ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 6: Türkiye-Orta Asya Devletleri İlişkileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Türkiye-Orta Asya Devletleri İlişkileri

Ünite 6: Türkiye-Orta Asya Devletleri İlişkileri

Giriş

İngiliz coğrafyacı Mackinder tarafından ortaya atılan Kara Hâkimiyet Teorisi’ne göre Avrasya jeopolitiği dünyanın merkezidir. Kara Hâkimiyet Teorisi, Orta Asya bölgesini işgal eden ülkenin, dünya siyasetini belirleyen ve dünya sistemine yön veren yegâne ülke haline geleceğine dair teorik yaklaşımdır. Büyük Oyun teorisi ise Kara Hâkimiyet Teorisi bağlamında Çarlık Rusya’sı ile İngiliz İmparatorluğu arasında yaşanan Orta Asya’yı sömürgeleştirme mücadelesine verilen isimdir. Daha sonra birbirlerine üstün gelemeyeceklerini anlayan bu iki ülke bölgeyi aralarında tampon sınır olarak bırakmışlardır.

Türkiye ve Orta Asya

İngiliz İmparatorluğu’nun gücünü yitirmesi ve Çarlık Rusya’sının dağılması sonrasında stratejik ideolojik rekabet, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanmaya başlamıştır. Bu rekabet içerisinde Türkiye NATO ülkelerinin kanat ülkesi rolünü üstlenmiştir.

Sovyetler birliğinin dağılması Kafkas ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin bağımsızlık yolunu açmıştır. Devam eden süreçte “yeni büyük oyun” Türkiye ve İran arasında yaşanmıştır.

Orta Asya bölgesindeki stratejik rekabetin sebepleri:

  • Bölgenin sahip olduğu eşsiz jeostratejik konum

  • Ekonomik imkânları

  • Yer altı kaynakları

Türkiye’nin bölgeye coğrafi yakınlığı, Orta Asya ülkeleri ile olan dinsel, dilsel, tarihsel ve kültürel bağları nedeni ile bölgedeki rekabete ve bölgesel gelişmelere kayıtsız kalması mümkün olmamıştır.

Sovyetler Birliği Dönemi

1920’lerde Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği, “Dış Türkler” ve komünizm tehlikesi konusunda bir uzlaşma içerisine girmiştir. Türkiye Turancılık akımlarına destek vermeyeceğini; buna karşılık Rusya da Türkiye’de komünizmi yayma girişimleri içerisinde bulunmayacağını kabul etmiştir. Bunun neticesinde Sovyetler Birliği yıkılana kadar Türkiye bölgede Sovyetler Birliği’nin bütünlüğünü bozucu herhangi bir girişimde bulunmamaya gayret etmiş; hatta Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkilerini de Moskova üzerinden yürütmüştür.

Türk siyasetçileri mevcut politikadan oldukça memnun idi. Çünkü Türkiye bir yandan Sovyet tehdidine karşı ABD ve NATO’nun güvenlik garantisini üzerinde hissetmiş, diğer yandan Batılı müttefiklerinden askeri ve mali yardım alabilmiştir.

Eylül 1991’de Türkiye, bölgedeki gelişmeleri incelemek üzere bölgeye diplomatik heyetler göndermiştir. Bölgedeki devletler Türkiye tarafından tanınmayı talep etmiş; ancak Türkiye bu talebi, “daha uygun bir zamanda” gerçekleştirmeyi önererek reddetmiştir.

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci sonrası, Avrupa kıtasında daha güvenli bir coğrafya ortaya çıkmış ve Türkiye stratejik önemini kaybederek kendisini bir boşlukta bulmuştur.

Ancak kısa sürede küresel barış yönündeki temenniler boşa çıkmaya başlamıştır. Çünkü devletiçi çatışmalarda hızlı bir artış görülmüştür. Ortaya çıkan güç boşluğu ve bölgedeki devletlerin bağımsızlıklarını pekiştirmek, dünyada saygın bir konum edinebilmek ve statü kazanmak için Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duymaları Türk karar vericilerinin bölgeye daha fazla ilgi duymalarına neden olmuştur. Neticede Türkiye, Sovyetler Birliği’nin 8 Aralık 1991’de resmen yıkılmasını takiben 16 Aralık 1991’de Orta Asya devletlerinin tamamını tanımıştır.

1991-1993 Dönemi

8 Aralık 1991 günü Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulması ile beraber, Türkiye, soğuk savaş döneminde izlediği geleneksel dış politika anlayışından uzaklaşarak, daha duygusal ve yer yer “Pan-Türkizmi” çağrıştıran söylemler benimsemiştir.

Türkiye Orta Asya’daki gelişmelere hazırlıksız yakalanmıştır. Bunun nedenleri:

  • Geleneksel politikasını son ana kadar sürdürmesi,

  • Uluslararası sistemdeki mevcut dengeyi bozar düşüncesi ile bu devletler ile doğrudan ilişki kurmak istememesi,

  • Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeler hakkında yeterli bilgiye sahip olunmamasıdır.

İlerleyen dönemde Avrasya’daki süreçle ilgili idealler dile getirmeye başlayan Türkiye, Orta Asya’ya yönelik temel hedefleri olarak aşağıdaki ilkeleri benimsemiştir:

  • Orta Asya devletlerinin devletleşme süreçlerine katkıda bulunmak

  • Ekonomik ve siyasi reform süreçlerine katkıda bulunmak

  • Dünya ile bütünleşmelerine yardımcı olmak

  • İkili ilişkileri, karşılıklı çıkarlar ve egemen eşitlik ilkeleri temelinde geliştirmek

  • Doğu- Batı koridorunu hayata geçirmek.

1991-1993 yılları arasında Türkiye, dış politikada bazı somut adımlar atmıştır:

  • Ortak sorunlara karşı ortak pozisyon almak, var olan dilsel ve kültürel farklılıkları azaltarak ekonomik işbirliği alanları açmak ve dış politikada ortak tavırlar takınmak amacıyla “Türk Zirveleri’nin” düzenlenmesine ön ayak olmuştur. Bunlardan ilki 31 Ekim 1992 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilmiştir.

  • 1992 yılında Türkiye’nin desteği sayesinde Azerbaycan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Afganistan Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne üye olmuştur.

  • Bölge ülkelerinin eğitimli personel ihtiyacını karşılamak için 10 bin öğrenciye burs sağlanmıştır.

  • Bölgede özel vakıflar, eğitim kurumları, Türkçe Merkezleri açılmış, Türkiye’de TÖMER faaliyete geçirilmiştir.

  • Türkiye’nin teşviki ile Orta Asya ülkeleri zaman içerisinde Latin alfabesine geçmiştir.

  • TRT Avrasya yayına girmiş, ardından pek çok özel televizyon kuruluşu bölgede faaliyet göstermeye başlamıştır.

  • Bölgeye pek çok din kitabı gönderilmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı personeli bölgede görevlendirilmiştir.

  • Kurulan konseylerle ticari ilişkiler daha kurumsal yapıya kavuşturulmuştur.

  • Askeri, emniyet ve istihbarat alanlarında bölge ülkelerine destek verilmiştir.

  • İlişkilerin daha kurumsal düzeyde yürütebilmesi amacıyla Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) kurulmuştur.

1993-2002 Dönemi

Bu dönemde, Türkiye ile Orta Asya arasındaki ilişkiler daha pragmatist bir zemine oturmaya başlamış ve ilişkilerde bir gerileme süreci yaşanmıştır.

Türkiye açısından; ülkedeki iç çekişmeler, koalisyon hükümetlerinin yaşadığı sıkıntılar, ekonomik krizler, AB’ye adaylık sürecinin başlaması gibi sebeplerle Türk dış politikasında Orta Asya önemini yitirmeye başlamıştır.

Öte yandan Orta Asya ülkeleri, artık Türkiye’nin “bölge liderliğini” ya da “büyük ağabey” konumunu diplomatik söylemlerde dile getirmemeye başlamıştır. Orta Asya devletleri, ortak bir Türk kimliği oluşturmak yerine kendi ulus devlet kimliklerine sahip olmayı tercih etmiş ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Siyasal yönetim anlamında ise bölge liderleri batı tarzı demokrasi ile serbest piyasa ekonomisine sıcak bakmamıştır. Daha çok Çin ve Güney Kore gibi ülkelerin yönetim anlayışlarını benimseyerek otoriter rejimler inşa etmişlerdir. Böylece, Türk modeli tezi sona ermiştir.

Aynı dönemde ekonomik ilişkiler de gerilemiştir. Çünkü Orta Asya devletleri Türkiye’nin finansal açıdan yetersiz olduğunu anlamaya başlamışlardır. Önce 1993 yılında Rusya, daha sonra Çin ve Amerika Orta Asya’daki enerji alanlarına yatırım yapmaya başlamış ve bu sebeple bölgedeki ticari faaliyetler daha rekabetçi bir düzeye gelmiştir. Avrupa Birliği bu ülkelere yönelik olarak teknik yardım programları başlatmış ve her bir Orta Asya devleti ile Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları imzalanmıştır. Bu gelişmeler neticesinde bu devletlerin Türkiye’ye olan ihtiyacı azalmış ve bu durum Türkiye’nin bölgedeki yatırımlarını ve bölgeye yönelik ihracatını olumsuz etkilemiştir.

2002-2011 Dönemi

Bu dönemde Avrasya Jeopolitiği, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin şekillenmesinde doğrudan etkide bulunabilecek bir alan olarak görülmüştür. Bölgenin ana üssünü Hazar Havzası oluşturmaktadır ve merkezinde Türkiye ve Azerbaycan yer almaktadır.

Genel politika Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz Havzası, Ortadoğu, Akdeniz, Orta Asya ve Türkiye sınırları içerisinde güvenlik, istikrar, refah, dostluk ve işbirliği ortamı oluşturmayı hedeflemektir. Bu hedefi Orta Asya jeopolitiğinde hayata geçirmek için Türkiye, bölgesel bütünleşme oluşumlarına destek vermiştir. Bölgesel bütünleşme ile bölge devletleri arasında yaratılacak karşılıklı bağımlılık devletleri daha barışçıl politikalar izlemeye teşvik edecektir.

Bu bölgesel bütünleşme ile ilgili olarak şu adımların atılması önerilmiştir:

  • Tarihi İpek Yolu’nu yeniden canlandırmak

  • Bölgede barış kültürünü teşvik etmek

  • Bölgesel ekonomik bütünleşme girişimlerine ön ayak olmak

  • Bölgesel ölçekli ortak kültürel projelere ağırlık vermek

Bölgesel bütünleşme sürecinde bölgedeki sorunların çözümünde aktif rol üstlenmeye hazır olan Türkiye, Orta Asya’ya ilişkin dış politikasının temeli olarak şu unsurları belirlemiştir:

  • Orta Asya ülkelerinin devlet yapılanmalarının güçlendirilmesine katkıda bulunmak

  • Bölgedeki siyasi ve ekonomik istikrarın korunmasını ve bölgesel işbirliğini teşvik etmek

  • Ekonomik ve siyasi reformları desteklemek

  • Bölge ülkelerinin dünya ile bütünleşebilmelerine yardımcı olmak

  • Bölge ülkeleri ile ikili ilişkileri her alanda karşılıklı çıkarlar ve egemen eşitlik temelinde geliştirmek

  • Bölge enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan nakledilmesini desteklemek

2002 yılından itibaren, karşılıklı resmi temaslarda bir artış yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti siyasi aktörleri bölge ülkelerine ziyaretler düzenlemiş ve bölgedeki çeşitli sorunların çözülmesinde katkıda bulunmuşlardır. Buna karşılık bölge liderleri de Türkiye’ye ziyaretlerde bulunmuş, çeşitli ekonomik ve siyasi ortaklık antlaşmaları yapılmıştır.

Karşılıklı ilişkilerin yanı sıra, Türkiye ile Orta Asya ülkeleri arasında çok taraflı kurumsal ilişkiler de gelişmeye başlamıştır. Gerçekleştirilen Türk Zirveleri ile bu ilişkiler sağlamlaştırılmıştır. Nitekim 16 Eylül 2010’da gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10. Zirvesi’nde taraflar şu kararları kabul etmişlerdir:

  • Kırgızistan’da istikrar önemlidir. Bölgesel güvenlik ve İstikrar konusunda geniş işbirliği gereklidir.

  • TÜRKSOY ve TÜRKPA desteklenmelidir.

  • Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Konseyi’nin kuruluşu ile İstanbul merkezli Türk Dil Konuşan Ülkeler Kalkınma Bankası ve Ortak Sigorta Şirketi’nin kurulmalıdır.

  • Bakü-Tiflis- Ceyhan boru hattı, Kazakistan’ın Aktau limanı ile bağlanmalıdır.

  • Türk Akademisi bünyesinde Türk Tarihi Müzesi, Türk Kütüphanesi ve Üniversitelerarası Birlik kurulmalıdır.

Türkiye 2007’de bölge ülkelerine 420 milyon dolar kalkınma yardımı sağlamıştır. Ayrıca; çeşitli etkinlik, proje ve faaliyetlerle Türkiye bölgede var olmaya devam etmektedir.