MİTOLOJİ VE DİN - Ünite 1: Kavramlar ve Tanımlar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Kavramlar ve Tanımlar
Giriş
Kavram; bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımıdır. Felsefi manada kavram, nesnelerin veya olayların ortak noktalarını kapsayan ve bir ortak isim altında toplayan genel tasarımdır. Fikir ve olayları sınıflandırmaya yarayan kelime veya kelime öbekleridir. Kavramlar ağaç, dergi, kitap, makas gibi çok somut olabilir ya da özgürlük, önyargı gibi çok soyut olabilirler. Kavramlar herkes için aynı manayı taşımayabilirler. Yaşayanların algı ve sosyal durumlarına göre değişkenlik arz edebilirler.
Kavramlar, düşünce sürecimizin çok önemli bir parçasıdır. Çünkü onlar uğraşmak durumunda olduğumuz bir olay ve fikirden anlam çıkarmamıza yardımcı olur. Çevremizi oluşturan etmenleri kolaylıkla anlayabilmemizi sağlar. Kavramlar sosyal bilgiler için çok önemlidir. Sosyal bilgiler insanı ve sürdürdüğü yaşamı tüm boyutlarıyla anlamak için vardır. İşte kavramlar da insanı ve yaşamı anlamayı kolaylaştırır. Çünkü kavramlar yaşamın kategorileridir. Canlıların ortak özelliklerine göre sınıflanmış halini bitki, hayvan ve insan kavramları olarak anlamak ve öğrenmek mümkündür.
Kavramlar ve Tanımlar
Din
Din ile ilgili birçok tanımlama yapılmıştır. Bu tanımlamalara göre din, insanlara bir hayat tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü içinde toplayan, yaratıcıya isteyerek bağlanma, birtakım şeyleri duyma, onlara inanma ve onlara uygun iradi faaliyette bulunma olgusudur. Doğaüstü güçlere, kutsal kabul edilen varlıklara, ahlaki öğretilere sahip değerlere ve tanrıya inanmayı sistemleştiren ibadetler bütünüdür. Din, doğaüstü niteliklere haizdir. Değişmezlerin olduğu ve gönülden bağlanmayı gerektiren teslimiyettir.
Arapça kökenli olan din kelimesi “yol, hüküm, benimsemek, kabul etmek, ikrar etmek” anlamlarına gelmektedir. Batı dillerinde din kelimesini karşılığı olarak “religio” tercih edilmiştir ki “ibadet” anlamını taşımaktadır. Din, bütün anlamıyla kutsalın ifadesi; fert ve sosyal teşekkülün kurumsal birlikteliğidir.
Dinin kaynağı hususunda batılı araştırmacılar psikolojik ve sosyolojik teoriler ileri sürmüşlerdir. Sosyolojik teorisyenlerden Emile Durkheim’e göre “Din, sosyal bir olgudur.” Bu sosyal olguyu besleyen faktörlerden biri de tecrübedir. E. Durkheim her ne kadar dinin kaynağını toplumda arıyorsa da dayandığı argümanlar büyük oranda totemizmden beslendiği görülmektedir. J. G. Frazer dini, ruhların kaprisine teslim edilmiş bir olgu olarak tanımlamaktadır.
Din, tarihin her aşamasında insanlığı hem içten hem de dıştan kuşatan insanın duygu düşüncelerini şekillendiren evrensel bir olgu olmuştur. Din ile birlikte insanlıkta kutsal, sevgi, ulviyet, irade, şuur ve fazilet gibi kavramlar güçlenir. Dinlerin koyduğu ahlaki kurallarla toplumlarda adalet temini gerçekleşmiş olur. Bu sayede insanlık huzur içinde birlikte yaşamaya başlar. Din sadece inanç ve ibadet boyutuyla sınırlı bir olgu değildir. Özellikle hukuki, ahlaki ve sosyal kuralları düzenleyen yönü vardır. İşte bu boyutlardan hareket eden bazı sosyologlar dini, toplumları bir araya toplayan en kaynaştırıcı unsur olarak ifade etmişlerdir.
Dinleri ortaya çıkışı, muhtevaları gibi konular dinler tarihi disiplini tarafından ele alınmaktadır. Din fenomenolojisi dini, olgular üzerinden sistematik bir biçimde inceler. Din sosyolojisinin temel konusu, din-toplum münasebetlerini karşılıklı olarak ele almaktır.
Din ve vicdan hürriyeti insanın temel hak ve hürriyetleri arasında yer almaktadır. Bütün yönetim birimleri kişilerin dinini seçme ve onu yerine getirmede hakkını temin etmekle mükelleftir. Bunun yapılmaması hem insan hakları sözleşmelerine aykırıdır, hem de hukuki bir ihlaldir.
Vahye dayanan veya “kitabi dinler” olarak ifade edilen dinler; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet olarak ifade edilebilir. İslam dini vahye dayanan dinlerin sonuncusu olarak kutsal kitabında, din kelimesi, “Allah’a boyun eğme, kurallara tabi olma” şeklinde ifade edilmektedir. İslam’a göre hak din sadece İslam’dan teşekkül etmektedir. İslam anlayışında dinin kurucusu Allah’tır.
Kuran-ı Kerim’e göre, Allah katındaki dosdoğru din ve hak din İslâm’dır.
Mit- Mitoloji
Kelime olarak mit, Yunancadaki “Mythos” kelimesinden gelmektedir. Mythos, söylenen veya duyulan söz, masal, öykü, efsane anlamlarını taşımaktadır. Mythos, tarihi değeri olmayan söylenti, uydurma, boş ve gülünç masal olarak tanımlanır. Diğer taraftan “epos”; ölçülü ve dengeli söz olup tanrının insana armağandır. “Logos” gerçeğin insan gözüyle görülmesi, doğruların keşfi, bilme giden yol olarak ifade edilmektedir. Bu durumda mit söylenen söz; logos ise bilimin keşfi olarak alınınca birbirinden farklı iki teşekkülün birlikteliği söz konusudur.
Mitoloji sözlü kültürün en önemli unsurlarından biridir. Dolayısıyla mitoloji söylenen sözün kişiden kişiye, nesilden nesile aktarılmasıyla neşet ettiği kadar başkalaşıma da uğramıştır. Böylece kelimelerden başlayarak temaya kadar her şey değişmiş ve başka değişik versiyonlara dönüşmüştür.
Mit, daha çok doğa ve doğaüstü varlıkların yaradılışını konu alır. Yani, bir anlamda mit, yaradılışın öyküsüdür. Yaradılış ve doğa içindeki mücadele ve insanlığın kazandığı deneyimler olarak görülmektedir. Mitlerde genelde doğaüstü varlıklar veya tanrılar görevlendirilmektedir.
Çoğu zaman kavramların birinin diğerinin yerinde kullanıldığı olmuştur. Mit, efsane, destan, usture, masal gibi kavramalar biri diğerinin yerine kullanılmıştır.
Mitler konu bakımından âlemin yaradılışı, insanların yaradılışı, hayvanlar ve bitkilerin geçmişini sorgulamaktadır. Sorgulama, mitoloji ve kozmogoni bağlamında ele alınmaktadır. Genel ifadesi ile kozmogoni, Evren + doğum demektir.
Mitlerin konularını tabiat ve âlem oluşturmaktadır. Sümer mitolojisinde evren-doğum (kozmogoni) olayı üç aşamalı olarak; “evrenin menşei”, “evrenin düzene konması” ve “insanın yaratılması” şeklinde gerçekleşir.
Mitlerin uygarlığın gelişmesine katkı sağladığı kabul edilir. Özellikle nesnelerin şekillenişi ve bunların ilk örnekleri ile gelişen numuneler arasında bağlantı kurmak mümkündür. Pratik bilgiden daha karmaşık bulgulara gidişte kılavuzluk etmektedir.
Efsane
Efsane kelimesi, Farsça “fesâne” ve çoğulu “efsane” şeklinde geçmiştir. Arapçadaki “usture” kelimesinin çoğulu “esatir” olarak kullanılmıştır. S. Veyis Örnek, efsane teriminin batı dillerindeki “myth” kelimesiyle eş anlamlı olarak algılamakta ve şöyle tanımlamaktadır: “Tanrıların, insanların, kahramanların yaratılması; evrenin yaratılışı, tufanlar gibi meseleleri konu edinmektedir. Hayvanların yaratılması ve avcılığın toplumların bir parçası halini alışı, ayrıca toplumsal kurumların ortaya çıkışı gibi konuları doğrudan veya dolaylı biçimde manzum olarak aktarılan ve zamanla kutsallaşan bilgilere denilmektedir.”
Efsaneler kutsal olduğu kadar seküler unsurları da ihtiva etmektedir. Seküler oluşuyla beraber sanki gerçek ifadelermiş gibi aktarılır. Tanrı ve yarı tanrıların yanı sıra, beşeri kahramanların da görev aldığı görülmüştür.
Efsanelerin mitolojilere göre daha gerçekçi olabilecekleri kabul edilir. Mitlerdeki fantastik unsurların miktarı efsanelerde mevcut değildir.
Destan
Destan, Farsça bir kelime olup milletlerin benliğinde derin tesirler bırakan savaş, göç gibi toplumsal; yangın, salgın hastalık, sel, deprem gibi doğal olayların etkisiyle söylenmiş hayali unsurlarla süslenmiş uzun manzum eserlerdir. Destan derin geçmişe sahip devletlere ait hikâyelerdir. Çünkü savaş yaşamayan, doğal afetlerle karşılaşmayan milletlerde destan unsuru bulunmaz. Destanlar bir kavmin ya da ulusun yurt edinme ve kimlik kazanma mücadelesini ihtiva eder.
B. Ögel’e göre destan, tarihte yaşadığını bildiğimiz kahramanlara ait efsaneleri destan kategorisinde ifade etmektedir. O, batı dillerindeki karşılığını “legend” olarak kabul eder.
Destanlar sözlü edebiyata kaynaklık etmiştir. Destan daha çok milletleri ilgilendiren boyutlara sahiptir. Destanlarda konu bütünlüğünün zaman zaman kaçtığı ve ilgisiz bağlantılar kurulduğu olmuştur. Destanlar toplumların ortak düşünce ve yaşayışlarının dışa yansımasıdır. Yani aynı şeylere ağlayan ve aynı şeylere gülebilecek insanların birlikteliğidir.
Destan kahramanları büyük oranda yönetici kitleden seçilmiştir.
Destanlar genellikle iki alt başlıkta ifade edilirler. 1- Doğal Destanlar 2-Yapay Destanlar.
- Doğal destanlar yazarı belli olmayan eski çağlarda yaşanmış olayları konu alan sözlü destan türüdür. Türk edebiyatında doğal destanlar İslamiyet öncesi ve İslami dönem olmak üzere ikiye ayrılır.
- Yapay destanlar ise yazarı belli olan daha çok günümüze yakın tarihlerde kaleme alınmış ve olağanüstü durumlara yer vermiştir.
Totem/Ongun
“Totem” ve “ongun” kelimelerinden birinin diğerinin yerine kullanıldığı görülmüştür. Geçmiş toplumlarda kutsallık atfedilen ve insanların onlardan türediği kabul edilen hayvan, ağaç, rüzgâr gibi tabiat unsurlarına dayandırılan kutsiyet unsurlarına totem veya ongun adı verilmiştir.
Ziya Gökalp, Eski Türklerin toteme “ongon” dediklerini belirtirken Abdulkadir İnan, “töz”ün Türkçe olduğunu savunmuştur. Ongun’un Moğolca olduğunu bu nedenle Türklerin “töz” dediklerini ifade etmiştir.
Bahaeddin Ögel’de Şamanizm’in bir kalıntısı olarak İslamiyet’in kabulünden sonra Türklerde; dervişlerin istedikleri zaman bir hayvan şekline girebilme (donuna girme) inancını da totemizm izleri olarak değerlendiriyor. İlk Türk Müslüman dervişleri de zaman zaman bir kuş donuna girerlerdi. Ahmet Yesevi turna donuna; Hacı Bektaş Veli güvercin donuna, Abdal Musa ise geyik donuna bürünürlerdi.
Totemle birlikte ifade edilen bir diğer sözcük “tabu” olmuştur. Asıl itibariyle Polinez diline ait olan kelime dünyanın farklı coğrafyalarında farklı biçimde ifade edilmiştir. Tabunun birbirine zıt iki anlam taşıdığı görülmektedir: Bir taraftan kutsal, kutsallaştırılmış kavramlar için kullanılırken; diğer taraftan tehlikeli, korkunç, kirli, yasak anlamlarını ihtiva etmektedir. Tabunun yasakları din ve ahlak prensiplerinin dışında teşekkül etmektedir. Yasaklar için makul sebep aramanın anlamı yoktur. Yasakların gerekçelerine bakılmaksızın zaruret olarak şart koşulur.
Masal
Masalların kahramanları olağanüstü yaratıklardır. Abartı unsurlarının bol olduğu ifade biçimleridir. İçeriği büyük oranda hayali unsurlarla doludur. Başarıya giden yolda motivasyon unsuru olarak tercih edilmiştir.
Konu bakımından masallar daha çok din dışı konuları içermektedir. Din dışı unsurların içinde abartı unsurlarının da katılmasıyla daha heyecan verici ve macera barındıran unsurlarla donatılmıştır. Masalların ihtiva ettiği konu dağarcığı geneli kapsayacak unsurlar ihtiva etmektedir. Dolayısıyla belli bir kültür çevresiyle sınırlı kalmadan milletlerin ortak malı haline geldiği olmuştur.
Kutsal
Kutsal kelimesi, ‘kut’ kelimesine “-sel-sal” eklenerek oluşturulmuş bir kelimedir. “Kut” ise eski Türkçede fırsat, hayır, bereket anlamındadır. Kutsal kelimesi Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı Türkçe Sözlük’te “tapınılacak, yolunda can verilecek mukaddes vaya karşı çıkılmaması gereken, Tanrıya adanmış olan, Tanrısal içerikli olan” şeklinde tarif edilmektedir. Bu tanım bir anlamda Arapçadaki “mukaddes”kelimesiyle örtüşmektedir.
Kut
Kut/Kud kökünden türemiş olup “temizlik” anlamına geldiği kabul edilir. Farsça Hüda kelimesinin dönüşmüş biçimi olduğu öne sürülse de aslı Türkçe “kut” (kutsallık, kutluluk) kökünden türemiştir. Eski Türk idari sisteminde “kut” siyasi güç, iktidar, bereket, hayır demektir. Bu güç hanedan üyelerine de Tanrı tarafından bahşedilmiştir. Babadan oğula kan yoluyla geçer.
Kam
“Şaman” ve “kam” kelimeleri birlikte kullanılmıştır. Öbür dünya ile beşer arasında şifa vermek amacıyla bağlantı kuran bir vasıta ve dini ayinleri tertip eden kişi olarak ifade edilmiştir. Rivayete göre, Tanrı Ülgen ilk şamana “Senin adın bundan böyle Kam olacak” diyerek adını vermiştir. “Kamlamak” veya “Kammak” fiili şamanlık yapmak ve/veya şaman ayini düzenlemek demektir.
Türk, Altay ve Moğol halk kültüründe büyücü din adamı olarak adlandırılır. M. Eliade göre, Şaman-kam kurban merasimlerinde karşımıza çıkmakta ve tanrıya adanan kurbanları sunmakla görevli idi. Şaman –kamın görevi sadece bununla sınırlı olmayıp kötü ruhlarla şeytanla arasındaki mücadeleye müdahale etmekti.
Kült
Kült kelimesi Fransızca “culte” kelimesinden Türkçeye geçmiştir. Kelimenin aslı Latincedeki “cultus” yani tapınma anlamına gelmektedir. Kült kelimesi, tapma, tapınım, din, dini merasim ibadet, ayin gibi anlamlarda kullanılmıştır. Kült, belli ilahlara karşı sesli veya sessiz; hareketli veya hareketsiz; dua veya niyaz şeklinde olabileceği kabul edilir.
Anadolu’da Yaşayan Kültler
Milletlerin teşekkülünün en önemli aşamalarından birini kültür oluşturmaktadır. Türkler Anadolu’da hiç alışık olmadığı yeni bir kültür ortamıyla karşılaşmış, bu süreç bir hayli sıkıntıları beraberinde getirmiş ve yeni zenginliklerin de habercisi olmuştur. Örneğin Türklerin İslamlaşma öncesine ait çeşitli dinlere ait mirası ile Anadolu’daki yerel unsurların bileşkesi, bu kültürel çeşitliğin temel sebepleri arasındadır.
Türklerin Anadolu macerası sırasında tamamen İslamlaştığını ifade etmek güçtür. Zira bu sürecin XIV. yüzyıla kadar devam ettiği kabul edilir. Bu süreçte Budizm, Şamanizm, Manihaizm, Mazdeizm gibi İslam öncesi izlerden ayrıntılar bulunmaktadır.
Bu bağlamda Anadolu’da yaşayan bazı kültler şunlardır:
Atalar Kültü
Geçmişi Hunlar zamanına kadar geri götürülmektedir. Coğrafya olarak da Kuzey ve Orta Asya kavimlerinde izlerine rastlanmıştır. Öz itibariyle atalara saygının yerine getirilmesine dayanır ve yılda en az bir kere tören düzenlenerek ataların ruhları için kurban kesildiği kabul edilir. Günümüzde Anadolu’da devam eden büyüklere saygı ifadesinin İslam öncesi döneme kadar uzanan geçmişin devamı olarak bakmak mümkündür. Zira aile içindeki hiyerarşide oturma düzeninden, toplu mekânlardaki konuşma adabına kadar geniş bir alanda var olan bu tür ayrıntılar bu kadim kültün devamı olarak yorumlanabilir.
Ağaç Kültü
Ağaç kültü, temelde ağaçlara saygı esası veya ağaçların taşıdığı ruha karşı saygı ve ağacın yararlılıklarına karşı duyulan saygı anlayışıdır.
Türk yaradılış kozmogonisi içinde ilk insanın dokuz budaklı dalın altında yaratıldığına inanılmıştır. Ağacın yüksekliği ona ulviyet kazandırmış, hatta gökyüzündeki cennete kadar uzandığı kabul edilmiştir. “Kozmik ağaç” veya “Hayat ağacı” olarak ifade edilen ağaç, dünyanın tam ortasından yükselerek kökleri yer altına kadar iner ve dalları da dünya dağının zirvesine kadar yükselirdi.
Türk inanç sisteminde tanrıya adak adamak, kurban kesmek gibi ayrıntılar bilinmektedir. Tek veya kutsal kabul edilen ağaçlara bez bağlamak suretiyle tanrıya niyazlar gerçekleştirilmiş oluyordu. İçinde bulunduğu felaketten kurtulmak isteyen insanoğlu, ağacı bir kurtuluş vesilesi veya vasıtası olarak görmüştür.
Ulu ağaç kültü, Türk devlet geleneğine kadar sirayet etmiştir. Bu ulu ağaç, Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in rüyasına konu olmuş ve kurulacak devletin dünyanın her tarafına dal-budak salacağı, gölgesinin dört bir tarafı örteceği müjdelenmiştir.
Türk kültüründe mezarlık ve türbeler civarındaki ağaçlardan meyve almak veya oradan ağaç kesmek yasaklanmıştır. Anadolu inanış biçimleri arasında “Evliya Ağaç” olarak adlandırılan ağaçlar dikkat çekmektedir. Bu ağaçların tek ve benzersizliği, onun sonsuzluğunun işareti olarak algılanmıştır. Bu kutsiyet sebebiyle olmalıdır ki, bu tür ağaçlara dokunmak yasaklanmış ve kesilmesi günah addedilmiştir. Cenaze defnedildikten sonra mezarın üzerine ağaç dikilerek onun canlılığı temin edilmiş oluyordu.
Dağ ve Tepe Kültü
Dağ ve tepeler, coğrafyanın yüksek noktalarını teşkil etmeleri sebebiyle yükseklik algısıyla birlikte telakki edilmiştir. Göksel yapılanmanın dışında yükseklik anlayışı dağ ve tepelerle anlamını bulmuştur. Böylece bu mekânlar gizem ve kutsal mekânlar olarak görülmüştür. Paganist inanç sistemlerinde yüksek dağlar, tanrıların mekânı olarak kabul edilmiş ve hatta buralarda tanrı ve tanrıçaların meclisleri tasavvur edilmiştir. Bu minval üzere, her bir kültür çevresi kendi bağlamında bir dağı kutsamış ve onu erişilmez olarak görmüştür. Örneğin; Yunanlıların Olimpos’u, Türklerin Ötüken’i sayılabilir.
Türklerde dağlar, Gök Tanrı’ya yakın olması ve bazen de ona ev sahipliği yapmasıyla kutsal mekânlar olarak kabul edilmiştir.
Anadolu’da en çok bilinen Hacı Bektaş menkıbelerinde Hacı Bektaş’ın Arafat Dağı’nda inzivaya çekilmesi, İslami motifle bütünleşmesi olarak ifade edilebilir.
İslami içerikli menkıbelerde dağ motifi büyük oranda Hz. Muhammed’in Hira Dağı’na çıkışı ile bağlantılıdır.
İslam öncesi betimlemesiyle Ötüken dağı ormanlarla kaplı ve Hakanın çadırının bulunduğu mekân olarak takdis edilmiştir. Dağ kültünün özellikle İslam öncesi Asya coğrafyasındaki Altay Dağları gibi örnekler, kurbanların sunulduğu ve törenlerin tertip edildiği yerler olmuştur.
Taş ve Kaya Kültü
Taş ve kaya meselesi tabiatın bir parçasıdır. Dolayısıyla insanların ilgisini çekmiş ve taşın türü, büyüklüğü gibi unsurlar cazibe merkezi haline gelmiştir. Türklerin yaradılış efsanelerinin içinde taşla ilgili ayrıntı dikkat çekmektedir. Yaratılış efsanesinde her taraf sularla kaplı iken insanın kaya üzerinden yükselerek hayata tutunması konu edilmektedir. Yine Türklerde gökten inen nur sütunu taşlaşarak yeşim taşı meydana getirmiş ve onun daha sonra Kutlu dağa dönüştüğü kabul edilir. Kutlu dağa saygı gösterildiği sürece de devletin baki kalacağına inanılmıştır.
Su Kültü
Hayat suyu, bütün mitlerde kozmogonik bir motif olarak yer almıştır. Tüm tohumların taşıyıcısı olan bu su, her derde devadır, iyileştirir, gençleştirir, hayatı sonsuz kılar. Eski Türk inançlarında, yer gibi su da ıdık, yani kutsaldır. Bu kavramın içine bütün ırmaklar, göller, coşkun akan bütün sular ve pınarlar da dâhil edilmektedir.
Dünyanın yaratılışı ile ilgili mitlerin çoğunda, dünyanın başlangıçta bir okyanustan ibaret olduğuna inanılmaktadır. Sümer mitolojisinden Yunan mitolojisine kadar oldukça geniş repertuarda hep suya atıf bulunmaktadır.
Ateş Kültü
Başta Hindistan ve İran olmak üzere birçok milletin kültüründe ateş kültü ile ilgili unsurlar bulunmaktadır. Zerdüştlük ve Mazdeizm gibi dinlerdeki dini muhteva ve Orta Asya ikliminin zorlamalarına bağlı olarak ateşle ilgili kültler doğmuştur. Hindistan’da Agni, ateş ilahıdır. Agni, Ateşle ilgili tüm faaliyetlerin merkezinde bulunmaktadır.
Eski İran'da da ateş kültü önem arz eder. İran Mecusiliği ateş kültünün üstünde yükseliyordu. Eski İran'da ateşgede olarak adlandırılan tapınaklar vardı.
Eski Yunan ve Roma'da kutsal ateş fikri ve kültü vardı. Yunanda, Hestin kutsal ateşin korunduğu yerdi. Roma’da ise Vestiya aynı görevi yerine getiriyordu.
Bu inançlar, Anadolu'da da görülmektedir. Frigya kalıntısı olan heykellerin ellerinde aydınlık tanrıçası olarak meşaleler bulunmaktadır. Eski Yunanda, olimpiyat ateşi ve onunla yakılan meşale kutsal bir anlam taşıyordu. Eski Mısır’da ve Babil’de de Ateş kültü vardı. Bu medeniyetlerde ateş Cezalandırma ve temizleyicilik olmak üzere iki önemli özellik arz ediyordu.