ORTA DOĞUDA SİYASET - Ünite 2: 20.Yüzyılda Orta Doğu: Sömürgecilikten Bağımsızlığa Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: 20.Yüzyılda Orta Doğu: Sömürgecilikten Bağımsızlığa

Lübnan: Bağımsızlık Beklentisi Mandaya Dönüşüyor

1516’dan 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde kalan Lübnan, Birinci Dünya Savaşı’nda, İngiliz hükümetinin etkisiyle, Osmanlı İmparatorluğuna karşı İngiliz Hükümetini desteklemiştir. İngiliz Hükümeti bunu yaparken Osmanlının bölgeden çekilmesi sonrasında bağımsız Arap devletleri kurulacağı konusunda Müslüman Arap halkları büyük beklentiye sokmuştur fakat Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeden çekilmesi gündeme geldiğinde; Müslümanlar bağımsızlık beklentisine girerken, Marunîler manda yönetimini tercih ettiklerini ortaya koymuşlardı.

San Remo Paylaşım Anlaşması doğrultusunda Fransa’nın 1920’de Suriye’den Faysal’ı çıkararak denetim sağlamasıyla beraber bu devletin Suriye ve Lübnan’daki denetimi de başladı; Suriye ve Lübnan’daki ulusal birliği sağlamak ve güçlendirmek yerine etnik, dinî ve mezhepsel farklılıkları olabildiğince derinleştirmeye çalışıp bu doğrultuda ilk uygulamayı 1920’de ayrı bir Lübnan Devleti oluşturarak yaptı.

Fransa, Suriye’den farklı olarak daha 1926’da kabul ettiği bir anayasa ile Lübnan’a parlamenter demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyet görünümü vermiştir ve 1926 Anayasası Lübnan’ın bağımsızlığını öngörmediği gibi, Fransa ile Lübnan yetkilileri arasındaki bir anlaşmaya da dayanmamaktaydı.

Fransa, 1936’da Suriye ile olduğu gibi Lübnanlı yetkililerle de bağımsızlığa ilişkin bir antlaşma imzaladı ve tüm Manda haklarını Lübnanlı yetkililere devretti. Bu gelişmenin ardından bağımsızlık havasına giren Lübnan Meclisi 1937’de toplanarak Emile Edde’yi cumhurbaşkanlığına seçti. Sünni Müslümanlar ve Hristiyanlardan seçilen yönetim nüfus oranlarındaki eşitlik ilkesine dayandırılıyordu.

Şiiler, 1943 Ulusal Paktı çerçevesinde ortaya çıkan iktidar paylaşımında yeterli oranda temsil edilmemişlerdi ve zamanla nüfuslarının diğerlerine göre daha hızlı artmasıyla buna en şiddetli karşı çıkan taraf olmuşlardır. Manda yönetimi altında birer parlementer sistem haline getirilen Suriye ve Lübnan’ı bağımsızlığına kavuşması Fransa’nın 1946 yılında ülkeyi terke etmesiyle mümkün olmuştur.

1975 iç savaşına kadar seçimle değişen farklı cumhurbaşkanları ile bu yönetim biçimi devam etmiştir. Lübnan’da bağımsızlıktan sonra yaşanan krizlerden ilki 1958’de Hristiyan Cumhurbaşkanı Camille Chamoun’un görev süresini uzatmak istemesinden kaynaklanan ve ABD’nin yardıma çağrıldığı kriz, ikincisi ise 1976 iç savaşıdır. Ayrıca biri 1978’de, ikincisi 1982’de ve son olarak 2006’da olmak üzere ülke üç defa İsrail tarafından işgal edilmiştir. 1989’da Suudi Arabistan’ın aracılığıyla Taif’te imzalanan antlaşma iç savaşı sona erdirirken, Müslümanların Hristiyanlar karşısında dezavantajlı konumunu sona erdirmekteydi.

Osmanlıdan Baas’a Uzanan Suriye’de Zorlu Süreç

1914 ile 1922 yılları arası tarihî gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Özellikle I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber Osmanlı ordusunun Mısır-SuriyeHicaz cephesindeki katı yönetimi karşısında Arap milliyetçiliğinin yoğunlaştığı gözlenmiştir.

Arap temsilcilerin katılımıyla oluşan Suriye Ulusal Kongresi Mart 1920 Faysal’ı Suriye Kralı ilan etmiş, Fransa buna karşı çıkmıştır. 1925 yılına gelindiğinde Fransa, Halep, Şam, Lazkiye (Alawite State) ve Cebel-i Dürzî’yi dört ayrı eyalet hâline getirerek her birinin ayrı hükûmete ve ayrı Fransız danışmanlara sahip, Suriye devletini oluşturdu.

Suriye Meclisinin 1929 yılında hazırladığı anayasa taslağını kabul etmeyen Fransa, bir yıl sonra manda rejimini garanti altına almak için kendi hazırladığı anayasa taslağını empoze etti.

Fransa 1936’ya kadar yoğun iç ayaklanmalarla uğraştı. 1936’da imzalanan antlaşma ile Suriye kağıt üzerinde de olsa bağımsızlığını kazandı. 1938’de Fransız parlamentosunun anlaşmayı onaylamaması ve ardından 1939 yılında Alevi ve Dürzilerin özerkliklerini tanıması üzerine Suriye yine bölünmüş ve bağımsızlıktan yoksun hale gelmiştir. 1946 yılında Fransa’nın Suriye’yi terk etmesiyle bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak uzun süre iç ve dış savaşlar yaşanan Suriye’de, 1950’den itibaren Baas’ın hakim olduğu bir yönetim dönemi başlamıştır.

Ürdün: İngiliz Sömürgesinden Bağımsız Devlete

1921’de İngilizlerin eliyle bir devlet hâline getirilen Ürdün, aslında İngiliz politikalarının hakim olduğu bir sürece girmiştir.

İngiliz mandasının sona ermesine kadar devam eden bu süreç, 1946 ve 1952 yılında kabul edilen yasalar ile Ürdün, kendi başında kralın olduğu iki meclisli bir parlamento ile tamamen bağımsızlığına kavuşmuştur.

Mısır’da İngiliz Yönetimi

1881’de Mısır İngiltere tarafından işgal etmiş ancak tam bir kolonisi yapmamıştır. Hıdivlerle yönetilen Mısır, İngiliz işgali altında bulunduğu sürece İngiliz endüstrisi için pamuk yetiştiren bir ülke hâline getirilmiştir. Mısır’ın siyasi, askerî ve kültürel (eğtim) yapısı da aynı şekilde bütünüyle İngiliz çıkarlarına göre biçimlendirilmiştir. Görünüşte Mısırlı bürokratlar tarafından yönetilen ülkede danışman sıfatıyla binlerce İngiliz görevli bulunmuştur. I. Dünya Savaşının başlamasıyla beraber İngiltere, 1914 Aralık’ında Mısır’ı resmen ilhak ettiğini açıklamıştır.

Mısır’ın işgalinin sona erdiğini bildiren 1936 Antlaşması, aslında İngiliz varlığını hukukileştiriyordu. Mısır daha 1922’de bağımsız ve egemen bir devlet olarak ilan edilmişti ama İngiltere’nin bu bağımsızlığı ciddi biçimde sınırlayan dört şartı, İngiltere’nin yabancıları Mısır’ın içişlerine karışmaktan menetmeleri ve kapitülasyonların devam edecek olması, bir bağımsızlık sözünü özden mahrum etmiş, Mısır bir çeşit protektora olmaktan kurtulamamış ve Mısır’ın de jure ile de facto durumu arasında önemli farklar sürüp gitmişti. 1936 anlaşmasıyla beraber, Mısır bağımsızlığını güçlendirmiştir.

Yemen: Osmanlı Sonrası İstikrarsız Ülke

Günümüzde Yemen olarak bilinen ülke 1990’a kadar kuzey ve güney olmak üzere iki bölgeden oluşuyordu. Bu iki bölge de tarihleri boyunca iç ve dış savaşlarla mücadele etmiştir. Güney Yemen 1967’de bağımsızlığını kazanıncaya kadar İngiliz sömürgesidir.

Hz. Ali zamanında Müslümanların egemenliğine giren Kuzey Yemen, 1173’te Eyyübilerin, arkasından Memlukların ve 1517’de de Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine geçmişir.

I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye karşı Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte hareket etmiştir. Kuzey Yemen, 1918’de İmam Yahya önderliğinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Kuzey Yemen ile Güney Yemen, 1990’da birleşirken, cumhurbaşkanlığına 1978’den beri Kuzey Yemen’in cumhurbaşkanı olan Ali Abdullah Salih getirilmiştir.

Irak: Sömürgeden Bağımsızlığa

1918’de Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeden çekilmesiyle beraber Basra, Bağdat ve Musul’u işgal eden İngiltere, 1920’de San Remo kararları doğrultusunda bu üç ili Irak devleti adıyla birleştirerek manda yönetimi altına aldı. Ancak İngiltere çıkan ayaklanmalardan dolayı Irak’ı uzun süre yönetmesinin kolay olmayacağını görmüş ve çıkarlarını koruyacak önlemler almaya başlamıştır. Bu amaçla, 1921’de Emir Faysal’ı Irak Kralı olarak ilan etmiştir. 1925’te yapılan anayasada hükumet biçimi, seçimle oluşmuş çift meclisli bir parlamentoya sahip anayasal monarşi olarak tanımlanmaktaydı.

İngiltere 1922 ve 1930’da Irak’la iki antlaşma imzalamıştır. İlk antlaşmaya göre Faysal iç ilerinde özerk ama dış politika ve savunma konularında İngiltere’ye bağlı olacaktır. 1930’da yapılan antlaşma ise Irak için çok daha fazla avantajlar içerse bile yine de Irak’ın bütünüyle bağımsız olacağı anlamına gelmiyordu.

Kral Faysal’ın ölümünden sonra başa geçen oğlu Gazi’nin liderlik niteliklerinden yoksun olması ülkedeki politikacılar arasında iktidar mücadelesinin başlamasına yol açmıştır.

Kral Gazi’nin 1939’da ölmesi üzerine denetimi Haşimi hanedanından Kral Nasibi ve ona yakın politikacı Nuri Said devralmıştır. İngiltere’yi destekleyen Nuri Said ile ordu 1940 yılında ters düşmüş ve istifa etmiştir. Nuri Said’in yerine geçen başbakan Raşid Ali, İngiltere’nin tekliflerini reddederek, İngiltere’nin ülkeyi terk etmesini istemiştir.

Bunun üzerine 1941 yılında İngiltere ile Irak arasında başlayan savaşı Irak kaybetmiş ve Raşid Ali ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Böylece 1958 yılındaki Baas ağırlıklı darbeye kadar Irak, İngiltere himayesinde yönetilmeye devam etmiştir.

1958’de General Kasım tarafından düzenlenen ve Kral II. Faysal, Prens Abdullah ve Nuri Said’in öldürülmeleriyle sonuçlanan kanlı darbeyle Irak’ta monarşi sona ermiştir. Böylece ülkenin İngiltere’yle olan 37 yıllık bağı da sona ermiştir. Irak politikasında Nasıl ve Baas’ın etkisinin artması ve ülkenin giderek Doğu Bloku’na kayması söz konusu olmuştur.

Irak’ta yeni yönetim Türkiye ile 1955’te imzalanan anlaşmayla kurulan ve Pakistan, İran ve İngiltere’nin de üye olduğu Bağdat Paktı’ndan 1959’da ayrıldığını açıklamasıyla Pakt’ın adı CENTO olarak değiştirilmiş ve merkezi Bağdat’tan Ankara’ya taşınmıştır.

1963’te kanlı bir darbe ile yönetimi ele geçiren Baas, ülkeyi iyi yönetemeyince aynı yıl karşı bir darbe ile devrilerek tüm yönetim kademelerinden tasfiye edilmiştir.

1968’e kadar Abdülselam ve Abdurrahman Arif kardeşler tarafından yönetilen Irak, 1968’de yeniden Baas önderliğindeki bir darbeyle iktidar değişikliğine sahne olmuştur. 10 yıl boyunca iktidarda kalan Baas üyesi Generel Hasan el- Bekr, 1979’da Saddam Hüseyin lehine devlet başkanlığı görevinden çekilmiştir. 20 yıl boyunca iktidarda kalan Saddam Hüseyin, 1980-88 Irak-İran Savaşı ve 1990-91 Körfez Krizi’nde iktidarını korumayı başarmıştır. 10 Nisan 2003’te Amerikan askerlerinin Bağdat’a girmesiyle Saddam Hüseyin ve Baas için perde kapanmış oldu.

İran: Safevilerden Günümüze

1501’de Tebriz’i alarak kendisini “Şah” ilan eden İsmail, 1510’da İran’ın doğu bölgelerindeki Türk kabilelerini de etkisiz hale getirerek siyasi otoritesini bu bölgeye de yaymıştır. Şiiliği İran’da resmi devlet mezhebi haline getirerek, Fars ve Azeri Türkmenlerin ağırlıkta olduğu İran’ı bir Şii devleti haline dönüşmüştür. Şah İsmail’in öldüğü 1524’te Safevi Devleti bir kabile devletinden, bürokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür.

İran 1722’de Safevi devletinin dağılması ile 1794’te Kaçarlar adında bir başka Türk kökenli hanedanın denetimi ele geçirmesine kadar istikrarsız bir ara dönem geçirmiştir. Kaçar Hanedanlığı dönemi 1925’te Rıza Pehlevi’nin yönetimi ele geçirmesi ile sona ermiştir. Rıza Pehlevi, 1941 yılında tahtı oğlu Muhammed Rıza’ya devretmiştir. Genç yaşta işbaşına geçen Şah Muhammed Rıza Pehlevi ise 1979 Devrimi’ne kadar işbaşında kalmıştır. Yıkılan monarşik rejim yerine Şiiliği esas alan Ayetullah Humeyni’nin kurduğu İslam Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi bölgedeki dengeleri alt üst etmiştir. Bunun üzerine bölgedeki Şii rejiminin yayılması tehlikesine karşı Körfez İşbirliği Konseyi kurulmuştur. Diğer taraftan ABD de, İran ve Afganistan’daki gelimeler üzerine Nixon Doktrini’nde değişikliğe giderek Carter Doktrini çerçevesinde bölgedeki askeri varlığını arttırmaya karar vermiştir. İran bu dönemde bir taraftan Irak ile savaşırken, diğer taraftan Şii unsurları kullanarak devrimi bölgeye ihraç etmeye çalışıyor ve bunun doğurduğu istikrarsızlıklar dolayısıyla komşu ülkeleri İran karşıtı cephelerde yer almak zorunda bırakılıyordu.

1971’de varili 1.9 dolar olan ham petrolün fiyatı 1973 sonunda 11.65 dolara fırlamış ve bu doğrultuda İran’ın petrol gelirleri de 2.3 milyar dolardan 18.5 milyar dolara ulaşmıştır.

16 Ocak 1979’da tatil gerekçesiyle Şah’ın İran’dan ayrılması ve Humeyni’nin 1Şubat 1979’da sürgünden dönmesiyle İran’da Pehlevi Hanedanlığı ve monarşi sona ermiştir.

Humeyni’nin 1989’da ölümünden sonra İran’ın dış politikasında ideolojik unsurlar öne çıkmaya başlamıştır. Bu amaçla özellikle Rafsancani ve ardından da Hatemi ile beraber sınır komşusu olan ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. ABD ile ilişkileri özellikle 11 Eylül 2001’den itibaren gerilen İran, nükleer faaliyetleri ve uranyum zenginleştirmesinden dolayı sık sık ABD tarafından nota almaktadır.

Suudi Arabistan: Petrolün Siyasal Gücü

1926’da Hicaz Krallığı, 1932’de ise Suudi Arabistan Krallığı adını alan devletin kurucusu olan Abdül Aziz, dağınık hâlde bulunan kabilelerin oluşturduğu bir konfederasyon yerine merkezî bir devletin kurulmasını sağlamakla beraber, 1953’te öldüğünde devletin anayasası olarak Kur’an, yasaları olarak da şeriat kabul edildiğinden ayrı bir anayasası, ayrı bir yasası ve kurumsallaşmış bir danışma meclisi bulunmamaktaydı. Suudi Arabistan çöl imparatorluğu iken, Kral Faysal dönemiyle birlikte finansal bir güç haline gelmiştir. Faysal, uyguladığı modernleşme programlarıyla, ekonomik ve eğitim alanında yeni sayılabilecek atılımlarda bulunmuştur.

Askeri başarılardan kaynaklanan bağlılığın, işlerin kötüye gitmesiyle birlikte zayıflayacağını öngören Abdül Aziz, dini bir bağlılığın daha sürekli olacağını düşünmüş ve bu amaçla kendine bağlı kabilelere din bilginleri göndermek ya da kendi camilerini yapmaları içi mali desteklerde bulunmak gibi yöntemlerin dışında Vahhabi anlayışını benimsemeleri için zor kullanma da dahil değişik yöntemler uygulamıştır.

Faysal, petrol fiyatlandırılmasında yaptığı artışlarla ülke gelirini kat kat artırmıştır. Kral Faysal’ın psikolojik problemleri olan bir yeğeni tarafından bir suikast sonucu öldürülmüştür. 2005’te ise Kral Fahd’ın ölümü üzerine Veliaht Prens Abdullah bin Abdül Aziz kral olmuştur.

Kuveyt: Zengin Ama Güvensiz

18. yüzyıldan beri Kuveyt, diğer Körfez ülkeleri gibi bir sahil ülkesi olmanın avantajını kullanarak daha o yıllarda Hindistan ile Orta Doğu arasında bir ticaret merkezi olma özelliğini kazanmıştır.

Kuveyt 1853’ten sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiş, bu durum zamanla İngiltere ve Osmanlıyı karşı karşıya getirmiştir. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu ile 1913’te imzalanan anlaşmayla Bağdat’ın güneyinde yer alan bölgeler için aldığı demir yolu imtiyazı karşılığında Kuveyt üzerindeki egemenlik iddiasından vazgeçmekteydi. Daha sonra İngiltere 1913 anlaşmasının geçersiz olduğunu açıklayarak, protektoranın devam ettiğini vurgulamış. 1917 Mart’ından itibaren İngiltere’nin askerî ve siyasi denetimine girmiştir. Kuveyt’in söz konusu bu statüsünde 1961’de bağımsız oluncaya kadar bir değişme olmadı.

Uluslararası petrol şirketlerinin bölgeye gelmesiyle beraber Kuveyt’in talihi de değişmeye başladı. Petrol imtiyazları için yaptığı uluslararası anlaşmalarla Kuveyt, sıradan bir ülke olmaktan çıkarak bir finansal güç hâline gelmiştir.

Diğer Körfez Ülkeleri

Birleşik Arap Emirlikleri: 1971’de yedi emirliğin birleşmesiyle oluşan Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere ile bağlarını tamamen koparmamıştır. Aynı tarihte BAE, ilan edilen bağımsızlıkla beraber hem BM’ye hem de Arap Birliğine üye olmuştur. BAE’de petrol gelirlerinin devreye girmesi, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn’e göre daha geç bir tarihte olmuştur.

Birleşik Arap Emirliklerinde en önemli yönetim aygıtı yedi emirliğin başında bulunan emirlerin katılımıyla oluşan ve bir anlamda başkanlar konseyi niteliğinde olan Yüksek Konseydir.

Umman: Basra Körfezi ile Umman Körfezi’nin bitiştiği noktada yer alan Umman’ı diğer Körfez ülkelerinden farklı olarak önemli kılan petrol değil, stratejik konumudur. 19. yüzyılın sonuna doğru her ne kadar İngiltere ile birçok anlaşma imzalayıp, onun yardımını alsa da, Umman diğer körfez şeyhliklerinden farklı olarak İngiliz protektorası olmayarak bağımsızlığını koruyan tek ülke olmuştur. Umman en yaygın mezhep İbadiliktir. Hariciliğin ılımlı bir kolunu teşkil eden ancak günümüzdeki uygulanış biçimiyle Sunniliğe çok benzeyen İbadilik, toplumsal hayatı olduğu kadar siyasi hayatı da biçimlendirmektedir. Hâlen mutlak monarşiyle yönetilmektedir.

Katar: 1971’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle BAE ve Bahreyn gibi bağımsızlığını kazanmıştır. Basra Körfezi’nin batı kıyısında bir yarım ada üzerinde yer alır. I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlının etkisi altında kalan Katar, 1916’da İngiltere’nin denetimine girmiştir. 1 Aralık 1971’de bağımsızlığını kazanmış; diğerleri gibi o da İngiltere ile daha önceki anlaşmaların yerini alacak yeni bir anlaşma yapmış; arkasından da BM’ye ve Arap Birliğine üye olmuştur.

Bahreyn: Nüfusun üçte birini yabancıların oluşturduğu, 35 adadan oluşan, körfezin en küçük emirliğidir. 16. yüzyılda Portekiz’in, 17. ve 18. yüzyılda ise İran’ın hakimiyeti altında kalmıştır. 1968’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesinin ardından diğer emirlikler gibi Bahreyn de 1971’de bağımsızlığına kavuşmuştur.