ORTAÇAĞ FELSEFESİ I - Ünite 8: Francisco Suarez Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Francisco Suarez
Francisco Suarez’in Yaşamı ve Yapıtları
5 Ocak 1548 tarihinde İspanya’nın Granada şehrinde doğan Suarez, Ortaçağ Felsefe Tarihi kitaplarının pek çoğunda yer almasa da bir Ortaçağ filozofudur. Bazı felsefe tarihi kitaplarında Renaissance (Rönesans) Skolastisizminin en önemli temsilcisi olarak tanıtılır. Descartes ile aynı döneme denk gelen ömründe büyük ihtimalle Suarez, Descartes ile La Fleche’de tanışmıştır.
Suarez, 16 Haziran 1564’de Hristiyan dininin en etkili tarikatlarından biri olan Cizvitlere katıldı ve Salamanca şehrinde 1565 ile 1570 yılları arasında felsefe ve ilahiyat eğitimi aldı. Yazılarından dolayı ders vermeye istediği kadar zaman ayıramayan Suarez sırasıyla, Avila ve Segovia (1571), Valladolid (1576), Roma (1580-1585), Salamanca (1592- 1597) ve Coimbra (1597-1616)’da felsefe ve ilahiyat dersleri verdi. 25 Eylül 1617’de Portekiz’in başkenti Lizbon’da öldü.
Suarez, yapıtlarıyla kendinden sonraki pek çok filozofu etkilemeyi başarmıştır. Başlıca yapıtı 1597 yılında kaleme aldığı Disputationes Metaphysicae (Metafizik Tartışmaları) için Schopenhauer “Skolastisizmin gerçek bir giriş kitabıdır” demiştir. De Deo Incarnato (İsa’nın Yeniden Vücut Bulması Hakkında - 1590) ve De Defensio Fidei (İmanın Savunması Hakkında - 1617) çalışmaları da önemli yapıtları arasında yer alır.
Francisco Suarez’in Varlık Anlayışı
Thomistae (Thomasçılar) olarak adlandırılan filozoflara göre, sınırlı yani fizik dünyada yar alan varlıkta, varoluş ve öz şeklinde bir açık ayrım bulunmaktadır. Duns Scotus felsefesini takip edenlerin bulunduğu grup Scotistae (Scotusçular) ise, Thomistae’ın üzerinde durduğu ayrımı temel olarak benimsemişlerse de, ayrımdaki öz-varoluş çatışmasını azaltmayı tercih etmişler, sorunu gerçeklikte bir sorun olmak yerine daha çok biçimsel bir konu olarak görmeyi tercih etmişlerdir. Diğer bir deyişle onlara göre yaratılmış varlık gerçeklikte, ancak formel olarak özden ayrı bir varoluş sergilemektedir. Dolayısıyla herhangi bir varolan, kendi özüne ilişkin varoluştan gerçekten ayrı değildir; bu ikisi arasındaki fark bir tarz farkıdır.
Francisco Suarez, ne Thomistae ne de Scotistae’ın yanında olmuştur. O, üçüncü bir yolun, varlığı anlamak ve anlatmak için daha uygun olacağını düşünmektedir. Aristotales’in de belirttiği gibi varlık, Metafizik biliminin birincil nesnesi, konusudur. Bu anlamıyla varlığın işaret edilebilir bir yönü yoktur. Oysa Thomistae ve Scotistae’ın görüşlerinde varlığın ikili ayrımı söz konusudur ve bu da sınırlı varlıkla ilgilidir. Bu yüzden öncelikle bu türden varlığın yani Ortaçağ terminolojisinde, yaratılmış olan varlığın durumunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Francisco Suarez bu sorunu Metafizik Tartışmaları adlı eserinde ele almaktadır.
Francisco Suarez, başlı başına bir metafizik incelemeyi kaleme alan ilk skolastik filozoftur. Ondan önceki bütün skolastik filozoflar, Aristoteles’in Metafizik adlı eserinin üzerine yorumlar kaleme almışlardır. Bu davranışın en temel nedeni, hemen hepsinin, Aristoteles’i gelmiş geçmiş ve gelecek filozoflar arasındaki en akıllısı olarak kabul etmeleridir. Onun sormuş olduğu sorulara verdiği cevapların sağlamasını yapmak; bu cevapların doğru olup olmadıklarını araştırmak boşunadır. Suarez, bu bakımdan çok ciddi bir işe girişmiş, bir bakıma gelenekten ve onun alışkanlıklarından kopuşu simgeleyen ciddi bir hareket başlatmıştır.
Aristotales’ten itibaren ortak kabul, Metafizik bir bilimdir ve bu bilimin konusu veya nesnesi ens qua ens (varlık olarak varlık) şeklinde tarif edilmektedir. Bununla birlikte, metafiziğin mümkün olan varolanların tümünü birden kendisine nesne yapacağını çıkarsamak da doğru değildir. Francisco Suarez, metafiziğin kendisine konu edindiği varlığı, bu ister yaratılmış olsun ister yaratılmamış; ister tözsel olsun ister ilineksel, gerçek varlık olarak belirler. Bu belirlenimin içinde kavramsal varolanı almaz. Zira, varlık kavrayışı hiçbir zaman hem gerçek hem de kavramsal varlığı içine alacak bir yetenek göstermez. Ona göre metafizikle uğraşanlar gerçek varlıkla doğrudan bir ilgi içinde bulunurlar. Buna göre, maddi olan varlıktan hareketle maddi olmayan varlığa, yani Tanrı’nın bilgisine ulaşmak için çaba gösterirler. Suarez’e göre maddi ve maddi olmayan nesneler söz konusuysa, varlığın formel bir kavrayışının bulunması zorunludur. Bu kavrayış gerçek olan her şey için ortak olmalıdır. Hem gerçeklikte hem de anlamda bir olan bu varlık kavramı, kavramların içinde en yalın olanı ve aynı zamanda akıl tarafından kavranması en kolay olanıdır. Suarez bu noktada varlık kavramını ikiye ayırarak anlamaya çalışır. Ens (varlık), bazı durumlarda olmak (sum) fiilinin sıfat hali gibi kullanılır. Bu kullanımıyla varlık, varolma eylemini sergiler. Bu durum aynı zamanda varoluş edimi anlamına da gelmektedir. Başka kelimelerle varlık, gerçekten varolan anlamında düşünülür. Bunun dışında terim, varlığa gelen veya varlığa gelebilecek olan özü işaret eder. Yani, bir gerçek özle birlikte olan şeyi anlatır. Dolayısıyla varlık, sadece gerçekten varolanları değil; fakat aynı zamanda, varolsunlar veya olmasınlar kendinde gerçek varlıkları da içermektedir. Bu ifadeden anlaşılması gereken varlık, mümkün varlıktır.
Bu bağlamda Aquinas’ın “gerçeklik alanında bir karşılığı olmayanın varlığından söz edemeyiz” tarzındaki yaklaşım Francisco Suarez tarafından kabul görmez. Ona göre varlık, şu anda gerçeklik alanında yer almayıp bir zaman sonra yer alma potansiyeline sahip olanları da kapsamaktadır. Suarez’e göre aktüel (şu andaki) varlık, olası varlığın sadece belli bir durumunu ifade etmektedir. Diğer bir deyişle aktüel varlığın durumuna bakarak, mümkün olanın sınırını çizdiğini ileri sürmek anlamsız olacaktır. Bu yüzden Suarez’e göre, gerçek varlık, mümkün varlığın aktüelleşmiş kısmından başka bir şey değildir.
Suarez, varlık terimi ile şeylerin aktüel varoluşunu anlamaktadır. Öz dediğimiz şey, gerçekten varolmadığı sürece bizim ona, o sanki varmış gibi yönelmemiz söz konusu olamaz. Herhangi bir şeyin varoluşu, ya bir imkan şeklinde anlaşılmalıdır ya da zaten varolmakta olanın durumu için düşünülmelidir.
Ortaçağda ve dolayısıyla skolastik felsefede ayrım yapılmadan kabul gören şey, öz ve varoluşun Tanrı’da bir ve ayrı olduğu düşüncesidir. Herkes için olduğu gibi Suarez içinde Tanrı’nın özü O’nun varolmasıdır. Bununla birlikte O’nun yarattıklarının varolma sebebi doğrudan özleri değildir. Dünyadaki bütün yaratılmış varlıkların varolma nedenleri, onları Tanrı’nın yaratmış olmasıdır. Varoluşları, bizzat kendi özlerinden kaynaklanmadığı için de, yaratılmış olanlara aynı zamanda “zorunsuz varlıklar” da denmektedir. Bunun karşısında yer alan Tanrı ise, zorunlu bir varlık olarak anlaşılmalıdır. Öz ve varoluş arasındaki ilişki sorununda temel olarak üç ana anlayış ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki Thomas Aquinas’ın ikincisi Duns Scotus’un görüşlerini içermektedir. Suarez’in de benimsediği üçüncü anlayışa göre, öz ve varoluş gerçekten ayrılmış yapılar değildir. Bunların ayrılması ve haklarında ayrıymışlar gibi konuşulmasının nedeni akıldadır. Diğer bir ifadeyle varoluş ve özün ayrılması sadece düşüncede mümkündür. Suarez’e göre Öz’ü varolmak olan tek varlık Tanrı’dır.
Francisco Suarez, Tanrı kanıtlamasını, tıpkı Duns Scotus’ta olduğu gibi ele almaktadır. Thomas Aquinas’ın yaptığı gibi kozmolojik bir kanıtlamanın uygun olmadığını düşünür. Ona göre, doğa felsefesi içinde kalarak ve hareketi başlangıca koyarak Tanrı’nın varlığının kanıtlanmasına olanak yoktur. Aquinas’ın “Beş Yol” adı verilen kanıtlamalarının tümünde de hareket önemli bir tutamak noktası kabul edilmiş, tanrı kanıtlamasında Etki’den Neden’e doğru ilerleyen bir süreç işaret edilmiştir. Aristotales’in “İlk Hareket Ettirici” anlayışından yola çıkarak geliştirilen bu kanıtlamanın Suarez’e göre en zayıf tarafı her hareket ettirilen şeyin mutlaka bir başka şey tarafından ettirildiği düşüncesiydi. Ona göre bu zorunluluk anlamsızdır çünkü etrafımızda pek çok şeyin kendi kendine hareket ettiğini görebiliriz. Bu sebeple buradan hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlamak olanaksızdır.
Suarez, tıpkı Scotus gibi etrafımızdaki her şeyin “üretilmiş” olduğunu düşünür. Her üretilmiş şey bir başka şey tarafından üretilir, bu başka şey de üretilmiş ise o zaman o da bir başka şey tarafından üretilmiştir. Bu sonsuza kadar bu şekilde devam edemeyeceğinden, bir üreticinin, en başta bunu bizzat kendi gücüyle gerçekleştirmesi ve en azından bir tane üretilmemiş bir varlığın bulunması gerekir. Üretilmemiş ama üreten, yaratılmamış ama yaratan varlığa bu şekilde ulaşabiliriz. Suarez’e göre, üretilmişliklerin geriye doğru izledikleri yol sadece bir tanedir ve bundan dolayı da sadece bir ilk üreticiden söz etmek gerekir. Diğer bir ifadeyle ona göre Tanrı bir tanedir ve bunu kanıtlamanın iki değişik biçimi bulunmaktadır. Bunlardan ilki “a posteriori” bir içeriğe sahiptir. Evrendeki herşeyin kendi içinde bir düzeni ve şeyler arasında da bir sıradüzeni bulunmaktadır. Bunu idare eden bir güç olmalıdır ve bu da Tanrı’dan başkası değildir. İkinci kanıtlama “a priori” nitelik taşır. Buna göre Tanrı evrendeki tek zorunlu varlıktır; zira O’nun özü varolmaktır. Evrenin tümünde bu özelliği taşıyan ikinci bir varlığın bulunması olanaksız olduğundan Tanrı tektir.
Francisco Suarez’in Doğal Yasa Anlayışı
Francisco Suarez’e göre yasa, adil ve düzgün bir irade eylemidir ve bunun aracılığıyla, insandan daha yüksek bir iradeyi sergileyen Tanrı, daha aşağıdakileri şöyle ya da böyle eylemde bulunmaya mecbur kılmaktadır. Dolayısıyla yasa söz konusu olduğunda irade vazgeçilmez bir konum sergilemektedir. İrade bu kadar ön planda olduğunda da, yükümlülük veya sorumluluk önemli kavrayışlar olarak belirginlik kazanmaktadır. O halde yasa, herhangi birine ahlaki sorumluluklar yüklemekte onu şu veya bu şekilde düzgün davranmak konusunda yönetmektedir. Fancisco Suarez’e göre, yasanın en merkezi özelliği olarak sorumluluğu gösterebiliriz. Burada dikkat edilmesi gereken şey, sorumluluğun yasa koyucunun iradesinden kaynaklanıyor olmasıdır. İradenin ve belli bir ölçüde aklın işin içinde olması, yasanın ve dolayısıyla yasa koyucunun adil ve düzgün olması zorunluluğunu getirir.
Suarez’in yasaya yüklemiş olduğu moral bağ sonucunda, yasa akıl ile değil, fakat irade ile bir buyruk ilişkisine girer. Aklın yargısında ahlaki hiç bir unsur yoktur; oysa yasanın birincil özelliği iradedir. İradenin görevi, insanın belli bir amaca doğru ilerlemesini, yol almasını sağlamak adına araçların kullanılması eylemini düzenlemektir. Bu bakımdan, Francisco Suarez’e göre irade, bütün “insan eylemlerinin biricik ölçütü ve kuralıdır”.
Bütün insani iradeye hakim olan, onların tümünü ve evreni idaresi altında tutan da Tanrı’nın iradesidir. Bu irade, aynı zamanda evrendeki bütün yaratılmış olanların iradelerini belirler; zira, Suarez’in anlayışına göre yasa Tanrı’nın iradesinin bir sonucudur. Bu yasa türüne ezeli-ebedi yasa adını veren Suarez’e göre doğal yasanın buyrukları da bu yasaya göre biçimlenir. İlahi yasa dışındaki bütün yasalar ondan türerler ve ondan pay alırlar. Nasıl ki ilahi yasa Tanrı’nın iradesi sonucunda ortaya çıkmaktaysa; aynı şekilde insani yasalar da insan yasa koyucular tarafından yapılır.
Suarez, doğal yasa konusunda Aquinas ile benzer düşünceye sahiptir. Ona göre de doğal yasa akılsal özellikleri olan yaratılmış bir varlıkta ezeli-ebedi yasadan pay alma yoluyla ortaya çıkmaktadır. Bu tür yasaya doğal yasa denmesinin nedeni; bu yasanın sadece doğa-üstü bir varlıktan ayrı bir kuruluşa sahip olması değil; fakat aynı zamanda onun insandan bağımsız bir şekilde ortaya çıkmamasıdır. Dolayısıyla bu yasa, bizzat Tanrı’nın insanın içine yerleştirmiş olduğu (insan) doğasında kurulmaktadır. İşte bu yüzden ona doğal yasa denmektedir.
Suarez’in öğrencilerinden biri olan Gabriel Vasquez doğal yasa ile akılsal doğayı birbirine özdeş kabul etmiştir. Ona göre iyi eylemler, o eylemlerin ideal insan doğası ile olan upuygunluğu sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kötü eylemler ise bu ideal doğayı bozan niteliktedir. Ahlakın temeli de o takdirde insanın akılsal doğasıdır. Suarez elbette bu anlayışa karşı çıkmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi, Suarez’e göre doğal yasa insandaki doğru akıl olmakla birlikte yasa aklın değil iradenin bir eseridir.
Suarez’in etkisi, kendisinden sonraki felsefe geleneği içinde etkili bir şekilde devam etmiş, öz ve varoluş arasındaki ayrımı ortaya koyması ve bunun sadece akılda ortaya çıktığını söylemesi, onu tümeller tartışması içinde adcı kanata yaklaştırmaktadır.