ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 3: Rusya’nın Orta Asya ve BDT Politikaları Kapsamında Bölgesel Güç Dengelerinin Değişimi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Rusya’nın Orta Asya ve BDT Politikaları Kapsamında Bölgesel Güç Dengelerinin Değişimi
Ünite 3: Rusya’nın Orta Asya ve BDT Politikaları Kapsamında Bölgesel Güç Dengelerinin Değişimi
Giriş
Rusya’nın Orta Asya ve BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) politikalarının incelenmesi ve bölgesel güç dengelerinin analizi, Moskova’nın dış politika stratejilerindeki tarihsel değişimin nedenlerini incelemeyi gerekli kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında uluslararası sistemde sosyalist kampın “Amiral Gemisi” vizyonuna sahip Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yeni güç dengelerine bağlı olarak XXI. yüzyıldaki siyasal ve ekonomik gelişmeler, yeniden yapılanmaktadır.
Hukuken SSCB’nin ardıl devleti konumundaki Rusya Federasyonu’nun Orta Asya ve BDT politikalarının bölgesel güç dengelerindeki değişim süreci uluslararası ilişkiler disiplini açısından analiz edilince geçiş dönemindeki sarsıntılı ve kaotik dönemin ardından Rusya’nın eski coğrafyasındaki nüfuz alanlarını terk etmediği görülmektedir. Tarihte eski düşman, bugün ise stratejik ekonomik ortak konumundaki Rusya’nın dış politikasındaki BDT ve Orta Asya politikalarının bütünlüğünü ve hayati çıkarlarını akademik olarak anlayabilmek için, bu ülkenin ve yakın coğrafyasının tarihî, askerî, sosyolojik, kültürel ve ekonomik dinamiklerini incelemek gerekir. Küreselleşen dünyada ABD, Çin ve diğer bölge ülkelerinin yanı sıra NATO, AB, AGİT ve Şanghay Örgütü gibi uluslararası organizasyonları da bölgedeki rekabete katılan yeni aktörler olarak dikkate almak gerekmektedir.
Rusya’nın Orta Asya Dış Politikasındaki Değişimin Teorik Arka Planı
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından liberal sisteme geçiş yapan Rusya Federasyonu, yaşanan ekonomik sarsıntıyı enerji piyasasındaki artış trendini takip ederek atlatmayı başarmıştır. Ekonomik kaosu doğru politikalarla atlatmayı başaran Rusya, 1991 yılında Bağımsız Devletler Topluluğu’nu da (BDT) kurarak dünya politikalarına yön veren konumunu muhafaza etmeye çalışmaktadır. Buna rağmen, Rusya Federasyonu etrafında gerçekleşen Renkli Devrimler, Ukrayna’daki seçimlerde Rus yanlısı liderlerin seçimi kaybetmesi ve Gürcistan’daki Rus askeri birliklerinin geri çekilmesi gibi gelişmeler, Rusya’nın yakın coğrafyasındaki etkisinin kaybı olarak değerlendirilmektedir. Dış politikadaki etkinliğini yeniden kazanmak isteyen Rusya, bu amaçla BDT’nin ekonomik ve siyasal kurumlarına gittikçe daha çok önem vermektedir.
Rusya, BDT Örgütü’nü bir güç dengesi unsuru olarak kullanırken, aynı zamanda bölgenin enerji kaynakları üzerindeki hâkimiyetini de sürdürmek istemektedir. Bu durum hem NATO’nun genişlemesine karşı bir kalkan olarak kullanılmakta hem de Alman-Fransız ittifakının Slav dünyasını etkisi altına almasını önlemektedir.
Rusya, neorealist paradigma açısından Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkisinde tarihsel süreçte yaşadığı hakimiyet teorisinden öte bir tutum benimsemekte, klasik realist paradigma açısından ise Rusya’da ortaya çıkan sorunlar devletin doğrudan hamlelerinin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Yeni realistler de söz konusu sorunların, devletle birlikte uluslararası sistemin yapısal unsurlarından kaynaklandığını ifade etmektedirler. Realist paradigma buradan hareketle, Rusya’nın dış politikada yeniden süper güç olma konumuna yükselebilmesi için BDT bölgesine odaklanması ve tekrar nükleer süper güç olması gerekliliğini öne sürmektedir. Diğer taraftan Rusya, Yeni Avrasyacılık akımı ile birlikte Orta Asya üzerinde tekrar nüfuz sahası kurmaya çalışmaktadır.
Rusya, Soğuk Savaş sürecindeki rekabetçi çatışma ortamı yerine NATO ve AB gibi kurumlar ile işbirliğini prensip edinen Atlantik Okulu’nun çözüm olabileceğini öngörmüştür. Bu paradigmaya göre, Rusya’nın temel dış politik yönelimi Batı eksenli olmalı ve Batı’yla olan ekonomik işbirliğini hızla tamamlamalıdır. Atlantik Okulu’nun temel dış politika eğilimi, Rusya’nın Batı ile geleneksel ayrılıklarını ortadan kaldırmak, siyasal ve ekonomik entegrasyonu desteklemek olmuştur. Buna paralel olarak Atlantik Okulu, Rusya’nın tehdit algısının Soğuk Savaş sürecinde düşman olarak tanımladığı NATO ve Batı’dan değil, Çin ve Orta Asya’daki radikal İslam’ın yayılmacı kimliğinden kaynaklanması gerektiği hipotezini benimsemiştir. Atlantik Okulu, ABD ve müttefiklerinin çıkarlarına hizmet etmek ve Moskova’nın ulusal güvenliğini NATO endeksli planlamakla eleştirilmektedir. Rusya’nın gelecekteki hayati çıkarlarının Orta Asya ve BDT ülkelerinde olduğu, yer altı madenleri ve zengin enerji kaynakları ile entegre olabilen dış politika önceliklerinin hayata geçirilmesi gerektiği savunulmaya başlanmıştır.
Rusya, 1990’ların sonuna doğru yaşadığı ekonomik ve siyasal sorunlar ile Batı’nın eski Sovyet coğrafyasındaki artan baskıları sonucu “Near Abroad-Yakın Çevre” doktrinini devreye sokmuştur. Yakın çevresinde yeniden etkin olma çabası ile “Avrasya Birliği” projesini devreye sokmaya çalışmaktadır. Kafkasya - Asya - Doğu Asya ekseninde yeniden tanımlanan Rus kimliği, bu politika ile ABD ve Batı karşısında yeni denge arayışına girmiştir. Avrasya bölgesi Rusya için jeopolitik öneminin yanı sıra kültürel bir motif olarak da değerlendirilmektedir. Avrasya akımının öncüsü olan Dugin’e göre Rus dış politikasının önünde duran seçenekler Batı’ya eklemlenmeyi amaçlayan neo-liberal yaklaşım ile Sovyet zamanına dönülmesini isteyen muhalif yaklaşımdır. Fakat Dugin’e göre bu yaklaşımların her ikisi de çözüm değildir. Ona göre Rusya’nın geleceği “hâkimiyet teorisi” yaklaşımındadır. Yani Rusya tekrar imparatorluk görünümüne kavuşmalı ve bu imparatorluk Avrasya’da kurulmalıdır.
- Pragmatik Avrasyacılık: Rusya’nın Avrasyacı kimliğini Batı ve Asya arasında dengelenmiş bir politik tutum olarak ifade etmektedir.
- Yeni Avrasyacılık: Batı karşıtlığı çerçevesinde Rus kimliğinin inşasını amaçlamaktadır.
- Medeniyetlerarası Avrasyacılık: Asya’daki diğer uluslarla ilişkilerin geliştirilmesini savunmaktadır.
BDT’nin Kuruluşu, Kurumsal ve İşlevsel Yapısı
Rusya Federasyonu - Ukrayna - Beyaz Rusya (Belarus) 8 Aralık Minsk Antlaşması çerçevesinde SSCB yönetimi ile ilişkilerini sonlandırmışlardır. Rusya; Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya coğrafyalarındaki topraklarının ve bu ülkelerdeki endüstriyel ve askeri altyapısının yanı sıra sınırları dışında yaşayan 26 milyon Rus vatandaşının yönetim hakkını da siyasal ve hukuki anlamda terk etmiştir. Kremlin yönetimi, tarihi ve siyasal olarak da bu çöküntüyü atlatarak Büyük Güç yeteneği ile donatılmış Rusya’yı yeniden kurmak ve uluslararası sistemdeki eski etkinlik ve prestijini tekrar inşa etmek amacıyla yeni bir dış politika stratejisi kurgulama ihtiyacı hissetmiştir. 85 yıllık Sovyet yönetiminden ayrılan yeni cumhuriyetler, iç içe geçmiş Moskova’nın entegre ekonomi, pazarlama, ulaştırma ve idari yönetim zincirinden kopamamıştır. Böylece 11 cumhuriyetin katılımı ile 21 Aralık 1991 Almaata Deklarasyonu’yla hukuki olarak genişleyen BDT’ye 1993’te Gürcistan da katılmıştır. Ancak Rusya’nın 12 Ağustos 2008’deki askeri harekâtından sonra Gürcistan, topluluktan ayrıldığını bildirmiştir.
Antlaşmaya göre, topluluğa üye devletler birbirlerinin iç işlerine karışmayacak, nükleer silahların azaltılması ve merkezden kontrol faaliyetlerine katılacaklardır. Siyasi, ekonomik, çevresel, insani, kültürel ve diğer alanlarda iş birliği gibi ilkeleri kabul eden eski SSCB cumhuriyetleri bu birliğe katılabileceklerdir.
BDT’nin 1991’de ortaya çıkmasından bu yana, örgüte üye ülkeler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine yönelik yapılan 2800 antlaşmanın ancak %10’u uygulanabilmiş durumdadır. Günümüzde bile BDT tüzüğü tüm üye ülkeler tarafından onaylanmamıştır. Ayrıca Rusya ile sorun yaşayan Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova, BDT karşıtı bir tavır benimsemiştir. BDT’nin kurumsal yapısı; karar alma organı olan Devlet Başkanları Konseyi ve tüzel kişilik olarak Hükümet Başkanları Konseyi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 1993 yılında ise Topluluk, bünyesine Dışişleri Bakanları Konseyi, Savunma Bakanları Konseyi, Parlamentolararası Meclis ve İktisat Mahkemesini dahil etmiştir. 1992’de imzalanan ve 1994 yılında yürürlüğe giren Taşkent Antlaşması ile beraber ise ortak güvenlik unsuru ön plana çıkmıştır.
23 Nisan 1993’te yayımlanan Rusya Federasyonu Dış Politika Konseptinde, Rusya’nın eski Sovyet alanına yönelik amaçları şu maddelerle ifade edilmiştir:
Yeni bağımsız ülkelerde siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğini BDT çerçevesinde ve ikili ilişkiler bazında derinleştirmek
BDT altyapısını güçlendirmek
Bütün yeni bağımsız devletlerde Rus vatandaşlarının haklarını korumak
BDT barış gücünü oluşturmak
BDT her ne kadar Baltıklar dışındaki eski Sovyet Cumhuriyetleri tarafından kurulmuş olsa da Rusya bu yapılanma içinde baskın olan unsur olmuştur. Rus dış politikasındaki bir numaralı öncelik, BDT’ye verilmiştir. Öyle ki Rusya’nın baskısı ile BDT’ye üye ülkelerde Rusçanın yaygınlaştırılması stratejisinin ilk adımı olarak BDT’nin resmi dili Rusça olarak kabul edilmiştir.
Rusya’nın BDT Coğrafyasında İzlediği Politikaların Stratejik Önemi
Rusya’nın BDT politikasına kuşku ile yaklaşan Batılı analistler, tarihsel Rus emperyalizminin Avrasya jeopolitiğinde yeniden baskın rol oynayabileceği ve üye ülkelerin egemenliklerine gölge düşebileceği endişelerini gizlememişlerdir. Ancak genç cumhuriyetler, BDT’yi kurumsal ve örgütsel bir ekonomik çatı olarak yorumlamaktadırlar.
Rusya, “Yakın Çevre” doktrini ile SSCB’den ayrılan devletler üzerinde yeniden egemenlik ve nüfuz alanını güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda SSCB’nin ardından doğan güç boşluğunu doldurmak, ABD-AB-Çin-Türkiye-İran ülkelerinin bölgede etkinlik kazanmasını önlemek ve böylece çevre ülkelerle ilişkilerinde yeni bir istikrar oluşturarak bir savunma hattı kurabilmeyi amaçlamaktadır.
BDT’nin 1991’deki kuruluş amacı yeni bağımsız ülkeleri ‘petrole endeksli Sovyet modeline’ entegre etmektir. Rusya, BDT bölgesinde üstünlüğü ABD, AB ve Çin’e kaptırmamak için Avrasya Ekonomik Bölgesi, Rusya-Belarus Birliği, Rusya – Belarus – Ukrayna – Kazakistan Büyük Dörtlüsü gibi yeni iş birliği modelleri geliştirmiştir.
BDT alanında dış tehditlere karşı güvenliği sağlamak amacıyla 15 Mayıs 1992’de Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya Federasyonu, Tacikistan ve Özbekistan arasında imzalanan Kolektif Güvenlik Anlaşması’na 1993 yılında Gürcistan, Azerbaycan ve Beyaz Rusya da katılmıştır. Ancak 1999 yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Özbekistan anlaşmadan çekilmişlerdir.
BDT ülkelerinin güvenlik alanında NATO’nun benzeri olan örgütleri 7 Ekim 2002’de kurulan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’dür. Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya Federasyonu ve Tacikistan devlet başkanlarının katılımı ile kurulmuş olan örgütün diğer adı Taşkent Antlaşması’dır. 23 Haziran 2006’da Özbekistan’ın katılımıyla yedi ülkeden oluşan bir örgüte dönüşmüştür.
Rusya BDT içindeki rolü sayesinde, Batı’da NATO ve ABD askeri güç yapısına karşı bir ileri savunma hattı elde etme imkânına sahip olmuştur. BDT içindeki üstünlüğünü Tacikistan topraklarında konuşlu bulunan 10 önemli askeri üs ile pekiştiren Rusya, daha sonra BDT’nin sınırlarının korunması amacı ile Orta Asya Cumhuriyetleri ile ortaklık antlaşması imzalamıştır.
Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET) Ortak Enerji Politikaları
Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET) Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan’ın gümrük birliğinin oluşmasının tamamlanması ve ortak ekonomik alanın kurulmasını hedefleyen bir kurum olarak 10 Ekim 2000’de imzalanan ve 30 Mayıs 2001’de yürürlüğe giren AET Kurucu Antlaşması ile kurulmuştur. AET’de küçük bir yönetim sistemi, açık karar alma ve sorumluluk mekanizması işlemektedir. AET uluslararası bir statüye sahiptir. Entegrasyon Komitesi hem Moskova’da hem de Almaatı’da faaliyet göstermektedir.
Orta Asya’da Değişen Güç Dengeleri ve Bölgesel Aktörler
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 1991’de SSCB’nin fiilen dağılması Avrupa ve Orta Asya düzleminde siyasal yapıyı yeniden organize etmiştir. 11 Eylül sonrası ABD’nin radikal İslamcı örgütlere karşı aldığı pozisyon, Rusya’nın ABD ile bu konuda kısmi iş birliği yapmasına zemin yaratmış olsa da Rusya, BDT bölgesine ABD’nin nüfuz etmesinden rahatsız olmaktadır. Coğrafi uzaklığın yol açtığı zorluklar nedeniyle BDT bölgesinde reaktif konumda olan Avrupa Birliği, enerji konusunda Rusya’ya olan bağımlılığından dolayı, Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkilerde proaktif bir politika izlemek zorunda kalmıştır.
ABD, Rusya’nın yeniden eski gücünü elde ederek Orta Asya ve eski Slav coğrafyasını oluşturan Doğu Avrupa’ya nüfuz etmesini önlemek amacıyla Baltık Cumhuriyetleri, Ukrayna ve Belarus’un, Rusya’nın etkisine girmemesi için yeni politikalar geliştirmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD önce insan hakları ve demokrasiye öncelik vermiş ancak daha sonra bölgede faaliyet gösteren Amerikan petrol şirketlerinin Rusya tarafından engellenmesi, ABD’nin bölgedeki politikalarının radikal bir şekilde değişmesine neden olmuştur. ABD yönetimi, bölgedeki önceliği çok yönlü petrol boru hatları politikasına uygun bir şekilde düzenlemiş ve bu amaçla bölgedeki müttefiklerini seçmiştir. ABD dış politikasının Büyük Strateji (Grand Strategy) perspektifi açısından ABD’nin tek küresel süper güç olarak statüsünü muhafaza etmesi, eski Sovyet coğrafyasında meydana gelebilecek bir çatışmaya müsaade etmemesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Rusya, içine düştüğü siyasal istikrarsızlık ve parçalanma tehlikesinin önüne geçmek isterken Çin, ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasal varlığının Avrasya dengelerini bozacağı endişesi ile Moskova’nın reformlarını ve Washington ile işbirliğini ciddi kaygılar ile izlemeye başlamıştır. ABD ve NATO kuvvetlerinin, Bush Doktrini çerçevesinde, Taliban ve El Kaide terör örgütleri ile mücadeleden sonra Afganistan ve Orta Asya’dan çekilmemesi, Beyaz Saray’ın Avrasya Gizli Ajandası olduğu ve enerji kaynaklarını kontrol etmeyi planladığı ortaya çıkmıştır. Bu gelişme Rusya ve Çin arasında ABD’ye karşı yeni bir ittifak cephesinin oluşmasına yol açmıştır. ABD, Orta Asya’yı kendi çıkarlarının geniş bir uygulama alanı olarak görürken, bu uygulamanın bölgesel ikili ilişkilerin geliştirilerek yapılması gerektiğine inanmaktadır. Buna karşılık Orta Asya Cumhuriyetleri Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, bölgedeki iki önemli aktör olan Rusya ve ABD’nin etkisinden uzak kalma çabası içerisindedirler.
Rusya ve Çin, ABD’nin tek hegemonik güç iddiası karşısındaki ortaklık zemininde birleşmeyi hayati çıkarlarına uygun bulsalar da Avrasya coğrafyası üzerinde sınır anlaşmazlıkları, ideolojik, askeri ve siyasal çatışma sürekliliğini muhafaza etmektedir. Çin ve Rusya’nın diplomatik olarak yakınlaşması, uluslararası sorunlarda birbirlerine destek vermeleri ve ABD’ye karşı pek çok konuda işbirliğine gitmeleri Asya’nın siyasal atmosferini de etkilemektedir.
ABD’nin öne sürdüğü tek kutupluluk hipotezine karşı çıkan Rusya, Çin ile Şangay İşbirliği Örgütü’nü kurarak Avrasya bölgesinde ABD askeri varlığını dengelemeye çalışmaktadır. ABD ise kendisine rakip ve tehdit olarak gördüğü İran’ın Avrasya’daki harekât sahasını daraltıp Rusya ve Çin ile olan dinamik askeri, ticari ve siyasal bağlarını kesmeyi amaçlamaktadır.
Rusya, Orta Asya bölgesinde Türkiye’nin Pan-Türkist yaklaşımlar ile bölgede nüfuz arayışı içinde olduğunu düşünmektedir. Rusya ayrıca Türkiye’yi enerji projeleri ile Moskova’ya meydan okuyan bir aktör olarak görmüş ve Kafkasya ile Rusya topraklarında meydana gelen terör saldırılarından sorumlu tutmuştur. Ancak Rusya ve Türkiye arasında Başkan Putin sonrası ilişkiler radikal bir değişikliğe uğramış ve aradaki buzlar eriyerek karşılıklı güven ortamı sağlanmıştır. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin temelini enerji ve ham madde ticareti oluşturmaktadır. Günümüzde Türkiye ile Rusya, Avrasya bölgesinde güçlü bir ekonomik birlik oluşturmaktadır. 1997 yılında dengede olan Türkiye-Rusya dış ticareti peş peşe yapılan doğal gaz anlaşmaları ile Türkiye aleyhine açılmaya başlamıştır. 2010 yılına kadar iki ülke arasındaki ticaret hacmi her yıl artmış olsa da bu durum Türkiye’nin aleyhine olan bir açığın oluşmasına yol açmıştır.