MİTOLOJİ VE DİN - Ünite 2: Mit, Din ve Toplum İlişkisi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Mit, Din ve Toplum İlişkisi

Giriş

Mitik düşünce ve inançlar, dinler ve düşünce tarihi içinde dini, felsefi, bilimsel düşünce öncesi döneme ait kabul edilir. Mitler, tanrıların, evrenin, dünyanın ve insanın yaratılışını anlatan sembolik öykülerden oluşmaktadır. Bilinebildiği kadarıyla mitik öykülerin geçmişi, ilk insan topluluklarına kadar uzanır. İnsanın yeryüzü etkinliği ve doğaüstü varlıklara ilgisi, bir anlamda inançların, düşüncenin ve toplumun tarihiyle çakışır.

Kutsal kitapların zaman anlayışı ve batı dışı kültürlerin tarihi bir yana bırakılırsa, bugünkü tarih anlayışına göre, mitlerin kökeni MÖ 9. ve 8. yüzyıllara antik Yunan kültürüne dayandırılmaktadır. Homeros’un İlyada ve Hesiodos’un Odysseia destanlarında yansısını bulan kahramanlık çağı öykülerinden oluşan mitlerin, çağlar boyu toplumsal yapı ve çevre ile etkileşim içinde değişerek, dönüşerek dilsel, kavramsal ve düşünsel dünyada pek çok alanda etkilerine rastlanılmaktadır.

İlahi dinlere göre, Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa, kutsal kitabı Tevrat’tır. Hristiyanlığın peygamberi Hz. İsa, kutsal kitabı İncil’dir. İslam’ın peygamberi ise, Hz. Muhammet’tir, İslam’ın kutsal kitabı, Kur’an’ı Kerim’dir. Mitik inançların mesajları, yerel veya bölgesel iken, ilahi dinlerin çağrıları, tek Mit, Din ve Toplum İlişkisi bir coğrafya, bölge, iklim ve ırka değil, evrenseldir. Yani bütün insanlığadır.

Düşünce tarihi içinde Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi, tek Tanrılı dinler, mitleri ve mitik düşünüş ve inançları politeist yapısı sebebiyle, kendi inanç ilkelerine uygun bulmamaktadır. Ancak Yeni Çağ düşünüşünün etkisiyle, bugün mitolojiye kaynaklık eden Antik Çağ mitlerine ve düşünüşüne ait imgelere siyasi, sosyal, edebi, iktisadi, sanatsal vs. pek çok alanda rastlanılmaktadır.

Mit – Mitoloji

Mitoloji, mitler bilimi ve mitlerin sistemli bir şekilde toplanması demektir. Mit, çok tanrılı bir dinin tanrıları, doğal ve insani olaylar üzerine anlatılan öykü/efsane, mitoloji de bu efsanelerin bir araya getirilmesidir. Antik Yunancada söz, öykü anlamına gelen mit (mythos), ilk veya ilkel insan topluluklarının, evreni, yeryüzünü ve tabiat olaylarını kişileştirerek yorumlama veya henüz sırrını çözemedikleri hayat ile ilgili her türlü sorunu kendileri için anlamlı olacak biçimde açıklama gereksiniminden doğmuş öykülerdir. Doğaüstü güçlerin doğal ve toplumsal dünyaya etkilerini yansıtan mitler, pozitivist ve evrimci toplum kuramlarına göre, insan düşüncesinin bir aşaması sayılmaktadır. Ana hatlarıyla Tanrıların yaratılması, teogonik öykülere; evrenin oluşumu-yaratılması, varlığın başlangıcı ve hayat, kozmogonik öykülere; öte dünya ile ilgili işler eskatolojik öykülere konu olmaktadır.

İlk insanın fiziki dünyadaki çaba ve eylemleri, doğa ötesi inançları, toplumsal dünya algısı, siyasal, ekonomik, tarihsel, sosyolojik, psikolojik, yasal ve etik unsurlar mitler haline getirilmiştir. Bu anlamda ‘mitler, evrende egemen olan düzeni anlama çabasıdır.

Mitin gerçekle ilişkisi olup olmadığına gelince; mitin gerçekliği, geçerliliği önce kendi içinde ve insani ilgi, ihtiyaç, soru, sorun, korku, ümit ve gelecekle ilgili merak ve beklentilerde aranmalıdır. Yine insanın toplumsal çevresinden kaynaklanan sorunlar karşısında bir çözüm arayışı, onların üstesinden gelme ve güvenlik arzusu içinde aranmalıdır.

Mitolojik Düşünce ve Özellikleri

Mitin simgesel, insanüstü veya kutsal bir yönü vardır. Bu simgesellik ve kutsallık, insan hayatı, insanın evrendeki yeri ve anlamı ile ilişkili soru ve sorunlardan kaynaklanır. Mit bağlamında simgeler ve kutsallık, bireysel inanç ve toplum kökenli ritüellerle sunulmakta ve aktarılmaktadır. Ayrıca mitik düşünce uygarlık tarihi açısından insanın yeryüzünde doğa ve toplumla ilk etkinlikleri konu edinmekte olup, zamanla insanın yeryüzündeki serüvenine göre farklılaşarak, dönüşerek varlığını devam ettirmektedir. Mitler, evrenin ve insanın yaratılışı, insanın doğa ve toplumla, yani sosyal çevre ile ilişkisi çerçevesinde oluşturulmuş açıklama ve anlatım biçimleridir.

İnsanların geçim, savunma ve üreme gibi aktiviteleri, örneğin mağara ve kaya resimlerinde hayvan resimleri ve av sahneleri, insanın doğaya ve topluma egemen olamadığı dönemlerdeki düşünme biçimini yansıtır. Bu bağlamda insan rastlantısal nedensellik bağlarını bu mitolojik unsurlarda bulmaktadır. Bu bağlamda insan rastlantısal nedensellik bağlarını bu mitolojik unsurlarda bulmaktadır. İnsan rastlantısal yer ve zaman çağrışımlarıyla bir olay sırasında dikkatini çekip belleğine yerleşmiş olan şeyleri, o olayın sorumlusu, nedeni olarak görmektedir. Neden, doğaüstü ve rastlantısal olunca, onunla ilgili açıklamalar da mitolojik olacaktır. Böylelikle mağara duvarına hayvan resmi çizmek suretiyle, dışarıda avlanacak hayvanlar bulacaklarına inanılmakta, dinsel ayinlerle avlanan hayvan sayısının artacağı düşünülmektedir. Benzer şekilde, ‘gebe bir kadın heykelciği yapma eylemi’, topluluğun kadınlarının doğurganlığına vurgu yapmaktadır. Çünkü geçim ve savunma için nüfus her zaman stratejik bir öneme sahiptir.

Mitolojinin İşlevleri

Mitler’in işlevleri dört ana noktada toparlanabilir. İlk olarak, mitler, evrenin ürpertici ve bağlayıcı bir gizem’e sahip olduğunu -mysterium tremendum et fascinans- insan bilincine yansıtmaktadır. Kendisi aracılığıyla evrende varolan ve gerçekleşen her şeyin olduğu gibi kabul edilmesini sağlamaktadır: Evren ve içinde barındırdığı varlıklar âlemi, birbiriyle bağlantısız ve anlamsız değildir. İkinci olarak, mitler, insana hayatı, olayları ve insanın geleceğine ait yorumlayıcı-izah edici bütüncül bir imge geliştirmekte ve sunmaktadır. Üçüncü olarak, mitler, oluşturduğu inançlar ile doğa karşısında ve toplumda görece istikrarlı ve ahlaki bir düzeni savunmaktadır. İnsanı doğa yahut coğrafya ve tarihle koşullanmış toplumsal grubunun gereksinimlerine göre biçimlendirir. Bu biçimlenme doğal, biyolojik ortamdan gerçek bir kopuş haline gelebilir.

Farklı toplum ve uygarlıkların uzun tarih içinde yükselmesi-yıkılması, onları destekleyen mitik yasaların döngüsel zaman içinde insani yazgı bakımından ikna ediciliğinin işlevi olarak değerlendirilebilir. Çünkü uygarlıkları harekete geçirici, kurucu ve dönüştürücü olan otorite değil, ortak inançlardan alınan esindir. Mitsel inançlar, toplumlara aksiyoner ruh üfleyen bir simgeler organizasyonudur. Örneğin Türk tarihindeki “Ergenokon’dan Çıkış” efsanesi, kökenci bir var oluşun mitolojik ilham kaynağıdır.

Mitlerin en canlı ve en önemli işlevi, insanın evren ve toplumsal dünya içindeki yeri ve anlamıyla ilgilidir. İnsan kendi var oluş anlamını, doğal ve toplumsal çevresinde bulabilmektedir. İnsan, mitler vasıtasıyla sırasıyla kendisiyle -mikro-kozmos-, ürettiği kültürüyle -mezokozmos-, ilişkili olduğu evrenle –makro-kozmos- ve her şeyin ötesinde yaratıcı tanrısal güç ve irade ile uyum içinde yaşamayı öğrenmektedir.

Din, Dinler ve Dini Düşünce

Din

Din etimolojik olarak, Arapça ‘usul, adet, tutulan yol ve huy’ anlamına gelirken, eski Yunanca’da ‘korku ile karışık sevgi ve saygı’ anlamına gelmektedir. Rudolf Otto ise, dini ‘korkutucu, büyüleyici sır’ olarak tarif etmekte ve bu tanımın öne çıkan iki özelliğine vurgu yapmaktadır: Esrarengiz ve kutsal İnsan ile Tanrı’yı birleştirme anlamına gelen religare, evreni ve yaşamı meydana getiren sebep ya da insanları bir araya getiren kutsal sebep anlamına gelmektedir.

Geertz’e göre din; ‘İnsanlar üzerinde genel bir varlık nizamının kavramlarıyla formüle edilen ve bu kavramlar aracılığıyla gerçeğe son derece uygun motivasyonlar ve öğretilerle bağlantılı bir ruh halini örtüştüren, kapsamlı bir otorite hâkimiyeti sağlayan semboller sistemidir.

Bir dinin inanç ilkeleri, toplum hayatında davranış ve eylemlere sinmiş olarak bulunduğundan insanlar arasında ortak iletişim ve etkileşimi sağlamak için din, sembollere bürünmüş olarak görünür. Bu yüzden, toplum hayatında etkili olan inançları, geri planında inançların yattığı semboller üzerinden okuyabiliriz. Örneğin, ilk dikkati çeken dini sembollerden bazıları şunlardır: İslam’daki ‘kelime-i şehadet, ezan, cami’; hristiyanlık’daki ‘teslis, vaftiz, haç ve istavroz çıkarma, kilise’; Yahudilik’deki ‘ yedi kollu şamdan, kipa ve havra’ gibi.

Dinin mahiyeti söz konusu olduğunda ise, inanç ve pratiklerde çeşitlilik söz konusu olduğu için, ortak bir noktada buluşmak her zaman kolay gözükmemektedir. Hiç şüphesiz aynı zamanda bir sosyal kurum özelliği taşıyan din, her topluma uygun bir yorum ve bünyeye sahip olmaktadır. Dinin toplumla olan

Münasebeti de bu yüzden sanıldığı kadar kesin veya tek taraflı değildir. Başta tanrı anlayışı olmak üzere, inanç ve ibadet ilkeleri, hayata bakış açıları ve hayata kattığı yorumlar birbirinden farklılıklar arz etmektedir.

Yine dinler, ilahi dinler gibi, tek tanrılılıkla özdeşleştirilmemelidir. Zira dinlerde birçok ilah anlayışı ve kavrayışı vardır. Bazılarında ise hiç tanrı yoktur.

Bütün dinler duyular dünyasının ötesinde, Tanrı, melek, cennet, cehennem gibi doğaüstü varlık ve özelliklere olan inancı paylaşmaz. Örneğin Konfüçyanizm, yeryüzündeki doğal uyumu kabul etmekle birlikte, onun arkasında yatan hakikatleri araştırmayla ilgilenmemektedir.

Bilimsel disiplinlere göre dinler, evrimci, pozitivist, hümanist dinler; animist, naturalist, totemist dinler; düalist ve monist dinler; Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet ilahi dinler; Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm ve Taoizm Uzak Doğu dinleri olarak tasnif edilir. Başka bir tasnife göre, milli (Yahudilik) veya evrensel (İslam, Hristiyanlık) dinler şeklinde yapılmaktadır.

İlahi dinleri merkeze alan tasnife göre dinler, tek tanrılıtevhide dayalı-, çok tanrılı- putperest- veya hak ve batıl dinler olarak tasnif edilir.

Dinin pratik boyutu, aynı inanca mensup olan insanların yerine getirdikleri bütün dini pratikleri içine alır. Buna amel boyutu da denir. Tanrı inancında olduğu gibi, ibadet, ayin ve törenler de dinlerde çok çeşitlilik arz eder. İbadet ve ayinler dua etmekten başlayıp, belli zaman ve yerlerde toplu ibadetler yapma, çeşitli şarkı ve ilahiler söyleme, dine göre yapılması serbest ve yasak olan fiiller, yenilmesi helal veya haram olan gıdalar, kılık-kıyafet tarzlarına kadar gündelik hayatın her boyutunda çeşitli usul ve şekiller altında yapılır.

Dinin Anlam ve Önemi

Dinin anlam ve öneminin bilinmesi, her şeyden, önce din fenomeninin genel özelliklerinin tanınmasını gerektirir. Dinin anlaşılması hususunda ana sorun, dinlerin anlaşılmasını sağlayacak tanımların çeşitliliği ve dinin toplumsal şartlarla ilişkisi hakkındaki varsayımlardır. Din ve toplum ilişkisinde, bakış açısına göre, bazen dini, bazen de toplumsal ve insani özellikler öne çıkarılmaktadır.

Din ve toplum konusu ele alınırken doğal olarak çok boyutlu bir bakış açısına sahip olmak gereklidir. Bu bağlamda, dinin anlam ve öneminin dile getirilebilmesi için kaçınılmaz olarak toplum yapıları hakkında ve özellikle insan tabiatı hakkında öne sürülen bazı varsayımların bilinmesi gereklidir.

Doğaüstü inançlardan başlayarak, mitlerden dine, çok tanrılı dinlerden tek bir Tanrı’ya imana kadar farklı tezahürlere sahip olan inanç alanı, adeta görünen ile görünmeyen, fizik dünya ve metafizik dünya arasında bağlantıyı kuran bir köprüdür. İman, kendi bedeninin sınırlılığıyla yetinmeyen insanın iki dünyanın bilgisini ve seyrini bir inanç etrafında birleştirerek, iki dünyayı kendisi için anlaşılabilir kılan bir yoldur.

İnsanlar yeryüzünde bir bitki yahut hayvan gibi, doğum ve ölüm arasında sıkışıp kalmaktan kurtularak sonsuzluk arzusu içindedir. Doğanın kör kuvvetleri ve hayatın insanlara sunduğu eşitsiz şartlara karşı, hak ve adalet vadeden bir düzen istemektedir. Böyle bir düzeni de dinden başka bir yerde bulmak mümkün olmamaktadır.

Dinin İşlevleri

Sosyolojik, psikolojik ve antropolojik açıdan bakılınca, din, toplumda oldukça çok işlevlere sahiptir. Her şeyden önce, din, yaşanılan hayatı ve fizik dünyayı açıklamaya hizmet eder. Bu konuda salt açıklama yeterli değildir; açıklamanın aynı zaman da anlamlı ve tatmin edici olması gereklidir. Dinlerin makul ve anlamlı cevaplar verdiği muhtemel sorular şunlardır: Evren nasıl ve niçin yaratıldı? Dünya ve güneş nasıl ve niçin yaratıldı? Bitkiler ve hayvanlar nasıl ve niçin meydana geldi? İlk insan nasıl ve niçin yaratıldı? Yeryüzünde hayat nasıl başladı? Bu tip sorulara -bilimsel anlamda doğru veya yanlış kabul edilsin edilmesin, en anlamlı cevaplar dinlerde bulunabilmektedir. Bu konudaki sorulara, farklılıklar olsa da, öncelik sırasına göre başta Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin Babı’nda (1-4) olmak üzere ve İncil ve Kur’an-ı Kerim’de bazı temel bilgiler verilmektedir.

‘Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. Allah bir şeyi yaratmak isteyince, ona sadece ‘ol!’der, o da hemen oluverir’. Bakara/117

‘O Allah’tır ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra emir ve iradesini göklere yöneltti ve onları iç içe yedi tabakadan oluşan, yedi kat gök şeklinde mükemmel bir ölçüyle düzenledi. Hiç kuşkusuz O, her şeyi en iyi bilendir’. Bakara/29

Din hayatta karşılaşılan ve insan zihninde önemli yer işgal eden ölümcül soruların cevabını verir. Onlarla başa çıkma ve üstesinden gelmeye yardım eder. Din, aynı zamanda, hayatın belirsizliklerini en aza indirme ve kontrol etmeyi temin eder. Belirsizlik kavramı, dinin cevap vermeye çalıştığı hayatın ‘büyük problemler’i düşüncesiyle bağlantılıdır. Din böyle devasa problemlere cevap üretme teşebbüsüyle, insanların ‘bilme ihtiyacı’nı karşılar.

Dinin birçok olumlu katkısına karşılık olumsuz algılanabilecek tarafları da vardır. Mesela din bir kimlik inşa ederek, insanları potansiyel olarak biz ve öteki olarak tanımlar. Avrupa’da Katolik ve Protestan Hristiyanlar arasında yüzlerce yıl devam eden din savaşları, İslam dünyasındaki siyasi ve Şii-Sünni mezhepler arasındaki çatışma ve savaşlar kimlik tanımlamalarının eseridir. Dinlerin savaş ve çatışmaya alet edilmesi, dinlerin evrenselci yorumlarının zayıfladığı veya dış dünyayı anlamlandırma işlevini kaybetmeye başladığı zamanlarda ortaya çıkmaktadır.

Kutsal bir kitap olan Kur’an’ı Kerim’den, dinin binlerce yıldan beri insan hayatına neden bu denli nüfuz etmiş olduğuna ışık tutmaktadır. Bu kitap, Tanrı’nın her birimizi gözetip kolladığını, bu dünyada insanların her türlü ihtiyacının karşılandığını ifade ediyor. O’na inanan, ibadet eden ve bu dünyada iyilik edenlere, öte dünyada da bu dünyadakilerden daha iyi nimetlerle dolu bir hayatın bizleri beklediğini müjdelemektedir.

Yeryüzündeki bütün dinlerin aynı inanışlara sahip olduğu ve yukarıdaki inançlara katıldığı söylenemez. Ancak din farklı biçimler alsa da, bilinen bütün toplumlarda bir din vardır. Tarihin sözünü ettiği, ancak arkeolojik kalıntılar yoluyla varlıklarını bildiğimiz ilk toplumlar, dinsel simge ve törenlerle ilgili oldukça çok iz ve işaretler bırakmıştır.

Modern Toplum ve Din

İnsanlığın din karşısında ilgi ve alakasının en aza indiği veya öyle düşünüldüğü zaman dilimi, bir istisna olarak son yüzyıllar olmuştur. Çünkü 19. yüzyıl Avrupa düşüncesi modernlik anlayışıyla birlikte, Hristiyanlığın veya genel olarak bütün dinlerin karşısına adeta, bilim adı verilen yeni bir Ad hoc (ideolojik, geçici ve moda vari) din koydu. Bu dinin klasik dinlerden yegâne farkı Tanrı’yı, yani tabiatüstü bir varlığı o dönemdeki egemen maddecievrimci bilim anlayışı gereği kabul etmeyişi idi.

Modern zamanlarda dinlerin yerine geçmeye uğraşan bilim, çeşitli ideoloji ve dünya görüşleri ortaya çıkmış olsa da, bunların dinin işlevlerini üstlenebilecek özelliklere sahip olduklarını ve dinin yerini alabileceklerini söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü Tanrı, ölümsüzlük ve özgür irade düşüncesini inanç sistemleri dışında tatmin etmek kolay olmadığından, inanç sistemlerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını bilimle ispat etmek de, çürütmek de imkânsızdır.

Toplum ve Toplumsallık

İnsan, kendi başına yaşayan bir varlık değildir ve o ancak doğal ve toplumsal çevresiyle var olabilir. Aristo’nun diliyle, insan politikon zoon’dur; yani siyasal-sosyal bir varlıktır. O’na göre, ‘yalnız yaşayan ya Tanrıdır, ya da hayvandır’. Başka bir ifadeyle, bir bebeğin ‘insan haline gelmesi’, kişilik ve kimliğinin oluşması, topluma, üretilmiş kültürel değerleri benimsemesi yalın bir süreç değildir. İnsan doğal ve toplumsal bir çevre içinde doğar, büyür, gelişir ve topluma katılır; onun bir üyesi olur ve kendini gerçekler

Mitoloji, Din ve Sosyal Çevre

Tarihin alaca karanlığından bu yana, mitlerden dine, kabul edilen her inanç, kendisinden kuşku duyulmayan ve kendisine kuvvetle inanılan ilkeler ortaya koymuşlardır. Bu ilkeler insan hayatının her boyutunu etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Mitik dinlerin veya tek tanrılı dinlerin egemen olduğu toplumların çok yönlü örgütlenmesine bakılınca, insanların bir arada yaşama ideali daha çok dinler aracılığıyla gerçekleştiği görülür. Bir kişi veya küçük bir toplulukla başlayan inançlar, gelişerek, değişerek ve farklılaşarak, öğreti, kurum ve topluluk olarak yerelden evrensele genişlemekte ve yaygınlaşmaktadır.

Farklı din ve kavimleri bir arada yaşatabilecek genişliğe ve işlenmişliğe sahip olabilen dinler, evrensellik vasfı kazanabilmektedir. Örneğin mitolojik dönemde bir ülkeyi fetheden topluluklar, Antik-Yunan ve Roma gibi, panteonlarına fethedilen toplulukların tanrılarını ekleyerek mitlerini genişlettikleri gibi, diğer dinler de bünyelerine dâhil ettikleri toplumların kültürünü etkilemiş ve kendileri de bu toplum kültürlerinden etkilenmişlerdir.

Devlet, siyaset, iktisat, hukuk, sanat ve düşünce alanında ve sosyal ilişkileri düzenleyen kurum ve değerler düzeyinde dinler, birincil ve ikincil toplumsallıkları oluşturma ve sürdürmede, sağlıklı ve devamlı bir toplumsal hayat düşüncesi inşa etmede önemli katkılar vermişlerdir.