MODERN ORTADOĞU TARİHİ - Ünite 6: Kuzey Afrika (Mağrip) Ülkeleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Kuzey Afrika (Mağrip) Ülkeleri

Giriş

Coğrafi olarak Afrika kıtasında yer alsa da, kültürel ve siyasi olarak Ortadoğu’nun bir parçası olarak görülen kuzey Afrika ülkeleri, zengin bir tarihi geçmişe sahiptir. Antik dönemlerden itibaren özellikle kıyı şeridi farklı güçlerin denetiminde olduğundan neredeyse Akdeniz uygarlıklarının tümü ile bir şekilde yolları kesişmiştir

Kuzey Afrika’nın İslamlaşma süreci 640 yılında bugünkü Kahire yakınlarındaki bir Bizans kalesinin aşılması ve hemen ardından Fustat ismiyle yeni bir garnizon kurmaları ardından hızlandı. Birkaç yıl sonra bugünkü Libya’nın doğu kesimlerine ulaşan Müslüman Arap orduları çok geçmeden Tunus sınırına kadar yayıldı. Kıyı şeridindeki Berberilerle uzun dönemli mücadele ardından VIII. Yüzyılın başlarında tüm kuzey Afrika’nın askeri anlamda fethi tamamlanmıştır.

Emevi ve Abbasi dönemlerinde merkezi otoritenin bu kadar uzak bölgelere ulaşması imkansız olduğu için, yeni dönemde genellikle yerel Berberi hanedanlıklar halife adına bölgeyi yüzyıllarca yönetti. Bunlar içinde İdrisiler (790), Ağlebiler (800), Fatimiler (909) bölge tarihinin önemli hanedanlıklarıydı.

Mısır

Mısır, Stratejik konum itibariyle Asya, Avrupa ve Afrika arasında kilit bir noktadadır. Afrika’nın ve Mısır’ın can damarı Nil’dir. En önemli yeraltı kaynağı petrol ve doğalgazdır. Tarihi açıdan Mısır dünyanın en zengin maziye sahip ülkelerinden biridir. Mısır’ın bilinen ilk tarihi M.Ö 5000 yıllarında başlar.

M.Ö. 525 yılında Pers hakimiyetine giren bölge, M.Ö. 332’de İskender imparatorluğuna dahil olsa da bir süre sonra, Roma imparatorluğunun bir eyaleti haline gelmiştir. Mısır ülkesi, 395 yılında Roma’nın da bölünmesiyle Doğu Roma hakimiyetine girmiş ve İslam’ın gelişine kadar bu sürmüştür.

Hz. Ömer döneminde 639-40 yılında fethedilmiştir. 868 yılında Türk asıllı Tolunoğullarına, 905 yılında da yeniden Abbasi kontrolüne geçmiştir. Kısa bir süre sonra bu kez 934 yılında İhşidiler, 969 yılında Fatımilerin hakimiyetine girmiştir. Mısır ülkesi, 1171 tarihinde Selahattin Eyyubi’nin fethi ile Eyyubi devletinin kontrolüne geçti. Mısır 1250 yılında başka bir Türk devleti sayılan Memluk imparatorluğuna geçti. Mısır, Yavuz Sultan Selim tarafından 1517 yılında Osmanlı topraklarına katıldı.

Napolyon Bonoparte,1798'de Mısır'ı işgal etmiştir. Bölgeye, gönderilen kuvvetler arasında Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın olması Mısır tarihinin akışını değiştirmiştir. Fransızların Mısır’ı işgallerinin kaldırılması ardından Kavalalı, önce oradaki Osmanlı valiliğine ardından da merkezi yönetime başkaldırıp Mısır’da yarı bağımsız bir yönetim kurmuştur. Nitekim bu yönetimini 1840 Londra protokolü ile tescil ederek, Kavalalı hanedanını tesis etmiştir. Kavalalılar dönemi Mısır’ın modern dönem tarihi bakımından son derece önemli izler bırakmıştır.

Mehmet Ali Paşa’dan sonra aynı performansı gösteremeyen hanedan yöneticileri, aşırı borçlanma yoluna gitti ve dış müdahalelere maruz kaldı. İngiltere zaten ekonomik olarak ele geçirdiği Mısır’ı 1882 yılında işgal etti. İngiliz kontrolüne geçen Mısır, görünüşte Osmanlı’ya bağlıydı ama gerçekte İngiltere ile iyi geçinen hidivler aracılığı ile yönetiliyordu.

1914 yılında Mısır krallığı dönemi başladı. 1914 yılında İngiltere Mısır’daki işgalini himayeye dönüştürmüştü. 1922’de Mısır’ın bağımsızlığı görünüşte de olsa tanındı. 1923 yılında parlamenter hükümet göreve başlarken, başbakan seçilen Zağlul’un temel hedefi İngilizler tarafından bölünmüş olan Mısır ve Sudan’ı yeniden birleştirmekti.

1936 yılında Fuad’ın ölümü ile yerine geçen oğlu Kral Faruk zamanında Mısır ile İngiltere arasında imzalanan anlaşma ile ülkedeki İngiliz askerlerinin sayısının kademeli olarak azaltılması konusunda mutabakata varıldı.

Bu dönemde Mısır milliyetçi hareketine ilave olarak 1928 yılından İngiltere’ye karşı, içeride ise krallık rejimine karşı güçlü bir muhalefet başladı.

1936 yılında İngiltere ile imzalanan anlaşma İngiliz idaresinin sürmesi karşılığında iç işlerinde bağımsızlık elde etmişse de İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ülke ekonomisini tamamen çökertti.

Mısır, savaşın sonlarında, 1945'te BM'ye üye olmuştu. Mısır 1945 yılında Arap Birliği Örgütü’nün (Arab League) kuruluşuna da ön ayak olmuştur.

1948 yılında ortaya çıkan istikrarsızlık ortamı, 1952 yılında Hür Subaylar darbesi gerçekleşti. General Muhammet Necip liderliğindeki Hür Subaylar, sosyalist ve ulusalcı söylemleri ile 1953 yılında krallığa son verip cumhuriyet ilan etmiştir.

General Necip cumhurbaşkanı olsa da cunta yönetiminin kendi içindeki çekişmeler nedeniyle darbeciler içinde genç bir subay olan Cemal Abdunnasır, bir süre sonra yeni bir darbe ile Necib' i göz hapsine alarak Mısır'da idareyi ele geçirdi. Böylece sadece Mısır’da değil, 1970 yılına kadar tüm bölgede dengeleri değiştirecek olan “Nasır dönemi” başlamış oldu.

Nasır, 1956 yılında Süveyş kanalını millileştirip İngilizleri sınır dışı edince İngiltere, Fransa ve İsrail’den oluşan ittifak, Mısır’a saldırdı.Nasır’ın bu hamlesi kendisinin tüm Arap dünyasında bir kahraman olarak görülmesine yetmiştir.

1955 Bağdat Paktı, 1957 Türkiye-Suriye krizi, 1960 U-2 krizi gibi birçok sorunda Nasır, NATO’yu ve onun bölgedeki üyesi Türkiye’yi hedef alan gerilim siyaseti uyguladı.

1956 yılında İngiliz nüfuzu altındaki Sudan, Mısır’dan tamamen koparılırken, 1958 yılında Sovyet nüfuzundaki Suriye ile Mısır birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurdu. Nasır, 1962 yılında patlak veren Yemen iç savaşına destek verdi.

Dışarıda en önemli hedefi İsrail’i ortadan kaldırmak olduğundan Filistinli gruplara destek veren Nasır, 1967 yılındaki 6 Gün Savaşı’nı büyük bir hezimetle noktaladı. Bu arada ülke içinde demir yumruk siyaseti uygulayan Nasır, tüm muhalefet gruplarını ezmekten kaçınmamıştır. Ülkede şiddet eylemleri 1970’li yıllar boyunca giderek artmıştır.

1970’te Nasır ölünce yerine Enver Sedat geçti. Sedat’ın öncelikli hedefi 1967 savaşında kaybedilmiş olan Sina yarımadasını geri almaktı. Bu hedefe ulaşmada en önemli stratejisi ise Arap dünyasını yeniden kazanmaktı.

Sedat, İsrail işgalindeki toprakları almanın yolunu baskın bir savaşta görüyordu. 6 Ekim 1973’de İsrail birliklerine karşı eş zamanlı saldırılar başlattı. ancak istenilen sonuç alınamadı. 1979 yılında iki taraf arasında imzalanan Camp David Anlaşması yapıldı. Bu adımla Batının müttefiki haline gelen Mısır, İsrail anlaşmasından sonra Arap dünyasındaki liderliğini kaybetti.

Sedat 6 Ocak 1981’de bir suikast neticesinde ölünce, yerine eski Hava Kuvvetleri Komutanı Hüsnü Mübarek geçti. Dış politikada Batı ile olan yakınlaşma devam ederken, Mübarek'in cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk hamlesi, Arap ülkeleriyle ilişkilerin düzeltilmesi yönünde adımlar atmak oldu.

İsrail’den sonra dünyada en fazla Amerikan askeri yardımı alan Mısır, sivil siyaset taleplerini içeren 2011 Arap Baharı sürecinde kısa süre içinde kaosa teslim oldu. Ülkede halk ayaklanması ile anayasa değiştirilip seçimlere gidilse de, 2012 yılında seçimle işbaşına gelen Muhammet Mursi bir yıl sonra yeni bir askeri darbe ile devrilerek ülke yeni bir sürece girdi.

Libya

Kuzey Afrika’nın ikinci en geniş ülkesi olan Libya’nın büyük bölümü çöllerden oluşur. Ülkenin en önemli yer altı zenginliği petroldür.

Libya’nın ilk yerleşimcilerinin Berberiler olduğu bilinmektedir. Kolonileşmiş kıyı şeritteki ticaretin yanında, ülke genelinde göçebe çobanlık başlıca gelir kaynağı haline geldi.

642 yılından itibaren İslam fetihleri başlamasıyla, yerli kabileler de İslam dinini benimsemeye başladılar. Libya, Ortaçağ boyunca sürüp giden birçok karışıklığa karşın zenci Afrika ile Asya ve Avrupa arasında bir ticaret merkezi olarak kalmayı başardı.

Libya toprakları Hz. Osman döneminde fethedildikten sonra İfrikiyye eyaletine bağlanmıştı. Ülkenin doğu bölgeleri önceleri Mısır eyaleti, ardından Eyyubiler ardından da Fatımilere ve nihayetinde Memluklülerin idaresine girdi.

16. Yüzyılın başlarından itibaren Libya coğrafyasında Osmanlı dönemi başladı. 1551 yılında Osmanlı komutanı Turgut Reis, Trablus’u da imparatorluk topraklarına katarak tüm coğrafyayı kontrolü altına aldı.

Osmanlı Libya’ya Garp ocakları adıyla bir eyalet statüsü (Trablusgarp Ocağı) vermiş olsa da, uzun asırlar boyunca bu gevşek bir ilişki olarak sürdü. Bununla beraber bölgedeki Türk idaresi, yerel bir başkaldırı ya da hoşnutsuzluktan değil, İtalyan 1911 yılında başlayan işgali nedeniyle sona erecekti. 1911-1943 yılları arasındaki İtalyan işgali boyunca özellikle göçebe kabileler tarafından büyük bir tepki oluştu.

İtalya 1930’lu yıllarda sert önlemlerle bir süre kontrolü sağlamışsa da, II. Dünya Savaşı sırasında Trablus’tan doğusu İngilizlerin; güney bölgeler ise Fransızların eline geçti. Ancak savaştan sonra 1951 yılında Libya bağımsızlığını ilan etti. Senusi ailesinden İdris, ülkenin yeni kralı oldu.

Bağımsız Libya’nın ilk yılları başarısız siyasi yönetim ve yetersiz ekonomik imkânlar nedeniyle kötü bir durumdaydı. Ancak ülkede 1959 yılında petrolün bulunması ile birlikte, sadece ekonomik durum değil, siyasal yaşam ve toplum kökten değişmeye başladı.

Toplumdaki ve ülke bürokrasisindeki değişimi iyi okuyamayan kral İdris genç askeri elitlerden oluşan bir grup subay, 1969 yılında yönetime el koydu.

Darbenin mimarı 27 yaşındaki Albay Muammer Kaddafi baskıcı bir rejim inşa etti. Kaddafi, dış politikada da benzer bir sertlik sergiledi. Başta Afrika olmak üzere dünyanın farklı bölgelerindeki bağımsızlık yanlısı silahlı hareketleri desteklemek için kullandı.

Batı karşıtlığı ilk günden itibaren Kaddafi’nin en göze çarpan siyasi pratiği oldu. Kaddafi iktidarının ilk yıllarından itibaren Afrika ile ilişkileri hep öncelik taşımıştır. Libya’nın Arap ülkeleri ile ilişkileri de hep inişli çıkışlı olmuştur.

Batı ile ilişkilerin iyileşmeye başladığı 2000’li yılların başından itibaren ekonomik toparlanmasını gerçekleştiren Libya, bir süre sonra tüm Arap coğrafyasını etkileyen Arap Baharı ile kaosa sürüklendi. Kaddafi yönetimi, olayların Libya’ya sıçraması üzerinde sert önlemlere başvururken, Batılı ülkelerin hava operasyonları ile destek verdiği muhalif silahlı gruplar kısa sürede rejimi devirerek Kaddafi dönemini kapattılar.

Tunus

Batısında Cezayir, güneydoğusunda Libya ile komşu olan Tunus, Kuzey Afrika’nın en küçük ülkesidir. M.Ö. 9. yüzyılda bugün başkent Tunus içerisinde yer alan bir yerde Kartaca’yı kurmuş olan Fenikeliler, bölgeyi önemli bir siyasi, ekonomik ve askeri merkez haline getirmişti. Kartaca’nın M.Ö. 146’da Romalılar tarafından işgal edilmiştir. 8 asır süren Roma ve Bizans egemenliği ardından Tunus, Hz. Osman zamanında İslam’la tanışmıştır. Tam olarak kontrol edilmesi, Halife Abdülmelik b. Mervan zamanında gerçekleşti. Bölge halkı arasında İslam’ın benimsemesiyle birlikte Arap kültürü de yaygınlaşmıştır.

801 yılında Ağlebiler Devleti kurulmuştur. Ağlebiler’in varlığı 909 yılında Fatımilerin hâkimiyetiyle sona ermiştir. Fatımiler, 972 yılında Mısır’ı ele geçirip başkenti Kahire’ye taşıdıklarında Tunus’a Berberi olan valiler atamışlardır. Ebû Zekeriyyâ el-Hafsî, 1228 yılında Tunus’ta bağımsız Hafsi Hanedanlığını kurmuştur. Ülke 1574 yılında tam olarak Osmanlı Devleti sınırlarına katıldı.

Osmanlı’nın “beylerbeyi” olarak atadığı görevliler tarafından yönetilen bölge, bu dönemde Türk gemilerinin Akdeniz’deki limanı haline gelmiştir. Osmanlı, başlarda Tunus’un içyapısına köklü müdahalelerde bulunmadığından, bölgede iktidar askerlik işlerinden sorumlu “dayılar” ile diğer tarafta vergi toplanması ve güvenliğin sağlanmasından sorumlu “beyler” arasında paylaşılmıştı.

XVIII. yüzyılın sonlarında Tunus ekonomisi çöküşe sürüklendi. Tunus, Avrupalıların işgaline karşı dirençsiz hale gelmiştir. Fransızların Tunus Beyi ile imzaladıkları 1881 tarihli anlaşmalarla, 1956’ya kadar sürecek olan sömürge dönemini başlattı. Sömürge dönemi ile birlikte, Tunus’ta hızlı bir modernleşme süreci başlatıldı.

Fransız işgalinin ilk hareket 1907 Jön Tunuslular’dı. Ancak, 1920’lerde ortaya çıkan Düstur Partisi büyük bir uyanışı sağladı. Parti fikri sonradan ikiye ayrılmıştı. Nihayetinde 1956’da bir protokol ile bağımsızlık gelmiştir. Bağımsızlık mücadelesini destekleyen Hüseyni ailesinden Emin Bey, bağımsızlığın kazanılmasıyla birlikte kral olduysa da, 1957’de Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle saltanat da sona ermiştir.

Habib Burgiba Tunus’un ilk devlet başkanı olarak bütün yetkileri eline aldığında, yabancılar ülkeyi terk etmeye başlamıştı. Düstur hükümeti 1960’da ilk kalkınma planının oluşturulmasıyla birlikte önce müdahaleci, zamanla da sosyalist bir çizgiye evirilmiştir.

Burgiba, bağımsızlık sonrası dış politikada gerek çevre ülkeler gerekse de batılı ülkelerle ilişkilere önem vermiştir. Arap ülkeleriyle ilk yıllarda güçlenen ilişkiler, 1965 yılında bozulmuştur. 1967’den sonra ilişkilerin onarılmasına çalışılmıştır.

İç politikada ise Burgiba’ya karşı ciddi bir siyasi ve sosyal direnç yaşanmıştır. 1968’te ülke genelinde protesto gösterileri patlak verdi. Burgiba, sürdürdüğü politikalar nedeniyle halktan gördüğü muhalefet üzerine 1975’te anayasa değişikliği ile kendisini ömür boyu cumhurbaşkanı ilan etti.

1984’te yeni bir isyan hareketi ortaya çıkmıştı. Zeynel Abidin Bin Ali, 1987 yılında yumuşak bir darbe ile yönetimi ele geçirmiştir. Abidin Bin Ali, selefinin devlet anlayışını sürdürmüştür. 1990 yılından itibaren baskı politikaları hoşnutsuz bir kitle yaratmıştır.

2009 yılından itibaren yöneticiler hakkında çıkan yolsuzluk haberleri bardağı taşıran damla oldu. Öfkeli halk, 2010 yılı sonunda sokaklara döküldü. 2011’de Bin Ali ülkeyi terk etmek zorunda kalırken, 6 ay sonra gıyabında yargılandığı mahkeme tarafından yolsuzluk ve kamu kaynaklarını kötüye kullanmak suçlarından 35 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.

Cezayir

Cezayir, Afrika’nın en geniş topraklara sahip ülkesidir. Zengin yer altı kaynaklarına sahip ülkenin %78’i Arap, %20’si Berberi ve kalanı da Fransız ve diğer azınlıklardan oluşmaktadır.

Günümüzde Cezayir toprakları tarihöncesi çağlardan kalma değerli yapıtlar bakımından oldukça zengindir. İlk çağlardan itibaren yerel Berberi devletleri bulunsa da, Cezayir tarihi, özellikle M.Ö. II. Yüzyıl sonlarında önem kazanmaya başlamıştır. Bölge, M.Ö. 46 yıllarında Roma denetimine girmiştir. 7 asırlık Roma hakimiyeti sırasında yerel valilerce yönetilen Cezayir toprakları, VII. Yüzyılın ortalarında İslam dönemi ile tanıştı.

İslam orduları tarafında fethedilen Cezayir, önceleri Emevilerin daha sonraki tarihlerde İdrisi ve Ağlebiler gibi yerel hanedanlıkların hakimiyetinde kaldı. Cezayir bölgesi, ancak XII. Yüzyıldan itibaren Muvahhitler devleti döneminde bütünlüklü bir yapıya kavuşabildi.

XVI. Yüzyıl başlarında İspanyolların Cezayir kıyılarına sokulmalarıyla birlikte, Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki donanma, 1512’den itibaren bölgeyi Osmanlı topraklarına kattı.

1830 yılında Fransa bölgeyi işgal etti. XIX. yüzyıl boyunca bölgeyi işgali altında tutan Fransa, ülkeyi merkezden atanan ve Cezayir’de oturan bir genel vali aracılığıyla yönetiyordu. Fransızlar, bölgeyi kendi imparatorluklarının bir parçası haline getirmek için çalıştılar. Fransız işgaline karşı tepkiler de gecikmedi.

Birinci Dünya Savaşı koşulları Cezayir açısından yıkıcı olmuştur. Fransız işgaline karşı ikinci büyük bağımsızlık savaşı ve ulusal uyanış İkinci Dünya Savaşından sonra 1954 yılında başladı. Cephe, kararlı mücadelesi ardından 1958’de geçici bir hükümet kurarak 1962 yılında da bağımsızlık ilan etmiştir.

1963 yılında yürürlüğe giren anayasaya göre aynı yılın eylül ayında Ahmet bin Bella ülkenin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Bin Bella, 1965 yılında askeri bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılıp yerine Albay Huvari Bumedyen başkanlığında bir Devrim Konseyi göreve başladı. Ülkede tam bir sosyalist dikta yönetimi kurulurken, ülkede çok ciddi siyasal ve ekonomik sorunlar ortaya çıktı. Bunun üzerine yeni bir anayasa hazırlanarak 1989 yılında halkoyuna sunuldu.

İlk demokratik seçimler 1990 yılında yapıldı. Yerel seçimleri İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) kazandı. 1991 tarihinde ordu seçimlerin ikinci turunu ve tüm demokratik süreci askıya aldı. Başta Parti Başkanı Abbas Medeni olmak üzere tüm FIS liderleri tutuklanırken, ülke kanlı bir iç savaşa sürüklendi. Buna rağmen sonunda ülkede terör büyük ölçüde sonlandırıldı ve siyasi istikrar sağlandı. Arap Baharı öncesi bu tecrübeyi yaşayan ülke Arap Baharı sürecinden pek fazla etkilenmedi.

Fas

Fas, Kuzey Afrika’nın en batısında bulunmaktadır. Ülke nüfusunun %55’ini Araplar kalanların büyük bölümünü farklı Berberi topluluklar oluşturmaktadır. Etnik olarak iki büyük gruptan oluşmakla birlikte, nüfusun tamamına yakını Müslümandır.

VII. Yüzyıl sonlarında bölgeye Arap fatihlerin gelmeye başladı. İslam’ın bölgeye gelişi ile yerel topluluklar hızla İslamlaşmaya ve Araplaşmaya başladı. Fas’ın tümünün alınması bir defada olmamıştır. Önce 686 yılında, sonra 688’de ve en son da 710’da fetih tamamlanabilmiştir.

Ancak Fas coğrafyasını tarihsel anlamda önemli kılan asıl unsur İspanya’nın fethindeki rolü ile ilgilidir. Musa bin Nusayr’ın komutanlarından biri olan Tarık bin Ziyad, 711 yılında Cebelitarık boğazını geçerek bugünkü İspanya topraklarına girmiş ve Endülüs İslam medeniyetinin ilk temellerini atmıştır.

1269 yılından sonra dağılan Muvahhitlerin yerine çok sayıda yerel küçük devlet ortaya çıktı. Yerel hanedanlıkların yerel çekişmeleri Portekiz ve İspanyol yönetimlerine cesaret vermiş ve bölgeye yönelik Avrupalı akınları da bu dönemden itibaren hızlanmıştır. 1492 yılından sonra Osmanlıya tabi bir özerk yönetim haline geldi.

1830 yılında komşu Cezayir’i işgal eden Fransızlar, ilave olarak Fas topraklarına göz dikmiş olsalar da, bir yanda İspanya öbür yanda Almanya baskılarıyla bunu fiiliyata geçiremediler.

Fas toprakları sonunda 1912 yılında Fransa’ya bırakıldı. Ancak aynı sırada İspanya da Fas üzerinde hak iddia edince, aynı yıl ülkenin kuzeyince Akdeniz kıyısındaki kesimi onlara bırakıldı.

1940’lardan sonra Fas’ta bağımsızlık hareketi güç kazandı. Fransa, 1956 yılında Fas’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. İspanyollar da kuzeyde işgal altında tutukları bölgelerin bir bölümünden çekilince ülke bugünkü sınırlarında bağımsız hale gelmiş oldu.

IV. Muhammed’in sultanlık yetkilerinden vazgeçerek 1958 yılında sınırlı monarşiyi kabul etmesi üzerine yeni anayasal hazırlıklar yapıldı ve 1962 yılında bugün de sürmekte olan parlamenter sisteme geçildi.

Bağımsızlığa rağmen bölgedeki çıkarları nedeniyle Fransa’nın Fas üzerindeki etkisinden vazgeçmemesi, siyasi krizin sürmesinin nedenidir. Buna karşı iç politikada ise özellikle Berberi ve Araplar arasındaki bölünme konusu ülkenin en önemli gündem maddelerinden biridir.

Sudan

Sudan, coğrafi olarak bir doğu Afrika’da olmakla birlikte tarihi boyunca siyasi ve kültürel olarak hep kuzeyindeki Mısır’ın etkisinde kalmıştır.

Coğrafi olarak Afrika’nın en geniş ülkelerinden biri olan Sudan’da topraklarının yarıdan daha azı tarıma elverişlidir. Ülke nüfusunun yarısını Araplar oluştururken, kalan yarısını yerel Afrika toplulukları oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmaktadır.

Ülkenin eski çağlarda genellikle Firavunlar dönemi Mısır’ın bir taşra vilayeti olarak anılır. 1517 yılında Mısır’ın ardından Sudan’ın kuzey bölgeleri de Osmanlı idaresine geçmiştir.

Sudan modern döneme Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa döneminde adım atmıştır. 1873 yılında, Gordon Paşa olarak bilinen İngiliz General Charles Gordon, Mısır Hidivi tarafından Ekvatorya genel valisi olarak atanmış ve yerel isyanları bastırmakla görevlendirilmişti.

1881 yılında Mısır-İngiliz ordusuna karşı başkaldırı başlamıştır. 1889 yılında Sudan’ı kendi kontrolleri altına almayı başardı. Böylece görünüşte yeniden Mısır Hidivine bağlanan Sudan, gerçekte İngiltere tarafından yönetilmeye başladı. İngiltere 1924’te Mısır güçlerini Sudan’dan tamamen çıkardı.

1951 yılında İngiltere’nin Sudan’a ayrı bir bağımsızlık vereceği anlaşılınca, Sudan 1956 yılında Mısır’dan ayrı bir devlet olarak bağımsız olmuştur. Bağımsızlık ilanından az önce bölgesel bir iç savaş başladı. Bu iç savaş 2011 yılında ülkenin bölünmesine kadar sürecektir. Güney Sudan 2011 yılında bağımsız bir devlet haline geldi.

Mağrip Birliği

Asıl adı Arap Mağrip Birliği (Arab Maghreb Union) olan siyasal yapı, 17 Şubat 1989 yılında kurulmuştur. Merkezi Fas’ta bulunan Birliğin üyeleri Cezayir, Moritanya, Fas, Tunus ve Libya’dır. Soğuk Savaş’ın bitmeye başladığı bir dönemde kuzey Afrika’daki jeopolitik yakınlaşmanın bir sonucu olarak kurulan örgüt, kendi üyeleri arasında ekonomik işbirliğini önceleyip üçüncü aktörlere karşı tıpkı Avrupa Birliği’nde olduğu gibi ortak politikalar belirlemeyi hedeflemektedir.

Üye 5 ülkenin devlet başkanlarından oluşan bir konsey tarafından yönetilen birlik, her iki yılda bir toplanmakta ve başkanlık dönüşümlü biçimde sırayla yürütülmektedir.

Mağrip Birliği, 1990’lı yıllar boyunca sadece kâğıt üzerinde kalan bir kuruma dönüştü. Ancak 2000’li yıllarla birlikte, gerek uluslararası ve gerekse bölgesel konjonktürde yaşanan dönüşüm, bölgesel bir platform olarak birliği işler hale getirdi.