ORTA DOĞUDA SİYASET - Ünite 8: Küresel Güçlerin Orta Doğu Politikası: Mücadelenin Diplomatik ve Stratejik Boyutları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Küresel Güçlerin Orta Doğu Politikası: Mücadelenin Diplomatik ve Stratejik Boyutları

İngiltere’nin Orta Doğu Politikası

İngiltere sahip olduğu sömürge imparatorluğuna en büyük tehdit olarak Almanya’yı görmüştür. Almanya’nın PanGermanist politikasının orta Avrupa’da ideolojik etkisinin de artması ile birlikte İngiltere’nin endişelerini arttırmıştır. 20. yüzyılda Almanya ve müttefiki Osmanlıyı etkisiz bırakarak, Mezopotamya’da çarlık Rusya nüfuzunu önleme politikası izlemiştir. İngiltere, Ortadoğu’da kurmayı planladığı düzende, Fransa ile kısmen ortaklık ittifakı benimsemiştir.

İngiltere ile Rusya’nın yaptığı Anadolu paylaşım planlarında, boğazların kontrolünü ele geçirme doğrultusunda Kafkaslar’da Ermeni ayaklanması desteklenmiş ve Amerika himayesinde bir Ermeni devleti kurulması istenmiştir. İngiltere, 1907 yılında Osmanlının Çarlık Rusya’sı karşısındaki toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik politikasında değişikliğe gitmiştir. Almanya’nın Osmanlı ile yakınlaşması sonucunda Bağdat demiryolu ile petrole ulaşması, askeri ve ekonomik yardımlarını arttırması ve Ortadoğu’da nüfuz kurabilmesi korkusu nedeniyle İngiltere, Rusya ile ittifak yolunu seçmiştir.

Ortadoğu’da Alman deniz gücünü sekteye uğratmak için Fransa ile birlik olunması çıkarlara uygun bulunmuştur. 1905’te Rusya’nın Japonya karşısında aldığı mağlubiyet Rusya’nın ikinci sınıf askeri güç olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Alman-Rus Bağdat demiryolu projesini yürütmesini şüphe ile karşılayan İngiltere, Rusya’nın İran önünde baskı unsuru olarak kullanılabileceğini düşünmüştür.

İngiltere, deniz egemenliğini koruyabilmek için Londra’nın çıkarlarını destekleyecek küçük devletler kurulmasının sağlanması politikasını başlatmıştır. Bu bağlamda Arap milliyetçiliğini Osmanlı devletine karşı ideolojik eksen olarak kullanmıştır. İngiltere bir yandan Ortadoğu’da petrol kaynakları ararken, bir yandan da hilafeti Osmanlıdan alıp kendi kontrolü altındaki Arap devletlerine devretmeyi amaçlamıştır. Bu durum Abdülhamit tarafından erken fark edilerek, Osmanlı topraklarının pay edilme planlarına karşı cihat tehdidini politik enstrüman olarak kullanmıştır.

İngiltere kendi yönetimi altındaki Müslüman halkın Osmanlı hilafetinden etkilenmesini önlemek amacı ile Arap devletleri üzerindeki etkinliğini arttırarak hilafetin bu zayıf devletlerin kontrolüne geçmesini sağlamaya çalışmıştır. Basra körfezinde imtiyazlar elde ederek bu bölgeyi kontrol etmeyi amaçlamıştır. Böl ve Yönet politikası ile Suudilere destek vermiştir. Ancak 1. Dünya Savaşı sonrası İngiliz emperyalizmi uzun ömürlü olmamıştır.

Çarlık Rusya’sı ve Orta Doğu

Rusya 19.yy’da büyük güçler mücadelesinde İngiltere ile Hindistan yarımadasının kontrolü ile ilgili rekabet içinde olmuştur. Bunun yanı sıra Türk boğazlarını ele geçirerek Akdeniz’e inmek Rusya’nın asli stratejik hedefi olmuştur. Rus modernleşmesinin öncüsü Çar Petro, Ortadoğu’ya açılan koridor olarak tanımlanan Karadeniz ve Türk boğazında hâkimiyet kurmayı amaçlamıştır.

SSCB’nin Orta Doğu Politikası

Rusya’nın Türk boğazlarını ele geçirme hedefi Stalin tarafından da sürdürülmüştür. Sovyetler döneminde Ortadoğu bölgesindeki hâkimiyet politikasını sömürge ve yarı sömürge halkların özgürleştirilmesi doktrinine bağlamıştır. Buna göre batı sömürgeciliğinden kurtulmak için Marksist-Leninist ideolojiye dayalı bağımsızlık savaşlarının işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.

Bu maksatla emperyalist güçlere karşı birleşik cephe oluşturulmasına karar verilmiş ve anti-emperyalist halk kitlelerinin ulusal reformcu liderler himayesinde desteklenmesi kararlaştırılmıştır. Sovyetler bu amaçla Ortadoğu’daki komünist parti üyelerine destek çabalarını yoğunlaştırmıştır.

Sovyet dış politikası büyük güçler mücadelesinde Ortadoğu dengesinin belirlenmesinde başat unsur olmuştur. Sovyetlere göre Ortadoğu krizinin asıl sebebi olarak gösterilen Arap-İsrail uyuşmazlığı, İngiltere ve ABD’nin ortaklaşa politikalarının sonucudur. SSCB, Mısır’ın ekonomik ve askeri kalkınmasına yardımcı olmuş ve Ortadoğu dengelerinin şekillenmesinde Arap ülkelerinin yanında yer almıştır.

2. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu politikasını soğuk savaş dinamikleri içerisinde incelemek gerekir. Bölgede Fransız ve İngiliz varlığının azalması ile boşluğu soğuk savaşın iki büyük aktörü Sovyetler ve ABD doldurmuştur.

Rusya’nın Orta Doğu Politikası

SSCB’nin dağılması dünya güç dengelerini değiştirmiş ve ABD’nin Ortadoğu ve Çin sınırına kadar olan bölgeyi kontrol altına alacak hamlesi ile şekillenen süreci tetiklemiştir. Rusya, 1991-2000 yılları arasında ana vatan topraklarının dağılma tehlikesini önlemek, Çeçenistan savaşını kontrol altına almak ve ekonomiyi düzenlemek gibi sorunlarla uğraştığı bir geçiş süreci ile karşılaşmıştır.

Rusya, Ortadoğu’da etkin rol oynayıp siyasi etki alanı oluşturarak, ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde pazarlık gücü elde etmeye çalışmıştır. Rusya, Ortadoğu’da yer alan meselelerin çözülmesine sunacağı katkı ile küresel büyük güç imajını pekiştirmeyi istemektedir. Bunun yanı sıra Ortadoğu politikaları Rusya’nın Müslüman dünya ile ilişkilerinde önemli bir faktördür.

Arap baharından sonra bölgede değişime uğrayan güçler dengesi, Rusya için hem fırsatlar hem de tehditler barındırmaktadır. Rus siyasal eliti, Arap baharının sonuçlarını değerlendirme açısından bölünmüştür. Bir taraf Arap baharını bölgenin demokratikleşmesinden çok, istikrarsız hale gelmesi ve radikal İslam tehlikesinin artması olarak algılarken, diğer taraf ise devrimlerin bölgede meydana gelen sosyal değişimin bir sonucu olduğunu düşünmektedir. Arap baharının ilk dönemlerinde Rusya daha pasif bir politika izlerken bölgenin diğer aktörleri ile olan ilişkisini bozmak istememiştir ve yeni durumun ortaya çıkaracağı fırsatlardan yararlanmaya çalışmıştır. Rusya, Ortadoğu’da daha aktif bir dış politika izlemeyi amaçlamıştır.

Soğuk savaşın sona ermesiyle Rusya, Müslüman ülkelerle yeniden yakınlaşarak, Çeçen savaşçıların Arap dünyasındaki desteğini kesmeyi amaçlamıştır. Sovyetlerin dağılmasıyla Rusya’nın güneyinde İslam etkisinin yeniden artması, Rusya’nın İran ile ilişkilerine öncelik vermesine neden olmuştur. Rusya’nın Ortadoğu’da ilgilendiği diğer mesele, Arap-İsrail anlaşmazlıklarıdır. Sovyetler döneminde göç etmelerine izin verilmeyen Rusça konuşan Yahudilerin birliğin dağılmasından sonra göçüne izin verilmesi, Çeçen savaşında İsrail’in Rusya’nın yanında yer alması, iki devletin ilişkilerini olumlu yönde etkilemiştir. Ancak Rusya’nın Suriye ve İran ile askeri saha ve nükleer enerji konusunda işbirliği halinde olması, iki ülkenin arasında belirli problemler yaşanmasına neden olmuştur. Rusya’nın bölgedeki bütün ülkelerle irtibat halinde olması, bölgede önemli problemlerin çözümünde aracı rolü oynamasına imkân tanımaktadır.

Rusya, Ortadoğu’da ABD’nin bölgeyi tek başına kontrol etmesinden rahatsızlık duymaktadır. Rusya, ABD ile Ortadoğu’da doğrudan bir çatışmanın yarardan çok zarar getireceğinin farkındadır. Rusya, Çin ve İran ile ortak hareket etmektedir. Örgütsel düzlemde ise Rusya, Şangay örgütü ile NATO ve AB’nin üstünlük girişimlerini dengelemeyi amaçlamaktadır. Putin döneminde Batı’nın tek taraflı politikalarının sorgulandığı bir dönemi gündemde tutmaya çalışarak Rusya, Ortadoğu’daki siyasi süreçlere daha aktif bir şekilde müdahil olmaya başlayacaktır.

Rusya-İran İlişkileri

Rusya, Körfez savaşı sırasında Irak’ı desteklemesine rağmen, daha sonraki süreçte İran tarafına geçmiştir. Bu tarihten sonra askeri teknoloji, nükleer teknoloji noktalarında ilişkiler gelişmiştir. Olumlu ilişkilere rağmen iki ülke, arada bir takım problemler yaşamıştır (Hazar Denizi, nükleer teknolojinin zamanında ödenmemesi vb.). Rusya, İran’da nükleer santral inşa etmesine rağmen İran’ın nükleer silahlara sahip bir güç haline gelmesini istememiş ancak herhangi bir ülke gibi İran’ın da barışçıl amaçlarda kullanılmak üzere nükleer program geliştirme hakkına sahip olduğunu savunmuştur. Rusya, İran’ın nükleer programı ile ilgili problemlerin diplomatik yollarla çözülmesinden yana tavır almaktadır.

Rusya-İsrail İlişkileri

Soğuk savaş döneminde SSCB, Arap ülkeleri yanlısı bir politika benimserken, günümüzde Rusya ve İsrail arasında yeni ilişkiler gelişmiştir. Sovyet yaklaşımına göre Ortadoğu’da asıl önemli soru, İsrail’in gerçekten barış isteyip istemediği, istiyorsa da ne tür bir barış istediğidir. Rusya’dan İsrail’e göç eden Yahudiler, iki ülke arasında ilişkileri etkileyen en önemli faktördür. Rusya, İsrail ile askeri teknolojik alanda ilişkilerini geliştirmek istediğini bildirmiştir. İsrail de Rusya ile ilişkilerini geliştirmek konusunda olumlu görünmektedir.

Putin’in 2005 ve 2012 yıllarındaki ziyareti, iki ülke ilişkilerinin gelişmesine katkı sağlamıştır. Ancak Rusya’nın İran ile ilişkileri ve Esad rejimine verdiği destekler, İsrail ile ilişkilerinin gelişmesindeki en büyük engel olarak ifade edilmiştir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi de gelişmektedir.

İki ülke arasında ilişkiler olumlu gelişmeler kat etmesine rağmen, İsrail’in arzuladığı seviyeden uzaktır. Rusya’daki Yahudi karşıtı çevreler bu ilişkilerin yavaş ilerlemesindeki en önemli etkenlerdendir. İki ülkenin ilişkilerini olumsuz etkileyen diğer bir nokta ise İsrail ve ABD’nin terörist olarak tanımladığı Hamas’a Rusya’nın olumlu yaklaşmasıdır. Hamas’a karşı bu tutumu Rusya’nın Ortadoğu’daki Arap ülkeleri arasında prestijinin artmasına ve daha etkin bir rol oynamasına imkân vermektedir.

Arap Baharı ve Rusya’nın Politikası

Ortadoğu’da meydana gelen olayların, Rusya’nın bölgedeki varlığına zarar vermekten ziyade, Rusya’nın çıkarına ilerleyeceği yönünde bir beklenti oluşmuştur. Rusya, bölgedeki ilk olaylara yönelik bekle ve gör politikasını takip etmiştir. Kuzey Afrika’daki olaylara hazırlıksız yakalanan Rusya, Libya’dan sonra önemli müttefiki olan Suriye’yi kaybetmek istememiştir. Suriye’nin stratejik konumu, mevcut rejimle iyi ilişkiler sayesinde elde edilen askeri ve ticari çıkarlar dolayısıyla rejim değişikliği istememektedir. Suriye, Rusya’nın bölgede çok boyutlu işbirliği geliştirdiği en önemli ülke olarak ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle de BM tarafından Suriye’ye yaptırım uygulanmasını defalarca veto hakkı ile engellemiştir. Rusya, BM nezdinde ve uluslararası platformlarda Suriye’nin savunuculuğunu üstlenmektedir.

ABD’nin Orta Doğu Politikası

ABD II. Dünya savaşı sonrasında bölgeye olan ilgisini arttırmıştır. Çin, ABD’nin Ortadoğu ve Afrika bölgesindeki en büyük rakibi olarak görülmektedir. Soğuk savaş sırasında ABD, politikasında radikal değişime giderek İngiltere’nin etki alanını üstlenmektedir. Batı ve Güney Avrupa’daki güç boşluğu askeri alanda NATO, ekonomik alanda Marshall Planı ile ABD tarafından doldurulur.

1917’de Balfour deklarasyonu ile başlayan Filistin’de Yahudi devleti kurulması planı, 1948’de ABD’nin desteği ile İsrail devletinin kurulması ile sonuçlanmıştır.

1945 sonrası İran’da ABD etkisi olumlu olmuştur. İki ülke arasındaki kırılma sıkı bir cumhuriyetçi olan Eisenhower’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla başlamıştır. Lübnan başkanı 1958’de komünist rakiplerine karşı ABD’den yardım istemiş ve ABD, birliklerini Lübnan’a göndermiştir. Bununla ABD, bölgede aktif ve etkili aktör olduğu mesajını vermiştir. Bölgesel çekişmelerin içine çekilerek ülkelerin içişlerine müdahale etmek, ABD’nin Arap dünyasında itibar kaybına neden olmuştur. ABD’nin fiziksel olarak Ortadoğu’ya uzak olmasına rağmen, Sovyetlerden daha etkili olduğu görülmektedir.

ABD, Arap-İsrail çatışmalarında İsrail’in tarafında yer almıştır. Savaş, İsrail’in galibiyetiyle sonuçlansa da, uzun vadede Arap ülkelerini ABD’ye karşı yabancılaştırmıştır. ABD, İran ile Pehlevi döneminde yakın bir işbirliğine girmiştir. Humeyni devrimi sonrası ise İran ile ABD arasındaki yakın ilişki sona ermiş ve İran, bölgede Amerikan karşıtlığının merkezi haline gelmiştir. 1979’da ABD büyükelçiliğinin basılarak diplomatik personelin kaçırılması, krizin artmasına neden olmuştur.

1980’de İran’daki yeni rejimin askeri alandaki zayıflığını fırsat bilen Irak lideri Saddam Hüseyin, İran’a saldırmıştır. 8 yıl süren savaşta her iki taraf tam bir galibiyet sağlayamamış, büyük güçler olarak tabir edilen ülkeler ise her iki tarafa silah satışları yaparak sanayilerine kaynak sağlamışlardır. Savaşın bitmesi ise Batılı devletlerin, petrol yollarının tehlikede olduğunu düşünmeleriyle gerçekleşmiştir. Bu süreçte ABD, Basra Körfezi’ne donanma göndermiş ve her iki devlet tavizler vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır. 1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi nedeniyle Arap devletlerinin baskısı sonucunda Birleşmiş Milletler ve ABD liderliğinde koalisyon oluşturulmuş ve hava harekâtı başlamıştır. Bu harekât sonucunda ateşkes imzalanmıştır. Savaş sonrası Arap devletleri arasında bir birlik sağlanamayacağı ortaya çıkmıştır ve bölgede uzun yıllar sürecek istikrarsızlık dönemi başlamıştır. Bu durumdan faydalanan İran, güçlenen bir aktör olarak Orta Doğu sahnesine geri dönmüştür.

Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Ortadoğu’da Hegemonik Güç Politikalarının Geleceğindeki Belirsizlikler

Körfez Savaşı sırasında Soğuk Savaş’ın iki tarafı olan SSCB ve ABD, eşine rastlanmamış bir işbirliği göstererek BM çerçevesinde art arda kararların alınmasında etkili olmuşlardır.

ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik izlediği politikalar üzerinde en etkili unsurlardan biri, İsrail ile olan ilişkileri olmuştur. ABD, Ortadoğu’da yer alan diğer ülkelere verdiği tavizler karşılığında beklentileri olmasına rağmen İsrail’e verdiği destekte bir ön şart aramamaktadır. İsrail ne yaparsa yapsın ABD’nin verdiği destek değişmemektedir. İsrail’e verilen Amerikan desteğinden dolayı İsrail’in Filistin topraklarını uzun zamandır işgal atında tutması, Arap ve İslam dünyasında Amerikan karşıtlığını besleyen unsur olmuştur.

ABD’nin 2000’li yılların başında izlediği politikayı kökünden değiştiren olay, 11 Eylül 2001 saldırıları olmuştur. Bu saldırılarla baş edebilmek için ABD, güvenlik politikalarında köklü değişiklikler yapmıştır. ABD; Kuzey Kore, İran ve Irak’ın içinde bulunduğunu ifade ettiği şer ekseninin, kitle imha silahlarına sahip olma çabalarının bertaraf edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Bununla birlikte bu ülkelere yönelik müdahalede bulunma hakkını savunmakta fakat aynı zamanda kitle imha silahı geliştirerek bu kategoride yer alabilecek olası ülkelere aynı biçimde davranabileceği mesajını vermektedir.

Irak savaşı, Orta Doğu’daki politik manzarayı etkileyerek bölgenin güçler dengesinde değişiklik yaratmıştır. İran, kendini bölgenin yeni hâkimi olarak ilan ederek bu konumdan faydalanmıştır. Irak savaşının en olumsuz tarafı ise küresel ölçekte Amerika’nın demokratik imajı ve siyasal prestijinin sarsıntıya uğramış olmasıdır.

İran, İslam devriminden sonra terörizmi desteklemek, insan hakları ihlalinde bulunmak, kitle imha silahları yapmak gibi suçlamalarla en büyük gündem maddesi haline gelmesinin yanı sıra, nükleer çalışmalarını hızlandırması asıl endişe konusu olmuştur. İran’ın Şii bir devlet olması ve dinsel kimliğini bölgede yaymak istemesi ABD’yi rahatsız etmektedir. ABD, Ortadoğu politikasında geçmişten farklı olarak değişikliğe gitmiş ve İran, Irak, Kuzey Kore gibi devletleri haydut devletler olarak ilan etmiştir.

Suudi Arabistan ile ABD arasında petrol ile ilgili süreçlerden dolayı bir birliktelik olmuştur. ABD, 1990 sonrası politikasını, bölgedeki bu zenginliğin bölge içi ya da dışı bir gücün eline geçmesine engel olmak olarak değiştirmiştir. Suudi Arabistan ise krallığının bütünlüğünü ve egemenliğini korumayı amaç edindiğinden ve bunu tek başına devam ettiremeyeceğini bildiğinden ABD’nin siyasi ve askeri desteğine dayanmak zorunda kalmıştır.