ORTAÇAĞ FELSEFESİ II - Ünite1: İslam Dünyasında Felsefenin Ortaya Çıkışı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite1: İslam Dünyasında Felsefenin Ortaya Çıkışı
İslam Dünyasında Düşünce Hareketlerinin Doğuşu
İslam dünyasında felsefe çalışmaları başlamadan önce İslam dininin ahlak ve hukuk ilkeleri ışığında ilmi ve fikri tartışmalar yapılmıştır. Fetihlerin hız kazanması ve Hz. Ömer dönemi ile birlikte Mısır, Irak, Suriye ve Filistin’in fethi Müslümanları farklı inanç ve kültürler ile tanıştırmış bunun sonucunda da önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Kelamın Doğuşu
Yaşanan gelişmeler, Müslüman toplumların inanç ve düşünce bütünlüğünün korunmasının yanı sıra başka inanışlar içerisinde İslamiyet’in üstünlüğünü göstermeyi amaçlayan “kelam” ilminin gelişmesine de zemin hazırlamıştır. Bu ilmin başlangıcı çok eskilere dayansa da bağımsız bir disiplin haline gelmesi Abbasi Halifesi Harunürreşid dönemine denk gelmektedir. Kelam ilminin bir ilim olarak yayılmasının sebepleri Müslüman toplum içerisindeki siyasi, dini toplumsal problemler gibi iç sebepler ile başka din ve inanışlar gibi dış sebeplerdir.
İslam dininin yayılması ile birlikte dini düşüncede yoğunlaşma ihtiyacı da artmıştır. Kur’an’ın birçok ayetinde insanlara kendileri ve diğer varlıklar üzerinde gözlem yapmaları ve olup bitenleri anlamlandırmaları söylenir. İnsanların akıl güçlerini kullanarak doğru yola ulaşacaklarını belirten İslam dini, atalardan alınan bilgilerin araştırılıp incelenmeden kabul edilmesi ile doğru davranışlara ulaşılamayacağını vurgular. Bu nedenledir ki başka inanışlara karşılık olarak İslam dininin üstünlüğünü göstermek için geliştirilen kelam ilminin dayanağı duyu, düşünce ve akıl gücüdür.
Hz. Peygamber’in vefatının ardından çıkan kimin halife olacağı tartışmaları ile İslam toplumu iç karışıklıklar yaşamış ve bazı olaylar sonucunda sahabeden insanlar birbirlerini öldürmüşlerdir. Bu olaylar sonucunda insan öldürmeyi yasaklayan İslam dinine göre bu insanların dinden çıkıp çıkmadıkları gibi birçok tartışma ve görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bu sorunların yanı sıra geniş coğrafyaya yayılan İslam dini âlimlerinin başka din ve inanışlara sahip insanlara İslam dininin üstünlüğünü anlatmada akılcı ve mantıklı açıklamalar yapmalarının gereği olarak kelam ilminin geliştirilmesi bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Amaçları İslam inancını akli temelleri ile anlatmak olan kelamcılara göre üç tane güvenilir bilgi kaynağı vardır:
- Sağlıklı çalışan duyular.
- Yöntemlice işletilen akıl.
- Nesnesiyle örtüşen/uyumlu doğru haber.
Kelamcıların tartıştıkları önemli konulardan birisi “büyük günah” ile “iman-amel ilişkisi” dir. Bu anlamda Hâricîler ve Mürcie iki ayrı uçta yer alırken, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet probleme daha ılımlı yaklaşmışlardır. Haricilere göre günah işleyen kişi dinden çıkmış sayılmaktadır. Mürcie ise kişinin büyük günah işlese de mümin olduğu sürece dinden çıkmayacağını belirtir. Mu’tezile ise Allah’ın müminleri sevdiği ve günahları sevmediğini belirttiğini, bu nedenle günah işleyenlere mümin denilemeyeceği gibi kâfir demenin de doğru olmayacağını savunur ve bu kimselerin hangi statüde olacaklarına Allah’ın karar vereceğini savunur. Ehl-i sünnet kelamcıları ise günah işleyen insanlar için tevbe kapısının olduğunu, kişi mümin olduğunu söylediği sürece ona Müslüman muamelesi yapılması gerektiğini öte dünyada günahlarının cezasını çekeceği gibi mümin olmanın mükâfatını da göreceğini belirtir.
İslam’ın büyük günah saydığı fiiller şunlardır:
- Şirk/Allah’a ortak koşmak,
- Sihir ve büyü yapmak,
- Yetim malı yemek,
- Haksız yere insan öldürmek,
- Zulüm/haksızlık/adaletsizlik yapmak,
- Faiz yemek,
- Anne ve babaya karşı gelmek,
- Savaştan kaçmak,
- İffetli/namuslu kadına iftira atmak,
- Zina yapmak.
Zühd Hareketi ve Tasavvuf
Kelam ilminin ortaya çıkmasına sebep olan durumlar başka hareketlerin de ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır. İslam coğrafyasının yayılması ile birlikte zenginlik te artmıştır. Artan bu zenginlik ile birlikte toplumda rekabet, görüş ayrılıkları, şımarıklık, gevşeme ve yozlaşma baş göstermeye başlamıştır. Bu duruma tepki gösteren bazı insanlar köşelerine çekilmeye başlamışlardır. Bu köşeye çekilme hareketi gittikçe daha çok taraftar bularak “ahlak ve zühd” hareketine dönüşmüştür. Bu kişiler İslam’ın tartışma veya çekişme ile değil içtenlikle yaşanacağını belirtmişlerdir. Bu zühd ve ahlak hareketi, 8. Yüzyılın ortalarından itibaren “tasavvuf” adıyla anılmaktadır ve mensuplarına da “sufi ve mutasavvıf” denilmektedir.
Tasavvuf en genel anlamıyla maddi ilgilerin azaltılması ve Allah’ı anıp düşünmek suretiyle iç arınmayı gerçekleştirip yüksek ahlak sahibi olmayı amaçlayan bir harekettir.
Tercüme Hareketi ve Felsefenin İslam Dünyasına Aktarılması
Fetihler neticesinde siyasi ve coğrafi yayılmalar İslam dünyasının yeni kültürlerle tanışmasına vesile olmuştur. Tanışılan bu yeni kültürlere karşı bireylerde doğal ilgi ve merak oluşmasına karşılık İslam’ın bunlardan daha üstün olduğunun kanıtlanması gerekmiştir. Bu nedenle de söz konusu kültürlere ait eserlerin Arapçaya çevrilmesi gerekmiştir. Bu dönemde toplumun ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak birçok tercüme yapılmıştır. Giderek sayısı artan eserlerin Hizanetü’l-hikme ’ye sığmaması üzerine halife Me’mun (809-833) döneminde Beytülhikme (Felsefe evi) adında bağımsız bir kuruma dönüştürülmüştür. Bu kuruma kitap temini için zaman zaman hükümdarlar arası yazışmaların olduğu da bilinmektedir.
Bütün bu çalışmalar sonuçlarını vermiş ve Antik ve Helenistik dönemin felsefe birikimi yunanca ve Süryanice den Arapçaya aktarılmıştır. İslam dünyasının ilk filozofu olan Kindi de bu oluşum içerisinde yer almıştır. Önemli kültür merkezi olan bu eser 1258’de Moğol istilası ile yıkılmıştır.
İslam Dünyasında Ortaya Çıkan Felsefe Ekolleri
İslam dünyasının ilk olarak tanıştığı felsefe ekolleri Yeni Eflatunculuk, Yeni Pisagorculuk ve Hermetik din felsefesidir. Halife Me’mun döneminde ise Aristo mantığı ve felsefesi ile tanışılmıştır. Halife Me’mun’un rüyasında Aristo’yu görmesi ve onula iyilik ve güzellik hakkında sohbet etmesi üzerine Roma İmparatoru ile iletişime geçerek Roma’nın sahip olduğu eski ilimlerle ilgili kitaplardan bir derleme istediği bilinmektedir. Bunun üzerine bir süre tereddüt eden Roma imparatorunun daha sonra bu isteği yerine getirdiği bilinmektedir.
Kelam ve tasavvufun İslam dünyasının kendi iç dinamikleri sonucu meydana gelmesine karşılık felsefe, Antik ve Helenistik düşünceye dayanmaktadır. Beytülhikme kadrosundaki ilk İslam filozofu Kindi ile başlayan felsefe hareketi 8. Yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu süre zarfında ortaya birçok ekol çıkmış, ekoller dışında bağımsız düşünürlerde yetişmiştir.
Dehriyye
Âlemin ezeli olduğunu ve bu nedenle bir yaratıcısının olmadığını ileri süren ateist, materyalist felsefe akımıdır. İsmini başlangıcı ve sonu olmayan anlamına gelen “dehr” kelimesinden almıştır. Daha çok İran kültürüne bağlı olup Maniheist ve Brahmanizm’den etkilenen insanları taraftar olarak bulmuştur. En dikkat çeken temsilcisi İbnü’ravendi’dir.
Tabiiyye
Bir diğer felsefe ekolü olan tabiiyye yani tabiatçı felsefe, yaratıcı kudret olarak Tanrı’nın varlığını kabul etmesine karşılık peygamberlik ve din kurumunu reddeder. Bu ekollün en dikkat çeken isimleri Cabir b. Hayyan ve Ebu Bekir Razi’dir. İslam düşünce ve bilim tarihinde kimyanın kurucusu olan Cabir b. Hayyan evrenin sırlarını anlamanın yolunun kimyasal analizlerden geçtiğini ileri sürmüştür. Çok az sayıda eseri günümüze kadar kalan ünlü düşünür maddenin ana yapısının keşfedilebilmesi için felsefe taşının keşfedilmesi gerektiğine inanmıştır. Ebu Bekir Razi ise İslam dünyasının önemli kimyacı ve tabiplerindendir. Razi, iyi-kötü, doğru-yanlış, faydalızararlı ayrımını insan akıl ve zekası ile yapabileceğini bu nedenle insanların bir peygamber rehberliğine ihtiyaç duymayacaklarını ileri sürerek bir çok çatışma ve savaşın sebebi olarak dini göstermiştir.
Meşşaiyye
İslam düşünce tarihinde en geniş etkiye sahip olan felsefe ekolüdür. Aristocu geleneği sürdüren bu ekolün tanınan isimleri Kindi, Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd’tür. Bu filozoflar Aristo’nun eserlerinden ve Yeni Eflatuncu yorumcularının yazılarından yararlanmışlardır. Bu filozoflar daima Eflatun ile Aristo felsefesini uzlaştırmaya çabalamışlardır. Hepsi de akılcı ve rasyonalist olan bu filozoflar vahiy, peygamberlik ve din olgusunu tanıdıklarından akıl ile naklin, din ile felsefenin uzlaştırılabileceğini savunmuşlardır.
İhvan-ı Safa
Gizli ve siyasi bir örgüt şeklinde yapılanan bu ekolün kimlerden oluştuğu ve gerçek amaçlarının ne olduğu bilinmemektedir. Görüşlerini Resailü ihvani’s-safa olarak bilinen ansiklopedi de ortaya koymuşlardır. Bu ekol, cehalet, batıl inanç ve sapkın fikirler ile dinin kirletildiğini düşünerek dinin ancak felsefe ile temizleneceğini, felsefeleşmiş din ile insanların huzur ve mutluluğu keşfedeceğine inanmışlardır. Dinin cahil halka ve yüksek bilgili seçkinlere olmak üzere iki yüzünün olduğunu savunmuşlardır.
İşrakiyye
Mantıki kanıtlama ve akıl yürütmenin gerçek bilgiye ulaştıramayacağını, gerçek bilgiye ancak mistik tecrübe yöntemiyle ulaşılabileceğini ileri süren ekolün kurucusu Şehabeddin Sühreverdi’dir. Sühreverdi, felsefe ile tasavvufu kaynaştırıp özdeş hale getirmeyi amaçlamıştır. Âlemin var olduğunu sudur teorisi ile anlatmaya çalışmıştır. Ekol, İşrakilik Şehrezuri, Kutbuddin-i Şirazi, Celaleddin Devvani ve Molla Sadra gibi düşünürler tarafından devam ettirilmiştir.