ORTA ASYA VE KAFKASLARDA SİYASET - Ünite 2: Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-Soyvetler Birliği İlişkileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-Soyvetler Birliği İlişkileri

Sovyetler Birliği’nin Türkiye Üzerinde Baskıları

17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması’nın feshedileceği, 19 Mart 1945 tarihinde bildirildi. Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’nin SSCB’deki Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul ederek 1925 yılında imzalanan anlaşmanın iki ülke arasındaki dostluğu geliştirmek açısından önemli olduğunu belirtti. Ancak Molotov “özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen değişiklikler nedeniyle, anlaşmanın yeni şartları karşılayamadığı ve ciddi iyileştirmeler yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu” ekledi (İngiliz Ulusal Arşivleri, FO 371/48774). “Radikal şekilde değişen uluslararası konjonktür” temelde bir bahaneydi: Anlaşma 7 Kasım 1945 tarihinde sonlandırıldı. Feshetme ise bir tehdit olarak algılanmalıydı.

Feshetme ilanının yapılmasından iki hafta sonra Büyükelçi Selim Sarper Ankara’ya dönmüştür. Zamanın Amerikalı diplomatı E. L. Packer (Türkiye Geçici Maslahatgüzarı), Selim Sarper ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Sarper, Packer’e, “Sovyetlerin Türk toprakları olan Kars veya Ardahan üzerindeki iddialarını sürdüreceklerine inanmadığını ancak sorunun iki taraflı değil çok taraflı olduğunu vurgulayarak Montrö Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirilmesi için baskı yapmasını olası bulduğunu” belirtmiştir. 1925 Sovyet-Türk Anlaşması’nın feshedileceğinin ilanı hakkında bilgi aldıktan sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı 18 Nisan 1945 tarihinde “Sovyet-Türk İlişkilerinde ABD’nin Çıkarı” adlı gizli bir tutanak hazırlayarak Ankara’daki ABD temsilciliğine göndermiştir. Belgeye göre, “Sovyetler Birliği’nin Türkiye Cumhuriyeti politikasıyla, Çarlık Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik politikası arasında çok büyük fark bulunmamaktadır. Rusya’nın Türkiye ile ilgili olarak çıkarları genelde aynı kalmıştır: Güvenlik ve Türk boğazları aracılığıyla açık denizlere erişim isteği” (ABD Ulusal Arşiv, doc. 761.91/4-1845). Türkiye ve TürkSovyet ilişkileri konusunda derin bir analiz sonrasında, söz konusu belge şöyle sonuçlanmaktadır: “ABD, Montrö Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi konusundaki herhangi bir öneri için tavrını (1) eğer olacaksa Türkiye’nin egemenliği ve bağımsızlığına etkisi, (2) Boğazlar aracılığıyla yapılan ticarete serbestlik prensibi açısından etkisi, (3) uluslararası güvenlik sistemine uygunluğu ve (4) daha geniş olarak Balkanlar ve Doğu Akdeniz bölgesindeki siyasi ve stratejik etkilerini dikkate alarak temellendirmelidir.” Amerikalı bazı yetkililerin görüşlerine göre “Türk-Sovyet talihsizliği, sadece Boğazları değil Süveyş’i de kontrol etmeyi tasarlayan Sovyet politikasının başlangıç aşamasıydı” (İngiliz Ulusal Arşivi, FO 371/48774).

18 Haziran 1945 tarihinde, Molotov ve Sarper ikinci kez bir araya geldiler. Türk Büyükelçisi konuşmaya, Sovyetlerin 1921 Anlaşması çerçevesindeki toprak iddiaları ve Boğazlarda Sovyet askerî üssü açılması konularına ilişkin tartışmaları erteleyip ertelemediğini sorarak başladı. Molotov, Sovyetlerin iddiaları da dâhil olmak üzere karşılıklı iddialar ortada kaldığı sürece “bir ittifak anlaşması imzalama hususunda konuşmanın pek bir anlamı olmadığını ancak Türkiye Hükûmeti söz konusu iddiaları çözmek istiyorsa bunun Sovyet hükûmetinin bir ittifak anlaşması imzalamaya hazır olacağı bir zemin oluşturabileceğini” belirtti. Toprak ve askerî üs konularının bu iddialar listesinde olup olmadığı sorusuna Molotov tasdik eder şekilde cevap verdi. Selim Sarper Molotov’dan, görüşmelerin aksi hâlde başarılı olmayacağı gerekçesiyle, bu konuları bir süreliğine kenara bırakmasını istedi. Hükûmeti tarafından Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile bir anlaşma imzalamak istediği yönünde talimatlandırıldığını ekledi. Büyükelçi, Türk Hükûmetinin iddiaların ne bir tartışma konusu ne de müzakerelerin başlangıcını oluşturduğuna inandığını ifade etti.

Sovyet Dışişleri Bakanı, toprak iddiaları üzerinde ısrar etti. Türk ordusunu Sovyet topraklarını işgal ve “orada yanlış hareketler yapmak” ile suçlamak için tarihsel gerçekleri çarpıttı. Molotov, bunlara rağmen Sovyetlerin o zamanlar Türkiye’ye bağımsızlığını kazanması için yardım ettiğini ekledi. “Unutulmamalıdır ki Türkiye, Sovyetler Birliği’nin durumundan yararlandı. Ermenistan ve Gürcistan’ın bazı topraklarını ele geçirdi. Biz unutsak bile, Ermeniler ve Gürcüler bu olayı hemen unutmazlar. Biz de unutmayacağız. Eğer Türkiye Hükûmeti, sorunları Sovyetlerin istediği şekilde çözmek istiyorsa toprak konusu adil şekilde çözülmeli ve Sovyetlere yapılan haksızlığın çaresi bulunmalıdır (Molotov’un günlüğünden, AFP RF: s. 38)”. İngiltere Dışişleri Bakanlığına göre, V. Molotov’un Türk Büyükelçisi ile iki görüşmesi süresince dile getirilen talepler “keşif nitelikli” ve “görüşlerdeki değişikliğin başlangıcı” olarak tanımlanabilir. İngiliz yetkililerin analizlerine göre, “Sovyet hükümeti elbette Türklere bir şok yaşatmak için çaba sarf etmektedir. 1921 Türk-Sovyet Anlaşması’nın baskı altında yapıldığına inanmak için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Hem Kars ve Ardahan için hem de Boğazlar için Sovyet talepleri, doğrudan Dünya Organizasyonu’nun genel prensiplerine ve Stalin’in Yalta’daki belli taahhütlerine karşı yapılmaktadır” (İngiliz Ulusal Arşivi, FO 371/48774).

Potsdam Konferansı 17 Temmuz 1945 tarihinde başladı. Üç gün sonra, 20 Temmuz’da, Viacheslav Molotov, İngilizlerin Moskova’ya tevdi edilen 7 Temmuz tarihli Notasına cevap verdi. Muhtemelen Eden ile yaptığı görüşme Molotov’u, Türkiye’den toprak iddialarının ve egemenliğe tecavüzün, Konferans’ta gündeme getirilmesinin zor olacağına ikna etmişti. Cevabında, Sovyet Dışişleri Bakanı, Sovyetlerin Türk Hükûmetiyle görüşmelere girerek Müttefiklerle daha önceki hiçbir anlaşmayı bozmadığını, zira Sovyetleri “Boğazlar konusunu ilgilendirecek” bir ittifak anlaşması imzalamaya davet edenin Türkiye olduğunu açıklamaya çalıştı. Notada Türkiye hükûmetine “bu anlaşmanın sadece Boğazlar ve Sovyetler Birliği’nden ilhak edilen ve 1921 yılında Türkiye’ye katılan topraklar sorununun çözülmesiyle imzalanabileceği bildirildi” deniyordu (ABD Ulusal Arşivi, Doc. 761.67/7-2445).

Sovyet Talepleri ve Güney Kafkasya Cumhuriyetleri

Türkiye’deki Sovyet Büyükelçisi S. Vinogradov, toprak taleplerinin, Ermeni halkı için birşeyler yapmak gerektiği nedenine dayandığını açıklayarak V. Molotov’un tekliflerini teyit etti (Türk Sovyet İlişkileri, FO 371/48774). 1945 yılı Ağustos ayında, Potsdam Konferansı’ndan sonra, Ermenistan ve daha sonra Gürcistan, Sovyet Dışişleri Bakanlığının isteği doğrultusunda, Türkiye’ye karşı toprak taleplerini içeren taslağı hazırladılar ve uzun notlar hâlinde Molotov’a sundular. Bu iki cumhuriyetin sağladığı tarihi-etnografik notlara dayanarak “Sovyet-Türk İlişkileri Üzerine” isimli bir belge 18 Ağustos tarihinde SSCB Dışişleri Bakanlığında hazırlandı. Bu yeni belge detaylı şekilde Boğazlar üzerinde duruyordu. 19 Mart 1945 günü Sovyetler Birliği tek taraflı olarak 1925 tarihli anlaşmanın “açık şekilde günün şartlarına artık cevap vermediği” gerekçesiyle yenilenmeyeceğini açıkladı. Sovyet tarafı, belgede belirtildiği üzere kısa süre önce Londra’da gerçekleştirilen bir basın toplantısında “Çanakkale Boğazı’nın geleceği ve Türk-Sovyet Anlaşması’nın gözden geçirilmesinin birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan iki farklı konu olduğunu ifade eden” Türkiye Dışişleri Bakanı Hasan Saka ile aynı fikirde değildi. Sovyetler açısından SSCB ile Türkiye arasındaki herhangi bir uzlaşma, genel itibariyle iki konuya yönelmekteydi: Boğazlar ve Türkiye’nin Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nden ele geçirdiği ve topraklarına kattığı bölgeler (Türk Sovyet İlişkileri, AFP RF, 1-2).

“Türkiye’nin Transkafkasya Cumhuriyetleri’nden Ele Geçirdiği ve İlhak Ettiği Araziler Sorunu” başlıklı ikinci bölümde şu ifadeler kullanılmaktadır: “I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye tarafından ele geçirilen Ermeni ve Gürcü toprakları Sovyet-Türk ilişkilerinde ivedilikle çözülmesi gereken bir başka halledilmemiş konudur.” Belgede “... Bu gasp, Gürcistan ve özellikle Ermenistan’ın hayati toprak çıkarlarını feci şekilde yaralamış, stratejik güvenliklerini büyük ölçüde baltalamıştır. Ele geçirilmiş toprakların toplamda 26.000 km2 olduğu tahmin edilmektedir. Ermenistan 20.500 km2, tüm topraklarının yaklaşık %80’ini, Gürcistan ise 5.500 km2, Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti’nin %8’ini kaybetmiştir” ifadeleri yer almaktadır. Belgede ayrıca II. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya karşı Sovyet zaferiyle birlikte, ABD’de ve Orta Doğu’da yaşayan Ermenilerin Ermenistan’a, tarihi ana vatanlarına dönmek istedikleri kaydedilmektedir. “Bugün Ermenistan’ın sınırlı toprakları yurtdışından gelen Ermenileri yerleştirmede sıkıntıya neden olmaktadır. Taşlı ve kurak araziler yerleşime uygun değildir” (ss. 13-18). S. Kavtarazde, Türkiye’den alınması gereken Güney Kafkasya Cumhuriyetlerine ait toprakları tespit ederek Molotov’a sunmak üzere bir proje taslağı hazırlamak amacıyla bu belgeyi kullanmıştır. 26.000 km2lik alandan Ermenistan 20.500 km2, Gürcistan ise 5.500 km2yi umut edebilirdi. Gürcü Dışişleri Bakanlığı Batum bölgesinin güneyini; Artvin, Ardahan ve Oltu yörelerini istedi. Kavtaradze raporunda son olarak Ardahan ve Oltu’nun Ermenistan’a verilmesini planladı (Kiknadze’den Beria’ya, AGP: 49-50).

1 Kasım 1945 tarihinde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, TBMM 3. Dönem açılışında bir konuşma yaptı. Konuşmasında Türk iç ve dış politikası ana konularına ve karalayıcı Türk karşıtı kampanyanın analizine yer verdi. Ana konulardan bahsettikten sonra İsmet İnönü, Sovyet medyasında sıklıkla yer alan suçlamalara ve savaş zamanlarında Boğazlardan Sovyet askeri gemilerinin geçişi hakkında Molotov ile Sarper arasında gerçekleştirilen görüşmelere değindi (Sovyet Büyükelçiliğinden Sovyet Dışişleri Bakanlığına, SAAR: ss. 8-10). Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçiliği, İnönü’nün konuşmasını gecikmeden Rusça’ya çevirdi ve SSCB Dışişleri Bakanlığına gönderdi. Sovyet Dışişleri Bakanlığı bu konuşmayı Sovyet liderleri için hayli eleştirel bir şekilde özetledi: “Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Konuşması Üzerine Yorumlar” başlıklı belge, Türkiye’nin, Kafkasların Almanya tarafından işgaline karşı çıktığı tezi konusunda şüphe uyandırmaktadır. “Bu konsantrasyon gerçekleşti ve Sovyet ordusunun Kafkasya’da Almanlara karşı savaşmak için Sovyet sınırlarına yakın Türkiye kıyılarına ve Türk Karadeniz limanlarına ihtiyaç duyabileceği öngörüsüyle gerçekleşti. Aslında Türk birlikleri Almanları durdurduğu için değil, 1942 sonunda güzergâh olarak Stalingrad benimsendiği için Kafkaslar’a doğru atılım yapılmadı” (Kornev: 21-22).

22 Aralık tarihinde Ankara Radyosu, Moskova Radyosundan gelen tehditlere cevap olarak Türkiye’ye karşı Sovyet talepleri hakkında özel bir program yayınladı. Ankara Radyosu Türkiye’nin başka ülkelerin topraklarına ihtiyacı olmadığını ancak gerektiğinde kendi topraklarını savunmaya hazır olduğunu; bu sebeple, Türkiye’nin Moskova Konferansı’nın bu konuyu gündeme getirmesini ve Türkleri sinirlendirmesini beklemediğini duyurdu: “Eğer bu bir sinir harbiyse, herkes bilmelidir ki Anadolu’da yaşayan Türkler sinirlerini bağımsızlık için savaşırken güçlendirmişler ve çelik kadar sağlam hale getirmişlerdir” (Kiknadze’den Charkviani’ye, Dış Basında Yankılar, AGP: 72).

Türkiye’nin Batı Bloku ile Yakınlaşması

8 Ocak 1946 tarihinde Türkiye Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, BM Genel Kurulu ilk oturumu öncesinde mevcut durumu Amerikan Büyükelçisi Edwin Wilson ile görüştü: “Moskova Radyosu ve basın, Ermenistan ve Gürcistan’ın toprak talepleri, Türkiye’de komünist propaganda yapan basın organları, Türk Hükümeti’ne zarar verebilecektir. Türkiye’yi daha iyi bilmesi gereken Sovyetler’in böyle bir hata yapması beni şaşkınlığa uğrattı. Sovyetlerin faaliyetleri, Türkleri Sovyet talepleri karşısında birleşmeye teşvik etti. Sovyet taktikleri buradaki tepki sonucunda dengeyi ortadan kaldırdı, SSCB’yi bundan sonra ne yapacağını bilemez hale getirdi...” Başbakan “Sovyetlerin Türkiye’ye ilişkin amaçlarını terketmeyeceklerinden ancak uygun bir fırsat ortaya çıkana kadar her türlü eylemi erteleyeceklerinden” emin olduğunu söyledi (ABD Büyükelçisinden ABD Dışişleri Bakanlığına, FRUS: 806-807). BM Genel Kurulunun ilk oturumu, Londra’da 10 Ocak 1946 tarihinde başladı. ABD Dışişleri Bakanı James Byrnes, SSCB Dışişleri Bakanı Andrey Vyshinskiy ve İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’in katılımıyla gerçekleşen oturum, yeni örgütün barışa hizmet edebileceği yönünde güçlü bir umut ışığı ortaya çıkardı. Türk Dışişleri Bakanı Hasan Saka, Türk heyetine başkanlık etti. 11 Ocak günü H. Saka, İngiliz Dışişleri Bakanı E. Bevin ile görüştü ve Türk-Sovyet ilişkilerini tartıştı. Bevin’i 1921 yılında Türkiye ile Sovyet Rusya’sı arasında imzalanan Moskova ve Kars Anlaşmaları hakkında bilgilendirdi. H. Saka “Kars Anlaşması’nın Türk ve Sovyet Hükûmetleri arasında sınır konusunda kesin çözüm için özgürce müzakere edildiğini ve Stalin’in de müzakerelerde yer aldığını ve haritada sınır hattını çizdiğini” ifade etti (ABD Ulusal Arşivi, Doc. 761.67/3-2646). Ayrıca Bakan, 17 Ocak tarihinde Londra’da ABD Dışişleri Bakanı Brynes ile görüştü. Brynes, Türk toprakları üzerinde ve Çanakkale’de askeri üsler kurma yönündeki Sovyet isteği karşısında endişelerini dile getirdi. Türk Bakan, Amerikalı muhatabına ülkesinin Moskova’dan bu yönde hiçbir resmî talep almadığını söyledi ve altı ay önce Sovyetler Birliği’nin 1925 yılında imzalanan anlaşmanın gözden geçirilmesi için gerekli koşulları açıkladığını ekledi. Buna göre, Sovyetler Birliği Kars ve Ardahan’ı geri istiyor ve Boğazlar rejiminin gözden geçirilmesini talep ediyordu. Bu bölgelerin etnik kompozisyonunun sorulması üzerine Türk Bakan, Kars ve Ardahan’da yaşayanların Türk olduklarını, Türkçe konuştuklarını ve Türk hükûmetinin sunduğu demokrasiden tamamiyle hoşnut olduklarını ifade etti (ABD Ulusal Arşivi, Doc. 761.67/1-1746; Doc. 761.67/3-446).

Soğuk Savaşın Tırmanması

1947 yılının başlarında Sovyetler Birliği, Hatay sorununu Türkiye üzerinde yeni bir baskı unsuru olarak kullanmak üzere, Suriye’yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine gitmeye zorladı. Sovyet Maslahatgüzarı Pavel Yershov ile Suriye Büyükelçisi arasındaki ilk görüşmeler, 1947 yılının Ocak ayında Ankara’da büyük bir gizlilik içerisinde gerçekleştirildi. 26 Ocak’ta, Yershov’un verdiği bilgileri değerlendiren Vladimir Dekanozov, ülkesinin Güvenlik Konseyine gitmesi hâlinde Sovyetler Birliği’nin bunu destekleyeceğini, Suriye Büyükelçisine bildirmesi yönünde Sovyet Maslahatgüzarına talimat verdi (AFP RF, cilt 2, s. 1). Suriye ve Türkiye arasındaki ihtilafın körüklenmesine büyük ilgi duyan Sovyetler Birliği, Suriye’nin cevabını beklemeden, sorunun BM Güvenlik Konseyine taşınması gerektiğini haklı çıkaran, Hatay ve Kilikya sancakları hakkında geniş bir döküman hazırladı. Sovyet Dışişleri Bakanlığı, Hatay ve Kilikya Sancakları hakkında bilgilendirici mektubu, Ortadoğu Daire Başkanı Ivan Samylovskiy, Türkiye’deki Sovyet Maslahatgüzarı P. Yershov, Mısır’daki Sovyet diplomatik temsilci A. Shiborin, Suriye ve Lübnan’daki Sovyet Büyükelçisi D. Solod ve Irak Büyükelçisi G. Zaytsev’e gönderdi. Samylovskiy, Suriye’nin sorunu BM’ye taşıyacağına ilişkin yabancı basın tarafından yayınlanan haberlerin Suriye tarafından teyid edilmediğini diplomatlara bildirdi. Ancak “konunun istisnai önemine binaen, belge hakkındaki yorumlarının ve bu konudaki diğer görüşlerinin bildirilmesini talep etti” (AFP RF, cilt 2, s. 20).

1950-1989 Arası Türk-Sovyet İlişkileri

Yeni incelenen arşiv belgelerinin analizi, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak talebi ile Boğazlar üzerinde ortak kontrol mekanizması kurulması talebinin, Soğuk Savaş dönemi Türk-Sovyet ilişkilerinin önemli bir parçası olduğunu göstermektedir. “Soğuk Savaş” ifadesinin henüz kullanılmadığı bu dönemde, Türkiye ile ilgili diplomatik, askerî ve siyasi yazışmalar bir “sinir harbi” yaşandığına işaret etmektedir. 1945-1953 yılları arasında, Sovyetler Birliği bir süper güce dönüşürken Türkiye Baltıklardan Karadeniz’e kadar olan bölgede Sovyet etkisinden kaçabilen tek ülke durumundaydı. Diğer taraftan Ankara bunun bedelini çok ağır ödemişti. Faşist Almanya’ya karşı kazandığı zaferin etkisiyle Sovyetler, Mayıs 1953’e kadar, Boğazlar ile Kars, Ardahan ve Artvin üzerinde hak iddia etmeye devam etmiştir. Sürekli tehdit ve şantaj karşısında Türkiye, sinir harbini oldukça büyük bir orduyu hazır tutarak aşmaya çalışırken ekonomik açıdan ciddi sıkıntı yaşamaktaydı. Türkiye’nin baskı altında tutulması yönündeki Sovyet politikasına Güney Kafkasya Cumhuriyetleri Gürcistan ve Ermenistan da katkı sağlamıştır. Bu bölgede Moskova tarafından kışkırtılan milliyetçilik dalgası, esasen Stalin’in planları arasında en zayıf halkayı teşkil etmiştir. Bu bağlamda, Ermenistan ve Gürcistan’ı kullanarak Türkiye’yi bunaltma ve karşı uluslararası kamuoyu yaratma çabaları sonuçsuz kalmıştır.