ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 5: Türkiye-Güney Kafkasya Ülkeleri İlişkileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Türkiye-Güney Kafkasya Ülkeleri İlişkileri

Ünite 5: Türkiye-Güney Kafkasya Ülkeleri İlişkileri

Giriş

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarına kavuşan Güney Kafkasya ülkeleri, değişik nedenlerle Türkiye’nin dikkatini çekmiştir. Bu nedenlerin başlıcaları:

  • Hazar havzasının zengin petrol ve doğalgaz kaynakları,

  • Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşması için bir geçiş koridoru sunması (dolayısıyla stratejik konumu),

  • Bölgenin çevre ülkelere sağlayabileceği cazip ticari olanakları,

  • Boru hatlarının geçiş güzergâhı olması,

  • Dünya siyaseti açısından önemli sayılabilecek çatışmaları bünyesinde barındırmasıdır.

Güney Kafkasya’daki Türk bölgeleri (Azerbaycan), Türkiye açısından büyük bir manevi değer de taşımaktadır. Azerbaycan, Türkler açısından her zaman kültürel bir anlam ifade etmiştir. Türkiye’nin etrafındaki Türk-Müslüman bölgelerinde yaşanan sorunlar, Türk kamuoyunda hassasiyetle etkili olmaktadır.

Türkiye’nin Güney Kafkasya Politikası

Türkiye’nin Güney Kafkasya’ya yönelik politikası iki temel üzerine inşa edilmiştir:

  • Bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerinin korunması

  • Bölgesel sorunların diyalog ile çözülmesi.

Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile diplomatik ilişkilerini hızlı bir şekilde kurarken; Ermenistan ile sağlıklı bir diplomatik ilişki kurmamıştır. Bunun nedenleri şunlardır:

  • Ermenistan’ın Ermeni soykırımı iddiasında bulunması

  • Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebinde bulunması ve 1921 Kars Anlaşmasını kabul etmemesi

  • Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı işgal etmesi ve Azerbaycan ile olan savaş durumudur.

Türkiye’nin bölgeye ilişkin stratejik planı, birleşik bir Türk dünyası yaratma hayalidir. Ancak Nahçıvan dışında kalan diğer Türk devletleri ile sınırının olmaması bu hayalin gerçekleşmesini engelleyen coğrafi kısıtlardır. Bu engeli aşabilmek için Türkiye, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in önerdiği “Kafkas İstikrar Paktı” projesi ile tüm bölgeyi etki altına almayı amaçlamıştır. Bu projeye karşı Rusya, “Kafkasya Forumu”; Gürcistan ise “Barışçı Kafkasya” projelerini hayata geçirmek istemişlerdir.

Türkiye-Azerbaycan İlişkileri

Türkiye, SSCB dağılmadan önce Azerbaycan ile doğrudan temas kurmamıştır. Azerbaycan parlamentosunun 1990 yılı Kasım ayında aldığı bağımsızlık kararını Türkiye, kabul etmiş olmasına rağmen, resmi tanıma 9 Kasım 1991’de olmuştur. SSCB’nin dağılmasının ardından Türkiye, 30 Aralık 1991 tarihinde Ermenistan dışındaki Kafkas ülkelerinde büyükelçilikler açılmasını kararlaştırmıştır.

Azerbaycan ile 14 Ocak 1992’de imzalanan protokolle diplomatik ilişki kurulmuştur. 25-26 Şubat 1992 tarihinde Ermenistan’ın Karabağ’ın Hocalı bölgesinde yaptığı katliamlar neticesinde Türkiye, Azerbaycan’a desteğini artırmıştır. Ancak bu desteğin sağlıklı bir biçimde verilmesi önündeki engel, Azerbaycan sınırları içerisinde konuşlu Rus askerlerinin varlığı olmuştur.

7 Haziran 1992’de yapılan başkanlık seçimlerini Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) lideri Ebulfez Elçibey kazanmıştır. Elçibey’in Türkiye ile olan ilişkilerinde bazı hedefleri vardı. Bunlar:

  • İki ülke arasında bir konfederasyon kurulması

  • İki ülke arasındaki askeri işbirliğinin üst seviyeye çıkartılması

  • Türkiye ile Azerbaycan arasında bir ittifak anlaşması imzalanarak Azerbaycan’ın Rus tehdidine karşı kendini güvene almak istemesi

  • Azerbaycan’da Türk ve NATO askerlerine ait üslerin kurulması

  • Azerbaycan’ın NATO’ya üye olmak istemesi

  • Türkiye’nin yardımıyla Azerbaycan ordusunun modernize edilmesi.

Türkiye, Elçibey’in başkanlığı döneminde Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki gerginliğin bitmesi için toprak değişimi önerisinde bulunmuştur. Buna göre Karabağ ile Ermenistan arasındaki bağlantının sağlanması için Azerbaycan’ın Laçin bölgesinin Ermenistan’a; Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki kara bağlantısının sağlanması için ise Ermenistan’ın Zangezur bölgesinin Azerbaycan’a verilmesi gündeme gelmiştir, ancak bu proje kabul edilmemiştir. Proje gerçekleşseydi Türkiye, Bakü-Hazar Denizi ve Orta Asya Türk devletleri arasında doğrudan iletişim sağlayabilecekti.

Elçibey’in iktidarının zayıflamasına ve yıkılmasına giden olaylar vardır. Bunlardan biri, Türkiye ve Batılı ülkeler lehine izlenen petrol politikasıdır. Diğeri ise 27 Mart 1993’te Ermenistan’ın Azeri toprağı olan Kelbecer’i işgal etmesidir. Elçibey, bu olay karşısında Türkiye’den yardım istemiş ancak Türkiye, Rusya ile bir gerginlik yaşamamak adına aktif bir tepki ortaya koyamamıştır. Bundan dolayı, Azerbaycan’da Elçibey’e muhalif olan kanadın eli güçlenmiş ve iki ülke arasındaki ilişkiler gerilmiştir.

Kelbecer’in işgali sonrası, 4 Haziran 1993’te, Elçibey bir darbe ile başkanlıktan indirilmiş yerine ise Haydar Aliyev geçmiştir. Bu dönemde Türkiye, hem Azerbaycan ile gerilen ilişkilerini normalleştirmek hem de Ermenistan’ın işgallerini durdurabilmek ve Azeri-Ermeni barışını sağlayabilmek için konuyu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) ve Birleşmiş Milletler (BM) düzeyine taşımıştır. BM, isim vermeden Ermenistan’ın Kelbecer’den çekilmesi kararını almıştır. Bu karar BM’nin Dağlık Karabağ çatışmalarına ilişkin ilk kararıdır.

Türkiye’nin Azerbaycan ve diğer Orta Asya Türk Devletleri ile bütünleşme çabalarından biri de ekonomi eksenlidir. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, bölge ülkelerinin petrolünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını öngören Avrasya Koridoru projesini hayata geçirmek istemiştir.

Kafkaslarda yaşanan önemli bir diğer gelişme de Rus-Çeçen savaşıdır. Rusya’nın yenilgiye uğraması, Türkiye açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Ermenistan ve Azerbaycan üzerindeki Rus baskısı azalmış ve bu ülkeler Batı odaklı politikalar üretmeye başlamışlardır. Batılı ülkeler de Azerbaycan petrolüne yönelik yatırımlarına hız vermişlerdir. Bu durum Azerbaycan’ın kendine olan güvenini artırmış ve Azerbaycan Türkiye’den bağımsız davranmaya başlamıştır.

Azerbaycan-Türkiye ilişkileri askeri anlaşmalarla da sürmüştür. 2001 yılının Mart ayında Aliyev, Ankara’ya gelmiş ve “iki ülke arasında daha yakın askeri işbirliğinin kurulması” çağrısı yapılmış ve Türk askerinin Azerbaycan’da konuşlandırılması görüşü dillendirilmiştir. Bu görüşmelerden iki ay sonra ise Türkiye, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların çözümünden dışlanmıştır. Bakü’ye yapılan ziyarette, Dışişleri Bakanı Müsteşar Yarımcısı Yiğit Alpogan, sorunun çözümünde Key West-Minsk Grubu toplantısında kararlaştırılan barış planını görüşmüştür, ancak Aliyev, Ermenistan ve Minsk Grubu eş başkanları ile yaptığı görüşmeyi açıklamamıştır. Türkiye, Azerbaycan’ın bu tutumunu sert bir dille eleştirmiştir.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yapılan terörist saldırı sonrasındaki gelişmeler, Azerbaycan lehine olmuştur. Daha önce ABD’nin Azerbaycan’a yönelik uyguladığı ekonomik ambargo kaldırılmıştır. Ermenistan’ın Zengezur bölgesinde bulunan demiryolu hattının yeniden işlemeye başlaması için ABD’nin girişimleri olmuştur.

2002 yılının Nisan ayında Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan arasında Ankara’da yapılan görüşmelerde başta ekonomik olmak üzere teknolojik ve siyasi işbirliği alanlarında görüşmeler yapılmıştır.

Bölge ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkileri, 2002 yılında AK Parti hükümetinin kurulmasıyla yeni bir evreye girmiştir. Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” temeline dayanan yeni dış politikası ile Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde normalleşme çabalarının sergilenmesi Azerbaycan’ı rahatsız etmiştir; ancak ilişkilere zarar verecek bir gelişme olmamıştır.

2004 yılında Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan Doğalgaz Anlaşması ile Azeri doğalgazı da 2004-2018 yılları için Türkiye’ye satılmaya başlanmıştır. Ayrıca 13 Nisan 2004 tarihinde imzalanan “Uzun Vadeli Ticari ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması” ile de iki ülke arasındaki ticari bağlar daha da kuvvetlenmiştir.

25 Haziran 2005 yılında Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı projesi ile ilişkiler daha istikrarlı bir döneme girmiştir. Bu proje ile yıllık 50 milyon tonluk Azeri petrolünün satış alanı genişletilmiştir.

2007 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerde gerginlikler yaşanmıştır. ABD’deki Ermeni lobisinin gayretleriyle ABD senatosunda sözde Ermeni soykırımı iddiaları kabul görmüş, Türkiye ise Azerbaycan’dan bu kararları kınamasını beklemiştir. Azerbaycan, bu konuda sessiz kalınca Türkiye’nin eleştirileri olmuştur. Bunun üzerine Azerbaycan, alınan kararı kınayan açıklamalar yapmıştır. Devam eden yıllarda da Türkiye’nin dış politikası nedeniyle Azerbaycan ile sıkıntılar yaşanmıştır. Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi, sınır kapısının açılması gibi amaçları olan Türkiye’nin bu tavrı, Bakü’de olumsuz algılanmıştır. Azerbaycan yönetimi, Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmemesi gerektiğini savunmuştur. Günümüzde Türkiye-Azerbaycan ilişkileri ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel alanlarda devam etmektedir.

Türkiye-Ermenistan İlişkileri

SSCB’nin dağılmasının ardından 1992 yılı başında Ermenilerin Hocalı’da yaptığı katliam, Türk-Ermeni ilişkilerinin sorunlu bir şekilde başlamasına ve kurulmasına neden olmuştur. Türkiye, Ermenistan’a karşı sert söylemler geliştirirken; Ermenistan ise 1915 olaylarının bir soykırım olduğu tezini uluslararası arenaya taşımaya başlamıştır.

Ermenistan, Azerbaycan’ın Şuşa ve Laçin bölgelerini işgal edince Türkiye “Karabağ ve Nahçıvan’a çifte koridor” formülünü gerçekleştirmek istemiştir. Ancak bu proje Ermenistan tarafından reddedilmiştir. Bunun sebebi ise Azerbaycan-Nahçıvan koridorunun, Ermenistan’ın İran sınırındaki Megri kasabasından geçecek ve böylece Ermenistan’ın İran ile herhangi bir sınırı kalmayacaktı. Bu dönemde Ermenistan, Rusya’nın desteğini almış ve Azeri topraklarını işgale devam etmiştir. Ermenistan ordusunun Nahçıvan’a yönelmesi karşısında Türkiye, o ana dek koruduğu tarafsız ve soğukkanlı tutumunu muhafaza edememiştir. Bölgeye Türk askerinin gönderilmesi olasılığına karşılık Ermenistan ile Rusya arasındaki askeri işbirliği artmış ve Rusya, Türkiye’ye sert bir ikazda bulunmuştur. Gerginlik, Türkiye’nin Rusya’ya askeri güç kullanmayacağına ilişkin güvence vermesiyle sonlanmıştır. Ermenistan, Türkiye ile yaşadığı gerginliklerin bir sonucu olarak Rusya’ya daha fazla yaklaşmıştır. Türkiye ise bu durum karşısında soğuk savaş döneminin blok siyasetine geri dönüş sinyalleri vermiştir.

Türkiye, 1992 yılında Ermenistan ile yaptığı görüşmelerde Azerbaycan topraklarını işgalden vazgeçmeleri halinde Türkiye’den ekonomik destek alabileceklerini belirtmiştir. Ankara’nın planına göre Ermenistan, Türkiye’nin Karadeniz’deki limanlarını kullanabilecek ve ekonomik destek alabilecekti. Bunun karşılığında ise Azerbaycan ile Türkiye’yi birbirine bağlayacak koridora izin verecekti. Ermenistan devlet başkanı Petrosyan, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek adına teklife soğuk bakmasa da Türk muhalifi çevrelerin baskılarından dolayı istediği adımları atamamıştır. Ermenistan’a sunulan öneri Türkiye ve Azerbaycan içerisinde de Ermeni karşıtı tarafların sert tepkilerine neden olmuştur.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler Kelbecer’in işgali ile kesintiye uğramıştır. Azerbaycan’ın yanında yer alan Türkiye, Ermenistan’dan bölgeyi boşaltmasını istemiş, Ermenistan sınırını kapatmış ve Ermenistan sınırına asker sevk etmiştir. Rusya’nın desteği ile Ermenistan, Azerbaycan’ın Ağdam, Fuzuli, Cebrayil, Goradiz ve Akdere’yi işgal etmiştir. Bu durum karşısında Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırmış ve Konsey, Ağdam’ın işgalinin sonlandırılmasını içeren 853 sayılı kararı almıştır.

Ermenistan ile olan ilişkiler, Rus-Çeçen savaşı sonuna kadar askıya alınmıştır. Savaşı kaybeden Rusya, bölgede kontrol sağlayamayınca Ermenistan’ın Rusya’ya olan güveni sarsılmış ve Erivan yönetimi Batı ve Türkiye ile ilişkileri canlandırma yoluna gitmiştir. Yine bu aşamada Dağlık Karabağ sorununun çözümü için “aşamalı olmayan çözüm modeli” üzerinde Azerbaycan ile anlaşmışlardır.

İlişkilerde normalleşmenin başlaması Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik politikalarını da değiştirmiştir. 1996 yılında başkan Levon Ter-Petrosyan, Karabağ bölgesinde faaliyet gösteren Taşnak partisini yasadışı ilan edip kapatmıştır. Petrosyan’ın Türkiye’ye yönelik attığı bir diğer adım ise zor durumda kalındığında öne sürülen soykırım kozunu terk etme eğilimi olmuştur.

1998 yılında başkan seçilen Koçaryan döneminde, Türkiye-Ermenistan ilişkileri yeniden gerilmiştir. Erivan’ın, Karabağ meselesinin birkaç yıl içinde çözülmemesi halinde bölgeyi ilhak etme tehdidine Türkiye sert tepki göstermiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi’nde Koçaryan ile bir araya gelmiştir. Koçaryan’ın Türk-Ermeni ilişkilerinin Karabağ’a bağlı olmaması gerektiği görüşüne Demirel, bir milyon kişinin mağdur olduğu hatırlatmasında bulunmuştur. Ayrıca Koçaryan, ilişkilerin normalleşmesinde Türkiye’nin Karabağ’ı öne sürmesine karşılık soykırım kozunu kullanacaklarını belirtmiştir.

1999 yılında Ermenistan parlamentosunun teröristlerce basılması ve bazı milletvekillerinin öldürülmesi, ülke genelinde gerginliğe yol açmıştır. Bozulan istikrarın yeniden sağlanması için siyasiler, halkı, dışarıya yönlendirmeye çalışmışlardır. Bunun için kullanılan araç ise soykırım tezlerinin sürekli gündemde tutulması olmuştur. Koçaryan, Türkiye’ye olan tavrını sertleştirmiş ve 2000 yılında yapılan Yalta Zirvesi’nde Dağlık Karabağ sorununun çözülmesi için ilk önce tarihi araştırmak gerektiğini belirtmiştir.

Türk/Azeri-Ermeni ilişkileri, Ermeni diasporasının da etkisiyle yeteri kadar gelişememiş, sorunlar çözülememiştir. Türk Dışişleri Bakanlığı Ermeni diasporasını etkisiz hale getirmek için Üç Boyutlu Plan hazırlamıştır. Bu plan şunları içermektedir:

  • Sınır ticaretinin artırılması

  • Soykırım iddialarının akademik düzlemde tartışılması

  • Türkiye’deki Ermeni azınlığın sorunlarının çözülmesi

Ancak Üç Boyutlu Plan, gelebilecek tepkiler üzerine uygulanamamıştır.

İki ülke ilişkilerinin normalleşmesine yönelik Ermenistan’daki siyasi partiler ortak bir açıklama yapmışlardır. Bu açıklamada Türkiye’nin Dağlık Karabağ meselesinin çözümünde arabulucu olmaması gerektiği, Türk-Ermeni sınır kapılarının açılması gerektiği ve yapılacak anlaşmanın Ermenistan ve Karabağ halkının onayının şart olduğu belirtilmiştir. Ermenistan’ın bu adımlarına karşılık Türkiye de Ermenistan’ın Nahçıvan ve Azerbaycan arasına bir koridor açmaya izin vermesi gerektiği şartını öne sürmüştür.

İlişkilerin normalleşmesi için sivil oluşumlar da devreye girmiştir. 2001 yılında Cenevre’de “Türk-Ermeni Barış Komisyonu” oluşturulmuştur. Bu komisyonun amaçları şunlardır:

  • Karşılıklı anlayış ve iyi niyeti artırmak

  • İlişkilerin iyileştirilmesini teşvik etmek

  • Türk-Ermeni sivil toplum kuruluşları arasında işbirliğini artırmak

  • Hükümetlere sunulmak üzere projeler geliştirmek

  • Ekonomik, turistik, kültürel, eğitim gibi alanlarda resmi olmayan işbirliğini desteklemek

  • Tarihi, psikolojik, hukuki ve diğer alanlardaki bazı projeler için uzman incelemesi sağlamak

2000’li yıllar ile Türk-Ermeni ilişkileri farklı bir boyuta taşınmıştır. Özellikle AK Parti hükümetinin “komşularla sıfır sorun” siyaseti ön plana çıkmıştır. Türkiye’nin barış sürecine yönelik tavrı zamana yaymak iken; Ermenistan paket yaklaşım görüşünü desteklemiştir.

Sorunların çözümüne yönelik bir diğer girişim, 2007 yılında İsviçre’nin arabuluculuğunda olmuştur. 2008 yılında Gürcistan ile Güney Osetya arasında patlak veren savaşa Rusya’nın dahil olması neticesinde Gürcistan, Rusya sınırını kapatmıştır. Bu durum Rusya ile tek bağlantısı Gürcistan olan Ermenistan’ın işine gelmemiştir. Böyle bir durum karşısında Ermenistan, Türkiye’ye karşı ılımlı politikalar sergilemiştir. Bu sürecin sonunda, 10 Ekim 2009 tarihinde, Türkiye ile Ermenistan arasında “Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü” imzalanmıştır. Türk heyeti, protokolün yürürlüğe girmesi için protokolü TBMM’nin onayına sunsa da Ermenistan, öncelikli olarak protokolün anayasaya uygunluğunu denetlemiş, ardından da protokole onay vermemiştir.

Türkiye-Gürcistan İlişkileri

Türkiye-Gürcistan ilişkileri, SSCB döneminde, 1989 yılında, Sarp Sınır kapısının açılması ile başlar. Bu olay, biri NATO üyesi diğeri de Varşova Paktı üyesi iki ülke arasında ilk kez bir sınır kapısının açılması açısından önemlidir. Türkiye Gürcistan’ı SSCB yıkıldıktan sonra 16 Aralık 1991’de tanımıştır. 21 Mayıs 1992’de ise diplomatik ilişkiler başlamıştır. 30 Temmuz 1992’de iki ülke arasında “Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması” imzalanmıştır.

Türkiye, Gürcistan’ın sorunlarına yardımcı bir politika sergilemiştir. Bu sorunlardan biri Ahıska Türklerinin ana vatanlarına döndürülmesidir. Gürcistan 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olunca süreç de hızlanmıştır. 2007 yılında çıkan ve 2008 yılında yürürlüğe giren yasa ile birlikte Ahıska Türkleri de vatanlarına dönmeye başlamışlardır. Ancak Gürcistan, sorunun çözümünde isteksiz davranmış, süreci yavaşlatmaya çalışmış ve ön şartlar ileri sürmüştür.

Gürcistan’ın bağımsızlığını kazanmasından 1994 yılına kadar Türkiye-Gürcistan ilişkileri çeşitli nedenlerle gelişememiştir. Bu nedenler şunlardır:

  • Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya sorunlarına odaklanması

  • Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorunuyla ilgilenmesi

  • Rusya’nın bölgede etkin olma çabaları.

13 Ocak 1994 tarihinde Gürcistan Devlet Başkanı Shevardnadze’nin Türkiye’ye gelmesi ve yapılan anlaşmalar ile iki ülke ilişkileri canlanmaya başlamıştır. Aynı yıl için Gürcistan Bağımsız Devletler Topluluğu’na katılmış, bir süre sonra da NATO’nun Barış için Ortaklık (BİO) programına dahil olmuştur.

İki ülkeyi yakınlaştıran başlıca gelişmeler şunlardır:

  • Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesi

  • Kafkas İstikrar Paktı projesi

  • Türkiye’nin Gürcistan’ın iç işlerine müdahale etmekten kaçınması

  • Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu projesi

  • İki ülkenin karşılıklı olarak toprak bütünlüklerinden yana olması

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin çerçevesini 1992 yılında imzalanan “Ticaret ve Ekonomik İşbirliği”, “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması”, “Uluslararası Karayolları Taşımacılığı” antlaşmaları oluşturmaktadır. Ayrıca 2005 yılında “Karma Ekonomik Komisyon IV. Dönem Toplantısı Protokolü”, “Türkiye-Gürcistan Gümrükleri Arası İşbirliği Antlaşması”, “Serbest Ticaret Antlaşması”, “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Antlaşması” imzalanmıştır.

İki ülke arasındaki ilişkiler ekonomik antlaşmaların yanında askeri alanda da devam etmiştir. Gürcistan, bağımsızlığını kazandığı dönemde düzenli bir ordudan yoksundu. Ülkenin silahlı kuvvetleri paramiliter gruplardı. Ülkenin bölünme tehlikesi bulunmaktaydı. Türkiye, Gürcistan ordusunun modernizasyonu için gerekli yardımları yapma gayretinde olmuştur. Bu amaçla Türkiye, Gürcistan’ın NATO’ya katılması için çabalamış ayrıca 1996 yılında “Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Antlaşması”, 1998’de “Savunma Sanayi İşbirliği Antlaşması”, 1999’da “Beş Yıl Süreyle Gürcistan Silahlı Kuvvetlerine Mali Teknik Yardım ve Askeri Tesislerin Modernizasyonu Antlaşması” imzalanmıştır.

Türkiye ve Gürcistan topraklarında yaşayan halk, iki ülke arasındaki tarihi, etnik, dini ve kültürel ortak paydanın varlığını göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin politika üretmesinde duygusal davranmasına neden olabilmektedir.

Gürcistan’ın Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan gibi önemli sorunları vardır. Türkiye, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünden yana olduğundan dolayı, bu bölgelerin özellikle de Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık taleplerine sıcak bakmamaktadır. Türkiye, bu bölgelerin bağımsız olmaları halinde ayakta duramayacaklarını ve Rus himayesine gireceğini düşünmektedir. Acaristan ise Türkiye için özel bir konuma sahiptir. 1921 Kars Antlaşması ile Türkiye, Acaristan’ın garantör devletidir. Gürcistan, Türkiye’nin garantörlüğünden rahatsız olmaktadır. Çünkü halkının çoğunluğunun Müslüman olan Acaristan’ın Türkiye ile birleşmek istemesinden korkmaktadır.