ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 2: Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri
Ünite 2: Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri
Giriş
Soğuk Savaş’ın nasıl ve nerede başladığını anlamak için İran Azerbaycan’ı, Doğu Türkistan (Sincan) ve Türkiye ile ilgili krizleri iyi anlamak önemlidir. Sovyetlerin, sınırlarındaki bu bölgelerle ilgili aldığı kararlar ve bu kararları hayata geçirmek için attığı adımlar, Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemin ilk unsurlarını oluşturmuştur.
Sovyetler Birliği’nin Türkiye Üzerinde Baskıları
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler, Sovyetlerin Türkiye’ye karşı toprak taleplerinin yanı sıra; Türk Boğazlarında üs kurma ve Boğazların ortak kontrolüne ilişkin talepleriyle kademeli bir sinir harbine dönüşmüştür. 1945 yılında, Sovyetler Birliği’nin beklenmedik bir biçimde 1925’te imzalanan Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmesiyle başlayan gerilim, Sovyetler Birliği’nin Türkiye topraklarında hak iddia etmesiyle yükselmiştir. Sovyetler Birliği, 20 yıldır iki ülke arasındaki ilişkileri düzenleyen bir anlaşmayı, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen değişikliklerle birlikte artık günün şartlarına cevap vermediği gerekçesiyle yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini Türk yetkililere bildirmiştir. Ardından, Türkiye’den, Doğu Anadolu’daki bazı iller üzerinde toprak taleplerinin yanı sıra Boğazlar rejimine yönelik de taleplerde bulunulmuştur. Sovyetler Birliği, bu talepler çerçevesinde Türkiye üzerinde baskı politikaları uygulamıştır.
Sovyetler Birliği, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi için şu sorunların görüşülmesi gerektiği yönünde ısrarcı bir tavır sergilemiştir:
1921 Rusya-Türkiye Anlaşmasının gözden geçirilmesi (Sovyetler Birliği’nin, bu anlaşma çerçevesinde Türkiye’ye bırakılan topraklardan baskıyla geri çekildiğini ve bu nedenle yeniden gözden geçirilmesi gerektiği belirtilmiştir),
Boğazlarda Rusya’ya üs verilmesi,
Montrö Sözleşmesi’nin revizyonu idi.
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak hakkı talepleri ve Boğazlar rejimi üzerindeki ısrarlı tutumuna karşılık Türkiye, Sovyetler Birliği’nin önerilerini reddetmiştir ve bu noktada, İngiltere ve ABD’nin desteğini almıştır.
17 Temmuz 1945 tarihinde gerçekleştirilen Potsdam Konferansı’nda, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin doğu bölgelerine ve Boğazlarda askeri üs kurulmasına yönelik talepleri, ABD ve İngiltere tarafından da reddedilmiştir.
Sovyet Talepleri ve Güney Kafkasya Cumhuriyetleri
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak taleplerinin gerekçesi, talep edilen toprakların Güney Kafkasya Cumhuriyetleri Ermenistan ve Gürcistan’a ait olduğu idi. Sovyet Transkafkasya Cumhuriyetleri Ermenistan ve Gürcistan, hazırladıkları belgelerle toprak talepleri konusunda Sovyetler Birliği’ne destek vermişlerdir.
Sovyet Birliği Türkiye’ye yönelik baskılarını, I. Dünya Savaşından sonra 1921 yılından imzalanan Kars Anlaşması ile Türkiye’ye bırakılan toprakların Ermenistan ve Gürcistan’a iade edilmesi konusunda sürdürmüştür. Sovyet planlarına göre, Türkiye’den sözü edilen toprakların alınması halinde, Ermenistan toprakları %80 oranında, Gürcistan toprakları da %8 oranında genişleyecekti.
Özellikle Ermenistan’ın sınırlı topraklara sahip olduğu gerekçesiyle, II. Dünya Savaşı sonrasında yurt dışından gelen Ermenileri anavatanlarına yerleştirmenin sıkıntı yarattığı belirtilmiştir. Buna göre Kars, Ardahan, Erzurum, Trabzon ve Bitlis’in Ermenistan’a ve Sovyetler Birliği’ne iadesi talep edilmiştir.
Bu süreçte Türkiye’ye yönelik Ermeni iddiaları üzerinden medyada Türkiye karşıtı propagandalar yürütülmüştür. Buna karşılık İngiltere ve ABD, Türkiye’nin Sovyet talepleri karşısında haklı olduğunu belirterek, Türkiye’yi desteklemişlerdir.
Türkiye’nin Batı Bloku ile Yakınlaşması
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1945-1953 yılları arasındaki dönemde, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin Doğu Anadolu’nun bazı illeri ve Boğazlarda askeri üs kurulması ile ilgili ısrarcı ve baskıcı politikaları, Türkiye’yi Batı Blokuna yakınlaştırmış ve Türkiye, 1952 yılında NATO üyesi olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin 1925 tarihli anlaşmanın gözden geçirilmesi için Kars ve Ardahan’ı geri istemesi ve Boğazlar rejiminin gözden geçirilmesi talebi karşısında ABD’li diplomatlar ve yetkililer endişelerini dile getirmişlerdir. Bu konuda ABD, Sovyetlerin gerçek hedefinin Boğazlara ilişkin rejimin yeniden gözden geçirilmesi olmadığını; Türkiye’yi himaye altına almak olduğu yönünde görüşlerini açıklamıştır. Bu görüşe göre; Sovyetlerin amacı, mevcut bağımsız Türk hükümeti yerine daha itaatkâr bir rejim kurulmasını sağlayarak Rusya’nın batı ve güney sınırındaki itaatkâr ülkelerden oluşan güvenlik zincirini tamamlamak ve böylece, Türkiye’deki batı etkisini bertaraf etmek idi.
İngiliz hükümeti de Türkiye’nin, tek başına, Boğazları her türlü savunma hakkına sahip olduğunu belirterek, Sovyetler Birliği’nin Boğazlar rejiminin sadece Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle sınırlanması gerektiği önerisini kabul etmediğini bildirmiştir. ABD de Sovyetlerin bu önerisini kabul etmemiştir.
ABD, 1946 Mart ayında, olası bir saldırı durumunda Türkiye ve İran’a yardım edilmesini hedefleyen Birleşmiş Milletler Şartı’na ve iki ülkenin toprak bütünlüğünü korumaya hazır olduklarını bildirmiştir. ABD, Sovyetler Birliği’nin İran’dan çekilmesi sorunuyla da yakından ilgilenmiştir.
ABD savaş gemisi USS Missouri’nin 6 Nisan 1946 tarihinde İstanbul’a gelişi, Türkiye arkasındaki ABD desteğinin somut bir göstergesi olarak nitelendirilmiştir. Sovyetler Birliği ise ABD’nin Türkiye desteğini kendilerine karşı askeri ve siyasi bir gösteri olarak tanımlamıştır.
Sovyetler Birliği, Boğazların güvenliğinin ortak girişimle sağlanması gerektiği ve Türkiye’nin çıkarlarının destekleneceği yönündeki inancını belirtmiştir. Türkiye ise Boğazların ortak savunma fikrinin, Sovyetlerin kendi çıkarlarını koruma amacı taşıdığını ifade etmiştir. Dolayısıyla Türk hükümeti Sovyetlerin teklifini, Türkiye’nin egemenlik haklarını ve güvenliğini ihlal eden bir durum olarak görmüştür. Türkiye’nin kararlılığı karşısında Sovyet liderleri, Türkiye ile ikili bir anlaşmaya varmanın imkânsızlığını anlamışlardır.
Türk-Sovyet anlaşmazlığı, ABD’nin Orta Doğu politikalarında değişiklik yapması gerektiğinin de işaretini vermiştir. ABD yetkililerine göre, Türkiye üzerinde Sovyet etkisi kurulması durumunda Rusların; Suriye, Lübnan, Irak, Filistin, Mısır ve Arap yarımadasının ötesine ulaşabilmesinin yolu açılacaktı. Bu durum, ayrıca, Sovyetler Birliği’ne karşı koyabilecek imkânlara sahip olmayan İran ve Yunanistan için de tehdit oluşturacaktı.
Soğuk Savaşın Tırmanması
Sovyetler Birliği’nin 1945-1947 yılları arasında izlediği yayılmacı politikalarla ABD’nin stratejik ortağı haline gelen Türkiye, Soğuk Savaş’ın başlangıç noktası olmuştur. Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerinde uyguladığı baskıcı politikalar, 1953 yılında Sovyet lideri Stalin’in ölümüne kadar sürmüştür.
Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu politikasında önemli bir yere sahip olması, Türkiye’yi Soğuk Savaş’ın test alanı haline getirmiştir. Sınırların Yakın Doğu ve Akdeniz’e doğru genişletilmesi fikri, İngiltere’nin de doğrudan katılımıyla SSCB ile ABD arasındaki ilk karşılaşmayı doğurmuştur.
Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikaları ve özellikle güneye doğru yayılması karşısında, 1947 yılında ABD Başkanı Harry S. Truman, Sovyet tehdidine karşı Türkiye ve Yunanistan’a mali ve askeri yardım kararını açıklamıştır. “Truman Doktrini” olarak adlandırılan bu karar, Soğuk Savaş’ın iki kutuplu güç dengelerini de ortaya çıkarmıştır.
Sovyetler Birliği’nin 30 Mayıs 1953 tarihinde, Türkiye üzerindeki herhangi bir toprak taleplerinin bulunmadığını açıklamasının ardından Türk-Sovyet ilişkileri diyalog sürecine girmiştir.
1950-1989 Arası Türk-Sovyet İlişkileri
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak ve Boğazların ortak kontrolüne yönelik talepleri, Türk-Sovyet ilişkilerinin önemli bir parçasını oluşturmuştur. “Soğuk Savaş” ifadesinin henüz kullanılmadığı bu dönemde, Türkiye üzerinde sözü edilen talepler çerçevesinde baskıcı politikalar uygulanmıştır.
1945-1953 yılları arasında, bir süper güce dönüşen Sovyetler Birliği karşısında başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler Türkiye’ye destek vermişlerdir. Sovyetler Birliği, Boğazlar ile Kars, Ardahan ve Artvin üzerindeki hak iddialarıyla Türkiye’ye uyguladıkları sinir harbini Mayıs 1953 tarihine kadar sürdürmüştür.
Sovyet taleplerini ve bu talepler için Sovyetlerin uyguladığı baskıcı politikaları, Türk bağımsızlık ve egemenliği için tehdit olarak gören Türkiye, bu durumu orduyu hazır tutarak aşmaya çalışırken, ekonomik açıdan da ciddi sıkıntı yaşamıştır. Türkiye’nin baskı altında tutulması yönündeki Sovyet politikasına Güney Kafkasya Cumhuriyetleri Gürcistan ve Ermenistan da katkı sağlamıştır. Bu bölgede Moskova tarafından kışkırtılan milliyetçilik dalgası da gerçekte pek işe yaramamıştır. Bu bağlamda, Ermenistan ve Gürcistan’ı kullanarak Türkiye’yi bunaltma ve uluslararası düzeyde Türkiye karşıtı bir kamuoyu yaratma çabaları işe yaramamıştır.
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak taleplerini 1953 yılında geri çekmesine rağmen, iki ülke arasındaki ilişkilerde yumuşama dönemi ancak 1960’larda olmuştur. Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik Sovyet liderlerinin çağrılarına rağmen, 1950 ve 1960’lı yıllar boyunca Yakın Doğu’da Türkiye’ye karşı özellikle Ermeni konusu suiistimal edilmiştir. Sovyetlerin Ermeni örgütlerine desteği Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar sürmüştür. Ancak Komünist Parti Genel Sekreteri Kruşçev, Türkiye’den toprak talebi konusunu desteklememiştir.
Türk-Sovyet ilişkilerini olumsuz etkileyen diğer önemli gelişmeler; Sovyetlerin Kıbrıs sorunu karşısındaki Türkiye karşıtı tutumları ve 1962 yılındaki ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki Küba krizi olmuştur.
1960’lı yıllarda normale dönmeye başlayan Türk-Sovyet ilişkilerindeki olumlu gelişmeler ise iki ülke arasındaki resmi ziyaretlerle sürdürülmüştür. 1967 yılında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Türk-Sovyet ilişkilerinde yeni bir döneme girildiğini açıklayarak iki ülke arasındaki gerilimin sona erdiğini ve artık düşmanlığın bulunmadığını belirtmiştir. İki ülke arasındaki resmi diyaloglar, 1980’li yıllarda da devam etmiştir.
Sosyalizmin yaşadığı krizin ardından 1990’lı yıllarda SSCB’nin dağılmasıyla Türkiye, Karadeniz ve Kafkaslarda (Hazar Denizi bölgesinde) daha da önemli bir aktör haline gelmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, Türkiye-SSCB ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. Soğuk Savaş’ın zor yıllarının ardından Türkiye, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konseyi’nin siyasi ve iktisadi açıdan en büyük ortaklarından biri haline gelmiştir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına destek veren ilk ülkeler arasında yer almış olan Türkiye, ABD ve NATO’nun da stratejik ortağı olmuştur.