ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 7: Orta Asya ve Kafkaslarda Bölgesel İhtilaflar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Orta Asya ve Kafkaslarda Bölgesel İhtilaflar
Ünite 7: Orta Asya ve Kafkaslarda Bölgesel İhtilaflar
Giriş
Orta Asya ve Kafkaslardaki bölgesel ihtilafların komünist rejimin hüküm sürdüğü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde değil, bu birliğin dağılmasından sonra Cumhuriyetlerin bağımsızlık ilan etmeleriyle başladığı görülmektedir. Bu bölgenin zengin doğalgaz kaynakları, sorunların etnik, kültürel boyutlarının olması gibi nedenler; sorunların uluslararası hale gelmesine neden olmuştur.
Osetya ve Abhazya Sorunları
İki kutuplu sistemde Kafkasya ve Balkanlar gibi etnik, dini ve kültürel farkları fazla olan halkları bünyesinde barındıran bölgelerde, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber bu farkların ortaya çıkması ve bölgesel ihtilaflar haline dönüşmesine dondurulmuş sorunlar adı verilmektedir. SSCB dağıldıktan sonra oluşan güç boşluğu, Gürcistan’da da dondurulmuş sorunların gündeme gelmesine sebep olmuştur. Osetya ve Abhazya sorunları, oluşan bu güç boşluğu sonucunda ortaya çıkan etnik çatışmalardandır.
Osetya sorununun tarihsel temeli 18. yy’dan itibaren Rusların Kafkasya’da etkilerinin artması ile beraber, Osetlerin Rus vesayeti altına girmek istemeleri ile başlamıştır. 1801’de Osetya’nın güneyi Ruslar tarafından, Rus egemenliğine geçmiş olan Doğu Gürcistan’ın Tiflis eyaletine bağlanmıştır. O tarihten itibaren Osetya kuzey ve güney olarak iki bölge halinde varlığını devam ettirmiştir. Güney Osetya daha sonraki dönemde Gürcü egemenliği altında, Kuzey Osetya ise SSCB’ye bağlı özerk bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürmüştür. Güney Osetya’da etnik problemler SSCB’nin son yıllarında (1988 tarihli yasa) Gürcülerin uyguladıkları dil politikası nedeniyle ortaya çıkmıştır. Gürcistan Osetlerin özerk cumhuriyet taleplerini reddetmiştir. Bu durumun üzerine Gürcistan ve Güney Osetya arasındaki ilişkiler gerilmiş, Gürcistan Güney Osetya’nın başkenti Tsinvali’ye girmiştir. Gürcü ve Oset çatışmaları Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze’nin bir araya gelmesi ve anlaşması ile durmuştur. İmzalanan anlaşma ile Ortak Barış Gücü ve Ortak Kontrol Komisyonu ve Gürcistan-Güney Osetya sınırında ve Tsinvali çevresinde güvenlik koridoru oluşturulmuştur. Kurulan komisyonun amaçları şunlardır:
Ateşkesin kontrolü
Askeri birimlerin geri çekilmesi ve savunma güçlerinin terhisinin kontrolü
Güvenlik rejimini sağlamak
Şevardnadze arabuluculuk girişimlerindeki Rus tekelini kırmak istemiş ve durumu uluslararası platforma taşıyarak NATO, AGİT ve BM’ye başvurarak barışçı çözüm için yardım talep etmiştir. 1995 yılında Gürcistan Anayasası’nda yer alan Güney Osetya’nın özerkliği kaldırılmış ve “Tsinvali Bölgesi” olarak Gürcistan’a bağlı bir birim haline getirilmiştir.
1996 yılında Güney Osetya Cumhurbaşkanlığına Ludvig Cibirov’un gelmesiyle, Moskova’da iki taraf arasında memorandum yapılmış ve taraflar karşılıklı olarak birbirlerine karşı güç kullanmayacaklarına dair güvence vermiştir. 2001’de Güney Osetya kendi anayasasını kabul etmiş, 2004 yılında Birlik Partisi iktidara gelmiştir. Birlik Partisi Güney Osetya’nın Rusya Federasyonu ile birleşmesini amaçlamaktadır. Bu amaçla Güney Osetya Özerk Bölgesi Parlamentosu 2004’te Rusya Federasyonu ile birleşme kararı almıştır. Gürcistan’ın iç işlerine karışmayacağını açıklayan Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, bu kararı reddetmiştir.
2004’te statükocu politikasını terk eden Rusya, bu yıldan itibaren Güney Osetya ve Abhazya’daki bağımsızlık hareketlerini destekleyen kararlar almıştır. Gürcistan ile Rusya arasında gerilen ilişkiler 2008 yılında çatışmaya dönüşmüştür. Literatüre “08.08.08 Savaşı” veya “Beş Gün Savaşları” olarak geçen çatışmalar, Osetya sorununun 7-16 Ağustos 2008 tarihlerinde Rusya ile Gürcistan arasında savaşa dönüşmesini tanımlamaktadır. Bu savaşta yenilen Gürcistan’ın toprakları, Fransa’nın devreye girmesine kadar Rus işgali altında kalmıştır. Savaşın sonunda Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıkları Rusya Federasyonu tarafından tanınmıştır. İlk bakışta Rusya ile Gürcistan sorunu gibi görünen bu savaş başka boyutuyla ABD ile Rusya arasındaki mücadelenin bir parçasıdır. Rusya’nın Yakın Çevresi’nde ABD etkisine ve varlığına verdiği reaksiyonun ifadesidir. Ayrıca Rusya’nın Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanıması da ABD ve AB’nin Kosova’nın bağımsızlığını tanımalarına verilmiş bir cevap niteliğindedir.
Abhazya sorunu da Osetya sorunu gibi Soğuk Savaş sonrası Gürcistan’ın yaşadığı sorunlardan biridir. Gürcülerin dil konusunda yaptığı baskılar ve asimilasyon çabaları sonucunda Abhazlar ayaklanmış ve Rusya Federasyonu’na bağlanma talebinde bulunmuşlardır. Bölgede çatışmalar çeşitli şekillerde devam etmiş, 1993 yılında yapılan “Soçi Antlaşması” ile ateşkes ilan edilmiştir. Rusya bu antlaşmada garantör olmuş ve Birleşmiş Milletler yetkileri antlaşmanın uygulanabilirliğini kontrol etmeye gittiklerinde Abhazların antlaşmayı ihlal ederek Sukhumi’yi ele geçirdiklerini görmüşlerdir. Abhazlar 1994’te yeni bir anayasa ile Abhazya Cumhuriyeti’ni ilan etmişlerdir. 1999’da yapılan referandumda Abhazlar %98 oranında bağımsızlık için oy verse de Gürcistan bu durumu kabul etmemiştir. Abhazya bağımsızlık savaşında birçok zorlukla karşılaşmıştır. Gürcistan ile Abhazya arasındaki ilişkiler sürekli gerginlik barındırmaktadır.
Abhazya ve Osetya sorunları Rusya Federasyonu’nun Yakın Çevresi’nde ve Gürcistan’da sınır değişikliği yapmasına ve müdahalelerde bulunmasına zemin hazırlamıştır. Rusya Federasyonu’nun Osetlere ve Abhazlara vatandaşlık hakkı vermesi ise bölgeye müdahalesini meşrulaştırmaktadır.
Acaristan Sorunu
Rusya’nın SSCB Dönemi’nde uyguladığı politikalar Acaristan sorununu doğurmuştur. SSCB’nin yıkılmasıyla gündeme gelen Acaristan sorunu da Güney Kafkasya’daki “dondurulmuş sorunlar” arasında yer almaktadır. Acaristan sorununun temelinde dini ve ekonomik sebepler yatmaktadır. Gürcistan’ın aynı dönemde Osetya ve Abhaza sorunuyla ilgilenmesi yüzünden, Acaristan’ın sert politikalarına karşılık verememiş ve Acaristan’a özerklik tanımıştır. Bu durum Gürcü ve Acar ilişkilerinde yumuşamaya sebep olmuştur. Acaristan’ın Gürcistan ile olan ilişkileri Mihail Saakaşvili iktidarı döneminde, Acaristan Yüksek Komisyonu Başkanı Abaşidze’nin Gürcistan’la ilişiğini kesmesini açıklaması üzerine krize dönüşmüştür. Gürcistan Acaristan’a ambargo uygulamış ve Abaşidze’nin istifa etmesini ve ülkeden ayrılmasını istemiştir. Abaşidze Rusya Federasyonu’na sığındıktan sonra Gürcistan Acaristan’ın idari haklarını kısıtlamış ve savaşsız bir şekilde bölgeyi kontrolü altına almıştır.
Osetya ve Abhazya sorunlarından farklı olarak Acaralarla Gürcüler arasındaki anlaşmazlığın temel nedenlerinden biri dindir. Temelinde etnik köken farklılığı yatmadığı için, Gürcülerin Acaristan’la olan anlaşmazlığı Osetya ve Abhazya’ya göre daha yumuşaktır. Acaraların bağımsızlık talebinden ziyade otonomi talebinde bulunması da bu yumuşaklığın diğer bir nedenidir.
Cavahati Sorunu
Cavahati sorunu da Soğuk Savaş’tan sonra Gürcistan’da yaşanan etnik sorunlardan biridir. Sorun Mihail Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka isimli reform politikalarından sonra gelişmiştir. Bölgede yaşayan yoğun Ermeni nüfusu özerklik talebinde bulunmaktadır. Ermenilerin toprak talepleri Stalin döneminde sona erse de talepler ve iddialara ilişkin tartışmalar sürmüştür. Gürcistan Cavahati’nin sosyal ve ekonomik politikalarını desteklerken, bölgeye Acaralıları yerleştirerek Ermeni nüfusunu dengede tutmak istemiştir. Cavahati Bölgesi Ermeni nüfusu ve Gürcistan politikaları arasında birçok çatışmaya ve anlaşmazlığa sahne olmuştur. Bölge, hukuken Gürcistan egemenliği altında olsa da Cavahati Ermenilerinin fiili egemenliği söz konusu olmuştur. Cavahati Ermenilerinin özerklik talepleri Gürcistan tarafından reddedilmiştir. Bölgedeki sorun sadece Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunmasından kaynaklanmamaktadır; aynı zamanda Rus askeri üssü, Ahıska Türklerinin geri dönüşü ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın yapım süreci de Cavahati sorununu etkilemiştir. Cavahati ile ilgili sorunlar halen devam etmektedir.
Fergana Vadisi
Fergana Vadisi sorunu SSCB’nin dağılarak buradaki kontrolü kaybetmesiyle artmaya başlamıştır. %60’ı Özbekistan’a, %15’i Kırgızistan’a ve %25’i Tacikistan’a ait olan Fergana Vadisi ile ilgili sorunun çeşitli nedenleri vardır. Bunlar;
SSCB’nin Sovyet Kimliği yaratma çabaları sırasında bölgeyi yapay kimliklere ve sınırlara göre bölmesi ile etnik sorunların yaşanması,
Soğuk Savaş’ta ABD’nin SSCB’yi çevreleme politikalarından biri olarak ortaya attığı Yeşil Kuşak Projesi çerçevesinde, SSCB’nin güneyindeki İslami oluşumları desteklemesi ve bölgenin terörün önemli merkezlerinden biri haline gelmesi,
Fergana Vadisi’nin Orta Asya’nın en önemli tarım merkezlerinden bir olmasının yanı sıra altın, gümüş, uranyum, petrol, demir, bakır, kurşun gibi önemli madenler açısından da zengin olmasıdır.
Bölge, Soğuk Savaş’tan sonra Orta Asya’da yaşanan güç mücadelesini tanımlayan Yeni Büyük Oyunun da bir parçasıdır. Dolayısıyla Fergana Vadisi’ndeki istikrarsızlık ABD, Çin, AB gibi küresel çıkarlarını (sevkiyatların ve enerji güvenliğinin sağlanması, vs.) zedelemektedir. Fergana Vadisi özellikle 11 Eylül saldırılarının sonrasında önem kazanmıştır. Çünkü Soğuk Savaş’tan sonra NATO’nun tehdit unsuru olarak belirttiği radikal İslam, etnik çatışmalar ve uyuşturucu ticareti bu bölgede gelişmiştir.
Hazar’ın Statüsü
Hazar Bölgesi gerek jeostratejik önemi gerek önemli ticaret yollarının geçiş güzergâhında yer alması gerekse de hidrokarbon potansiyeli nedeniyle tarihsel süreç içerisinde her zaman güç mücadelesi ne sahne olmuştur. Bölge’deki güç mücadelesinin nedenlerinden biri olan petrolün varlığının MÖ 4. yüzyıla kadar gittiği iddia edilmekte olup (Effimoff, 2000: 157), petrol çıkarma faaliyetleri 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar dayanmaktadır.
Günümüz itibarıyla Hazar Bölgesi’nde 50 milyar varil petrol ve 9 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin Bakü, Tengiz ve Türkmenistan kıyılarında bulunduğu tahmin edilmektedir.
Genel ve soyut olarak belirtirsek Hazar’ın Statüsü, 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren uluslararası hukukun konusu olmuştur. Aşağıda ismen belirttiğimiz antlaşmalar ile Hazar Denizi’ndeki balıkçılık faaliyetleri, seyrüsefer serbestliği ve Hazar’da donanma bulundurma gibi konular düzenlenmiştir. (Bkz.; Çolakoğlu, 1998: 108-109; Oruç, 2013: 86; Kocaman, 2018: 103-104).
1723 Petersburg Antlaşması,
1729 Reşt Antlaşması,
1813 Gülistan Antlaşması,
1828 Türkmençay Antlaşması,
1921 yılında imzalanan Moskova Dostluk Antlaşması,
1935 yılında imzalanan SSCB-İran Antlaşması,
1940 yılında imzalanan Tahran Antlaşması
Hazar’ın uluslararası sistemdeki önemi Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte artmıştır. 1991 yılına kadar gelişen süreçte Hazar’a kıyıdaş olan devlet sayısı ikiden beşe (RF, İran, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan) yükselmiştir.
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) ise kıyıdaş devletler arasında sadece SSCB/Rusya Federasyonu (RF) tarafından onaylanmıştır.
Hazar Denizinin Hukuki Statüsü Sözleşmesinin Analizi
Moskova’da varılan mutabakattan yaklaşık bir yıl sonra 11-12 Ağustos 2018 tarihinde yapılan 5. Hazar Ülkeleri Devlet Başkanları Zirvesi’nde “Hazar Denizi’nin Hukuki Statüsü Sözleşmesi imzalanmıştır.
“Hazar Denizi’nin Hukuki Statüsü Sözleşmesi” dışında Zirvede taraf devletler arasında aşağıdaki belgeler de imzalanmıştır:
Hazar Denizi’nde Terörle Mücadele Alanında İşbirliği Protokolü.
Hazar Denizi’nde Organize Suçla Mücadele Alanında İşbirliği Protokolü.
Hazar Devletlerinin Hükümetleri Arasındaki Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması.
Hazar Devletlerinin Hükümetleri Arasında Ulaşım Alanında İşbirliği Anlaşması.
Hazar Denizi’ndeki Olayların Önlenmesi Konusunda Anlaşma.
Sınır Kurumlarının İşbirliği ve Etkileşimi Protokolü.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin belirttiği üzere Statü Sözleşmesi “önemli bir belge” olmakla birlikte taraflar arasındaki Hazar Denizi ile ilgili fikir ayrılıklarını tamamen sonlandırmamıştır. Taraf devletlerin üzerinde anlaşamadığı temel husus ise Hazar Denizi’nin hava sahasının kullanımına ilişkindir. Bu konuda taraf devletler arasında istişarelere anlaşmanın imzalanmasından sonra da devam edilecektir.
Sözleşme ile yaratılan statü hiç şüphesiz sadece bölgesel değil global anlamda kısa ve orta vadede etki doğuracaktır. Bu görüşü destekleyen en önemli argüman ise İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin “Hazar Denizi sadece Hazar ülkelerine aittir” sözüdür.
Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorunu
Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorununun barışçıl yollarla çözülememesinin altında uluslararası sistemdeki köklü değişiklikler yatmaktadır. Bölgede oluşan güç boşluğu sonucu Gürcistan-Abhazya, Gürcistan- Güney Osetya, İnguş-Osetya, Çeçenistan-Rusya Federasyonu ve Azerbaycan-Dağlık Karabağ Ermenileri arasında beş büyük savaş/çatışma yaşamıştır. Bölgedeki çatışmalar uluslararası kamuoyunun baskısı ile ateşkeslerle durdurulsa da kalıcı bir çözüm getirilememiştir. Bölgedeki kalıcı barışın sağlanamamasının önünde Rusya Federasyonu, ABD, Fransa, Türkiye ve İran gibi devletler arasındaki güç çatışması ve arabuluculuk faaliyeti yapmaya çalışan uluslararası örgütlerin zayıf kalması etkili olmuştur.
Bölge üzerinde tarihsel olarak Ermenistan’ın, Çarlık Rusya’sının, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Azerbaycan’ın hâkimiyet istekleri olmuştur. Bölgedeki sorunun çözümüne yönelik olarak BM Güvenlik Konseyi 1992’de AGİT’i yetkilendirilmiştir. AGİT uluslararası platformlarda sorunun çözümüne yönelik çalışmalar yapmıştır. Kendi içinde kurduğu MİNSK grubu barışçıl çözüm önerileri sunmak üzere çalışmalar yapmıştır. Bölge için yürütülen barışçıl çabalar ve kurulan örgütler gerginliğin sona ermesinde rol oynasalar da sorunun tamamen sona ermesinde etkili olamamıştır.