ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 5: Türkiye-Güney Kafkasya Ülkeleri İlişkileri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Türkiye-Güney Kafkasya Ülkeleri İlişkileri
Türkiye’nin Güney Kafkasya Politikası
Türkiye’nin, Güney Kafkasya’ya yönelik izlediği dış politika, başından beri iki temel ilkeye dayanmaktadır: Bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerinin korunması ve bölgedeki uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi. Ermenistan Parlamentosu’nun 23 Ağustos 1991 tarihinde kabul ettiği Bağımsızlık Bildirisi’nin 11. Maddesi’nde şu ifadeler yer alıyordu: “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si tarafından 1915’te Batı Ermenistan’da işlenen soykırım suçunun uluslararası alanda kabul edilmesi için sürdürülecek çabaları destekleyecektir”. Bildiride, Türk topraklarından ‘Batı Ermenistan’ diye söz edilmesi de dikkat çekicidir. NATO ve AB’nin Türkiye’nin de desteklediği Kafkasya stratejisi, ‘iyi komşuluk anlayışı’ üzerine dayanmaktadır. Buna göre, Güney Kafkasya’daki ülkeler/toplumlar kendi aralarındaki sorunlarını kendi başlarına çözememişlerdir. O hâlde, dış destek vererek bu ülkeler arasında işbirliğini geliştirmeye çalışmak kaçınılmazdır.
Türkiye-Azerbaycan İlişkileri
Türkiye, Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasından önce Azerbaycan’ın iç işleri ve çatışma ortamına doğrudan müdahale etmemeye çalışmıştır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ise Güney Kafkasya ülkelerini ilk tanıyan ülke yine Türkiye olmuştur.
Resmî İlişkilerin Başlangıç Dönemi
Azerbaycan’la 14 Ocak 1992’de imzalanan protokolle diplomatik ilişki kurulmuş ve Başkonsolos olarak görev yapmakta olan temsilciliğimiz Büyükelçilik düzeyine yükseltilmiştir. Hâlihazırda Bakü’deki Büyükelçiliğimiz ile Nahçıvan ve Gence Başkonsolosluklarımız faaliyet göstermekte olup, Azerbaycan’ın ise Ankara’da Büyükelçiliğinin yanı sıra, İstanbul ve Kars Başkonsoloslukları bulunmaktadır. Resmî ilişkiler kurulduktan sonra iki ülke arasında hızla sorunsuz ve sıcak ilişkiler tesis edilmiştir. Azerbaycan bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Türkiye bu ülkenin uluslararası toplumla sağlıklı bir iletişim kurmasını desteklemiş ve bu konuda ona yardımcı olmuştur. Bu çerçevede, Azerbaycan’ın Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’na (AGİK) üyelik sürecini açıkça desteklemiştir. 25-26 Şubat 1992 gecesi Ermenilerin Karabağ’ın Hocalı bölgesine düzenledikleri saldırı ve peşinden gelen katliamlar (Hocalı Katliamı), devam eden bölgesel savaşın seyrinde ve dolayısıyla Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Koridor Formülü: Azerbaycan ile Nahçıvan arasında Megri’den, Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaysa Lâçin’den koridor açılmasıdır.
Azerbaycan’da Elçibey İktidarı ve Türk Dış Politikası
7 Haziran 1992 tarihinde yapılan Başkanlık Seçimlerini kazanan Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) lideri Ebulfez Elçibey’in başa geçmesi, Türk diplomasisi açısından hiç şüphesiz ki büyük bir başarı olmuştur. Türkiye, bu dönemde de Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunun çözüm yolu olarak ‘toprak değişimi’ (iki koridor açılması) formülünü yinelemiştir. Elçibey’in görevinden uzaklaşmak zorunda bırakılmasına varan gelişmelerin önemli bir ateşleyicisi de Türkiye ve Batılılar lehine izlediği ‘petrol politikası’ idi.
Haydar Aliyev Dönemi ve Türkiye’nin Politikaları
Kelbecer’in kaybedilmesi ile başlayan iç karışıklıklar sonunda, 4 Haziran 1993 tarihinde yapılan bir darbeyle Elçibey Hükümeti’nin devrilmesi ve yerine Haydar Aliyev’in getirilmesi, iç ve dış çevrelerde Türkiye’nin Azerbaycan’da dost bir yönetimi iktidarda tutma konusunda başarısız olduğu şeklinde değerlendirildi. Aliyev, 8 Şubat 1994’te 80 kişilik büyük bir delegasyonla Türkiye’ye 4 günlük resmî bir ziyarette bulunmuştur. Aliyev’in çok önem verdiği bu ziyaret sırasında Türkiye ile Azerbaycan arasında 10 yıllık bir Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Aliyev, Cumhurbaşkanı Demirel ile kurduğu yakın ilişkiden sonra Türkiye ve Azerbaycan’ın “bir millet iki devlet” olduğunu ilan etmiştir. Böylece Aliyev de selefi Elçibey gibi Türkiye ile yakınlaşmanın önemini görmüştür. 2004 yılından itibaren, petrolün yanı sıra Azerbaycan doğal gazının da Türkiye’ye akışı başlamıştır. Bu sürecin dayanağı, 12 Mart 2001’de Ankara’da imzalanmış olan Doğalgaz Anlaşması’dır. Bu anlaşmaya göre, 2004-2018 yılları arasında Azerbaycan’ın Şahdeniz yatağından elde edilecek doğalgaz Türkiye’ye satılacaktır. Ayrıca 13 Nisan 2004 tarihinde, iki ülke arasında imzalanan Uzun Vadeli Ticari ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması ile ülkeler arasında ticari bağlar daha da kuvvetlendirilmiştir. 25 Haziran 2005’te dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de katıldığı bir törenle açılışı yapılan Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı ile ilişkilerde daha istikrarlı bir döneme girilmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 16-17 Ağustos 2010 tarihlerinde Azerbaycan’a gerçekleştirdiği ziyarette iki ülke arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması imzalanmıştır. 15-16 Eylül 2010 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkelerin Devlet Başkanları 10. Zirvesi esnasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulmasına dair ortak açıklama yapılmıştır.
Türkiye-Ermenistan İlişkileri
Sovyetler Birliği’nin yıkılma döneminde Başbakan Yıldırım Akbulut, Türkiye’nin SSCB’nin iç işlerine karışamayacağını ancak Ermenilerin Dağlık Karabağ’da yaptıkları katliamları da insani açıdan onaylayamayacaklarını açıklamıştır. Buna karşın, Sovyetler Birliği, hem Türkiye’yi üstü örtülü olarak kendi iç meselelerine karışmaması konusunda sert bir dille uyarmış hem de bu hadiselerin iki ülke ve dolayısıyla iki blok arasında bir kriz hâline gelmemesi için Ermenistan’ı SSCB’nin sınırları içerisinde olduğu sürece Türkiye’den toprak talep edemeyeceği konusunda ikaz etmiştir. Ocak 1990’da Türkiye-Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki önemli bağlantı noktalarından biri olan Sadarak kasabası Ermeni muhasarası (kuşatması) altında kalınca Türkiye, her şeye rağmen soğukkanlı tutumunu koruyabilmiştir. Ancak bölgedeki Rus askerî varlığı, SSCB’nin yıkılmasından itibaren peyderpey (kademeli olarak) azalınca Türkiye’nin hareket sahası genişlemiştir.
Sorunlu Bir Başlangıç
Şubat 1992 sonlarında gerçekleşen Hocalı Katliamının, Türkiye’nin Ermenilere yönelik bakışın da önemli etkileri olmuştur. Bu katliamdan sonra Türkiye’nin Ermenilere yönelik kullandığı söylemde dikkate değer bir sertleşme görülmeye başlanmıştır. Bu arada Ermeniler de boş durmamışlar ve Türkiye’nin kendilerine yönelik giderek sertleşen tepkileri karşısında, diasporanın da (Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin) yardımlarıyla, ‘Türklerin 1915’teki tehcir sırasında Ermenilere soykırım yaptığı’ tezini canlandırmaya çalışmışlardır. Ermenistan’ın bu tavrına karşı en sert tepki ise dönemin Cumhurbaşkanı Özal’dan gelmiştir. Özal, Ermenistan’a Karadeniz üzerinden ulaşan ihracat-ithalat rotasını ablukaya alma tehdidinde bulunmuştur.
Kelbecer’in İşgali ve İlişkilerin Kopması
Türkiye ve Azerbaycan’ın girişimiyle, BM Güvenlik Konseyi, Kelbecer’in işgali dolayısıyla toplanmış ve 30 Nisan 1993’te verdiği 822 sayılı kararında, isim vermeden Kelbecer’in işgalinden duyduğu rahatsızlığı vurgulamış, işgalin bir an önce sona ermesini istemiştir. Ancak, Ermeniler bu karara riayet etmemişlerdir. Bundan dolayı Türkiye; Ermenistan’a ve Dağlık Karabağ üzerine ambargo ve abluka uygulama kararı almıştır. Bu karar günümüzde de hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
İlişkilerde Yumuşama Belirtileri: 1996-1997
Azerbaycan’ın kısa zamanda elde edeceği petrol gelirleriyle silahlanabilmesi ihtimali de Ermeni yetkilileri endişelendirmiştir. Türkiye ise bu aşamada yeni bir savaşı asla desteklemiyordu. Zira eğer böyle bir durum söz konusu olursa belki de tarafsızlığını sürdürmesi mümkün olamayacaktı. i Ermenistan dış politikası üzerinde Dağlık Karabağ Ermeni yönetiminin de zaman zaman büyük etkisi olmuştur. Nitekim bu aşamada da yukarıda bahsi geçen plan karşısında Dağlık Karabağ lideri Gukasyan tavır almış ve Hankendi’nin (Dağlık Karabağ’ın başkenti) Azerbaycan içinde kalarak bağımlı bir statü kazanmasına asla rıza göstermeyeceklerini açıklamıştır. Buna karşın, Türkiye adına, Türk Cumhuriyetlerinden sorumlu Devlet Bakanı Ahat Andican, 7 Eylül 1997 tarihinde yaptığı açıklamada “Ermeniler işgal ettikleri bölgelerden geri çekilmedikçe Türkiye kapısının kendilerine açılmayacağı” uyarısında bulunmuştur. O dönemki Hükûmetin programında da, ‘Ermenilerin bu topraklardan kayıtsız şartsız geri çekilmesi’ maddesi bulunuyordu.
Robert Koçaryan Döneminde Türkiye-Ermenistan İlişkileri
1998 yılı içinde Türkiye, Ermenistan’la ciddi gerginlikler yaşamıştır. Bunda sertlik yanlısı tutumuyla tanınan Robert Koçaryan’ın, önce Başbakan sıfatıyla siyaset sahnesinde yer alması ve Başkan Ter-Petrosyan’ın ardındaki popüler desteğin iyice azalmasının önemli rolü olmuştur. 2000 yılının sonlarında Türk Dışişleri Bakanlığı, Türk/AzeriErmeni ilişkilerinde asıl sorun kaynağı olarak gördüğü Ermeni diasporasını gerek Dağlık Karabağ meselesinden gerekse Ermeni soykırımı davasından soyutlayabilmek için, 3 boyutlu bir plan hazırlığı içine girmiştir. 11 Eylül sonrasında ABD açısından Afganistan’a ve Orta Asya’ya, Kafkasya üzerinden giden tüm yolların açılması ve işletilmesi başlı başlına önemli bir konu hâline gelmiştir. Dolayısıyla ABD, Türkiye-Ermenistan sınır kapılarının açılması ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki diplomatik ilişkilerin, ‘soykırım konusunu’ gözden uzak tutarak tesis edilmesi maddesini gündeminin ilk sıralarına almıştır.
2000’li Yıllarda Artan İkili İlişkiler
AK Parti iktidarı döneminde, Türk Dışişleri Bakanlığı, Ermenistan’la ilişkilerin normale döndürülmesinin, doğrudan doğruya bu ülkenin Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözümü yönünde göstereceği esnekliğe bağlı olduğu tezini bir tarafa bırakmamıştır. Koçaryan, Türkiye’nin “sözde” Ermeni soykırımını tanımadığı gerekçesiyle, 28-29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen NATO Zirvesi’ne katılmama kararı almıştır. Ermenistan ile sorunların ortadan kaldırılması ve ilişkilerin normalleştirilmesi için, 2007 yılında İsviçre’nin arabuluculuğunda yeni bir süreç başlatılmıştır. Bu süreci hızlandıran bir unsur da Güney Osetya sorununun 8 Ağustos 2008 tarihinden itibaren Gürcistan ile Güney Osetya Otonom Bölgesi arasında sıcak çatışmalara dönüşmesi olmuştur. 10 Ekim 2009 tarihinde Türkiye ile Ermenistan arasında, ‘Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü’ ile ‘İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü’ İsviçre’nin başkenti Zürih’te imzalanmıştır. 2011 yılının ilk gününde Ermenistan Devlet Televizyonunda konuşan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan, Türkiye’ye yönelik sert eleştirilerde bulunmuştur. 15 Şubat 2011’de Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tigran Balayan, yaptığı açıklamada, AGİT’te yapılacak bu seçimde Türkiye’nin adayını desteklemeyeceklerini açıkça bildirmiştir.
Türkiye-Gürcistan ilişkileri
Gürcistan siyasal, ekonomik, askerî ve sosyo-kültürel açılardan Türkiye’nin Doğu’ya açılan kapısıdır. Gürcistan ile iyi ilişkiler kurmak, Ermenistan, Azerbaycan, hatta İran’ı kontrol edebilmeyi, enerji anlaşmaları ve boru hatları projelerinde yer alabilmeyi, bölge siyasetinde etkin güç olabilmeyi de beraberinde getirir. Türkiye-Gürcistan ilişkileri dostluk ve işbirliği temelinde eşit düzeyde egemen iki devlet ilişkisi şeklinde devam etmektedir. Türkiye’nin Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına ilişkin hassasiyeti devlet politikası olarak yerleşmiştir. Ancak Gürcistan’ın tam olarak kurtulamadığı ve tarihten gelen negatif bazı Türk algıları bulunmaktadır. Rusya’nın yüzyıllarca Türkleri Gürcülere yönelik tehdit unsuru olarak göstermesinin, bu bilincin oluşmasında büyük etkisi olmuştur. Bu endişelerin ortadan kalkması, iki devlet arasındaki normal ilişkilerin gelişimi ile mümkün hâle gelmiştir.
Türkiye-Gürcistan Siyasî İlişkileri
Gürcistan henüz Sovyetler Birliği topraklarının içindeyken Türkiye-Gürcistan ilişkileri 1989 yılında Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasıyla başlar. Gürcistan’ın 1999 yılında gerçekleşen Avrupa Konseyi üyeliği, Ahıska Türklerinin yurtlarına geri dönmeleri konusunda tetikleyici bir etken olmuştur. Gürcistan’ın bağımsızlığının ilk yıllarında Abhazya ve Güney Osetya sorunlarına odaklanmak zorunda kalması, Türkiye’nin Güney Kafkasya politikasını Dağlık Karabağ ve Azerbaycan üzerine yoğunlaştırması, Rusya’nın ilan ettiği “Yakın Çevre Doktrini” ile arka bahçesinde tekrar etkinlik arayışına girmesi gibi faktörler Türkiye-Gürcistan ilişkilerini 1994 yılına kadar duraklatmıştır. 1997-1998 dönemi, Gürcistan’ın BTC Boru Hattı projesine destek verdiği yıllar olmuştur. Türkiye, 2003 yılı sonlarında Gürcistan’da gerçekleşen Kadife Devrim ile Shevardnaze’nin görevinden ayrıldığı ve Ocak 2004’teki Cumhurbaşkanlığı seçimini Mikhael Saakaşvili’nin kazandığı süreçte Gürcistan’a yönelik net bir tavır göstermemiştir. 2004-2007 arası dönemde de iki devlet arasında pek çok karşılıklı ziyaret gerçekleştirilmiş, siyasal-ekonomik ve askerî alanlarda anlaşmalar imzalanmıştır. Türkiye siyasi, askerî ve ekonomik yönlerden Gürcistan için model bir ülkedir. Bir NATO üyesi olarak Türkiye, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunması bağlamında bu ülkenin NATO güvenlik şemsiyesinden yararlanmasını uygun görmektedir. Türkiye’nin, Gürcistan içindeki halklarla, etnik, tarihî ve dinî bağları bulunmaktadır. Abhazlar, Acaralılar ve Ahıskalılar Türk etno-sosyalinin bir parçası durumundadırlar. Abhazya Savaşı Türkiye’nin bölgeye yönelik resmî ve gayriresmî politikaları arasındaki farklılığın simgesi olmuştur. Geleceği planlanmaya çalışılan Türkiye-Gürcistan ilişkileri, henüz oluşma aşamasındayken Abhazya sorununun devreye girişi Türk tarafını zorda bırakmış ve Türkiye’nin Gürcistan politikasının ‘yumuşak karnı’ olmuştur. Türkiye’de yaşayan Abhaz diasporası Abhazya’nın bağımsızlığına destek vermekteydi ve bu Türkiye’nin gayriresmî bir politikası olarak gözüküyordu. Türkiye, bu durumda, uluslararası toplum nezdinde yürüttüğü çalışmalarıyla Gürcistan-Abhazya arasındaki sorunun siyasal diyalog yoluyla çözülmesine çalışmıştır. Ağustos 2008 Savaşı’ndan sonra, Rusya’nın Abhazya’yı resmen tanımasının ardından, Rus Abhaz ilişkileri zirve noktasına ulaşmıştır.
Türkiye-Gürcistan Askerî İlişkileri
Bağımsızlığını ilan ettiği 1991 yılından itibaren Güney Osetya, Abhazya, Acaristan, Cevahati ve Pankisi Vadisi’ndeki sorunlar ve yer yer iç savaşa giden gelişmeler yaşayan Gürcistan’ın askerî açıdan eksikliklerini giderme isteği kaçınılmazdır. Askerî eğitim antlaşmaları çerçevesinde Türkiye, Gürcistan ordusunun NATO standartlarında yeniden teşkilatlanması, savaşma imkân ve kabiliyetlerinin artırılması, eğitilmiş personel ihtiyacının karşılanması, özel birliklerin yetiştirilmesi ve teçhizat ihtiyacının karşılanmasına yönelmiştir. Bu amaçlara yönelik olarak NATO-Barış İçin Ortaklık Programı Eğitim Merkezi ve Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı merkezlerde, Gürcü personelin eğitilmesinin yanı sıra, Tiflis’te Müşterek Harp Okulu, Koçori, Lilo ve Gori’de eğitim merkezleri kurulmuş ve sınır jandarma birliklerine özel eğitimler yaptırılmıştır. Ayrıca, 1997 yılından günümüze kadar, iki ülke arasında çok sayıda ortak tatbikat yapılmıştır.
Türkiye-Gürcistan Ekonomik İlişkileri
Türkiye ve Gürcistan arasındaki ekonomik ilişkilerin hukuki çerçevesini, 1992 yılında imzalanan ‘Ticaret ve Ekonomik İşbirliği’, ‘Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması’ ve ‘Uluslararası Kara Yolları Taşımacılığı’ antlaşmaları oluşturmaktadır. Bunların dışında 15 Eylül 2005 tarihli ‘Karma Ekonomik Komisyon IV. Dönem Toplantısı Protokolü’, 28 Ocak 2005 tarihli ‘TürkiyeGürcistan Gümrükleri Arası İşbirliği Anlaşması’, 21 Kasım 2007 tarihli ‘Serbest Ticaret Anlaşması’ ile ‘Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması’ imzalanmıştır. 1992- 2010 yılları arasında gerçekleştirdikleri 80 projenin maliyetinin 1 milyar dolardan fazla olduğu belirtilmektedir. Ayrıca telekomünikasyon, imalat, liman işletmeciliği, tekstil, su şişeleme ve bankacılık alanlarında da Türk yatırımları mevcuttur.
Türkiye’nin Kafkasya’da Güvenlik ve İstikrar Arayışları
Türkiye, başından beri, Güney Kafkasya’da barış ve refahın sağlanması yönünde topyekûn bir bölgesel kalkınmanın gerekli olacağını savunmaktadır. AKP iktidarı döneminde Türkiye açısından, Güney Kafkasya stratejisinin temel 3 sütunu şunlar olmuştur: Ortaklık, Refah ve Barış. 7 Mayıs 2013 tarihinde, Bakü’de ‘Güney Kafkasya Forumu’ toplantısı yapılmıştır. Türkiye’nin de desteklediği bu Forum kapsamında Azerbaycan ve Gürcistan ilişkileri daha da pekişmiştir. İşgalci Ermenistan doğal olarak bu süreçten dışlanmıştır. Türkiye de bu Foruma her türlü desteği vermiş ve etrafındaki coğrafyadan sorumlu olduğunu göstermeye çalışmıştır. 2009 yılında oluşturulan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi) vasıtasıyla, Türkiye ile Türk dünyası arasındaki dayanışma daha da geliştirilmeye çalışılmıştır. 28 Kasım 2013’teki AB-Doğu Ortaklığı zirvesinde AB ile Gürcistan arasında “Ortaklık ve Kapsamlı Serbest Ticaret Antlaşması” paraf edilmiştir. Putin, 10 Aralık günü Türkiye ile arasındaki ‘Türk Akımı’ projesini devreye sokarken, Güney Akım’ın iptal edildiğini duyurmuştur. Bu gelişmelerle eşzamanlı olarak ise, Türkiye, Ermenistan’ın da Güney Kafkasya halkasına katılmasını arzu ettiğini açıklamıştır. Bununla birlikte 17 Mart 2015 tarihinde Kars’ta Trans-Anadolu Doğalgaz Boru Hattı’nın (TANAP) temel atma töreni yapılmıştır.
Azerbaycan-Ermenistan Cephesinde Artan Gerginlikler
Azerbaycan 2016 yılının Mart ayı boyunca Ermenistan’ın, cephe bölgesine (ateşkes hattına) askerî tatbikatlar adı altında güç takviyesinde bulunduğu ve bunun, muhtemel bir saldırı için hazırlık şeklinde olduğunu beyan etmiştir. Ardından Ermenistan tarafından, sivilleri hedef alan saldırılar başlatılmıştır. Aynı anda Azerbaycan, topçu ateşiyle karşılık vermiştir. İlham Aliyev ve Serz Sarkisyan, 20 Haziran 2016’da St. Petersburg’da Dağlık Karabağ gündemli bir toplantı yapmışlardır. Toplantının sonucunda, çözümün sadece uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde sağlanabileceği üzerinde, çok genel ve yüzeysel ifadeler içeren bir ortak irade sergilenebilmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bakü Kongre Merkezi’nde düzenlenen BM-Medeniyetler İttifakı 7. Küresel Forumu’nun 26 Nisan’daki (2016) açılış toplantısına iştirak etmiştir. Türkiye, 2005 yılından beri, İspanya ile birlikte bu ittifakın öncülüğünü yapmaktadır.
Bölgede Artan Gerginliğin Başlıca Nedenleri
Bölgede son zamanlarda yeniden depreşen silahlı çatışmaların temel nedeninin ağırlıklı olarak Dağlık Karabağ meselesi değil, TANAP projesi olduğu da ileri sürülmektedir. TANAP vasıtasıyla Türkiye üzerinden AB istikametinde akacak doğalgaz hacminin aşamalı olarak %450’lere varan oranda artacak olduğu bir ortamda, üstelik bu hattın, Azerbaycan ve Gürcistan ekonomilerini daha da canlandıracağı beklentileri söz konusuyken, Ermenistan süreçten iyice dışlanacaktır. Dağlık Karabağ’daki son çatışmaların, bazı gözlemciler tarafından, esasında Türkiye ile Rusya arasındaki bir vekâlet savaşı (Proxy War) niteliğinde olduğu yönünde yorumlandığı da görülmüştür. Bu dondurulmuş çatışmada ilan edilen ateşkes ise, her zaman kırılgan kalmaya devam etmiştir. Çatışmanın her iki tarafı da bu gibi ateşkes zamanları müddetince, müttefikleri (Türkiye ve Rusya) tarafından sürekli olarak silahlandırılmışlardır. Zaten Azeri lider Aliyev, kendi halkına, devamlı olarak, Ermenilere karşı kaybedilmiş olan toprakların bir gün mutlaka geri alınacağını vaat etmektedir. Dağlık Karabağ’daki son çatışmaların, bazı gözlemciler tarafından, esasında Türkiye ile Rusya arasındaki bir vekâlet savaşı (Proxy War) niteliğinde olduğu yönünde yorumlandığı da görülmüştür. Bu dondurulmuş çatışmada ilan edilen ateşkes ise, her zaman kırılgan kalmaya devam etmiştir. Çatışmanın her iki tarafı da bu gibi ateşkes zamanları müddetince, müttefikleri (Türkiye ve Rusya) tarafından sürekli olarak silahlandırılmışlardır. Zaten Azeri lider Aliyev, kendi halkına, devamlı olarak, Ermenilere karşı kaybedilmiş olan toprakların bir gün mutlaka geri alınacağını vaat etmektedir. Fakat öte yandan Azerbaycan ‘düşen enerji fiyatlarından’ ve ‘kaybedilmiş topraklarından mütevellit çektiği ağrılardan’; Ermenistan ise, ‘diasporasına olan ekonomik bağımlılık’ ve bir çeşit ‘askerî devlete dönüşmekten’ mustariptir.