olarak kullanılmıştır.

Büyük Selçuklu Dönemi Mimarisi

Anadolu’ya gelmeden önce Orta Asya’da kurulan Türkİslam devletleri yerleşik yaşam biçiminin gereği olan yapı türlerinde eserler vermiştir. Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklu devletleri mezar anıtları, kervansaraylar, cami, medrese ve saray yapıları inşa etmişlerdir.

İslam’ın en önemli yapısı olan caminin günümüze kalan en erken örneği 8. Yüzyılda yapılmış olan Suriye’deki Şam Emeviye Camiidir. Mihrap duvarına paralel üç neften ortada olan ile kıble aksının ortasındaki kesişme noktasını bir kubbe örter. Bunun dışındaki mekânlar eğimli çatı ile örtülüdür. Orta Asya’daki camilerde bu plan şemasının etkileri görülmekle beraber önemli farklılıklarda vardır. Mekân düzenlemesi ilk kez tek yapıda birlikte kullanılarak Anadolu’da gelişecek olan cami tipolojisini etkilemiştir. Bu dönemde gelişen cami tipolojisinin diğer önemli ögesi zengin tuğla işçiliği ile dikkat çeken silindirik, anıtsal minarelerdir.

Büyük Selçuklu sivil mimarlığında cami, medrese ve kervansaray gibi yapı türlerinde de gördüğümüz avlu etrafında yer alan dört eyvanlı standart plan şemasının kullanıldığı görülmektedir. Bu ortak plan şemasının temel mimari elemanları revaklı avlu, eyvan ve taç kapı’dır. Eyvan, revak, havuz gibi öğelerin aksiyel ve simetrik bir kurguyla düzenlenmesi bu geniş, üstü açık mekânın karakterini belirler. Büyük Selçuklu mimarisinde esas yapı malzemesi olarak tuğla, bezeme malzemesi olarak da tuğla ve alçı kullanılmaktadır. Kerpiç ya da tuğladan inşa edilen taşıyıcı duvarın ana strüktürel eleman olduğu yapılarda kubbe ve tonoz en çok kullanılan örtü sistemi olurken, tromp, geometrik planlı ana gövde ile dairesel planlı çatı örtüsünün geçiş elemanı olarak kullanılmıştır.

Erken Dönem Anadolu-Türk Mimarisi

Çok eski çağlardan beri bir uygarlık merkezi olan Anadolu’nun tarihsel, kültürel, demografik ve mimari çehresi Türklerin 10. Yüzyıldan itibaren bu topraklara yerleşmeye başlamasıyla değişmiştir.

Anadolu’nun batısında İznik’i de içine alan bölgede, Anadolu Selçuklu Devletinin ve erken Anadolu-Türk sanatının örnekleri görülmektedir.

Diyarbakır, civarında kurulan Artuklu Beyliği, Anadolu’da başlayan Türk çağının ilk ve yetkin örneklerini vermiştir. Bu dönemde cami, medrese ve diğer yapı türlerinin tasarımında farklılıklar görülmektedir. En önemli yenilik kapalı medreselerin ortaya çıkışıdır. Bu tipin en erken örneklerinden olan 1158 tarihli Tokat, Niksar Yağbasan Medresesi’ nin eyvan ve hücrelerin sardığı avlu, büyük bir kubbe ile örtülüdür.

Divriğ ve çevresine yerleşen Mengücekliler ’den günümüze kalan en önemli eser, Dünya Kültür Mirası ilan edilen, 1229 tarihli, anıtsal Divriğ Ulu Camisi ve Şifahanesidir. Anadolu Ortaçağ mimarisinin en özgün yapılarından biri olan bu külliye, birbirine bitişik iki yapıdan oluşmaktadır.

Erken Anadolu Türk mimarlığında tekil yapı elemanlarının tasarımında ve işçiliğinde görülen ustalık henüz yapının tüm öğelerini kapsayan, tutarlı bir tasarım bütünlüğüne dönüşmemiş, bir Anadolu Türk mimari üslubu oluşmamıştır. Ağırlıklı olarak tuğla yerine taşın yapı malzemesi olarak kullanıldığı bu dönem mimarisinde yerli ve yeni gelenler arasındaki kültürel alışveriş uzun süren bir arayış ve deneme süreci sonunda ne yerel olanın aynısı ne de kökenleri ile tıpatıp benzeyen, özgün mimari ürünler ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Anadolu Selçuklu Mimarisi

11. yüzyıldan 14. Yüzyılın başına kadar olan sürede Anadolu’nun Türkler tarafından İslamlaştırılmasıyla birlikte yerleşim alanları, İslami kurallara göre biçimlenen sosyal yaşamın gerektirdiği yapılarla imar edilmiştir.Çok sayıda cami, türbe, medrese, şifahane, tekke, zaviye, arasta, kervansaray, köprü, kale, köşk ve saray inşa edilmiştir.

I. Alaeddin Keykubat (1219-1237) dönemi Anadolu Selçuklu Devletinin en güçlü olduğu ve çok sayıda yapının inşa edildiği süreci kapsar. Konya Alaeddin Camisi, Anadolu Selçukluları’nın yaptırdığı ilk camidir.

Bu dönemde kesme taştan yapılan kâgir camilerin yanı sıra ağaç direkli, ahşap taşıyıcı sistem ile yapılmış çok ayaklı ulu cami plan şemasına sahip önemli yapılar inşa edilmiştir. Bu özelliklere sahip olan 1275 tarihli Sivrihisar Ulu Camisi ve 1277 tarihli Afyon Ulu Camisi günümüze ulaşan önemli yapılardır. Medreselerden, 1251 tarihli Konya Karatay Medresesi ve 1264 tarihli Konya İnce Minareli Medrese bu türün günümüze ulaşan az sayıdaki özgün örneklerindendir.

13. yüzyılda Anadolu’nun ticaret yolları üstünde, kervansaraylar ve köprüler inşa edilmiştir. Selçuklu döneminde anıtsal mezarlar kümbet ve türbe olarak inşa edilmiştir. Bu dönemde yapılmış olan sivil mimarlık örnekleri günümüze kadar ulaşmamıştır.

12. ve 13. Yüzyıllarda Anadolu’nun yapılı çevresini inşa eden bu toplum kendilerine özgü bir mimarlık geliştirmişlerdir. 13. Yüzyılda olgunlaşmış olan İslam tasavvuf kültürünün mimariyi en az işlev, malzeme ve yapım tekniği kadar etkilediği düşünülebilir. Eyvan, taç kapı, mihrap, kemer, kubbe, tonoz, avlu gibi temel tasarım elemanları, bitki ve hayvan motifli bezemeler ile yazının birlikte yer aldıkları mimari yapıya anlam vermek üzere seçildiklerinden söz edilebilir. Anadolu Türk Mimarlığı genel olarak düşünüldüğünde yapılar henüz Osmanlı Klasik Mimarlığı’nda olduğu gibi tutarlı bir mimari tasarım bütünlüğüne sahip olmasa da hizmet ettiği toplumun, işlevsel olduğu kadar simgesel ihtiyaçlarına da başarılı bir şekilde cevap verdiği söylenebilir.

Anadolu’da Beylikler Dönemi Mimarisi

Anadolu’da, Selçuklu Devletinin 14. Yüzyılda yıkılmasıyla yaşanan Beylikler Dönemi Selçuklu sanatı ve mimarisi ile daha sonra gelişecek olan Klasik Osmanlı sanatı ve mimarisi arasında bir geçiş süreci olarak değerlendirilmelidir.

Konya, Karaman, Aksaray ve Niğde bölgesinde kurulan Karamanoğulları Beyliği ve Antalya, Korkuteli civarında hüküm süren Hamidoğulları Beyliği Selçuklu mimarisi geleneklerine bağlı kalmıştır.

Beylikler Dönemi mimarisinde görülen ortak özellik kubbenin hem dış hem de iç mekânda yapının mimari niteliğini etkileyen en önemli öğe halini almasıdır. Kubbe ve beden duvarları arasındaki rasyonel ve strüktürel düzen, yalın ve güçlü bir geometriyi ortaya çıkarırken yapının yalnızca bazı öğelerinin değil tümünün bir kütle olarak ele alındığının ipuçlarını verir. Bezeme giderek geometrik ve rasyonel bir düzenlemeye dönüşecektir.

Beylikler Dönemi ile Erken Osmanlı dönemi tarihsel olarak neredeyse eşzamanlı bir süreçte gelişmiştir. Ancak Osmanlı Beyliği programlarına göre özgün üç ayrı cami tipolojisi geliştirmiştir.

Erken Dönem Osmanlı Mimarlığı

İstanbul’un fethine kadar olan süreçte gelişen erken Osmanlı mimarisi özgün ve yaratıcı özellikleriyle Türkİslam mimarisinin Selçuklu etkisinden uzaklaşarak yeni bir yaratma sürecine girdiğini işaret etmektedir. Erken Osmanlı döneminde başlayan ve Klasik dönemle olgunluğa erişen mimari evirilme süreci Batılılaşma süreci ile birlikte yeni bir etkilenme ve değişim sürecine girmiştir.

Ortaçağ Anadolu Türklerinin toplumsal yapısının temel taşlarından biri olan Ahilik Kurumu ile mimarlık arasındaki ilişki verilen eserler aracılığıyla gözlemlenebilir. Çok işlevli zaviye yapıları Erken Dönem Osmanlı mimarlığının başlıca yapı türlerinden biridir. Zaviyeler, giriş aksı üzerinde, kapalı avlu durumundaki merkezi mekânın, biri mihrap önü kubbesi olmak üzere üç eyvanla çevrelenmesinden oluşan ters T plan şemasına sahiptir. İznik ve Bursa bölgesinde yapılmış çok sayıdaki örneği günümüze kadar ulaşmıştır.

Yıldırım Beyazıt’ın dönemiyle birlikte (1389-1402) yeni bir siyasi ve ekonomik sürece giren Osmanlı Devleti’nde Türklerin kitlesel yerleştiriliş süreci hızlanır ve bütünleşmiş bir Osmanlı sistemi ve kentler ağı yaratılır. Bu dönüşüm mimarlığı da etkiler ve Osmanlı mimarlığı Selçuklu ve Beylikler mimarisinden uzaklaşarak özgün bir üslup oluşturmaya başlar.

Selçuklu döneminde tercih edilen konik külahlı kümbetler yerine kare ya da çokgen planın kubbeyle örtüldüğü tipik Osmanlı türbeleri yapı tipolojilerinde standartların oluşmaya başladığının ipuçlarından sayılabilir. Yeşil İmareti, Yıldırım İmareti, Muradiye Külliyesi gibi erken dönem Osmanlı külliyeleri henüz bir vaziyet planı bütünlüğü oluşturmasa da göçerlerin yerleşik yaşama geçişini organize eden, kentsel ölçekte yapılmış sosyal donatı yapıları olarak dikkat çekmektedirler.

Bu dönem mimarisinde gelişen üç temel cami tipolojisinden ikincisi çok ayaklı ulu camilerdir. Bursa ve Edirne Ulu camilerinde her birim kubbe ile örtülerek bu mekânsal ve strüktürel tercihle önemli bir mimari farklılık yaratılmıştır. 1400 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılan Bursa Ulu Camisi, 20 kubbesi ile bu tipolojinin en önemli anıtlarındandır.

Osmanlı mimarlığı ise belli bir mimari öğeyi öne çıkaran ve motiflerle elde edilen bezeme yerine genel olarak yalın cephelerinde pencere ve kemerlerle bir cephe tasarımını ele aldığını göstermektedir. Mimari yapının üstünlüğü bezemesi ile değil strüktür, kütle organizasyonu ve mekân etkisi arasındaki uyumla belirlenmeye başlamıştır.

Tek kubbeli camiler bu dönemde gelişen üçüncü tipolojidir. Caminin ibadet mekânını büyütmek için strüktürel denemeler yapılmaktadır. 14. yüzyıl boyunca, Bursa ve civarında cami dışında medrese, hamam, türbe, han ve bedesten gibi diğer ticari ve kamusal yapılar yapılmıştır. Savaş ve fetihlerin olduğu bu yüzyılda çok sayıda yapılan kalelerden birisi Yıldırım Beyazıt tarafından İstanbul kuşatması sırasında 1391’de yaptırılan Anadolu Hisarı’dır.

1433-1447 yılları arasında yaptırılan Üç Şerefeli Cami Osmanlı mimarisinde klasik dönemi hazırlayan önemli bir yapıdır. Bu cami Osmanlı dönemi camilerinde ilk revaklı, avlulu cami olması ve avlusunun dört köşesinde yerleştirdiği minareleri kompozisyonun önemli bir öğesi olarak değerlendirmesi açısından yeni Osmanlı sentezine geçit yapısı olarak önemlidir. 16. Yüzyıl’da görülecek olan Osmanlı anıtsal camilerinin öncüsü sayılır.

İstanbul’un Fethi ve Klasik Osmanlı Mimarisi

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptığı ilk eser bir askeri yapı olan Rumelihisarı’dır. Fetih’ten hemen sonra yapılan ilk mimari uygulamaların İstanbul’un İslam kimliğini meşrulaştıran adımlar olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki Ayasofya Kilisesi’nin camiye çevrilmesidir.

Hz. Eyüp türbesi ile birlikte şehrin ilk büyük camisi ve külliyesi yapılmıştır. Bu külliyenin etrafında bir yerleşim yeri kurulmuştur. Bu süreç kentin imarı için yoğun bir yapılaşma sürecini başlatır.

Fatih Sultan Mehmet’in otuz yıl süren saltanat döneminde başta İstanbul olmak üzere, Bursa, Edirne ve imparatorluğun çeşitli yerlerinde 300 kadar cami 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, saraylar, kale ve köprüler yaptırılmıştır. Fatih döneminde yapılan binalarla başlayarak Haliç’te anıtsal bir Osmanlı kenti silueti inşa edilmeye başlanmıştır. Bu siluetin oluşmasında en etkili yapılardan biri Fatih’in kendi adına yaptırdığı anıtsal cami ve külliyesidir. Kentin dördüncü tepesinde, İmparator Konstantin’in yaptırdığı kilisenin yerinde yaptırılan bu külliye ile Osmanlı mimarisinde klasik dönemin başladığı söylenebilir.

Fatih’ten sonra sultan olan II. Beyazıt döneminde, İstanbul’un yanı sıra imparatorluğun diğer kentlerinde de imar faaliyetleri sürmüştür.

Sultan Selim Camisi sur içi bölgesinde konumu ve mimarisi ile İstanbul’un Osmanlı kenti kimliğinin Haliç’te oluşan siluetinin anıtsal yapılarından birisidir. Türklerin yeni fethedilen yerlerde yerleşmelerini destekleyen sur dışı külliyeleri, topoğrafya koşullarına uygun ancak geometrik düzen arayışı olmayan bir düzenleme içinde gerçekleştirilmiştir. Bu erken dönem külliyelerinde yapılar birbirlerinden bağımsız konumlandıkları izlenimi verirler.

Türklerin Orta Asya’dan başlayan, Anadolu ve Rumeli’de devam eden yerleşme sürecini destekleyen en önemli faaliyet alanı olarak mimarlık kültürünü ürünleri üzerinden incelediğimizde yaklaşık 500 yıl süren bir deneme, arayış ve öğrenme süreci ortaya çıkmaktadır. Bu uzun süreçte yalnızca cami tipolojisinde bile çok sayıda deneme yapılmıştır. Selçuklu döneminin mihrap önü kubbesini vurgulayan çok ayaklı tipolojisinden yola çıkılıp, her birimin kubbe ile örtüldüğü ve giderek orta kubbenin küçük ya da yarım kubbelerle desteklenmesiyle elde edilen merkezi mekânın esas olduğu Osmanlı sistemine ulaşılmıştır. Bundan sonra yapılan eserler geometrik ve strüktürel olarak hâkim olunan cami tipolojilerinde ‘yer’ ve kütlenin düzenlenmesiyle elde edilen estetik anlayış ve standartlar üzerinde gelişecek ve bu mimari olgunluk dönemine Mimar Sinan damgasını vuracaktır.

Klasik Osmanlı Mimarlığı ve Mimar Sinan

Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü olduğu 16. Yüzyıl mimarlık ve sanat alanlarında da büyük gelişmelerin gerçekleştiği bir dönemdir. Bu gelişmelerde önemli olan etkenlerden biri vakıf sistemi, diğeri de üslup bütünlüğü ve sürekliliğini sağlayan sanat ve mimarlık kurumlarıdır.

Hassa Mimarlar Ocağı imparatorluk alanı içindeki tüm yapı faaliyetlerinden sorumluydu. Bu kurumun birinci görevi Sultan, ailesi ve diğer devlet adamları tarafından yaptırılan cami, saray, hamam, konut, köprü, türbe, kale gibi yapıların tasarımlarını yapmak, maliyetlerini hesaplamak, inşa ve onarım işlerini gerçekleştirmekti. Öncelikle Bursa, Edirne gibi kentlerde kurulan bu örgüt bulundukları yerlerdeki inşa faaliyetlerini denetlemek, inşaat ruhsatı vermek ve anlaşmazlıkları çözmekle yükümlüydü.

Mimar Sinan’ın Eserleri

Mimar Sinan, başarılı çalışmaları nedeniyle Hassa Mimarlar Ocağının başına 1538 yılında atanmıştır. 1588 yılında ölümüne kadar, üç Osmanlı Sultanı döneminde geçen 50 yıl içinde baş mimar olarak Osmanlı Klasik mimarlığının karakterini belirlemiştir.

1544-48’de yapılan Şehzade Mehmet Cami ve Külliyesi İstanbul’da merkezi plan şemasına sahip ilk dini yapıdır. Kare planlı ibadet mekânı orta kubbeyi dört yanında destekleyen yarım kubbelerle ferah ve bütüncül bir nitelik kazanmıştır. 13. Yüzyıl’da Anadolu’da inşa edilen birçok cami ile benzer bir plan kurgusunu paylaşmaktadır.

Süleymaniye Camii ve Külliyesi hiç kuşkusuz İmparatorluğun başkentinin Sünni Müslüman niteliğini oluşturan en önemli anıtlardan birisidir. Eğimli arazi üzerinde olmasına rağmen rasyonel ve geometrik külliye düzenlemesi caminin anıtsal etkisini ve algısını sağlayan vaziyet planı düzenlemesi, Süleymaniye Camisinin, topoğrafyanın da etkisiyle oluşan Haliç siluetini, tüm kentin algısına, beğenisine ve hayranlığına sunulmasını sağlamıştır.

Şehzade Camii, merkezi plan şemasının varacağı bir son nokta olsa bile Ayasofya’nın iç mekân etkisinin asıl ulaşılmak istenen hedef olması beklenebilir. Mimar Sinan’ın kalfalık eserim olarak adlandırdığı anıt, gelişmiş cephe düzeni, sadeleşmiş bezeme olgunluğu ile Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli başyapıtlarından biridir.

Mimar Sinan’ın klasik mimari özelliklerin yeni denemelerle dinamik bir şekilde geliştirdiği ve varyasyonlarını ürettiği görülmektedir. Edirnekapı’da bulunan 1565 tarihli, Mihrimah Sultan Cami ve Külliyesi bunun en güzel örneklerinden biridir.

Edirne’deki Selimiye Camisi, Sinan’ın mühendislik açısından da önemli başarılarından bir olarak değerlendirilmelidir. Cami, mutlak bir simetri ekseni üzerinde olmak üzere üç yanı duvarlarla, güney yönünde ikiz medreselerle çevrili bir avlu içinde yer alır. Caminin, Selçuklular döneminde kubbe ve mihrap önü ilişkisi ile başlayan mimari kurgusu, camide kubbenin esas düzenleyici mimari eleman ve Sinan mimarlığında da esas mekânsal ve strüktürel eleman olması ile sonuçlanmıştır. Bu özellik Osmanlı mimarlığının İslam dünyası içindeki özgün karakterini oluşturan en önemli farklılıklarından birini oluşturmaktadır.

Mimar başı Sinan’ın liderliğinde, anıtsal ve büyük ölçekli yapılardan başka saraylar, köşkler, küçük camiler, medreseler ve türbeler de inşa edilmiştir. Ayasofya’nın yanında inşa edilen II. Selim, III. Murad, III. Mehmet türbeleri ile Şehzade Mehmet, Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman türbeleri anıtsal boyut ve üslupları ile dikkat çekmektedir. Osmanlı mimarlığının klasik üslubunun oluştuğu tarihsel koşulların hiç kuşkusuz başlıca aktörleri uzun yıllar iktidarda kalan Kanuni Sultan Süleyman ve Hassa Mimarlar Ocağı’nın 50 yıl süreyle liderliğini yapan Mimar Sinan’dır. Ancak 17. Yüzyılın başından itibaren dünya tarihinde değişen koşullar, Osmanlı’yı da etkilemeye başlayacak ve 20. Yüzyıla kadar sürecek yeni bir tarihsel sürecin başlamasına neden olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki siyasi, ekonomik, entelektüel, teknolojik, bilimsel ve kültürel değişimlerden derin bir şekilde etkilenecektir. Bu sürecin bir parçası olan mimarlık alanında klasik üslup giderek kaybolarak, mimari özgünlüğün ve kimliğin yitirildiği görülecektir.