ORTAÇAĞDAN GÜNÜMÜZE ANADOLU UYGARLIKLARI - Ünite 3: Geç Bizans Dönemi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Geç Bizans Dönemi
Tarihçe
1261 yılından 1453’e dek uzanan dönem, Geç Bizans Dönemi olarak adlandırılmaktadır. VIII. Mikhael Palaeologos’un 1261’de Bizans tahtına geçmesinin ardından, Latin devletleri, Konstantinopolis’i ele geçirmek için yeni bir Haçlı Seferi düzenlemişlerdir. Ancak, 1281’de Fransa Kralı IX. Louis’in kardeşi Anjou Dükü Charles’ın komuta ettiği Haçlı ordusu, Arnavutluk’ta yenilgiye uğramıştır.
VIII. Mikhail Palaeologos döneminde Bizans İmparatorluğu, uluslararası ilişkiler bakımından son derece iyi durumdaydı. Maalesef halefleri döneminde, bu kısa toparlanma döneminin geçici olduğu görülmüştür. Bizans İmparatorluğu, VIII. Mikhail Palaeologos’tan sonra tahta geçen II. Andronikos Palaeologos ve III. Andronikos Palaeologos dönemlerinde Anadolu’da Osmanlılarla; Balkanlar’da Sırplarla savaşmak zorunda kaldı. Bu dönemde imparatorlukta askeri düzenlemeler ve vergi reformları yapıldı. Ortodoks Kilisesi’nde yeniden yapılandırmaya gidildi. İç savaşlar da devleti zayıf düşürdü.
1299 yılında bir beylik olarak kurulan Osmanlı Devleti 1329 yılında İznik ve 1377 yılında da İzmit’i ele geçirmişti. Osmanlı Padişahı I. Murad, 1362’de Konstantinopolis’in kuzeybatısındaki Edirne’yi ele geçirdi ve kenti Osmanlı Devleti’nin yeni başkenti yaptı. Balkanlar’da Türklere karşı girişilen ayaklanmanın 1389 Kosova Savaşı’nda bastırılmasıyla Bizans İmparatorluğu, dört yanından Osmanlı topraklarıyla çevrilmiş bir ada haline geldi.
Ankara Savaşı’nda Osmanlıların Timur’un ordusuna yenilmesi, Bizans İmparatorluğu için geçici bir rahatlama yarattı. II. Manuel Palaeologos’un Sultan I. Mehmed (Çelebi) ile kurduğu ittifak da Bizans İmparatorluğu’nun durumunu iyileştiriyordu. Ancak 1421 yılında Sultan I. Mehmed’in ani ölümüyle yeni Bizans İmparatoru VIII. İoannes Palaeologos’un bu ilişkiyi devam ettirmemesi Bizans İmparatorluğu’nun aleyhine sonuçlandı. Başkent Konstantinopolis Osmanlılar tarafından bir kez daha kuşatıldıysa da başarılı olunamadı. 1444 yılında da yeni bir Haçlı ordusu Varna Savaşı’nda Osmanlılarca yenilgiye uğratıldı. 1448 yılında Bizans İmparatorluğu tahtına XI. Konstantinos Palaeologos çıktı. 1453 yılında Sultan II. Mehmed, Bizans İmparatorluğu’nun anlaşmaya uymamasını sebep göstererek, büyükbabası Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli Hisarı’nın inşasına başladı. Konstantinopolis’i ele geçirmek üzere hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı Padişahı II. Mehmed, 29 Mayıs 1453 günü Konstantinopolis’i, Osmanlı topraklarına geçirdi. Bizans’ın bazı kurumları ve kültürel mirası fetihten sonra da varlığını sürdürmüştür. Trabzon’da kurulmuş olan Trebizond İmparatorluğu konumu nedeniyle korunmuş ve varlığını ancak 15. yüzyıl ortasına kadar devam ettirebilmiştir.
Mimari
1204-1261 yılları arası Latin hükümdarlığının, başkent Konstantinopolis’te tek mimari etkinliğinin, Hagia Sophia’mn (Ayasofya) güneydoğudaki çatı örtülü kapalı girişinin olduğu söylenebilir. Ancak bunun yanında Latin beylikleri 13. yüzyıldan itibaren Bizans Devleti’ne ait topraklarda, Batılı üslupta birçok şato, manastır ve kilise yapılmasına da neden olmuştur. 1204 yılında kurulan Nikaia İmparatorluğunun Magnesia (Manisa), Smyrna (İzmir), Efes ve Priene’dekiler gibi savunma yapıları dışında, eserlerinin çok azı tanımlanabilmektedir. Bunların yanında İzmir yakınlarında Nymphaion’daki (Kemalpaşa) üç katlı, dikdörtgen planlı saray, mimari özelliği bakımından önemlidir. Balkanlarda merkezi Arta’daki Epiros Despotluğu’nun ise mimari eserleri daha iyi bilinmektedir. En önemlileri arasında Arta’daki Parigoritissa Kilisesi’ vadır.
Morea (Pelaponnesos) Beyliği’nin Mistra’da yer alan Hodegetria Kilisesi “Mistra Tipi” denilen kiliselere öncülük etmesi bakımından önemlidir. Yunan haçı tiplerinin karışımı olan bu yapılarda, zeminin üç nefli bir bazilika görünüşüne sahip olmasına karşın, sütun dizilerinin aralarına yerleştirilen dört payenin yardımıyla üst kat, bir yunan haçı görünümündedir. Alt kat bazilika, üst kat kapalı yuna haçı planlı olan bu tip, ilk kez Mistra’da görüldüğü için bu isimle adlandırılmaktadır.
Yunanistan’daki Selanik kentinde Palaiologoslar Dönemi’ne ait çok sayıda kilise bulunmaktadır. Bunların arasında en önemlisi 1312 ve 1315 yılları arasında Patrik Niphon tarafından kurulan Hagios Apostoloi (Kutsal Havariler) Kilisesi’dir. Yine Selanik’te 14. yüzyılda inşa edilen bir diğer yapıysa, Hagios Soterios şapelidir. Trabzon İmparatorluğu’ndan (1204-1461) kalan yapılar da mevcuttur. Ancak bunlardan Ayasofya dışındakiler yeterli olarak araştırılmamıştır.
Başkent Konstantinopolis’te bu dönemde “Dehlizli Tip, Kapalı Yunan Haçı Planlı, Tek Nefli, Yonca Planlı” dini yapı tipleri görülmektedir. Dehlizli Tip olarak adlandırılan bu tipte mekân kare bir kule gibi kilisenin ana kitlesini aşarak yükselmekte ve üstünü yüksek kasnaklı bir kubbeyle örtmektedir. Bu tipin İstanbul’da günümüze kadar az çok değişerek gelebilmiş örnekleri Hagios Andres Manastırı Kilisesi (1284) (Koca Mustafa Paşa Camii), Lips Manastırı Kilisesi güney binası (1290) (Fenari İsa Camii) ve Pammakaristos Manastırı Kilisesi kuzey binasıdır (1294) (Fethiye Camii). Bu tip İstanbul dışında Makedonya’da, daha küçük ve basit yapılarda görülür.
Başkentte “kapalı yunan haçı plan tipi”nin tek temsilcisi Pammakaristos Manastırı Kilisesi (Fethiye Camii) güney binasıdır. Yine başkentte inşa edilmiş “tek nefli yapı”lar olarak; Is Kapı Mescidi, Kariye Camii güney şapeli, Boğdan Sarayı, Sinan Paşa Mescidi’ni sayabiliriz.
Başkent Konstantinopolis’de görülen bir diğer yapı türüyse “yonca planlı tip”tir. Bizans‘ın neredeyse her döneminde görülen bu tipin, Geç Bizans Dönemi örnekleri arasında, Panaghiotissa ve Panagha kiliseleri bulunmaktadır.
Dini mimariden çok ev mimarisiyle ilişkili olan “portico facade” düzenlemesinin günümüze gelen Palaiologoslar dönemini tek örneği Konstantinopolis kent surlarına bakan, “Tekfur Sarayı” denilen yapıdır (bkz. s. 69 Şekil 3.5). Bu yapı VIII. Mikhael Palaiologos’un oğlu olan Porphyrogennetos’un sarayı olarak bilinir.
Geç Bizans Dönemi yapıların dış cepheleri geometrik motifli tuğlalarla süslenmiş, kubbe kasnaklarının kıvrımlı, yüksek bir görünüş almalarına önem verilmiştir. Dış cepheler renkli, payeler, nişler, kademeli kemerler, testere dişi motifli silmeler ile hareketlendirilmiştir. İyi korunmuş bir Palaiologos kilisesinin içine girildiğinde ilk edinilen izlenim, eldeki mevcut bütün yüzeylerin her santimini kaplayan figürlü resimlerin üretkenliğidir. Palaiologoslar Dönemi ayrıca, naos ve bema arasındaki yüksek bir bölüntü olan İkonostasis’in ortaya çıkmasına da tanıklık etmiştir.
Resim
1204’deki Latin İstilası, Bizans imparatorluğunun sanatsal açıdan yağmalandığı bir dönemdir. Son devir resim sanatı, orta dönemden tamamen farklıdır. Son dönemde bütün siyasi sıkıntılara rağmen, sanatsal açıdan farklı bir zevkin hâkim olduğu görülür. Bu özel karakteri nedeniyle bazı araştırmacılar, bu dönemin sanatını “Bizans Rönesansı” veya “Palaiologoslar Devri Rönesansı” olarak tanımlar. Latin İstilasının acısı üstüne Bizanslı sanatçılar Batıya dönmek yerine kendi geleneklerine dönmeyi tercih ederek, sanatta klasik üslubun tekrar egemen olmasını sağlamışlardır.
1204’deki Latin İstilası, Başkenti etkisiz kıldığında, Laskaris Hanedanlığının İznik (Nicaea/Nikaia) merkezli yönetimiyle karşılaşılır. Bilinen sınırlı örneklerden biri İznik H. Sophia kilisesi Diakonikon mekânında yer alan havari ve aziz tasvirleridir (1250). Bir diğer örnek, Trilye’deki Pantobasilissa Kilisesi’ndeki freskolardır. Laskarisa adının anıldığı kitabeli örneklerse Kapadokya bölgesinde karşımıza çıkar. Suvasa Oktagonu (1222-54), Gülşehir Karşı Kilise (1212) ve Kırşehir Kırk Martyrler (1216-17) Kiliselerinin fresko kitabelerinde Theodoros Laskaris adı geçer. İznik örneklerine benzer aziz tasvirleri ve üsluplarıyla dikkati çeken Akhisar Çanlı Kilise ile Eski Andaval Konstantin ve Helena Kiliseleri freskolarının Laskarisler döneminde yapıldığı muhtemeldir.
Trabzon H.Sophia Kilisesi, Latin istilası sonrası Trabzon’a yerleşen Komnenosların ortaya koydukları özgün bir örnek olarak karşımıza çıkar. Yapının içinde yer alan freskolar Komnenos döneminin genel figür üslubuna sahip olmakla birlikte hacim ve dengeli hareket eden figürleriyle Palaiologoslar Dönemi’nde hâkim olan üslubun, adeta ön örneği olarak karşımıza çıkarlar.
Laskarisler’in politik ilişki içinde olduğu Bulgar Çarlığı topraklarında Bizans resim sanatını izleri bu dönemde örneklerle izlenebilir. 1208-9 tarihli Studenica’daki Aziz Bogorodica Kilisesi örnekler arasında en dikkat çekici olanıdır.
Günümüzde, Başkent’teki yapılarda gördüğümüz mozaiklerin çoğunluğu Palaiologoslar Dönemi’ne aittir. 13.yüzyılın başına tarihlenen bu eserlerdeki sahnelerin büyük bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
Başkentin bu döneme ait en çarpıcı örnekleri Chora Manastırı’nda yer alır. 1315-21 yılları arasında İmparator II. Andronikos’un bürokratı olan Theodoros Metokhites’in tarafından yaptırılan sahneler, günümüze ulaştığı şekliyle yapının iç ve dış nartekslerinde yer alır. İç narthekste Meryem’in hayatına ilişkin sahne dizisi yer alır. Dış narthekse İsa’nın çocukluk dönemiyle mucizelerini konu alan sahneler yerleştirilmiştir. Sahnelerde figürler, mimari ya da doğa kompozisyonlarıyla birlikte, dengeli olarak yerleştirilmiştir (bkz. s. 72 şekil 3.7).
Bu dönemde ikona geleneğinin devam ettiği ve dönemin anıtsal duvar resimlerinde izlenen üsluba paralel özellikler gösterdiği izlenir. 12.-13. yüzyıllarda ikonaların, İkonastasis’e yerleştirilmeye başlandığı izlenir. Apsis ile naos arasında ayrım oluşturan ikonastasisler üzerine asılan ikonalar, içerdiği konular ve sıralanışlarıyla anıtsal duvar resimlerindekine benzer düzen oluştururlar. Bu yıllarda ikonalar arasında önemli bir grubu da Azizlerin yaşam öykülerinin anlatıldığı Vita İkonalar oluşturur. Bu tür ikonaların da en çarpıcı örneklerini Sina Dağı Azize Katerina Manastırında bulmak mümkündür. Özellikle 13.yüzyıla tarihlenen Vita İkonaları manastırın koleksiyonunda belgelenebilir.
14. yüzyılda Bizans’ın siyasal çöküşü, resim sanatında son dönemde ortaya koyan bu çarpıcı üslubun daha fazla ilerlemesine ne yazık ki engel olmuştur. Zaman içinde zengin bir birikimle oluşturulan Bizans’ın sanatsal mirası Rusya’ya aktarılmıştır.
El Sanatları
Geç Bizans Dönemi’nde günlük kullanım objeleri dışında, lüks obje üretimine çok az rastlanmaktadır. Bunun nedenleri arasında 1261-1453 yılları arasında imparatorluğun içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik bunalım ayrıca değerli objelerin ham maddesinin kaynağı olan toprakların kaybını sıralayabiliriz. Bu dönemde Fildişi ve tekstil örneklerine neredeyse hiç rastlanmaz. Az sayıda da olsa cam ve maden eser günümüze ulaşmıştır.
Seramik
Arap akımlarının son bulmasıyla 10. yüzyıl sonundan itibaren Bizans ekonomisinde gelişme yaşanmıştır. Özellikle 12-14. yüzyıllar arasında Batı Anadolu’daki seramik üretim merkezlerinin faaliyetlerini sürdürdüğü bilinmektedir. Geç Bizans döneminde kupa, küçük kâse ve tabak formları yoğun olarak kullanılan formlardır.Bezemelerde kuş ve hayvan motifleri sıklıkla karşımıza çıkar.
Geç Bizans döneminde ‘Zeuxippus Seramikler’ olarak anılan üretim grubu görülür. Zeuxippus Seramikler, ince ve zarif bir üretim grubudur. Sarı ve hardal sarısı renklerde daha geç örneklerinde yeşil renkte sır kullanılmıştır. Karakteristik olarak kabın iç yüzeyinde merkezde iç içe konsantrik dairelerden oluşan bezeme yer alır. Aynı dönemde Champleve, Slip Boyalı, Tek Renk Sırlı Seramikler’in üretimi de devam eder. Bu dönemde birçok süsleme tekniğinin bir arada kullanıldığı örnekler de mevcuttur. Sgrafitto dekorlu kaplar üzerinde oksit malzemenin kullanımıyla çok renkli süslemeler yoğunlaşmıştır. Bu dönem sgrafitto seramikleri kullanılan oksit boya renklerine göre Yeşil ve Kavuniçi Lekeli Seramikler, Mangan Kahverengi Lekeli Seramikler, Yeşil Lekeli Seramikler olarak gruplara ayrılır.
Sikke
Latinlerin Konstantinopolis’i istilası (1204-1261) sırasında sürgündeki Nikaia imparatorluğunda, III. Ioannes (1222- 1254) döneminde, hyperpyron’un içindeki altın ayarı 16- 18 karat’a (mücevherin ağırlığını ifade eden ölçü birimi) düşürülmüştür. Hyperpyron, Konstantinopolis yeniden ele geçirildikten sonra VIII. Mikhael (1259-1285) döneminde 15 karat’a, II. Andronikos (1285-1330) döneminde de 12 karat’a düşmüştür. Altın hyperpyron son kez 11 karat olarak V. Ioannes (1341-1391) döneminde basılmış ve böylece Bizans altın sikkeleri 1350’lerde sona ermiştir.
1300 yılı sonrası II. Andronikos (1282-1328) “basilicon” adlı Venedik gümüş “ducat’sına benzeyen geniş fakat çukur olmayan yeni bir gümüş sikke tedavüle sokmuştur. Tedavüle girdiği yıldan yaklaşık 50 yıl sonra ortadan kalkan bu sikke hyperpyron’un 1/12’si değerindeydi. 14. yüzyılın üçüncü çeyreği içinde, V. Ioannes’in (1341-1391) iktidarı döneminde altın sikkenin yerini, hyperpyron adını taşıyan gümüş sikke almıştır. Gümüş hyperpyron, aynı adı taşıyan önceki altın hyperpyron’un yarısı değerindeydi. Bu sikke “stavraton” olarak da bilinmektedir.
11. yüzyılın sonlarına doğru diğer bakır sikkeler gibi tetarteron’da ortadan kalkar. II. Andronikos ve III. Andronikos (1328-41) dönemlerinde “Assaria” adı ile bilinen hafif bakır sikke tedavüle girmiştir. İki imparator da her yıl assaria üzerindeki modelleri değiştirdiği için sıra dışı, bozuk, korumasız ve yeniden üretilemeyecek numuneler ortaya çıkmıştır.
1367 yılında imparator V. Ioannes’in tedavüle soktuğu gümüş “stavraton”un yanında iki bakır birim de bulunmaktadır. Fransız “dernier tournois”in modelinde “tornese” ve bundan 1 gr. hafif olan “follaro” tedavüle girmiştir.
Palaiologos Hanedanı dönemi sikkelerinde imparator tiplerinin betimlenmesinde iki farklı dönem vardır. Birincisi 1261’den sonradır ve sürekli değişen tiplerdir.
Bunlar ;
- ayakta figür (tek başına ya da ortak imparator ile),
- yarım 4/3 cepheden figür (tek başına ya da ortak imparator ile),
- oturan figür (genellikle tek başına),
- diz çökmüş figür (İsa ya da Meryem önünde),
- proskynesis’tir (İsa ya da Meryem önünde).
İmparator tiplerinin bu çeşitliliği ikinci dönemde zıtlık gösterir. 1360 sonrası bu ikinci dönemde, baskın olan tip, imparatorun cepheden büstüdür. Bu tip neredeyse 11. yüzyıldan itibaren görülmemiştir. Buna ek olarak bir yenilik imparatorun kubbe biçimli taç ve yakalı bir kıyafet ile betimlenmesidir. Buna rağmen küçük birimlerde yine de ayakta bir figür ve çok az da olsa at üzerinde imparator figürü görülür. Palaiologos Hanedanı dönemi sikkelerinin bir özelliği de nimbus geleneğinin yeniden canlanmasıdır. 7. yüzyıl başlarında yok olan bu gelenek genellikle altın madalyonlar, konsül solidusları ve gümüş tören sikkelerinde kullanılırdı. 14. yüzyılda yeniden doğan bu gelenek II. Andronikos döneminde görülür.
Ayrıca 13. yüzyıl Thessalonika sikkelerinde yer alan oldukça yabancı bir tip vardır. Bu sikkelerde imparatorlar kanatlı betimlenmiştir. Almanlardan ilham alınarak yapıldığı düşünülen bu tipteki tasvirlerin, dönemin “güzel söz” söyleyen imparatorları için kullanıldığı söylenebilir.