MİMARLIK TARİHİ - Ünite 5: Türkiye’de Modernleşme Sürecinde Kentleşme ve Kent Planlaması Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Türkiye’de Modernleşme Sürecinde Kentleşme ve Kent Planlaması

Giriş

Sosyal, sanatsal ve kültürel bir akım olarak modernizm, bilime, insan aklına ve sanata güvenmenin, daha özgür, daha eşitlikçi, daha mutlu insanlardan oluşan toplumların gelişmesine neden olacağını savunmuştur. Modern toplumları karakterize eden, sosyal yaşamın belirgin bir biçimi olarak tanımlanan Modernleşme sürecinde, toplumlar, farklılaşmakta ve merkezileşmektedir.

Üretim ve istihdamda ağırlığın, tarımdan sanayi ve hizmet sektörüne kaydığı bir olgu olan kentleşme ise; sanayileşme ve modernleşme sonucunda toplumsal yapıda niteliksel değişmelere yol açan bir süreçtir. Günümüz kent planlama pratiği ise, tüm dünyada kapitalizmin ve sanayinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkan sanayi kentinin, sorunlarını çözümlemek amacıyla 18.yy. sonlarında ortaya çıkmıştır.

Türkiye modernleşme çabalarına, 19.yy.da Tanzimat’la birlikte başlamış, 1920’li yıllarda kurumsallaşan devlet ağırlıklı modernleşme hareketleri yerini, 1950’lerden itibaren toplum ağırlıklı modernleşmeye bırakmıştır. 1950’lerden sonra görülen hızlı kentleşme ve ekonomik, kültürel, sosyal modernleşme süreci yeni konut tipleri, binalar ve kurumlar yaratmış, bu gelişmeler, mekânsal gelişmede ve kentsel mekânların oluşumunda bazı dönüşümlere ve değişikliklere yol açmıştır.

Türkiye’de Modernleşme Sürecinde Kentleşme

Modernizm için kent; insanın çevresini ve toplumsal ilişkilerini biçimleyebilme, örgütleyebilme gücünün İfadesidir. Modernizasyon projesinin gerçekleşmesi için önemli bir adım olan kentleşme süreci; demografik, ekonomik, mekânsal, sosyal ve yönetimsel olarak farklı boyutları ile tanımlanabilecek bir süreçtir.

18. yüzyılın ikinci yarısından sonra sanayileşme ve kentleşme, insanlığın yaşam çabası ve biçiminde köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, gelişmekte olan ülkelerde, sanayileşmenin ülke yüzeyinde yaygınlaştırılmasının birçok önemli soruna çözüm getirebileceği kanısı yaygınlaşmış, bu ülkelerin kentleşme hızının, sanayileşme ve örgütleşme hızının çok üzerinde bir gelişme göstermesi sonucunda kırdan kente göç edenler, kontrol dışı yerleşim alanları oluşturmuşlardır.

Tanzimat Dönemi’nde Türkiye’de kentleşme (1839- 1923) değerlendirilerek, kentsel nüfusun gelişimi analiz edildiğinde, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi’nde kentleşme oranının oldukça düşük olduğu gözlenmektedir.

1923-1950 döneminde kentleşme değerlendirildiğinde bu dönemde kentleşme oranının çok fazla değişmediği, sadece Ankara ve bazı sahil kentlerinin nüfusunda artış gözlendiği görülmektedir.

1950-1980 döneminde Türkiye’de kentleşme değerlendirildiğinde, kırsal alanda görülen yapısal dönüşüme paralel olarak, İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda, kentlere göçün arttığı ve 1950’lerden sonra hızlı bir kentleşme sürecine girildiği izlenmiştir. Hızlı kentleşme sürecinin temel nedenleri: teknolojik gelişme, uygun tarım arazilerinin marjinal sınırlara kadar kullanılması, toprak sahipliğinin bölünmesi ve kutuplaşması gibi “kırın itim- itici faktörleri” ; hızlı nüfus artışı; ulaşım olanaklarının artması, altyapının özellikle ulaştırma bağlantılarının 1950’li yıllardan sonra hızla gelişmesi, kırın köy yerleşmesinin dışına açılması, aynı şekilde haberleşme olanaklarının artması sonucunda dış dünya ile ilişkilerinin güçlenmesini sağlayan iletici faktörler ; genellikle büyük kentlerimizde odaklanan sanayi yatırımları ve yaratılan iş fırsatları ve kentin sunduğu eğitim, kültürel, sosyal, eğlence vb. olanaklar gibi “çekici faktörler” dir. Sanayileşmenin, kentleşmeye koşut olarak gelişmemesi nedeniyle kentlerde yaratılan iş olanaklarının sınırlılığı, kırdan kente göç edenlerin marjinal sektör adı verilen mevsimlik işçilik, seyyar satıcılık gibi örgütsüz işlerde çalışmaları Sahte Kentleşme (Pseudo Urbanization) olarak nitelendirilmiş ve bu durum 1950’li yıllardan itibaren kentlerin plansız gelişmesine; yasal olmayan, sağlıksız, gecekondu ve kaçak yapılaşma alanları yoğunlaşmasına sebep olmuştur.

1980 sonrası dönemde Türkiye’de kentleşme değerlendirildiğinde, İkinci Dünya Savaşı’nda başlayan demografik geçiş ve kentleşme gibi süreçler, 1980 sonrasında belli bir doygunluk düzeyine ulaşmış, Türkiye’de sanayileşme sürecine bağlı olarak nüfus artış hızı düşmeye başlamıştır. Toplam göç hareketleri içinde, kırsal alandan kentsel alana yönelen göçlerin önemi azalmış, buna karşılık 1980 sonrasında kentler arası göçlerin önemi artmıştır.

Ülkedeki kentli nüfus artışının özellikle büyük kentlerde nüfus yığılmasına dönüşmesi, barınma ve çalışma sorunlarının çözümlenmesi, sağlık, eğitim, kültür, altyapı gereksinimlerinin karşılanmasını kaçınılmaz kılmıştır.

Türkiye’de Modernleşme Sürecinde Kent Planlamanın Gelişimi

Kent planlamasının, sanayileşme sonucunda kentlerde oluşan sorunlara bir tepki olarak ortaya çıkması ile yaşanan gelişmeler; İngiltere’de kenti sağlıklı hale getirmek amacıyla çıkarılan sağlık yasaları, 1860’larda Fransa’da Haussmann’ın, Paris’in yaklaşık olarak 3/7’sinin yıkılmasını öngören uygulamaları yönünde olmuştur. Bu tür planlamaya eleştiri olarak 1890’lı yıllarda, “Güzel Kent” hareketi, Ebenezer Howard’ın “Bahçe Kent” önerisi, Camillo Sitte’nin tarihi çevreye duyarlı yaklaşımı, Berlage’nin Amsterdam’daki uygulamaları ve Tony Garnier’in Sanayi Kenti- Cite Industriel gibi çok yönlü planlama yaklaşımları gelişmiştir. Güzel Kent Hareketi’ne 1910’lardan sonra yöneltilen eleştiriler, pratik kent veya etkin kent olarak nitelendirilen yaklaşımın gelişmesine yol açmış, modernizmin kent planlama anlayışı, 1933 yılında deklare edilen Atina Kartası ile en gelişmiş ifadesini bulmuştur. Batı’nın geçirdiği bu planlama sürecinin Türkiye’de de yansımaları olmuştur.

Tanzimat Dönemi’nde kent planlamanın gelişimine bakıldığında, sanayileşmenin gerçekleşmemesi nedeniyle, kent planlaması, Batı’da olduğu gibi sanayi kentine tepki olarak ortaya çıkmamıştır. Sanayileşmenin sonuçlarından dolaylı olarak etkilenen, tüm kenti bir bütün olarak düzenleyen planlardan çok, yangın yerlerinin düzenlenmesi, hijyen koşullarının iyileştirilmesi, yolların genişletilmesi ve yeni meydanlar açılması doğrultusunda parçacıl çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Kent planlamasına sağlık açısından yaklaşım, bu dönemde çok etkili olamamış, 1839 yılında sağlık yönetimi açısından önemli bir adım olarak kabul edilebilecek “Beynelmilel Sağlık Meclisi” kurulmuştur.

Tanzimat’ın ilanıyla birlikte, devletin işlerlik ve estetik bakımından daha çok kaygı duymaya başladığı görülmektedir. Tanzimat Fermanı`nın 1839 yılında ilanından, 1908`de II. Meşrutiyet`in ilanına kadar geçen yetmiş yıl içinde, İstanbul`a yönelik hazırlanan üç adet kent tasarımı projelerinin ortak amacı; ulaşım ağını modernleştirmek ve Batı teknolojisi ile kültürünü esas alan bir kent imajı geliştirmektir. Her üç tasarım da Helmuth Von Moltke, F. Arnodin ve Joseph Antonie Bouvard isimli yabancı mimar ve mühendislere yaptırılmıştır. 1836-1837 yılında Moltke tarafından hazırlanan Plana ilişkin 1839 tarihli İlmuhaber, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk imar mevzuatı olan ve yalnızca İstanbul için çıkarılan 1848 tarihli Ebniye Nizamnamesi’ne öncülük etmiştir.

2. Abdülhamid döneminde, özellikle 1880’lerden sonra, Haydarpaşa ile İzmit, yaklaşık 100 km’lik bir demiryoluyla birbirlerine bağlanırken, Avrupa yakasında, İstanbul-Edirne hattı 1875’te tamamlanmıştır. Fransız mühendis Arnodi’in kentin çevresinde bir çevre yolu yaparak, Asya ile Avrupa yakalarını iki köprüyle birbirlerine bağlamayı öneren projesi ve Joseph Antonie Bouvard’ın Güzel Kent ilkelerini kent dokusuna uygulamaya yönelik önerileri, dönemin başka birçok projesi gibi, İstanbul’un sosyal, kültürel değerlerini dikkate almadıkları için gerçekleşmemişlerdir.

Halil Ethem Bey’in Şehreminliği döneminde Lyon Belediyesi’nde çalışan Fransız mühendisi Auric, İstanbul Şehremaneti’ne atanmıştır ve II. Dünya Savaşı’na kadar aktivitelerini sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleştirilen kent planlama çalışmalarının, geçmişte oluşan kentsel dokuları tasfiye edici nitelikte olduğu ve bu tasfiye edici uygulamaların imar faaliyetlerinden çok, imparatorluğun birçok kentinde ortaya çıkan yangınlarca gerçekleştirildiği gözlenmektedir.

1923 – 1950 döneminde kent planlamanın gelişimi değerlendirildiğinde, Cumhuriyet döneminde, planlama harita mühendislerince değil, mimarlarca yapılması gereken bir iş olarak görülmüş, kent parçalarının planlanması yerine bütüncül bir planlama anlayışı gündeme gelmiştir. Büyük kentlerin imar planlarını hazırlatmak amacıyla yabancı plancılar davet edilmiştir. 1927 yılında, Ankara kentinin planını hazırlamak üzere J. Brix, L. Jausseley ve H. Jansen isimli 3 plancı arasında uluslararası sınırlı bir yarışma açılmış ve yarışmayı, H. Jansen kazanmıştır. Ankara’nın imarı, Türkiye’deki diğer kentlerin imarına örnek oluşturmuş ve bu deneyimden elde edilen sonuçlar Türkiye’nin imar mevzuatının da biçimlenmesinde etkili olmuştur. Türkiye’deki mimarlık ve şehircilik sorunlarının, yabancı teknik elemanlarla çözümlenmesi eğilimlerine paralel olarak, bir fikir yarışması için İstanbul’a davet edilen Alfred Agache, Herman Elgötz, H. Lambert’in kent planlamasındaki önerileri uygulanmamıştır. 1935 yılında Alman şehirci Prof. Wagner İstanbul planlamasını yapmak için davet edilmiş ve gerekli incelemeleri yaptıktan sonra 1938 yılında Türkiye’den ayrılmıştır.

1936 yılında Fransız mimar ve plancı Henri Prost, İstanbul’u planlamak üzere davet edilmiş ve 1936 ile 1951 yılları arasında İstanbul`da bulunarak, kentin planlanmasında önemli bir rol oynamış, 1937 yılında “İstanbul Nazım Plan İzah Raporu” yayınlamıştır.

Prost’un 26.12.1950 tarihinde görevden ayrılmasından sonra kurulan geçici Revizyon Komisyonu, hazırlanan imar planlarının ve detay çalışmalarının, kentin bünyesi, ekonomisi ve tarihi durumu dikkate alınarak uygulama şansının bulunup bulunmadığı konusunda incelemeler yapmış, çeşitli eleştiri ve önerilerde bulunarak yeni yapılacak düzenlemelere yol göstermiştir.

1950-1980 döneminde kent planlamanın gelişimi incelendiğinde, 1950’lerde başlayan hızlı kentleşme, sanayileşme çabaları, planlamanın kapsamını ve boyutlarını değiştirmiş, 1960’larda mimarlık eğitiminden bağımsız bir kent planlama eğitimi kurumsallaşmış ve kent planlarını Atina Anlaşması’nın ilkeleri yönlendirmeye başlamıştır. Türkiye’de bütüncül-geniş kapsamlı-rasyonalist bir planlama anlayışının ortaya çıktığı ve özellikle büyük kentleri planlamanın ülke çapında önem taşıdığı görülmektedir. Hızlanan göçlere paralel olarak ağırlık kazanan kentleşme ve konut sorununa da çözüm bulmak amacıyla yabancı uzmanlara raporlar hazırlatılarak görüşleri alınmıştır. Ankara’nın planlanması amacıyla 1955 yılında uluslararası bir yarışma düzenlenmiş, yabancı mimar ve plancıların da katıldığı bu yarışmayı Nihat Yücel ve Raşit Uybadin kazanmıştır.

1960’lı ve 1970’li yıllarda İller Bankası’nın açtığı kent planlama yarışmaları, kent planlamanın bilimsel içeriğinin gelişmesine önemli katkı sağlamıştır. Metropoliten Kent Planlamasının gelişmesi, özel araç sahipliğinin artmasına paralel olarak kent içi ulaşım planlamasının gelişmesi yanında, koruma imar planları ve turizm alanları planlaması da bu dönemin kent planlama alanındaki gelişmeleridir. Bir diğer gelişme, kent ölçeğinde planlamanın yetersizliğinin anlaşılması ve bölge ölçeğinde planlama yapılmasıdır.

1980 sonrası dönemde kent planlamanın gelişimi değerlendirildiğinde, 1980 sonrasında Türkiye’de, Batı’yla bütünleşerek ve yarışarak gerçekleştirilecek bir gelişme amaçlanmıştır. 1984 yılında çıkarılan 3030 sayılı Büyükşehirlerin Yönetimine İlişkin Yasa ile, planlama ve uygulamada, Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri ve valilik olmak üzere üç farklı kurum yetkili kılınmıştır.

Bu dönemde Ankara ve İstanbul kentleri için bazı planlama çalışmaları yapılarak, bazı öngörülerde bulunulmuştur. 1985 yılında yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Yasası’yla, imar planlarının hazırlanması ve hazırlattırılması yetkisinin belediyelere devredilmesinin de etkisiyle yapılan çok fazla sayıdaki plan değişiklikleri, kentlerde bütünlüğün bozulmasına neden olmuştur.

Türkiye’de Modernleşme Sürecinde Mekânsal Gelişmeler

Tanzimat Dönemi’nde mekânsal gelişmeler (1839-1923) değerlendirildiğinde, 1860’lı yıllardan itibaren yeni ticaret merkezlerinin kurulması, demiryolu, liman ve rıhtımların, askeri kışlaların inşasıyla yeni çekim merkezlerinin yaratılması, idari merkez oluşturma Anadolu’daki kentlerde gözlenen gelişmelerden bazılarıdır. Organik formdaki sokak ve cadde dokularının, dama biçimli planlara uygun olarak geniş ve ağaçlıklı caddelere dönüşmesi, sıra ev, apartman tipi konutların yanında, saray, köşk ve malikâne türü yeni konut biçimleri, göçmen mahalleleri konut alanlarının oluşması da gözlemlenen değişikliklerdir. Toplumun eğlence alışkanlıkları ve zevklerinin değişmesi ve devletin kurumsallaşması yönündeki gelişmelerin, kent mekânına yansımaları da gözlenmiştir. Ulaşımın değişmesine paralel olarak, bu dönemde kent yeni alanlara doğru genişlemeye başlamış, altyapı ve kent hizmetlerinde de gelişmeler olmuştur.

1923-1950 döneminde Türkiye’de mekânsal gelişmeler incelendiğinde, ülkenin değişik bölgelerinin kapitalist ekonomiyle bütünleştirilmesi amacıyla kentlerin, demiryolu sistemiyle donatılması yaklaşımı önemli bir gelişmedir. Yapılan planlarda özellikle demiryolu güzergâhı üzerindeki küçük Anadolu kentlerinde, fabrikalar kurulması öngörülmüştür. Ülkeye gelen mübadiller için bitişik nizam sıra evler şeklinde inşa edilen konutlar, ızgara plana sahip, geometrik düzen kent formunun örnekleridir. Dönemin bir diğer gelişmesi de işçi ve memurların oluşturduğu kooperatifler eliyle gerçekleştirilen toplu konut alanlarıdır.

Cumhuriyet’in ilk yılları, özellikle yeni başkent olan Ankara’da, resmi yapı üretimine de sahne olmuştur. Ankara bir başkent olmaktan öte, yeni rejimin yaratmaya çalıştığı yeni yaşam tarzı ve modelinin de gösteri alanı olarak düşünülmüştür. Ayrıca, altyapının ve ulaşım araçlarının gelişimine ve modernleştirilmesine de ağırlık verilmiştir.

1950-1980 döneminde Türkiye’de mekânsal gelişmeler değerlendirildiğinde, 1945–1950 yılları arasında, tarımda makineleşmeye bağlı olarak açığa çıkan işgücü sonucunda, özellikle büyük kentlere olan kitlesel göçler, büyük kentlerin çevrelerinde gecekondu türü yerleşmelerin gelişmesini hızlandırmıştır. 23.06.1965 tarihinde yürürlüğe giren 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası ile 1-2 katlı yapılar yıkılarak kullanıcıların yapıların bağımsız bölümlerinin mülkiyetine sahip olduğu yüksek katlı betonarme konut modeline geçiş yaşanmıştır. 1970’li yılların ikinci yarısından sonra, nesnel koşullarda başlayan değişmeler, toplu konut sunum biçimlerinin gelişmesine olanak vermiştir.

Bu dönemde, kent merkezlerinde hipermarket ve süper marketler yanında içinde çok sayıda dükkânın olduğu pasajlar gözlemlenmiş, küçük sanayi siteleri ve organize sanayi bölgeleri oluşturulmuş, eğitim ve sağlık donatılarının, kampüsler halinde inşa edilme eğilimi artmış, ulaşım alanında arayışlar olmuş, banliyö türü konut alanları oluşmaya başlamıştır.

1980 sonrası dönemde Türkiye’de mekânsal gelişmeler incelendiğinde, 1980 sonrasında, turizm yatırımlarının teşvik edilmesi, özel araç sahipliğinin artması ve yaşam standartlarının ve kalıplarının değişmesi kentsel mekâna da yansımış, özellikle güney ve batı bölgelerdeki kentlerde turizm tesisleri ve ikinci konut açısından önemli gelişmeler olmuştur. Batı türü alışveriş biçiminin gelişmesiyle alışveriş merkezleri, Batı’daki örneklerinden farklı olarak, yalnız kent dışında değil, merkezlerinde de açılmıştır. Uluslararası ve küreselleşmiş kapitalizmin geliştiği bu dönemin mekânsal gelişiminde önemli rolü olan beş yıldızlı otel ve tatil köylerinin sayısı hızla artmıştır. Ülkenin küresel yerleşmelerle bütünleşmesinin bir sonucu, çalışma alanlarında görülmüş, Denizli, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Çorum gibi kentlerde dış dünya pazarı için üretim yapan sanayi kuruluşları gelişmiştir. Kentin tek tek yapıların eklemlenmesi biçimindeki büyümesi, kent parçalarının eklemlenmesine dönüşerek desentralizasyon hızlanmıştır.

1980’li yıllarda çıkarılan Toplu Konut Yasalarının da etkisiyle konutlar, kooperatifler, büyük şirketler, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi (TOKİ) ve belediyeler aracılığıyla toplu olarak inşa edilmeye başlanmıştır. Kaçak yapılaşma alanlarını atlayarak kent çeperinde oluşan bu konut alanları, kentin sıçramalı büyümesine yol açmıştır. Ayrıca bu dönemde, telekomünikasyon yatırımları ağırlık kazanmıştır.

Türkiye’de Kent Planlamaya Yönelik Örgütlenme ve Yasal Düzenlemeler

Tanzimat Dönemi’nde kent planlamaya yönelik örgütlenme ve yasal düzenlemeler (1839-1923) incelendiğinde, Tanzimat’ın ilanından önce kadılar, kentlerin idaresinde belediye görevlerini yerine getirmekte, zabıtaya amirlik etmekte ve adaleti uygulamaktadır. 1850’lerde başkentte bir belediye örgütlenmesine gidilmiş, arazi mülkiyeti için gereken esneklik kısmen 1858 tarihli Arazi Kanunnamesiyle sağlanmıştır.

Batılılaşma çabalarına da bağlı olarak Osmanlı Hükümeti’nin, merkeziyetçi bir yaklaşım içinde, merkezden illere valiler, ilçelere de kaymakamlar göndermesiyle, kadıların yükümlendiği mülki işler vali ve kaymakamlara, adli işler adliyelere, beledi işler de oluşturulan Şehremaneti (belediye teşkilatı) sonucunda “Şehremin”lere verilmiştir. Şehremaneti’nin İstanbul’da belediye hizmetleri açısından bir iyileşme sağlayamamış olması sonucu, 1856 yılında İntizam-ı Şehir Komisyonu adıyla bir komisyon kurulmuştur. Komisyonun önerileri doğrultusunda Galata – Beyoğlu’ndan sonra Tarabya ve Adalar da oluşturulan belediye örgütünün bazı iyileşmeler sağlaması sonucunda kentin tamamında belediyeler kurulması amacıyla 1868 yılında Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi yürürlüğe sokulmuştur. Bu dönemde, her kentte bir de Cemiyet-i Belediye adı verilen başka bir örgüt bulunmaktadır. 1908 yılında İstanbul’da Vilayet Örgütü kurulmuş, vali ve şehremininin görev ve yetkilerinin çatışması nedeniyle her iki görev de aynı kişiye verilerek bu sorun aşılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşen yangınların sonucunda, yangına maruz kalan alanın yollarının genişletilmesi, binaların kâgir binalara dönüştürülmesi için bir Islahat-ı Turuk Komisyonu kurulmuş ve yangın geçiren bölgelerin mevzi planları hazırlanmıştır.

1848 yılında Batı şehirciliğinin bazı temel ilkelerini getiren, Osmanlıların ilk imar yasası olarak kabul edilen ve sadece İstanbul için geçerli olan Birinci Ebniye Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir. 1864 yılında yürürlüğe giren ve tüm imparatorluk sınırlarını kapsayan Ebniye ve Turuk Nizamnamesi’yle, Ebniye Nizamnamesi yürürlülükten kaldırılmıştır. Sonrasında da Ebniye Kanunu 1882 yılında yürürlüğe girmiştir.

1923-1950 döneminde Türkiye’de kent planlamaya yönelik örgütlenme ve yasal düzenlemeler incelendiğinde, bu dönemin ilk örgütlenmesi 1924 yılında Ankara Şehremaneti’nin kurulmasıdır. 26 Şubat 1924 tarihinde yürürlüğe giren 423 sayılı Belediye Vergi ve Resimleri Yasası’yla belediyeler hem mali açıdan güçlendirilmeye çalışılmış hem de mali hesaplar denetim altına alınmaya çalışılmıştır. 18 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren 442 sayılı Köy Kanunu ile nüfusu 2000 ‘e kadar olan yerleşmeler köy kabul edilmiştir. Konut kredisi veren bir finansman örgütü olarak 1926 yılında Emlak ve Eytam Bankası kurulmuş aynı yıl, Milli Koruma Yasası ile konut kiraları dondurulmuştur. 28 Mayıs 1928’de 1351 sayılı yasayla Dâhiliye Vekâlet’ine (İç İşleri Bakanlığı) bağlı, imar müdürü ve bakanlar kurulunun seçtiği 3-5 üyeden oluşan İmar İdare Heyeti’nin karar organı olarak yer aldığı Ankara Şehri İmar Müdürlüğü kurulmuştur.

3 Nisan 1930 tarihinde 1580 sayılı Belediye Kanunu yürürlüğe girmiş ve 2000’li yıllara kadar yürürlükte kalmıştır. Umumi Hıfzı sıhha Yasası (1930), Belediye Bankası Kurulmasına İlişkin Yasa ( 1933), Yapı ve Yollar Yasası (1933), Kamulaştırma Yasası (1934), 2763 sayılı Belediyeler İmar Heyetinin Kuruluşuna İlişkin Yasa (1935) gibi imara ve kentin yönetimine ilişkin yasalar bu dönemde yürürlüğe giren ve belediyeciliğin çerçevesini belirleyen yasalardır.

Ankara dışındaki kentlerde nüfus artış hızının çok düşük olması nedeniyle, bu dönem belediyeciliğinin temel sorunu kentleşme sorunlarını çözmekten çok, sağlıklı ve çağdaş bir kent yaratmak ve sanayi öncesi kent özelliklerini taşıyan kentlerin bu yönde dönüşümünü gerçekleştirmektir. Memur Konutları Yasası (1944), Belediye Gelirleri Yasası (1948), 1945 yılında İller Bankasının kurulmasını sağlayan 4759 sayılı yasa, 5431 sayılı Ruhsatsız Yapıların Yıktırılması ve 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yollar Kanunu’nun Değiştirilmesine Ait Kanun bu dönemdeki önemli düzenlemelerdir.

1950-1980 döneminde kent planlamaya yönelik örgütlenme ve yasal düzenlemeler incelendiğinde, hızlı kentleşme ve özel araç sahipliğinin artması, 1950’lerde modernleşme çabaları sonucunda açılan bulvarlar ve oluşturulan meydanlar, eski kent dokularının ve anıtsal yapıların yıkılması, tahrip edilmesi ve yenilenmesi doğrultusunda bir baskı oluşturmuştur. Bu bağlamda, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkilat ve Vazifelerine İlişkin Yasa (1951), Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkiline ve Vazifelerine Dair Yasa (1951), 1960 yılında 7463, 1973 yılında 1741 sayılı Eski Eserler Yasası kültür varlıklarının korunmasına yönelik olarak yapılan diğer düzenlemeler önemlidir. Bunun yanında, gecekondu yapımını yasaklarken, bir yandan da gecekondu yapılmasını önlemek amacıyla, ucuz arsa, düşük faizli ve uzun vadeli konut kredisi, teknik yardım vb. kolaylıklarla piyasaya fazla sayıda konut sunulmasını kolaylaştırmaya çalışan yasalar çıkarılmıştır.

6830 sayılı İstimlak Kanunu, kıymet takdir komisyonlarının oluşumu ve kıymet takdirinin nasıl yapılacağına ilişkin düzenlemeleri içeren yasa, kamulaştırılan gayrimenkullerde kamulaştırma değerinin belirlenmesinde “gerçek değer” temel ilke olarak belirlenmesin ön gören yasa bu dönemde yer alan diğer önemli gelişmelerdir. Ayrıca, belediye sınırları dışında mücavir alanların planlama sorunlarına bir cevap aramak üzere 1956 yılında 6785 sayılı İmar Yasası yürürlüğe girmiştir.

Bu dönemde, İmar ve İskân Bakanlığı kurulmuş, 1959 yılında 7269 sayılı yasayla, bakanlığın yetki alanına afetlerin de eklenmesiyle, İmar ve İskân Bakanlığı, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Ayrıca, ilk kez gecekondu kavramının kullanıldığı 775 sayılı Gecekondu Yasası 1966 yılında çıkarılmıştır.

1980 sonrası dönemde kent planlamaya yönelik örgütlenme ve yasal düzenlemeler incelendiğinde, 1980 sonrası dönemde, imar, konut arzı, kültür ve tabiat varlıklarının korunması, yerel yönetimler, imar afları gibi birçok alanda yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu dönemin yasal açıdan en önemli gelişmelerinden bir tanesi, yaklaşık 30 yıl uygulamada kalan 6785/1605 sayılı İmar Yasası’nın yürürlükten kaldırılarak, imar planı hazırlama /hazırlatma yetkisinin merkezi yönetimden yerel yönetimlere devredildiği 3194 sayılı İmar Kanunu’nun yürürlüğe sokulmasıdır. Diğer gelişmeler, imar affı olarak nitelendirilebilecek çok sayıda düzenlemenin yapılması ile, Büyükşehirlerin Yönetimine İlişkin Yasa(1984), Kültür ve Doğa Varlıklarını Koruma Yasa(1983) ile ilgili düzenlemelerdir.