ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 7: Orta Asya ve Kafkaslarda Bölgesel İhtilaflar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Orta Asya ve Kafkaslarda Bölgesel İhtilaflar

Osetya ve Abhazya Sorunları

Gürcistan’daki dondurulmuş sorunlar, SSCB dağıldıktan sonra oluşan güç boşluğu nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu sorunlardan ikisi Osetya ve Abhazya Sorunlarıdır. Gürcistan Parlamentosu 1989 ve 1990’da aldığı kararlarla Gürcistan’ın egemen, bağımsız ve üniter bir devlet olduğunu vurgulamıştır. Bu açıklamalar Abhazya ve Osetya’nın statüleri ile ilgili sıkıntıların ilk belirtisi olmuştur.

Osetya Sorunu, Gürcistan’a bağlıyken bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya Cumhuriyeti’nin Rusya Federasyonu’na (RF) bağlı Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti ile birleşme ve Oset Birliği’ni sağlama amacı ile ilgilidir. Güney Osetya’nın bu talebinin Gürcistan tarafından toprak bütünlüğünün ihlali olarak algılanması, sorunu çatışmaya dönüştürmüştür.

Sorunun tarihsel temeline bakıldığında Osetler 18. yy’den itibaren Rusların Kafkasya’da etkilerini artırmasıyla beraber, Ruslara yakın politika yürütmüşler ve sıklıkla Rus vesayeti altına girmeyi istemişlerdir. Ruslar vesayet fikrine olumsuz baksa da Osetlerden kendisini desteklemesini Osetya içinde Ortodoksluğun teşvik edilmesini istemiştir.

Osetya’nın güneyinin Gürcü egemenliğine girmesi 1801’de yaşanan gelişmelerle başlamıştır. 1801’de Doğu Gürcistan, Rus egemenliğine geçmiştir ve Osetya’nın güneyi 1843’te Ruslar tarafından oluşturulan Tiflis eyaletine bağlanmıştır. Osetya’nın güneyi 19. yy ortalarında Ruslar tarafından işgal edilmesinden ve bu bölgenin 1922’de Ruslar tarafından Gürcülere verilmesinden beri Osetya siyasi açıdan bölünmüş hâldedir. Kuzey Osetya ise 1925’te Kuzey Osetya Özerk Bölgesi olarak SSCB’ye bağlanmış, 1936’da Kuzey Osetya özerk bölgelikten, özerk cumhuriyet statüsüne geçirilmiştir.

Güney Osetya’da etnik ve kültürel problemlerin görülmeye başlanması SSCB’nin son yıllarında olmuştur. 1988’de Gürcü dilinin Güney Osetya’da güçlendirilmesine ilişkin yasa, Gürcü-Oset çatışmasını başlatmıştır. Bu yasaya karşılık Osetler; Rusça, Gürcüce ve Oset dilini resmî dil olarak kabul etmiştir. Güney Osetya, 1989’da Gürcistan Yüksek Sovyetinden statüsünün özerk bölgelikten özerk cumhuriyetliğe yükseltilmesini talep etmiştir. Gürcistan Yüksek Sovyetinin bu talebi reddetmesi üzerine Gürcistan ile Güney Osetya arasındaki ilişkiler gerilmiş ve Gürcistan, Güney Osetya’nın başkenti Tsinvali’ye girmiştir. 1990’da Güney Osetya kendisini Demokratik Cumhuriyet olarak ilan etmiş, buna karşılık Gürcistan Parlamentosu bölgenin özerkliğini kaldırıp bölgeyi Tiflis yönetimine sokmuştur. Gürcistan’da 28 Kasım 1990’da aşırı milliyetçi Zviad Gamsahurdiya’nın seçimleri kazanmasıyla birlikte Güney Osetya’nın adı “Tsinvali Bölgesi” olarak tanımlanmıştır. Ocak 1991’de Gürcistan Tsinvali’ye girmiş ve çatışmalar artmıştır. 1992’de Eduard Şevardnadze’nin iktidara gelmesi GürcüOset çatışmasını azaltmıştır. RF Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze, Güney Osetya Sorunu’nu çözmek için bir araya gelmiş ve Gürcistan ile Güney Osetya arasında ateşkes ilan edilmiştir.

Yeltsin ve Şevardnadze, Soçi’de imzaladıkları anlaşma ile Ortak Barış Gücü ve Ortak Kontrol Komisyonu ve Gürcistan-Güney Osetya sınırında ve Tsinvali çevresinde güvenlik koridoru oluşturulmuştur. Fakat Şevardnadze arabuluculuk girişimlerindeki Rus tekelini kırarak sorunu uluslararasılaştırmaya çalışmış; NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Birleşmiş Milletler’e başvurarak barışçı çözüm bulunması için tüm imkânların kullanılmasını istemiştir. Gürcistan’daki AGİT Misyonu, merkezi Tiflis’te olacak şekilde Aralık 1992’de kurulmuş, 1994 yılında Gürcistan Hükûmetinin desteğiyle Güney Osetya’daki barış gücünü gözlemleme ve diplomatik çabaların gösterilmesi sorumluluğunu üstlenmiştir. 1995’te taraflar arası görüşmeler yeniden başlamasına rağmen 1995’te kabul edilen Gürcistan Anayasası’nda Güney Osetya’nın özerkliği kaldırılmış ve “Tsinvali Bölgesi” olarak Gürcistan’a bağlı idari bir birim hâline getirilmiştir.

1996’da Güney Osetya’da Cumhurbaşkanlığa ılımlı Ludvig Cibirov’un gelmesinin etkisiyle birlikte 16 Mayıs 1996 tarihinde Moskova’da iki taraf arasında güvenlik artırıcı ve karşılıklı güveni güçlendirmeye dönük memorandum imzalanmıştır. Memorandumda taraflar karşılıklı olarak birbirlerine karşı güç kullanmayacaklarına dair güvence vermiştir. 2001’de Güney Osetya kendi anayasasını kabul ettikten sonra 2004 yılında Güney Osetya’da Eduard Kokoev ve Yedintsvo (Birlik) Partisi iktidara gelmiştir. Kokoev ve partisinin amacı Gürcistan’dan ayrılıp RF ile birleşmektir. Güney Osetya’daki bu gelişmeden sonra Güney Osetya Sorunu yeniden gündeme gelmiştir. 2003’te “Gül Devrimi” ile iktidara gelen ve 2004’te Acaristan Sorunu’nu Gürcistan lehine çözen Mihail Saakaşvili, Abhazya ve Güney Osetya’nın Gürcistan ile birleşeceğine dair inancını dile getirmiştir.

Saakaşvili’nin yasa dışı ticareti önlemek amacıyla Güney Osetya ekonomisinde önemli bir yer tutan Ergneti Pazarı’nı kapatma kararı alması Güney Osetya’daki Gürcü karşıtlığını artırmıştır. Güney Osetya Özerk Bölgesi Parlamentosu 9 Haziran 2004’te RF ile birleşme kararı almıştır. Duma’daki desteğe rağmen RF Devlet Başkanı Vladimir Putin bu kararı reddetmiş ve Gürcistan’ın iç işlerine karışmayacağı açıklamasını yaparak Güney Kafkasya’daki sorunların kaynağı olmadıkları mesajını vermek istemiştir. Gürcü yetkililerin RF’den Güney Osetya’ya silah ve cephane taşıyan araçların varlığını iddia etmeleri ve Saakaşvili’nin sorunun bir iç meseleden RF-Gürcistan meselesine döndüğünü belirtmesi ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Güney Osetya’da artan çatışmaların ardından Ortak Kontrol Komisyonu toplanmıştır. Bu toplantıda Gürcistan, Güney Osetya’yı RF’ye bağlayan Roki Tüneli’nde kontrol noktası oluşturulmasını ve Java Bölgesi’nden askeri birliklerin çekilmesini; RF ve Güney Osetya ise 16 kontrol noktasında konuşlanan 3000 Gürcü askerin çekilmesini istemiştir. 17 Ağustos 2004’te ilan edilen ateşkes ile birlikte tarafları aralarında tampon bölgeler konusunda anlaşmış, tampon bölgelerin Rus Barış Gücü tarafından kontrol edilmesi ve AGİT tarafından gözlenmesi konusunda karara varmıştır.

Rusya Federasyonu 2004’ten itibaren statükocu politikasını terk etmiştir. RF bu yıldan itibaren Güney Osetya’daki ve Abhazya’daki bağımsızlık yanlısı hareketleri destekleyen kararlar almıştır. 2004 yılından sonra RF-Gürcistan ilişkileri gerilmeye başlamıştır. Güney Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılmasının on beşinci yıl dönümünde 20 Eylül 2005’te Tsinvali’de üç bomba patlamıştır. Gürcistan bu olaylardan RF’yi sorumlu tutmuş ve RF’nin bölge barışı misyonunun sona ermesi çağrısında bulunmuştur. Saakaşvili AGİT’ten bombalama eylemini araştırmasını istemiştir. ABD de Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunması için destek vermiştir. 2006’da Gürcistan, ülkesindeki Rus askerlerinin vize almadıkları takdirde ülkeyi terk etmelerini istemiştir. Güney Osetya’nın güvence olarak gördüğü Rus askerlerinin Gürcistan’daki varlığının tehlikeye girmesi Güney Osetya’nın bağımsızlık taleplerini yinelemesini beraberinde getirmiştir. Güney Osetya 3 Mart 2008’de bağımsızlığının tanınması için RF, Bağımsız Devletler Topluluğu, BM ve Avrupa Birliği’ne çağrılarda bulunmuştur. Ağustos 2008’de bölgeye Rus askerlerinin sevk edilmesi üzerine Gürcistan, Güney Osetya’ya karşı harekete geçmiştir. RF bu saldırıya iki gerekçe ile sert karşılık vermiştir. Birincisi, bölgedeki Rus vatandaşlarının can güvenliğinin korunması; ikincisi, bölgedeki Rus Barış Gücü askerlerinin Gürcü saldırısına maruz kalmasıdır. Literatürde “08.08.08 Savaşı” ya da “Beş Gün Savaşı” olarak geçen 7 Ağustos-16 Ağustos 2008 tarihleri arasında gerçekleşen çatışmalarda RF, Gürcistan’ın önemli şehirlerini ve limanlarını bombalamıştır. Gürcistan bu savaşı kaybetmiş, RF’nin Gürcistan topraklarını işgali, 16 Ağustos 2008’de imzalanan Sarkozy Planı’na kadar sürmüştür. RF, 1993’te de facto bağımsız olan Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını de jure olarak tanımıştır ve buralardaki askerî varlığını devam ettirmiştir. RF dışında Venezuela, Nauru ve Nikaragua, Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanımaktadır.

Bu sorun ilk bakışta RF ile Gürcistan arasındaki bir mesele olarak görülebilir. Osetya Sorunu başka boyutuyla ABD ile RF arasındaki mücadelenin bir parçasıdır. Osetya Sorunu SSCB dağıldıktan sonra küresel hedeflerinden ziyade bölgesel hedeflerini ön plana alan RF’nin “Yakın Çevresi”nde ABD varlığına ve NATO genişlemesine karşı gösterdiği reaksiyonu ifade eder. Bu anlamda “08.08.08 Savaşı” RF’nin Yakın Çevresi’nde ABD etkisine gösterdiği tepkilerden biridir. 26 Ağustos 2008’de RF’nin Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanıması da bir açıdan ABD ve AB’nin Kosova’nın bağımsızlığını tanımalarına verdiği bir cevap niteliğindedir. RF Yakın Çevresi ile ilgili hassasiyetini Eylül 2009’da Abhazya ve Güney Osetya’ya iki askeri üs inşa etmeye başlamasıyla da göstermiştir. Bölgede hâlâ belirsizlikler bulunmaktadır.

Abhazya Sorunu, Osetya Sorunu gibi Soğuk Savaş sonrası Gürcistan’ın yaşadığı sorunlardan biridir. Sorunun kökeni Rusların 1864’te Abhazya’yı işgal etmesine ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Abhazların Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmesine kadar uzanır. Bu göçler sonucunda Abhazların yaşadığı topraklara Ruslar, Ermeniler, Gürcüler ve Rumlar yerleştirilmiştir. 1917’de Çarlık Rejimi’nin yıkılmasından sonra 1918’de Abhazlar, Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’ne katılmıştır. Gürcistan RF’deki iç karışıklıklardan faydalanarak Abhaz topraklarına girmiştir. I. Dünya Savaşı sonunda ise İngiltere Gürcistan’ı işgal etmiş ve işgalden sonra Müttefiklerin, Gürcistan’ın bağımsızlığını 1920’de tanımasını takiben 1921’de Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Abhazya daha sonra Gürcistan ile özel birlik anlaşması imzalamıştır. 1922’de Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan tarafından oluşturulmuş Transkafkasya Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti kurulduğunda, Abhazya’ya Birlik Cumhuriyeti statüsü verilmiştir. SSCB Devlet Başkanı ve Gürcü kökenli lider Josef Stalin, 1931’de Abhazya’nın statüsünü düşürerek Gürcistan’a bağlamıştır.

Osetya Sorunu’nda olduğu gibi Abhazlar ile Gürcüler arasındaki sorunun görünen sebebi dildir. Bu çerçevede 1970’li yıllardan itibaren Gürcülerle Abhazlar arasındaki sorunlar ve çatışmalar artmıştır. 1978’de Abhazlar Gürcü yönetimine karşı düzenlediği protestolarda RF’ye bağlanma taleplerini gündeme getirmiştir. Etnik ve kültürel sorunların etkisiyle Abhazlar da Osetler gibi RF ile birleşmeyi istemektedir. RF’nin desteği ile Abhazlar birtakım kültürel haklar elde etmiştir.

Abhazya Özerk Cumhuriyeti 25 Ağustos 1990’da bağımsız bir cumhuriyet olduğunu ve 1921 öncesinde olduğu gibi SSCB’nin bir parçası olduğunu ilan etmiştir. Bu karar, RF tarafından desteklenmiş ve Aralık 1990’da Vladislav Ardzinba Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Eduard Şevardnaze Osetya ve Abhazya Sorunlarını otonomi ile çözmeye çalışsa da başarısız olmuştur. Abhazya’nın bağımsızlığını ve SSCB’ye bağlılığını ilan etmesi Abhazya ile Gürcistan arasındaki sorunları çatışmaya dönüştürmüştür. Gürcistan Abhazya’nın başkenti Sukhumi’yi işgal etmiş ve Abhaz Hükûmeti Gudauta’ya çekilmek zorunda kalmıştır. Yeltsin ve Şevardnadze tarafından oluşturulan Ortak Kontrol Komisyonu ile ateşkes sağlanmıştır. Gürcistan bölgedeki yabancı birliklerin silahsızlandırılması, geri çekilmesi ve bölgedeki Rus birliklerinin tarafsızlığının sağlanması karşılığında özel ve yerel amaçlarla sınırlandırılmış birlikleri dışındaki askerlerini bölgeden çekmeyi kabul etmiştir. Fakat Abhazya-Gürcistan arasındaki çatışmalar durmamış ve 1993’te yeniden başlamıştır. Çatışmaların sonunda Soçi Antlaşması imzalanmıştır ve RF bu antlaşmada garantör olmuştur. BM yetkilileri, antlaşmanın uygulanabilirliğini kontrol etmek amacıyla Abhazya’ya geldiklerinde ise Abhazlar antlaşmayı bozmuş ve Sukhumi’yi ele geçirmiştir. Abhazya Parlamentosu 1994’te yeni bir anayasayı ve Abhazya Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.

1997’de Gürcistan ve Abhazya arasında ilan edilen Tiflis Deklarasyonu ilişkileri yumuşatmıştır. Deklarasyona göre her iki taraf, sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için çaba harcayacaklarını beyan etmiştir. 1999’da Türkiye de taraflar arasında arabuluculuk çabalarında bulunmuştur. 3 Ekim 1999’da Abhazya’da yapılan referandumda Abhazlar % 98 oranda bağımsızlık için oy vermiştir. Gürcistan ise otonom bölge teklifini öne sürmüştür ve Abhazların bağımsızlığını kabul etmemiştir. Taraflar arası olumlu hava 2003’te Mihail Saakaşvili’nin iktidara gelişiyle beraber bozulmaya başlamıştır. Abhazya’da yapılan 2004 seçimlerinde de iktidara beklenmedik şekilde, RF’nin desteklediği Rauf Hacimba değil, Sergey Bagaşp gelmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak sorunun 08.08.08 Savaşı’nda Abhazların lehine dönmesinden önce RF, Çeçenlerin Abhazya’nın Kodor Vadisi’nde konuşlandıkları gerekçesiyle Abhazya’ya ambargo ve deniz ablukası uygulamıştır. Abhazya’daki politik gelişmeler, Saakaşvili’nin iktidara gelmesi ve Rus desteğinin azalması, Abhazya’yı Gürcistan karşısında dezavantajlı konuma getirmiştir. Abhazya’nın bu durumu “08.08.08 Savaşı”ndan sonra değişmiş ve RF, Abhazya’nın bağımsızlığını tanımıştır. Bu savaşta Abhazlar Osetleri desteklemiştir. Abhazya da Güney Osetya gibi hâlâ istikrarsızdır.

Abhazya Sorunu, Osetya Sorunu’nda olduğu gibi RF’nin Yakın Çevresi’nde ve Gürcistan’da sınır değişiklikleri yapmasına ve müdahalelerde bulunmasına zemin hazırlamıştır. RF, hem Güney Osetyalılara hem de Abhazlara vatandaşlık hakkı vererek bölgeye olan müdahalesini meşrulaştırmaktadır.

Acaristan Sorunu

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Acaristan 1921’de SSCB’ye, 1937’de Gürcistan’a bağlanmış ve Müslüman Acar halkı Stalin tarafından Kazakistan’a göç ettirilmiştir. SSCB Dönemi’nde stabil kalan Acaristan Sorunu, SSCB’nin yıkılmasıyla beraber gündeme gelmiştir.

Özellikle Gürcistan’ın bağımsızlığının ilk yıllarında Gamsahurdiya’nın izlediği aşırı milliyetçi politikaları Acaristan Yüksek Komisyonu Başkanı Aslan Abaşidze’nin RF ile ilişkilerini sıkı tutmasına neden olmuştur. Gamsahurdiya iktidara gelmeden önce 1989’da Sarp Sınır Kapısı’nın açılması ve Batum Limanı’nın varlığı Acaristan’ın gelirlerini artırmıştır. Bunların yanında Batum-Bakü ve Batum-Erivan Demir yolları Acaristan’ı önemli bir ticaret merkezi hâline getirmiştir. Acaristan bu kazanımları Gürcistan ile paylaşmak istememektedir.

Gamsahurdiya’dan sonra Gürcistan’da iktidara gelen ve ılımlı politikalar uygulamayı amaçlayan Eduard Şevardnadze, Acaristan Sorunu’nda sert bir tavır almıştır. Şevardnadze Acaristan’ın Gürcistan’dan bağımsız hareketlerinin kabul edilemez olduğunu, Abaşidze’nin Acaristan’ı serbest ekonomik bölge yapma fikrini reddetmiştir. Acaristan, Gürcistan’a karşı güçlü olabilmek ve statüsünü korumak için Batum’daki Rus üssünün ülkede kalmasını amaçlamaktadır.

Gürcistan’ın Acaristan’ın politikalarına sert karşılık vermemesinin nedeni Gürcistan’ın Osetya ve Abhazya Sorunları ile uğraşmasıdır. Bu sorunların da etkisiyle Gürcistan 2000’de Acaristan’a özerklik vermiştir. Bu karar Gürcü-Acara ilişkilerini bir nebze yumuşatmıştır.

Mihail Saakaşvili’nin iktidarından sonra Acaristan Sorunu farklı boyutlara ulaşmıştır. Saakaşvili’nin olumlu çabalarına karşın Abaşidze, Gürcistan ile her türlü ilişkisini kestiğini açıklayarak krizi tırmandırmıştır.

Acaristan seçimlerinde de Saakaşvili’nin desteklediği aday seçimi kazanmıştır. Aslan Abaşidze’nin RF’ye sığınmasının ardından Gürcistan, Acaristan Bölgesi’nin idari haklarını kısıtlayarak sorunu kansız bir şekilde çözmüş ve bölgeyi kontrol altına almıştır.

Acaristan Sorunu, Osetya ve Abhazya Sorunu’ndan anlaşmazlık noktası açısından ayrılır. Acaralar kendilerini Gürcü olarak görür ama Gürcülerle temel farklılıkları dindir. Acaralar Müslüman Gürcülerdir. Gürcüler din farklılığından ötürü Acaraları Gürcü olarak kabul etme eğiliminde değildir. Anlaşmazlığın temelinde etnik farklılıklar yer almadığı için Gürcistan’ın Acaristan ile çatışması, Abhazya ve Güney Osetya ile girdiği çatışmalardan daha yumuşaktır. Bunun dışında Acaraların bağımsızlık talebi yerine otonomi taleplerinin olduğu görülmektedir.

Cavahati Sorunu

Cavahati Sorunu Soğuk Savaş’tan sonra Gürcistan’da yaşanan etnik sorunlardan birisidir. Tam adı SamtsheCavahati olan bölgede yoğun Ermeni nüfus yaşamaktadır. Cavahati Bölgesi’ndeki Ermenilerin paramiliter gruplarla özerklik talebinde bulunması, bölgedeki Rus üslerinin kapatılması ve Ahıska Türklerinin durumu sorunun özünü oluşturmaktadır. Bölgedeki Ermenilere Ermenistan’ın ve RF’nin verdiği destek sorunu çok taraflı hâle getirmektedir.

Sorun Mihail Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka adlı reform politikalarından sonra gelişmiştir. Ama sorunun başlangıcını 19. yy’a kadar götürmek mümkündür. Rusların 19. yy’dan itibaren Kafkasya’da etkin olmasından sonra Kafkasya’daki Müslüman halk - özellikle Abhazlar- Osmanlı’ya, Osmanlı’daki Ermeniler Kafkasya’ya göç etmiştir. Bolşevik İhtilali’nden sonra Ermenistan Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber Büyük Ermenistan idealinin etkisiyle Ermenistan’ın, çevresindeki devletlere (Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan) yönelik irredentist politikaları görülmektedir. Ermenistan’ın Gürcistan’dan talep ettiği topraklar Tiflis’e kadar uzanmaktadır. Ermenistan 1918’de Gürcistan’a saldırmış ancak İngiltere’nin devreye girmesiyle iki devlet arasında ateşkes yapılmıştır.

Ermeniler Güney Kafkasya’nın Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra Tiflis’in güneyindeki Borçalı’nın bir kısmının kendilerine verilmesiyle yetinmemiş, Cavahati Bölgesi’ne yönelik taleplerde bulunmuştur. Stalin Dönemi’nde Ermenilerin toprak talepleri sona erse de iki devlet arasında talepler ve iddialara ilişkin tartışmalar sürmüştür. Perestroyka’nın yarattığı özgürlük ortamında Güney Kafkasya’daki devletlerden Azerbaycan ve Gürcistan SSCB’yi sorgulamış ve birlikten ayrılıp bağımsız devletlerini kurmayı amaçlamıştır. Azerbaycan ve Gürcistan iç sorunlarının kaynağını Rus egemenliği olarak görüp karşı politikalar geliştirirken, Ermenistan Karabağ Savaşı’ndan önce toprak taleplerini Ahalkale, Cavahati ve Nahçivan’a yönelik belirlemiştir. Bu amaca uygun olarak Ermenistan aynı anda Gürcistan ve Azerbaycan ile savaşmak yerine, Azerbaycan’a saldırmıştır. Ermenistan fiilen Cavahati için savaşa girmese de Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya Sorunlarından faydalanarak Cavahati’deki etnik milliyetçi hareketleri desteklemiş ve bölgenin Gürcistan’ın kontrolünden çıkmasını amaçlamıştır. Gürcistan bölgeye Acaralıları yerleştirip bölgedeki Ermeni nüfusunu dengelemeye çalışmıştır.

Gamsahurdiya’dan sonra iktidara gelen Şevardnadze, Abhazya ve Güney Osetya Sorunlarına çözüm ararken Cavahati Ermenileri güçlenmeye devam etmiştir. Bölge hukuken Gürcistan egemenliği altındayken fiilen Cavahati Ermenilerinin egemenliğinde olmuştur. 1990’ların ikinci yarısından itibaren Gürcistan’ın gücünü kazanması ve Ermenistan’ın Cavahati Ermenilerinin taleplerini dengelemesiyle sorun Gürcistan’ın lehine dönmüştür. Ermenistan Gürcistan ile sıcak çatışmaya girmek istememekte ancak Cavahati Ermenilerinin taleplerini tamamen göz ardı etmemektedir. Dış ticaretinin %80’ini Gürcistan’dan sağlayan Ermenistan, Cavahati Sorunu’nda Ermenilere destek verirse ekonomik açıdan zarara uğrayacağını ve Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Rayonlar Sorunu’ndaki avantajlı konumunu kaybedebileceğini değerlendirmektedir. Gürcistan da Cavahati Sorunu’nda sert adımlar atmaktan kaçınmaktadır. Ayrıca sorunun çatışmaya dönüşmesi Rusların konuya dâhil olmasını ve Cavahati Bölgesi’nin Ermenistan’a ilhakını beraberinde getireceğinden, Gürcistan konuya ihtiyatla yaklaşmaktadır. Sorunun sıcak çatışmaya dönüşmemesi bu açılardan Gürcistan’ın çıkarınadır. Gürcistan bu politikayı yürütürken Cavahati Ermenilerinin özerklik taleplerini reddetmektedir.

Cavahati Sorunu sadece bölgedeki Ermenilerin ayrılıkçı talepleri ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunmasıyla ilgili değildir. Bölgedeki Rus askeri üssü, Ahıska Türklerinin geri dönüşü ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın yapım süreci Cavahati Sorunu’nu etkilemiştir. RF, Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması’nı ihlal ederek Ahalkale’deki üssünü kapatmamıştır. ABD, NATO ülkeleri ve AB Cavahati Ermenilerinin üssün varlığına ilişkin taleplerine karşın, üssün kapatılması yönünde RF’ye baskı yapmaktadırlar, üslerin kapatılma süreci ise hâlen devam etmektedir.

Fergana Vadisi

Fergana Vadisi, yapısı ve içinde barındırdığı sorunların çeşitliliği bakımından 11 Eylül 2001 sonrasında öne çıkan bir bölgedir.

Fergana Vadisi’nin %60’ı Özbekistan’a, %15’i Kırgızistan’a ve %25’i Tacikistan’a aittir. Bu devletlerin sınırlarında farklı etnik kökenli insanların bulunması, üç ülke arasındaki sorunların önemli sebepleri arasında yer alır. Soğuk Savaş öncesi politikaların dışında ilk önemli etnik sorun 1944’te Stalin tarafından göç ettirilen Ahıska Türkleri ve Özbekler arasında olmuştur. Benzer biçimde 1989’da Taciklerle Özbekler arasında, 1990’da Kırgızlarla Özbekler arasında etnik gerilimler yaşanmıştır. İki devlet arasındaki en ciddi sorun 1998’de Özbekistan İslami Hareketi’nin kurulması ve faaliyetlerini yürütmesidir. Örgüt, Fergana Vadisi’ni kendisine üs edinmiş ve hem Kırgızistan’da hem de Özbekistan’da terör faaliyetlerinde bulunmuştur. Örgütün, sorun olarak Özbek yönetimini görmesi ve Özbek yönetiminin tutarsız davranan Kırgız yönetimini biraz daha kararlı olmaya çağırması, iki devlet arasındaki ilişkileri gerginleştirmiştir. Bu sebeple bazı Kırgız köylerinin Özbeklerce vurulması, iki devleti savaşın eşiğine getirmiştir. Kırgızistan’ın içinde yer alan ama nüfusun çoğunluğunu Özbeklerin oluşturduğu Oş şehrinde, Özbek Adalet Partisi, Kırgız yönetiminin muhalifi olmuştur. Bu hareket de iki devlet arasındaki ilişkileri gerginleştirmiştir.

Bölgedeki çatışmaların sebeplerinden birisi de bölgenin topraklarının verimli olmasıdır. Tarımsal açıdan Fergana Vadisi Orta Asya’nın en önemli tarımsal merkezleri arasındadır. Ayrıca vadi; altın, gümüş, uranyum, petrol, demir, bakır, kurşun gibi önemli madenler açısından da zengindir.

Bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaşması sorunu, istikrarsız bir Fergana Vadisi’nin sevkiyatlarda ve enerji güvenliği açısından sıkıntılı sonuçlar doğurması, bölgeye ilgisi olan ABD, Çin, AB gibi küresel aktörlerin çıkarlarını zedelemektedir. Bu büyük güçler, Fergana Vadisi’nin istikrarlı olmasını istemektedir. Şanghay İşbirliği Örgütü gibi örgütlerle de bölgenin istikrarı sağlanmaya çalışılmaktadır.

Fergana Vadisi özellikle 11 Eylül’den sonra önem kazanmıştır. Çünkü Soğuk Savaş’tan sonra NATO tarafından belirlenen tehdit unsurlarından olan “Radikal dini akımlar”, etnik çatışmalar ve uyuşturucu ticareti bu bölgede gelişmiştir. ABD’nin Afganistan Operasyonu ve ABD-Rusya rekabeti dolayısıyla bölge ülkeleri tercih yapmak zorunda kalmışlardır.

Hazar’ın Statüsü

Hazar Bölgesi gerek jeostratejik önemi gerek önemli ticaret yollarının geçiş güzergâhında yer alması gerekse de hidrokarbon potansiyeli nedeniyle tarihsel süreç içerisinde her zaman güç mücadelesine sahne olmuştur.

Günümüz itibarıyla Hazar Bölgesi’nde 50 milyar varil petrol ve 9 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin Bakü, Tengiz ve Türkmenistan kıyılarında bulunduğu tahmin edilmektedir. Enerji kaynaklarının dışında Hazar Denizi balıkçılık açısından da önemli olup Dünya havyar ihtiyacının % 90’ını karşılayabilmektedir.

Genel olarak belirtirsek Hazar’ın Statüsü, 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren uluslararası hukukun konusu olmuştur. Aşağıdaki antlaşmalar ile Hazar Denizi’ndeki balıkçılık faaliyetleri, seyrüsefer serbestliği ve Hazar’da donanma bulundurma gibi konular düzenlenmiştir.

  • 1723 Petersburg Antlaşması,
  • 1729 Reşt Antlaşması,
  • 1813 Gülistan Antlaşması,
  • 1828 Türkmençay Antlaşması,
  • 1921 yılında imzalanan Moskova Dostluk Antlaşması,
  • 1935 yılında imzalanan SSCB-İran Antlaşması,
  • 1940 yılında imzalanan Tahran Antlaşması

SSCB’nin dağılmasından sonra Hazar’da oluşan güç boşluğu, bölgede yaşanacak güç mücadelesinin tetikleyicisi olmuştur. Ayrıca 1991 yılına kadar gelişen süreçte Hazar’a kıyıdaş olan devlet sayısı ikiden beşe (RF, İran, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan) yükselmiştir. Aktör sayısındaki bu artışta Hazar’ın statüsünün yeniden tartışmaya açılmasını beraberinde getirmiştir.

Statüyü belirleyen temel husus ise Hazar’ın göl ya da deniz olarak kabul edilmesidir. Zira Eski Çağlar’dan ve bulunduğu dönemden beri “deniz” olarak kabul edilse de 1921 ve 1940 yılında SSCB ve İran arasında Hazar’ın statüsüne ilişkin imzalanmış antlaşmada “göl” olarak kabul edilmiştir.

1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) ise kıyıdaş devletler arasında sadece SSCB/Rusya Federasyonu tarafından onaylanmıştır. 1982 BMDHS’nin 122. Maddesi’ne göre Hazar, “kapalı bir deniz”, “göl” ya da “özel bir su havzası” olabilir. Hazar, kıyıdaş devletler tarafından “deniz” olarak kabul edilirse karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeler çerçevesinde beş ulusal sektöre bölünecek, “göl” olarak kabul edildiği takdirde 20 millik karasuları ve münhasır ekonomik bölgeler dışında kalan alanlar ortak olarak kullanılacaktır. Diğer bir görüş ise Hazar’ın sui generis jeopolitiği dolayısıyla uluslararası normlara tabi olmayıp kıyıdaş ülkeler arasında yeni bir antlaşmayla statüsünün belirlenmesidir.

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Hazar’ın Hukuki Statüsü Tartışmaları
Soğuk Savaş sona erdikten sonra Bölge birtakım antlaşmaların konusu haline gelmiştir. Örneğin:

  • 1994 Asrın Antlaşması ile Azerbaycan petrollerini bölge dışı güçlere açmıştır,
  • 1997 yılında Azerbaycan ve Kazakistan Hazar’ın deniz yatağının paylaşılması hususunda antlaşma imzalamıştır,
  • 1998 RF-Kazakistan Antlaşması ile Hazar’ın kuzeyindeki yer altı kaynaklarının paylaşılması amaçlanmıştır,
  • 2001 RF-İran Antlaşması ile iki devlet deniz statüsünde değişiklik olmadıkça resmi olarak hiçbir sınırı tanımayacakları konusunda anlaşmıştır,
  • 2003 yılında RF-Azerbaycan-Kazakistan Üçlü Antlaşması ile deniz dibinin milli sektörlere bölünmesi ve deniz yüzeyinde beş kıyıdaş devletin serbest dolaşım hakkı olacağı konusunda ortak karara varılmıştır.

1996 yılından beri 48 istikşafı toplantı yapan kıyıdaş devletler, 4-5 Aralık 2017 tarihinde Moskova’da toplanan Hazar Ülkeleri Dışişleri Bakanları Zirvesi’nde mutabakata varmışlardır.

Hazar Denizi’nin Hukuki Statüsü Sözleşmesi’nin Analizi
11-12 Ağustos 2018 tarihinde yapılan 5. Hazar Ülkeleri Devlet Başkanları Zirvesi’nde “Hazar Denizi’nin Hukuki Statüsü Sözleşmesi” imzalanmıştır. Bu Sözleşme dışında Zirvede taraf devletler arasında aşağıdaki belgeler de imzalanmıştır:

  • Hazar Denizi’nde Terörle Mücadele Alanında İşbirliği Protokolü.
  • Hazar Denizi’nde Organize Suçla Mücadele Alanında İşbirliği Protokolü.
  • Hazar Devletlerinin Hükümetleri Arasındaki Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması.
  • Hazar Devletlerinin Hükümetleri Arasında Ulaşım Alanında İşbirliği Anlaşması.
  • Hazar Denizi’ndeki Olayların Önlenmesi Konusunda Anlaşma.
  • Sınır Kurumlarının İşbirliği ve Etkileşimi Protokolü.

“Hazar Denizi’nin Hukuki Statüsü Sözleşmesi”nde Hazar için “deniz” ifadesi kullanılsa dahi “özel bir hukuki statü” tanınmıştır.

Özel statü tanınan Hazar Denizi’ne 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uygulanmamış ve suyun derinliği göl prensibine, yüzeyi ise deniz prensibine dayanarak belirlenmiştir. Sözleşmede taraf devletler şu husus üzerinde anlaşmışlardır:

  • Hazar Denizi’nin dibi ve toprak altı bölgeleri farklı alanlara bölünmüştür.
  • Hazar’ın dibi yan yana ve karşı karşıya olan devletler arasında uluslararası hukuka uygun olarak bölgelere ayrılacaktır.
  • Deniz yüzeyi ise deniz sahası, deniz hududu, balıkçılık alanları ve kaynakların kullanımı gibi esaslara göre paylaştırılacaktır.
  • Sahilden 15 deniz mili mesafeye kadar olan bölgeler, her ülkenin kendi egemenlik alanı olarak kabul edilecektir.
  • Her devletin balıkçılık alanı ise 25 mil (15+10 mil) olarak belirlenecektir. Diğer kısımlar ise ortak kullanıma açık yani tarafsız bölge olarak tanımlanmıştır.
  • Kıyıdaş devletlerin dışındaki 3. devletlerin Hazar Denizi’nde askeri varlıklarının olması yasaklanmıştır.
  • Denizcilik, balıkçılık, bilimsel araştırmalar ve ana boru hatlarının döşenmesi tarafların belirlediği kurallara uygun olarak yapılacaktır.
  • Kapsamlı deniz projelerinde ekolojik faktörler dikkate alınacaktır.

Statü Sözleşmesi taraflar arasındaki Hazar Denizi ile ilgili fikir ayrılıklarını tamamen sonlandırmamıştır. Taraf devletlerin üzerinde anlaşamadığı temel husus ise Hazar Denizi’nin hava sahasının kullanımına ilişkindir.

Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorunu

Tarihsel temelleri 19. yüzyılın başlarına dayanan Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorunu’nun 1988’de uyuşmazlığa dönüşmesinde, uyuşmazlığın 1992’de silahlı çatışma hâlini almasında ve ateşkesin ilan edildiği Mayıs 1994’ten günümüze kadar sorunun barışçı yollarla çözülememesinde, uluslararası sistemdeki köklü değişikliklerin çok önemli bir rol oynadığı görülmektedir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya’nın hâkimiyet sahibi olduğu diğer bölgelerde olduğu gibi Kafkasya’da da zayıflaması sonucunda, bölgede savaşa/çatışmalara engel olacak bir üst otorite eksikliği ortaya çıkmıştır. Güç boşluğu sonucunda ise Gürcistan-Abhazya, GürcistanGüney Osetya, İnguş-Osetya, Çeçenistan-Rusya Federasyonu ve Azerbaycan ile Dağlık Karabağ Ermenileri arasında beş büyük savaş/çatışma yaşanmıştır. Bu savaşların/ çatışmaların hepsi başta ABD ve RF olmak üzere bölge devletlerinin ve uluslararası kamuoyunun baskısı sonucunda ilan edilen ateşkeslerle dondurulmuş fakat sorunlara kalıcı çözüm getirilememiştir.

Bölgedeki güç boşluğunu doldurmaya yönelik başta RF, ABD, Fransa, Türkiye ve İran gibi uluslararası aktörler arasında yaşanan güç çatışmasından kaynaklanan bir üst otorite eksikliği, sorunun barışçı yöntemlerle çözümünün önündeki en temel engel olmuştur. Bir diğer faktör de arabuluculuk faaliyetlerinin zayıf kalması ve bu süreç içinde başta BM, AGİT ve AB olmak üzere uluslararası örgütlerin süreç içindeki hareketsizliği veya etkisizliği olmuştur. Ayrıca, Ermenistan ve Azerbaycan’ın tutum ve davranışlarına etki eden içsel nedenler de önemlidir. Bu içsel nedenlerin tarihsel gelişmeler dikkate alındığında sorunun çözüme ulaştırılamamasında büyük payı olduğu görülmektedir. Sorunun tarihsel gelişiminin ana hatları şöyledir:

Ermenilerin günümüzde hak iddia ettikleri Karabağ bölgesinde 1747’de merkezi Şuşe olmak üzere kurulan Karabağ Hanlığı, 1805’de Rus işgaline uğramış ve 1812’de imzalanan Gülistan Antlaşması ile Çarlık Rusya’sına bağlanmıştır. Bu dönemden itibaren Rusya, Transkafkasya’da dağınık hâlde yaşayan Ermenileri Karabağ bölgesine yerleştirmeye başlamıştır. 1828 Osmanlı-Rus savaşının ardından 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Karabağ’ın Rus toprağı olduğunu kabul etmesini takiben de Ermenilerin bir tampon bölge oluşturacak biçimde bölgeye yerleştirilmesi sistematik olarak devam etmiştir.

Çarlık Rusya’sının bölgedeki Türk nüfusunu azaltmaya yönelik politikaları sonucunda 1905 yılında Ermeni Taşnak Komitacılarının bölge Azerilerine saldırması ile bölgede ilk çatışmalar çıkmıştır. Çarlık Rusya’sının müdahalesi ile bastırılan bu çatışmalar, Nisan 1920’de Ermeniler tarafından tekrar başlatılmıştır. Bu isyan, Kızıl Ordu’nun müdahalesiyle bastırılırken Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesinin Kafkas Bürosu 5 Haziran 1920 tarihli oturumunda Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan sınırları içinde kalmasına ve bölgeye muhtariyet verilmesine karar vermiştir. Coğrafi ve iktisadi açıdan özerkliğin yürümemesi üzerine ise 1924’de Dağlık Karabağ özerk bölge statüsü ile Stalin tarafından, Azerbaycan’a bağlanmıştır. Ermeniler bu duruma tepki göstermişler ve çeşitli müracaatlarla Dağlık Karabağ’ın kendilerine bağlanmasını talep etmişlerdir. Ancak bu müracaatların hiçbiri Yüksek Sovyet tarafından dikkate alınmamıştır.

1980’lerin ikinci yarısından SSCB’nin dağılmasına kadar olan süreçte ise Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesine yönelik iddiaları yeniden başlamıştır. Bu dönemdeki önemli bazı gelişmeler aşağıdaki gibidir:

  • 20 Şubat 1988: Dağlık Karabağ Özerk Sovyet Bölgesi, Azerbaycan, Ermenistan ve SSCB Sovyetlerine müracaat ederek, Azerbaycan’dan ayrılarak, Ermenistan’a bağlanmak istediğini bildirmiş, ancak reddedilmiştir.
  • 15 Haziran 1988: Ermenistan Sovyeti, Karabağ ile birleşme kararı almış, bu karar Azeriler tarafından şiddetle reddedilmiştir.
  • Eylül 1990: Ermeni militanlar Laçin, Akdam, Askeran kentlerine saldırıya geçerek, Dağlık Karabağ’ı kontrol etmeye başlamışlardır.
  • 2 Eylül 1991: Dağlık Karabağ bağımsızlığını ilan etmiştir.
  • 26 Kasım 1991: Azerbaycan Parlamentosu bölgedeki özerk yapıyı ortadan kaldırarak merkezî yönetime bağlamıştır.
  • 1992 yılı: Rus birliklerinin Karabağ’dan çekilmelerinin ardından anlaşmazlık savaşa dönüşmüş ve Ermeniler önce Azerbaycan’ın Kelbecer, Zengilan, Akdere, Akdam, Cebrail ve Fuzuli’yi işgal etmişlerdir. Bu işgallerinin sonucunda Ermeniler, Rusların da yardımı ile 1993-1994 döneminde Karabağ ve çevresindeki geniş bir çemberi ele geçirmişler ve Laçin Koridoru üzerinden Ermenistan’la doğrudan kara bağlantısını sağlamışlardır.

Taraflar arasında sıcak çatışmaların başlamasından itibaren başta Türkiye ve İran olmak üzere birçok devletin arabuluculuk girişimi olmuş fakat bu girişimler nihai sonuca ulaşamamıştır. Azerbaycan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarına kavuşması ve uluslararası kuruluşlara üye olmasına paralel olarak sorun çeşitli kuruluşlarda da gündeme gelmiş ve konuya ilişkin çok sayıda karar alınmıştır. Örneğin, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Dağlık Karabağ’ın Azeri toprağı olduğunu kabul etmiştir. 1992’de Prag’da yapılan AGİT toplantısında ise Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğu kabul edilmiştir. İslam Konferansı Örgütü ise hemen her toplantısında konuyu ele almış ve Azerbaycan topraklarının işgalini kınamış, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarını hemen terk etmesini talep etmiştir.

2 Mart 1992’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Dağlık Karabağ Sorunun çözümünde AGİT’i yetkilendirdiğini belirtmiştir. BMGK’nin bu kararını takip eden süreçte yapılan girişimler ve bu dönemdeki önemli bazı gelişmeler ise aşağıdaki gibidir:

  • 24 Mart 1992: Helsinki’de toplanan AGİT Dışişleri Bakanları Konseyi, yapılan konferans sonucunda Dağlık Karabağ Sorunu’na çözüm bulmak üzere çalışacak 11 üyeli Minsk Grubu oluşturulmuş, bu grubun eş başkanlık görevini de Fransa, RF ve ABD üstlenmiştir.
  • 26 Mart 1992: BMGK toplantısında, soruna direkt müdahale etmeme ve AGİT’in girişimini destekleme kararı almıştır.
  • 27 Mart-3 Nisan 1993: Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesinin, Ermenistan tarafından işgal edilmesi üzerine BMGK acil toplantıya çağırılmıştır. 30 Nisan 1993’te yapılan toplantıda BMGK oy birliği ile 822 sayılı kararı kabul etmiştir.
  • 3 Mayıs 1993: BMGK’nin bu kararı üzerine RF Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in inisiyatifiyle RF, Türkiye ve ABD’nin, AGİT süreci çerçevesinde başlattıkları barış girişimi Azerbaycan tarafından kabul görmüş fakat Ermenistan tarafından reddedilmiştir.
  • 17 Haziran 1993: Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın Ağdam ve Merdakret şehirlerine saldırması ve işgalinin ardından, BMGK tarafından üç karar almıştır. Bu kararların hepsinde, Azerbaycan topraklarının işgale maruz kaldığı ifade edilerek işgal edilmiş toprakların bir an önce terk edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak, bu kararların hiçbiri uygulamaya geçirilememiştir.
  • Ekim 1993: Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev, Ermenileri barışa zorlamak için yeni bir askeri taarruz başlatmıştır.
  • 12 Mayıs 1994: BMGK ilgili kararlarının ve AGİT’in yürüttüğü girişimlerin sonuç vermemesi üzerine ise Rusya’nın başlattığı süreç bir süre sonra yine AGİT kapsamına alınmıştır. Moskova’nın arabuluculuğunda nihai ateşkes (Bişkek Protokolü) sağlanmış ve 27 Temmuz 1994’te hâlen geçerli olan ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Yaklaşık 6 yıl süren çatışmaların sonucunda ateşkesin imzalandığı tarih itibarıyla Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin dağlık kısmının tamamı ve 7 reyon, Ermenistan silahlı güçleri tarafından işgal edilmiştir.

Ateşkes anlaşmasının imzalanmasından sonra bölgeye üç bin civarında AGİT Barış Gücü’nün gönderilmesi kararlaştırılmıştır. AGİT çerçevesinde yürütülen görüşmelerdeki ilk önemli dönüm noktası ise 1996 yılında yapılan AGİT Lizbon Zirvesi olmuştur. Bu zirvede, çatışmanın siyasal çözümüne temel oluşturmak üzere: “1) Ermenistan ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün korunması; 2) Dağlık Karabağ’ın altı ilinin tarafsız hâle getirilmesi; 3) İki ilde barış gücü konuşlandırılması; 4) Azerilerin bu illere yerleştirilmesi ve Karabağ’ın güvenliğinin garanti edilmesi.” ilkelerinin dikkate alınması kararlaştırılmıştır. Azerbaycan bu ilkelere itiraz etmemiştir. Ermenistan ise bu planı, uluslararası baskılar sonucunda ancak 26 Eylül 1997’de kabul etmiştir. Fakat, plan hiçbir zaman yürütülememiştir.

1996 Lizbon Zirvesi’nin ardından AGİT Minsk Grubu’nun, 1999 Cenevre ve Yalta, 2001 Paris ve Key West, Mayıs 2004 Prag Zirvelerinde de sorunun çözümüne yönelik somut bir gelişme sağlanamazken bu dönemde üç temel barış planı geliştirilmiştir. Ancak bunların reddinin ardından (2004 yılında kadar) Azerbaycan ve Ermenistan’ın önüne uyuşmazlığın çözümüne yönelik taslak planlar getirilmek yerine, ikili diplomatik görüşmeler yoluyla çözüm için baskı uygulanmaya başlanmıştır.

Durağanlık döneminin ardından ise AGİT Minsk Grubu tarafından Mayıs 2004’ten itibaren başlatılan “Prag Süreci”nde Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorunu’na ilişkin grubun çalışma yöntemi değiştirilmiş ve mekik diplomasisi ile planlar hazırlamak yerine, tarafları bir araya getirip sorunun bütün yönlerini özgürce, karşılıklı tartışmalarını sağlama yöntemi kabul edilmiştir.

2006 yılının içinde Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözüm süreci üzerinde en etkili olan gelişme ise Karadağ’ın, Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti’nden 21 Mayıs 2006’da düzenlenen referandumla ayrılması olmuştur. Zira, Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümüne yönelik olarak gizlilik içinde sürdürülen müzakereler sırasında taraflara sunulan ve basına yansıtıldığı kadarıyla taraflarca genel kabul gördüğü ileri sürülen bir planda da Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti’nin ayrılmasında uygulanan referandumla çözüme yer verilmiştir. Söz konusu planın, “paket uzlaşı, aşama aşama yürütme” şeklinde formüle edildiği ve son aşamada Dağlık Karabağ’ın statüsü ile ilgili olarak bir referandumu öngördüğü saptanmaktadır.

Ermenistan ve Azerbaycan’da 2008’de yapılan seçimlerin etkisiyle tarafların sert demeçler vermesi, sürecin tıkandığını düşündürmüştür. Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorunu ile ilgili 2009’daki en önemli gelişme, 9 Şubat 2009’da Münih Güvenlik Fuarı’nda tarafların bazı noktalarda prensipte anlaşmaları olmuştur.

  1. Ermenistan belirli bir zaman diliminde Fuzuli, Akdam, Cebrail, Kubatlı, Zengilan kasabalarını Azerbaycan’a verecektir.
  2. Evlerini terk etmek zorunda kalan Azeriler yurtlarına geri dönebilecektir.
  3. Yukarı Karabağ’ın statüsünü belirlemek için bölge geçici yönetime devredilecektir. Statü belirlendikten sonra Kelbecer de Azerbaycan’a verilecektir. Buna karşılık, Azerbaycan, Ermenistan ile kara ve demiryolu açacaktır.
  4. Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki sınır bölgesine uluslararası barış gücü yerleştirilecektir. Barış gücünde soruna taraf ve müdahil devletler yer almayacaktır.

Uluslararası Kriz Grubu 8 Şubat 2011’de yayınladığı raporda, 2010 yılında sorunun çözüm sürecinin kötüye gittiğini belirtmiştir. 10-12 Şubat 2011 arasında AGİT Minsk Grubu eş başkanlarının sorunun çözülmesi için kararlı adımların atılması gerektiğini vurgulamaları sorunun çözümüne ilişkin çabaların sürdüğünü göstermektedir.

12 Mayıs 1994’de imzalanan Bişkek Protokolü ile kabul edilen ateşkes birçok defa ihlal edilmiş ve yaşanan çatışmalarda her iki taraf da sayıları binler ile ifade edilen sivil vatandaşını ve askerini kaybetmiştir.

Sorunun çözüm/süzlük sürecinde taraflar arasındaki bu stabil durum, Nisan 2016’da yaşanan ve “4 Gün Savaşları” olarak adlandırılan çatışmalar ile farklı bir boyuta taşınmıştır. 2 Nisan 2016 gününün ilk saatlerinde Ermenistan ordusunun işgal altında tuttuğu bölgelerden Azerbaycan sivil yerleşim birimlerine ateş açılmıştır. 22 yıl sonra yaşanan bu geniş ölçekli ateşkes ihlali üzerine Azerbaycan ordusu karşı saldırı başlatmıştır. 4 gün süren sıcak çatışmanın ardından her iki tarafın ordusunda da kayıplar yaşanırken, Azerbaycan, Ermenistan işgalindeki topraklarının yaklaşık %1’lik kısmını geri almıştır. Gerçekleştirilen yoğun diplomatik görüşmelerin ardından Azerbaycan ve Ermenistan Genel Kurmay Başkanları 5 Nisan 2016’da Moskova’da ateşkes anlaşması imzalamışlardır.

4 Gün Savaşları’nı değerlendirirken vurgulanması gereken ilk husus mevcut statükonun değiştiğidir. Zira zaman zaman ateşkes ihlalleri ile gündeme gelse de dondurulmuş bir biçimde 22 yıldır Ermenistan’ın istediği statüde devam eden Dağlık Karabağ ve İşgal Altındaki Reyonlar Sorunu’nda Azerbaycan’ın hukuki ve siyasi üstünlüğüne askeri ve moral üstünlüğü de eklenmiştir. Ermenistan ilk kez bu ölçüde bir askeri yenilgi yaşarken, işgal ettiği toprakların bir bölümünü kaybetmiş ve savaş psikolojisi üstünlüğünü yitirmiştir.

Azerbaycan ve Ermenistan liderleri, 16 Mayıs 2016’da Avusturya’nın başkenti Viyana’da görüşmüşlerdir. Müzakerelere AGİT Minsk Grubu Eşbaşkanları, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, RF Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Fransa’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Sekreteri Harlem Desir ve AGİT Başkanı Özel Temsilcisi Anjey Kaspşik katılmıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın Viyana görüşmeleri olarak adlandırılan bu müzakerelerde çatışmalı sürece, barışçıl bir çözüm bulmak için çalışma yönünde anlaşmaya varmalarının üzerinden birkaç saat geçmeden çıkan çatışmalarda ise Azerbaycan ve Ermenistan askerleri yine hayatını kaybetmiştir.