ORTAÇAĞ FELSEFESİ I - Ünite 5: Rogerus Baco, Bonaventura, Albertus Magnus Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Rogerus Baco, Bonaventura, Albertus Magnus
Rogerus Baco (Roger Bacon)
Yaşamı ve Yapıtları: Rogerus Baco, ya da daha tanınmış adıyla Roger Bacon, genellikle bir 17. Yüzyıl düşünürü olan Francis Bacon ile karıştırılır. Geleneksel olarak kabul edilen doğum tarihi 1214’tür. Bugünkü İngiltere’de bulunan Ilchester’da dünyaya gelmiştir. Oxford Üniversitesi’nde 1228-1236 yılları arasında eğitim görmüş, 1237-1247 tarihleri arasında Paris Üniversitesi’nde dersler almıştır. Paris’te kaldığı yıllarda Aristoteles’in doğa felsefesi üzerine dersler vermiş ve bu alanda Paris Üniversitesi’nde ders veren ilk hoca olmuştur.
Paris’teki uzun dönemden sonra tekrar Oxford’a dönmüş ve 1247 ile 1250 yılları arasında dersler vermiştir. 1257 yılında Fransisken tarikatına dahil olmuştur. 1277 yılında Rogerus Baco’nun içinde yer aldığı Fransisken tarikatının önde gelenleri kendisini tehlikeli sayılabilecek yeni düşünceleri öğretmekle suçlamışlardır. Özellikle astroloji alanındaki çalışmalarından dolayı suçlamalara maruz kalan Baco 1292 yılına kadar hapis yatmış aynı yıl içinde de ölmüştür.
Rogerus Baco’nun eserlerinin ortaya çıkmasında pek çok etken bulunmaktadır. Baco’nun düşüncelerini olumlu yönde etkileyen isimlerden biri ünlü İslam Filozofu İbnü’l Heysem’dir. İbnü’l Heysem, Rogerus Baco’yu optik çalışmaları aracılığıyla etkilemiş bir isimdir. Baco, Aristoteles ve Seneca’dan da etkilenmiştir. Kaleme aldığı “De Multiplicatione Specierum (Türlerin Çokluğu Hakkında) adlı eseri doğa felsefesi alanında önemli bir çalışmadır. Baco’nun gene bilimsel temelli çalışmalarından olan “Perspectiva” adlı eseri ise algı ve görme ile ilgilidir.
Rogrus Baco’nun tıp, astroloji ve optik alanında kaleme aldığı yapıtları kendisini on yedinci yüzyılda meşhur etmiştir. En önemli eseri olan “Opus Majus” eksiksiz olarak ilk defa 1733 yılında Londra’da basılmıştır.
Rogerus Baco’nun Eleştirel Felsefesi: Rogerus Baco’nun eleştiri yüklü bir dünyası vardı. Sadece çağdaşlarını değil aynı zamanda geçmişteki büyük filozofları da eleştirmiştir. Pous Majus adlı eserinde gerek eski düşünürleri, gerekse kendi çağının düşünürlerin yanlışlarının başlıca dört nedene dayandığını iddia etmektedir.
- Değeri olamayan otoriteye teslimiyet
- Geleneğin etkisi
- Yaygın önyargılar
- Bilginin gösterişli teşhiri ile bilgisizliğin gizlenmesi
Rogerus Baco, daha sonraları Thomas Aquinas’ın da yapmış olduğu gibi, Arap bilim insanları ve Hıristiyan inancına uymadığı gerekçesiyle suçlanan Aristotelesçi öğreti ile akılsallaştırılmış olan Aristotelesçi öğreti arasında köprü kurmaya çalışmaktaydı. Baco’ya göre felsefi konularda yazı yazabilmek için mutlaka bilimlerden haberdar olmak gerekmekteydi.
Rogerus Baco’ya göre, bilimsel deneye uygun bir düşüncenin yapılandırılması için bazı temel farklılıkların belirginlik kazanması gerekmektedir. Bilim insanları her şeyden önce düşüncelerini türettikleri kaynağın, sağlam bir kaynak olup olmadığını araştırmalıdır. Baco’ya göre “insanların çoğu bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsa, bu, olasılıkla yanlıştır; zira topluluklar bilgeliğe giden yoldaki en kötü rehberlerdir.”
Baco’ya göre dünya üzerinde bilinmesi gereken en temel bilim matematiktir ve Latinceyle matematik arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Matematik hakkında herhangi bir bilgisi olmayanların ne öteki bilimlerle ne de dünyayı oluşturan ilişkilerle düzgün bir iletişimi olabilir.
Aristotelesçi anlayışı takip eden Rogerus Baco için matematiği bir kere kavradıktan ve onu öteki bilimlerle de düzgün şekilde uyguladıktan sonra insan, herhangi bir yanlış ve hataya düşmeksizin kolayca ve etkili bir şekilde her şeyi bilebilir.
Rogerus Baco’nun Ahlak ve Toplum Anlayışı : Rogerus Baco, özellikle ilahiyat alanında biçimlendirdiği düşüncelerinden yola çıkarak toplumsal sorunlara da çözüm arayışı içinde olmuştur. Ona göre bilimin pratik hayatta bazı avantajları vardır. Bu avantajlar sadece maddi değil aynı zamanda ahlaki ve dinseldir. Ahlak felsefesi adı verilen bilim, insanın kendi kendisi, komşusu ve tanrı ile olan bütün ilişkilerini denetleyen ve ona rehberlik eden bir bilimdir.
Baco için felsefe, bilgelik yolunda insanın bir araç gibi kullandığı aklı, incelikli bir hale dönüştüren akademik bir uğraştır. Baconun en büyük hayali ortak bir iman etrafında birleşmiş insanların tek bir insan tarafından yönetildikleri toplumdur.
Bonaventura
Yaşamı ve Yapıtları: Bonaventura ya da asıl adıyla Giovanni Fidenza, İtalya’nın Viterbo kenti yakınlarındaki Bagnoregio’da 1221 yılında doğdu. 1238 yılında Fransisken tarikatına girdi. Bundan hemen sonra Paris Üniversite’sinde Alexander Haliensis’in danışmanlığı ve idaresinde eğitimine devam etti. Haliensis’in onun üzerindeki etkisi büyük olmuş, kendisine “baba” ve “üstad” demiştir
Eğitimini tamamladıktan ve Petrus Lombardus’un Sententiae adlı eseri üzerine bir yorum yazdıktan sonra, yaklaşık olarak 1248 yılında Paris Üniversitesi’nde ders vermeye başladı.
1257 yılında Bonaventura Fransisken tarikatının başına getirildi ve bundan dolayı üniversite hayatı noktalanmış oldu.1273 yılında Kardinal olan Bonaventura, 1274 yılında öldü. 14 Temmuz 1482’de aziz ilan edildi. 1587’de Kilise Doktoru mertebesine yükseltildi. “Petrus Lombardus’un Fetvaları Üzerine Yorumlar”, “Aklın Tanrı’ya Yolculuğu”, “Sanatın İlahiyata İndirgenmesi Hakkında” önemli eserleri arasındadır.
Bonaventura’nın Yaratılış Anlayışı: Plotinos’un Enneades’inden itibaren yaratılış düşüncesi felsefede iyice yer etmiş bir sorundur. Bu sorun, kendisini temel olarak tek tanrılı dinlerin anlayışına teslim etmiş gibi görünebilir. Ne var ki, yaratılış başlı başına bir Platoncu sorundur.
Aynı dönem içinde Platoncu etkinin yanında bir de Aristotelesçi etki bulunmaktaydı. Ancak, Aristoteles’in etkisi, Platoncu etki gibi ilk anda olumlu bir etki sayılmazdı. Aristoteles, evrenin ezeli-ebedi bir şekilde varolduğunu ileri sürmüştü. Boventura da bu yolda gidenlerden birisi olmuştur. Evrenin ezeli-ebediliği, dolayısıyla da yoktan var olmadığı düşüncesine karşı şu argümanları ileri sürmüştür:
- Eğer dünyanın zamansal bir başlangıcı olmasaydı sonsuzca bir zaman geçip gitmiş olurdu. Gene de her bir gün dünyanın zamansal süresine bir ünite eklenmektedir. Bununla birlikte sonsuz olan bir şeye bir şey eklemek imkansızdır. Dolayısıyla dünyanın ezeli-ebediliğini artırabilen bir sonsuzluğu varsaymaktadır, bu da saçmadır.
- Eğer dünyanın bir başlangıcı yoksa gök cisimlerinin sonsuz sayıdaki devinimleri çoktan yok olup bitmiş demektir. Oysa bu açıkça imkansızdır; çünkü sonsuz bir dizi yol katedemez. Zamanda başlangıcı olmayan bir dünya kabulünde “şimdi” erişilmemiş olan bir zamandır.
- Eğer dünya ezeli-ebedi olsaydı, insanların her zaman varolmuş olmaları, dolayısıyla sonsuz sayıda ölümsüz ruhun olması gerekirdi. Fakat aynı anda sonsuz sayıda şeyin tümünün birden var olması imkansızdır.
Maddi olanın başlangıcının olmadığı tezini bu şekilde reddeden Bonaventura, her şeyin bizzat kendi nedeni olarak tanrı tarafından yaratıldığını ileri sürmüştür.
Bonaventura’ya göre tanrının evreni biçimlendiren ve ona varoluşunu veren “Varlıktır.” Bu Varlık, yarattığı evrenin tümünü kendinde barındıran “Güçtür”.
Bonaventura “De Reductione Artium ad Theologiam” başlığını taşıyan yapıtında, özelikle Robertus Grossetesta ve Rogerus Baco’nun etkisi altında geliştirdiği ışık teorisini sergilemektedir. Ona göre ışık dört değişik biçimde anlaşılmalıdır.
- Mekanik ve yetinin ışığı olan dışsal ışık
- Duyu algısını harekete geçiren, formlarla ilgili olan aşağı ışık
- Zihinsel hareketleri aydınlatan içsel ışık
- İnsan aklının hareketlerini keşfeden, zihinsel bilgiyi elde eden daha yüksek ışık
Bonaventura’nın İnsan ve Bilgi Anlayışı: Boneventura’ya göre madde ile zihinsel formun biraraya gelmesi sonucunda birey ortaya çıkmaktadır. İnsan, bütün yaratılmış olanların arasında en soylu olanıdır. İnsan, en başından itibaren kendi nihai amacı olarak tanrıya yönelmiştir. Evrenin yaratılışındaki her bir şey , tanrı tarafından, insanın evrene konmasından önce insan için yeterli ortamı sağlayacak düzeye getirilmiştir.
Bir bireysel insan, cisimsel bir beden ile zihinsel ruhun tözsel birleşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. İnsani ruh tanrı tarafından yoktan var edilmiştir. İnsani ruhun yaşamı tanrının yaşamından pay almak demektir.
Bonaventura, insani ruhun bileşik bir yapı olduğunu dile getirirken ünlü bir Yahudi filozofu olan İbn Gebirol’ün Hayatın Kaynağı adlı yapıtından esinlenmiştir. Bonaventura’ya göre eğer zihinsel ruh sayısal olarak bütün insanlar için bir olursa o zaman insanın hayvandan farkı kalmazdı. Her bir bireysel insanın diğerinden ayrılmasının nedeni, her bir insanı bir bireysel insan haline getiren ruhudur
Bonaventura insani ruhu “kendisinde var olanı, hayatı, aklı, özgürlüğü barındıran bir form olarak anlamı tercih etmiştir. Bonaventura’nın elde ettiği ruhun ölümsüzlüğüdür. Bütünüyle bireysel olan töz, kendi başına kalıcılığını sürekli bir şekilde sürdüren ve bedenden ayrı olarak varlığını devam ettiren bir yapı anlamına gelmekteydi. Bonaventura, ruhun ölümsüzlüğünün ruhun amacı, tanrıya benzemesi ve etkin neden olması bağlamları içinde kalarak da anlaşılabileceğini düşünmektedir.
Bonaventura’nın bilgi öğretisi Aristotelesçi ve Augustinusçu unsurları bünyesinde barındırır. Bu ifadeden anlaşılması gereken ruhun bilgi elde etmek için hem duyuları hem de zihinsel etkinlikleri kullanmasıdır.
Bonaventura’nın Ahlak Anlayışı: Bonaventura için temel sorunlardan bir tanesi, insanın tanrının yardımı olmaksızın iyi bir davranış sergileyip sergilemeyeceğidir.
Ahlaki yargılarımızın kaynağı pratik aklımızdır. Ahlaki bir şekilde eylemde bulunmak için, “basiret” gibi bir erdemin rehberliğinde pratik yargılar üretmemiz gerekir. Dolayısıyla, basiret bütün ahlaki eylemlerimizin oluşturduğu ahlaki yaşantımızın merkezinde yer almaktadır. Bonaventura, Ortaçağda geleneksel olarak kabul görmüş olan dört etmenden söz etmektedir: Basiret, adalet, metanet, itidal. Olumlu işeri gerçekleştirmek için bu erdemlerin hayatımızda etkin olması zorunludur. Etkinlikte ilahi erdemlerle sağlanabilir. Bu ilahi erdemler: En yüksek dürüstlük (adalet), varlığın durağanlığı (metanet), pratik bilgelik (basiret) ve saflık (itidal)’dir. Bu dört erdem aracılığıyla tanrının insani ruhu güçlendirdiğini söylememiz mümkündür.
Albertus Magnus
Yaşamı ve Yapıtları: Albertus Magnus bir Alman kenti olan Lauingen’de yaklaşık 1200 yılında dünyaya geldi. 1229 yılında Dominiken tarikatına girerek Paris Üniversitesi’nde bir kürsüde çalışmaya başladı. Yoğun işlerinden dolayı çok geç denebilecek bir yaşta yaklaşık 40 yaşında doktorasını bitirmeyi başardı. Bu aşamadan sonra Paris Üniversitesi’nde tarikata ait iki kürsüden bir tanesinin başına geçti. Buradaki en önemli öğrencisi Thomas Aquinas’tır.
1248 yılında Paris’i terkeden Albertus Magnus Köln kentine yerleşti. Tarikatın kendisine verdiği görev, bu şehirde bir studium generale kurmasıydı. Bu okullar farklı coğrafyalardan gelen öğrencilerin toplandığı meşruiyetini Papalık’tan alan okullardı. 1254 yılında Teutonia eyaletinin Dominiken yöneticisi oldu. 1261 yılında o dönemin en ünlü çevirmeni olan Guilelmus de Moerbeka ile Viterbo’da buluştu ve orada çeşitli yazılarını kaleme aldı. Tekrar Köln’e döndü; pek çok eserini burada yazmaya devam etti. 15 Kasım 1280 yılında öldü. Kendisi Ortaçağ boyunca “Evrensel Öğretici” olarak anılmıştır.
Eserlerinden bazıları şunlardır: Gökyüzü ve Ay Hakkında, Ruh Hakkında, Ruhun Yapısı ve Kökeni Hakkında, Hareketin İlkeleri Hakkında, Oluş ve Bozuluş Hakkında, Mineraller Hakkında .
Albertus Magnus’un Bilgi Anlayışı: Albertus Magnus da asıl olarak Platon ile öğrencisi Aristoteles arasında bir uzlaşma aramıştır. Uzlaşma arayışının en yoğun olduğu nokta, her iki filozofun da bilgi anlayışıdır. Magnus kendisini bir Aristotelesçi olarak görür. Magnus “ruhun kendisini dikkate alacak olursak Platon ile bedeni canlandıran form olarak ruhu ele alacak olursak da Aristoteles ile hemfikiriz” demektedir.
Albertus Magnus, insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini söylemektedir. Ruhun bedenle olan ilişkisi doğal bir ilişkidir. Bununla birlikte, ruhun özü diyebileceğimiz yapı göz önüne alındığında, ruhun cisimsiz bir töz olduğu açıktır. Bu yüzden ruh kendinde tamamlanmış ve maddeden bağımsız bir karakterdedir. Bu yüzden Magnus ruhun yalın anlamda akıldan ibaret olduğunu ileri sürmektedir. Ruh duyu organlarını kullanarak fizik dünya ile bir ortaklık kurmaya çalışmaktadır.
Ruh, ruhsal bir töz olduğundan yalın anlamda bir formdur. Ruh tanrının özel bir yaratmasıdır ve bundan dolayı onun içeriğinde maddi olana yer yoktur.
Albertus Magnus’a göre ruhta iki kısım bulunmaktadır. Bunlardan ilki edilgin, ikincisi de etkin olanıdır. Magnus’a göre etkin akıl bütün insanlar için ortak değildir, her insan bizzat kendi etkin aklına sahiptir.
Albertus Magnus’a göre fizik ve matematik nesnelerin bilinmesi, aklın duyular ile imgeleme dönmesi sonucunda ve bir tür soyutlama ile mümkündür. Bununla birlikte metafizik veya ilahi nesnelerin bilgisi, duyular üzerinden ve soyutlama gerçekleştirilerek elde edilemez. Soyutlama aracılığıyla elde edilen bilgi, tanrının aydınlatıcı yardımı olmaksızın gerçekleştirilemez. Yani etkin akıl, tek başına fizik dünyanın gerçeklerini bilemez. Böyle bir bilme için mutlaka tanrının kendi ışığı ile aydınlatılmış bir etkin akıl gereklidir.
Albertus Magbus’ta Felsefe-İlahiyat Ayrımı: Magnus’un felsefesindeki en keskin ayrımlardan biri felsefe ile ilahiyat arasında yaptığı ayrımdır. Ona göre ilahiyat, kökenini vahiyden almaktadır. Bu kökenin yani vahyin işlenmesi ve insan için anlaşılabilir bir duruma getirilmesi doğal akıl aracılığıyla mümkündür. Albertus Magnus’a göre bu sürecin ortaya çıktığı alan metafizik felsefenin alanıdır. “Dolayısıyla metafizik ve ya ilk felsefe, ilk varlık olarak tanrı ile ilgiliyken, ilahiyat, iman yoluyla bilenen tanrı hakkında söz söylemektir.”
Felsefeyle ilgilenen insanın aklın genel ışığı ile, ilahiyatla ilgilenen insanın ise imanın doğaüstü ya da ilahi ışığıyla beslendiği açıktır.
Albertus Magnus felsefenin ilahiyattan farklı ve bağımsız bir şekilde çalışan bir bilim olduğunu ileri sürmektedir.
Felsefenin ilahiyata hizmet amacıyla bilgi üreten bir etkinlik olmadığını her fırsatta dile getiren Albertus Magnus bu yönüyle Rogerus Baco ve Bonaventura’dan ayrılmaktadır.
Magnus’a göre aklın ortaya koyduğu ve insanı yönlendiren hiçbir durum bir kenara terk edilemez. Magnus doğadaki mineralleri, bitkileri, hayvanları ve böcekleri sınıflandırma işine girmiş, bu alanlarda bugün dahi ciddiyetle ele alınan ve itibar edilen eserler meydana getirmiştir.