MODERN FELSEFE II - Ünite 6: Diyalektik Materyalizm ve İngiliz Yararcılığı: Marx, Bentham ve Mill Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Diyalektik Materyalizm ve İngiliz Yararcılığı: Marx, Bentham ve Mill
Marx ve Marxizm
Karl Heinrich Marx (1818-1883) Hegel’in geniş kapsamlı idealist evren siteminin diyalektik ögesini alıkoyarak maddeci temellerde yepyeni ve kuşatıcı bir evren sistemi geliştirdi. Hegel’in baş üzerinde durduğunu öne sürerek onu ayakları üzerine oturtmanın gerçeklikle bağdaşan, doğal bir girişim olacağını düşünüyordu. Bu nedenle Hegelci sistemin idealist ögesini tümüyle bir tarafa bırakarak diyalektik yöntemi maddeci temeller üzerinde uygulama yoluna gitti. felsefecinin görevinin sadece dünyayı anlamak olduğu biçimindeki Hegelci anlayıştan daha şimdiden uzaklaşmış görünüyordu. Tersine dünyayı anlamak artık yeterli değildi, onu yine felsefe yoluyla değiştirmek gerekiyordu. Yine edimsel durum üzerine düşünceleri Marx’ı, Hegel’in devlet kuramına yönelik eleştirel bir tutum almaya yöneltti. Hegel’e göre aile ve yurttaş toplumu sadece birer evre iken devlet, nesnel tinin en yüksek anlatımıdır ve bu nedenle “özne” dir. Marx’a göre asıl özne olan aile ve yurttaş toplumudur. Friedrich Engels (1820-1895) ve Marx, Devlet, yasa, din ve ahlak biçimlerinin sınıf savaşının evreleri tarafından belirlenmiş olduğunu savunmaktaydılar. Marx, 1847’de kominist Liga’ya katıldı. Engels ile birlikte hareketin temel ilkelerini ve amaçlarını özetleyen bir bildiri yazmakla görevlendirildiler. Bu şekilde ünlü Komünist Manifesto ortaya çıktı. Marx’ın ünlü çalışması Kapital’in ilk cildi 1867’de Hamburg’da çıktı. Ancak öteki ciltleri yayıma hazırlamayı tamamlayamadan 1883 yılında yaşamdan ayrıldı. ikinci ve üçüncü ciltler Engels tarafından sırasıyla 1885 ve 1894 yıllarında yayımlandı. Bu yapıtta Marx, kapitalist sistemin uzlaşmaz bir sınıf karşıtlığını zorunlu olarak içerdiğini savunmaktadır.
Hegel mutlak tinin, özüne yabancılaşmış bir biçimde de olsa kendisini doğa olarak yansıtan, sonra yine kendine tin olarak dönen ve bu şekilde kendi özünü edimselleştiren biricik töz olduğunu savunuyordu. Marx ve Engels’e göre evrendeki birincil olgusallık doğadır. Doğanın tözü ise maddedir. O hâlde evrende hüküm süren biricik töz maddedir. Tinsellik maddi temeller üzerinde anlam kazanır. Marx ve Engels’e göre diyalektik devinim her şeyden önce doğada ve tarihte geçerlidir. insan düşüncesinin diyalektik devinimi sadece maddenin diyalektik deviniminin bir yansımasıdır. Marx’a göre “insan olmak” için insan kendini doğadan ayırt etmeli ve nesnelleşmelidir. Çalışma, insanın gereksinimlerini gidermek için doğal nesneleri çeşitli araçlar kullanarak bilinçli olarak dönüştürmesidir. İnsanın doğayla temel ilişkisi üretici etkinliğidir ve insan temelde ekonomik bir varlıktır. Bununla birlikte insan ayrıca toplumsal bir varlıktır: kendi hemcinsleriyle ilişki içinde olması varlığına özseldir. Marx’a göre, insan temel olarak düşünen değil, etkin bir varlıktır ve bu etkinlik birincil olarak, maddeye ilişkin üretkenlik etkinliğidir. insan gereksinimlerini doyurmak için üretim araçlarını kullanır. Bu yüzden yeni gereksinimler ortaya çıkar, bunların karşılanması üretim araçlarının daha da geliştirilmesine yol açar. Engels, şunu belirtir: Doğada hiçbir şey değişmez ve durağan değildir, tersine her şey devinim, değişim ve gelişim içindedir. Özellikle doğada üç etmen iş başındadır. Birincisi çoğalma ve ayrımlaşma yoluyla bitki ve hayvan bedenlerinin gelişimini sağlayan hücrelerin bulunması ikinci olarak enerjinin dönüşümü yasası ve üçüncü olarak Darwin’in evrim kuramına uygun olarak evrimleşme sürecinin varlığıdır.
Marxist tarih kuramı, özü maddi olan insanın, yine tümüyle maddesel yapılı doğa ile arasındaki bir ilişki olarak betimlenmesi anlamında maddecidir. Fiziksel etkinliği ile gereksinimlerini karşılamak için gerekli araçları üreten de insanın kendisidir. Tarihsel süreci başlatan ve belirleyen, üretim araçlarının üretilmesi olgusudur. Üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesine ayak uyduramaz olursa toplumda çatışmalar baş gösterebilir. Ekonomik alt yapı üzerinde toplumsal üst yapı olarak, insan topluluklarının politik yaşamı, devlet ve hukuk düzeni, ahlak, din, sanat, felsefe gibi kültür etkinlikleri yer alır. Bu şekilde kültürel üst yapı, ekonomik alt yapıya bağımlı olarak varlı k kazanmış olur. Marx’a göre, bir toplumun üretim güçleri gelişmelerinin belli bir aşamasında, varolan üretim ilişkileri ile çatışmaya - Marx’ın terimiyle çelişkiye girerler. Bu durum, üretim güçlerinin gelişmesine üretim ilişkilerinin, özelikle mülkiyet ilişkilerinin ayak uyduramadığı ve hatta engel olmanın üst noktasına geldiği zaman patlak verir. Bu durumda bir devrim yani yeni bir ekonomik yapıya nitel bir dönüşüm, yeni bir toplumsal evre kaçınılmaz olarak gerçekleşir. Marx, devrime götüren koşullarının sınıf savaşımları aracılığıyla oluştuğunu ve bu yolla sonunda devrimin gerçekleştiğini öne sürer. insanlık tarihsel süreçte şu aşamalardan geçmiştir: ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal ve kapitalist toplum. kapitalist toplum yapısında anamalı (kapital) elinde tutan işverenler ile onların karşısında emeğini pazarlayan işçi sınıfı yer alır. Bir başka deyişle burjuva sınıfı ve proletarya. Üretim çıktılarının dağılımı her bir sınıfın üretime yaptığı katkıya göre dengesizlik gösterir. Bu anlaşmazlığın nedeni genelde emeğe ödenen ücretin çok düşük olmasıdır. iş isteminde bulunan işçilerin sayısının çokluğu ücretlerin düşük olmasına neden olur. Ancak kapitalin çok az kişinin elinde toplanması küçük esnafın da giderek proleterleşmesi sonucunu doğurur. Marx kapitalist patronu lanetlemek yerine, işçilerin bilinçli ve güçlü bir grup olarak örgütlenmeleri gerektiğini öne sürdü.
Marx bu nedenle yabancılaşmanın dört görünümüne dikkat çeker. Onlar 1) doğadan, (2) kendilerinden, (3) türsel varlıklarından, (4) öteki insanlardan yabancılaşmış olabilirler. Marx’a göre işçi emeğini nesnenin içine koyar.
Onun yaşamı artık kendisine değil, nesneye aittir. Nesne başka biri tarafından sahiplenilir ve ona özgü olur. Bu şekilde insanlık ve doğa arasındaki kökensel ilişki emeklerinin ürünüyle yabancılaşan insanlar aracılığıyla bozulmuş olur. Hayvanlar sadece kendilerini yeniden üretirler, insanlar, bütün bir dünyayı, bir sanat, yazın ve bilim dünyasını üretirler. idelerin Rolü ve Kökeni: Marx’a göre her tarihsel dönem kendi başat idelerine sahiptir. insanlar ideleri din, ahlak ve yasa alanlarında oluştururlar. Marx her dönemin idelerinin, o dönemin maddi olgusal koşullarının bir yansıması olarak ortaya çıktıklarını iddia eder. Marx’a göre iyilik, adalet ve hatta dinsel kurtuluş gibi ideler, varolan düzeni rasyonalize etmenin çeşitli yollarından başka bir şey değildir.
Jeremy Bentham
Dar bir anlamda Benthamizm ve genelde yararcılık, geleneğin ağırlığına karşı ve şimdi sıklı kla Kodomanlar (Establishment) olarak adlandırılan şeyin kazanılmış çıkarlarına karşı orta sınıftaki liberal ve köktenci öğelerin tutumunu açıklıyordu” (Copleston, 2000: 8). Marx’ın ünlü önesürümü ile ifade edersek Hume birincil olarak dünyayı anlamakla ilgilenirken Bentham, birincil olarak onu değiştirmekle ilgileniyordu. Bentham ve Mill’in ahlak ve politika felsefeleri, bir yüzyıldan uzun bir süre için ingiliz politik eylemini ve düşüncesini etkilemiştir. İngiliz anayasasının ve hukuk sisteminin modern ve seküler yapılaşmasında bu düşünürlerin ütilitarianist bakış açılarının payı büyüktür. Bentham’ın en önemli çalışması 1789 yılında çıkan Ahlak ve Yasama ilkelerine Giriş ( Introduction to the Principles of Morals and Legislation) başlığını taşır. Bentham hazcılık temeli üzerinde bir etik öğreti geliştirmiştir.
Bentham’ın felsefesi genelde bir ahlak felsefesidir. Bentham dava arkadaşı James Mill (1773-1836) ile birlikte İngiltere’de dinsel etkilerin dışında, laik bir ahlak düzeni oluşturmak istiyordu. Toplumun gereksinimi olan yasal ve toplumsal reform girişimlerini, oluşturduğu etik kuramın normları ışığında gerçekleştirmek istemekteydi ve bunu, konu uzun erimli bir düzeyde ele alındığında büyük ölçüde başardığı da söylenebilir. Bentham için her alandaki başarının birincil koşulu bilimsel olmaktan geçiyordu. Bu nedenle etiği ve politikayı da bilimsel olarak doğrulanabilir disiplinler hâline getirmeye çalışmış, bunun için değerlendirme ölçütlerini, niceliksel ölçütler olarak formüle etmek gerektiğine inanmıştır. “Doğa insanlığı iki üstün efendinin denetimi altına yerleştirdi: acı ve haz.” Buna göre her insan, doğası gereği haz elde etmeye ve acıdan kaçınmaya çabalar; bu nedenle insanların tüm eylemleri hazza ulaşma isteği ve acı çekme korkusu tarafından güdülenir. genel yarar ilkesi seçtiğimiz eylem ve davranışlarımızın sonuçları en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğunu ortaya koyabilmelidir. Ahlaksal iyi bundan başka bir şey değildir. Böylece Bentham’ın yararcılığı egoistik-bencil yararcılık olmaktan çıkarak evrensel bir eylem yararcılığı haline gelmiş olmaktadır. Yalın hazlar dediği şeylerin arasına iyilikseverlik hazlarını da katar. Bunları tüm öteki hazların yaşanmasından sonuçlanan hazlar olarak betimler. Her şeye karşın, yöneticilerin pek çoğunun başkalarının hazzından haz duymaya tümüyle yetenekli olsalar bile, kendi başına bırakıldıklarında kendi çıkarlarının peşinde koşan insanlar hâline geldiklerini kabul ettiği için demokratik düşünceleri benimsemeye doğru ister istemez sürüklenmiştir.
Bentham’ın yasama yöntemi her şeyden önce “eylemin verdiği zararı” ölçmek üzerine kuruludur. Bu zarar eylem nedeniyle sonuç olarak ortaya çıkan acı ya da kötülükten başka bir şey değildir. Kötüyü üreten eylemler konusunda insanların cesareti kırılmalıdır. Yasa, topluluğun total mutluluğunu artırmakla ilişkilidir. Bunu kötü sonuçlar doğuran eylemlerin yapılmasını önleyerek sağlayabilir.
Ceza nedeniyle verilen acı, bir şekilde daha büyük bir acıyı önlemeli ya da ortadan kaldırmalıdır. Ceza bundan dolayı, haz ya da mutluluğun daha büyük bir toplamını sağlamada yararlı olmalıdır. Eğer onun etkisi halen topluluğun acısını daha da artırıyorsa hiçbir biçimde doğrulanamıyor ya da haklı çıkarılamıyor demektir. Bentham cezaların nasıl olması ve olmaması gerektiği konusunda oldukça ayrıntılı ve teknik konulara girmektedir.
Yasaların keyfi olarak tıpkı bir adamın köpeği için yasa çıkarması gibi çıkarıldığını dile getirdi. Bu nedenle en acil reformlar yasal düzende gerçekleşmeliydi. Bentham reformlar konusunda öylesine istekliydi ki bu konuda felsefi açıdan bir köktenci olmaya adeta zorlandı. Neden, toplumsal bozukluklar ve yasal sistemdeki bozukluklar, en çok sayıda insan için en büyük mutluluğu üretebilecek yeni davranış yolları gösterildikten sonra da hâlen sürüp gidiyor? Yanıt çok açık. Gücü elinde bulunduranlar en çok sayıda insanın en büyük mutluluğunu istemiyorlar. Yöneticiler kendi kişisel çıkarlarına çok daha fazla ilgi gösteriyorlar. Eğer yönetenlerle yönetilenler arasında bir özdeşlik varsa, onların çıkarları-ilgileri de aynı olacaktır ve en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğu sağlanmış olacaktır. Sonuç olarak, Bentham’a göre, çıkar özdeşliği, tanımı gereği monarşi yönetiminde sağlanamaz çünkü monark kendi çıkarını ve çevresinde gruplaşmış özel bir sınıfın mutluluğunu amaç edinerek eylemde bulunur. Demokrasi yönetimi en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğunu gerçekleştirmeye uygundur. Çünkü yöneticiler halkın arasından gelmiş, halkın temsilcileri olarak seçilmiş ve en büyük iyiyi elde etmeye ve sürdürmeye söz vermişlerdir.
John Stuart Mill
Mill’in ilk önemli yazı denemeleri1824 yılında Westminster Review kurulduktan sonra bu dergiye gönderdiği yazıları ile yaptığı katkılardır. 1825’te Bentham’ın beş ciltlik Rationale of Evidence (Kanıt Gerekçesi) adlı önemli yapıtını düzeltmeyi üstlendi, bu çalışması bir yıl sürdükten sonra, yapıt 1826 yılında yayımlandı. Hiçbir zaman için yararcılığın dışında kalan herhangi bir tarafta yer almadı.
Ütilitarianism adlı ünlü yazısında Mill, Bentham’ın açtığı yolda ilerleyerek, yarar ilkesini savunma işine girişir. Mutluluk ile haz, bir başka deyişle acının yokluğu imlenir, mutsuzlukla acı yani, hazdan yoksunluk imlenir. Bentham eylemin ahlaksallığını doğurduğu haz miktarını ölçmek yoluyla belirlemekteydi. Mill’e göre ise hazları ya da acıları böyle bilimsel şekilde ölçümlemek mümkün değildir. Mill’in Bentham’a asıl eleştirisi hazların sadece nicelik bakımından ele alınmasının yeterli olmayacağı noktasındadır. Çünkü ona göre sadece bedensel doyumu sağlayan hazlar değil aynı zamanda ussal, entelektüel ve estetik hazlar da vardır. Üstelik bu hazlarla bedensel hazlar arasında nitelik farkı bulunduğunu söylemek doğru olur. Mill hazları nitelik bakımından ele alınca daha yüksek hazlar ve daha aşağı hazlar biçiminde ayrımlaştırma yapmak zorunda kaldı. Daha aşağı hazlar Bentham’ın ölçümleme önerdiği bedensel hazlardır. Daha yüksek olanlar ise Mill’in nitelik olarak farklı gördüğü salt insana özgü olan, söz gelimi entelektüel ve estetik hazlardır. Mill insan doğasının iyileştirilmesi ve yetkinleştirilmesi gereksinimine özellikle vurgu yapar. Çünkü insan yine doğası gereği gelişmeye açık bir varlıktı. Mill, eylemlerin mutluluğu artırma eğiliminde olmalarıyla orantılı olarak doğru, mutluluğun tersini üretme eğiliminde olmaları ölçüsünde yanlış olduklarını daha işin başında görmüştür. Mill, toplumsal duyguların eğitimin ve ilerleyen uygarlığın etkisi ile geliştikleri ve ne denli gelişirlerse ortak iyinin ya da genel mutluluğun o denli istenilebilir olarak çabalanması gereken bir amaç hâline geldiğini belirtir. Mill yararcılığın ilkelerini politik kurama uygulayınca demokratik kurumları, devletin toplumsal yaşama en az müdahelesini ve serbest ekonomik yarışmayı önerme yolunu tutmuştur.
Bireysel kişiliğin özgürce gelişimi, insan mutluluğunun başta gelen ögelerinden biridir. Bireylerin özgürce gelişimi toplumu da geliştirir ve zenginleştirir. “Başka insanların özgürlüğünü engellemekten ve başkalarını etkin biçimde suça kışkırtmaktan kaçınması koşuluyla bireyin özgürlüğü kısıtlanmamalıdır. Batı demokrasilerindeki genel izlenim Mill’in genel ilkelerini izleme yönündedir. Fikir alanında bile, insanlar düşüncelerini ve inançlarını özgürce ifade edebilmelidirler. Çünkü yanlışlığı kanıtlarla çürütme şansı verildiği zaman, doğruluk en hızlı bir biçimde keşfedilir. Özgürlük Üzerine adlı yapıtında demokrasi yönetim biçiminin içerdiği belirli tehlikelere dikkati çeker: Demokrasi yönetiminde insanların istencinin genelde çoğunluğun istenci ile eş anlamlı olduğunu ve çoğunluğun da azınlık üzerinde baskı yapabileceğini ve bunun da zaman zaman görüldüğünü öne sürer. Yine baskı kadar büyük bir tehlike olarak bir demokraside düşünce despotluğu (tiranlığı) da bulunabilir. Toplumdaki açıkça görünen kötülükleri gidermek için Bentham’ın reform için arzusunu Mill’e de yansır. Ama Mill özellikle özgürlüğü korumakla ilgili olduğu için yönetimin eylemlerine sınırlamalar getirilmesinden yanadır. Mill devletin aşırı bürokratik uygulamalara sapmasını da eleştirir. Mill her şeye karşın bir bireycidir ve sonuna dek bireyci olarak kalmıştır. Çünkü gerçekten varolan bireyden başkası değildir.
Bir bireyin zihninde bulunan güdüler verildiğinde ve benzer olarak bireyin karakter ve eğilimi verildiğinde ne tür bir davranış sergileyeceği hiçbir yanılgı olmaksızın çıkarsanabilir. Ahlaksal eğitimin amacı istenci eğitmektir. istenci eğitmek ise salt istekler ve kaçınmalar kazanmak yoluyla gerçekleşebilir. Bu bağlamda cezanın işlevine gelince Cezanın suçlunun kendisine yararı ve öteki insanların korunması gibi iki amacı olabilir.
Ahlaksal bilimler olarak adlandırdığı psikoloji ve sosyolojiyi de içeren bilimler için bir mantık geliştirmekle ilgilenir. Bunu yaparken fizik bilimlerinin deneysel yöntemini bu bilim dallarına uygulama girişiminde bulunur. Mill’e göre tümevarım genel önermeler ortaya çıkarma ve tanıtlama işlemidir ve en temel uslamlama biçimidir. “Tümevarım bizi bir sınıfın belli bireyleri için doğru olanın bütün sınıf için doğru olduğu ya da belli zamanlarda doğru olanın benzer durumlarda da tüm zamanlar için doğru olacağı vargısına götüren süreçtir” (akt. Sahakian, 1997: 197). Doğadaki tüm süreçlerin biçimdeş olduğu önermesi tümevarımın genel ilkesi ya da genel aksiyomudur.
Doğa yasaları doğada en yalın anlatımlarına indirgenmiş biçimdeşliklerdir. Bunlar evrendeki tüm biçimdeşliklerin tümdemgelim yoluyla kendilerinden çıkarımlanabileceği en genel önermelerdir. Bilimsel doğa araştırmasının görevi, bu yasaları ve bunlardan da bunlara bağlı biçimdeşlikleri keşfetmektir. Tümevarımcı mantığın görevi ise böyle bilgilerin kurulmasını sağlayan uslamlamaları yöneten ilkeleri ve yasaları belirlemektir. Mill neden ve etki arasında herhangi zorunlu gizemli bir bağ kavramı peşinde olmadığını belirtir. Doğadaki tüm fenomenler, önceki nedenler dizisinin koşulsuz sonucudurlar. varolmaya başlayan her olgunun bir nedeninin olduğu kesinlikle kabul edilebilir. Çünkü tam bir ardışıklık söz konusudur. Eğer evrenin önceki durumunun tamamı yeniden ortaya çıkabilseydi bu yine şimdiki durum tarafından izlenirdi. Sonuç olarak Mill nedensellik yasasının evrenselliliğine ve yanılmazlığına pratikte kesin gözüyle bakar.