OSMANLI MERKEZ VE TAŞRA TEŞKİLATI - Ünite 2: Merkez Teşkilatı/Maliye, İlmiye ve Adliye Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Merkez Teşkilatı/Maliye, İlmiye ve Adliye
Ünite 2: Merkez Teşkilatı/Maliye, İlmiye ve Adliye
Maliye Teşkilatı
Defterdar ve Defterhane
Önceki Türk ve İslam devletlerinde müstevfi’liğe, Osmanlı devrinde defterdarlık denmiştir.
Defterdar unvanının hangi tarihte kabul edildiğine dair açık bir bilgi yoktur. Bu kavram Yıldırım Bayezid devrinde kullanılmıştır.
Fatih kanunnamesine göre başdefterdar, divan-ı hümayunda veziriazamın sofrasında yemek yemek, hükümdarın malını muhafaza etmek, hazineyi ilgilendiren işler için maliyeden hüküm yazmak gibi imtiyaz ve yetkilere sahiptir.
Nüzül, Osmanlı Devleti’nde hububattan ayni olarak toplanan avarız türü bir vergidir.
XVII. yüzyıl başlarından itibaren şıkk-ı evvel defterdarı ismi verilen başdefterdar, bütün mali işlerde tek sorumlu olup diğer iki defterdar onun maiyeti haline geldi.
Maliye Bürokrasisi
Osmanlı Devleti’nde ilk maliye teşkilatı, I. Murad zamanında yapılmıştır.
Başmuhasebe
Başdefterdarlığa bağlı olan başmuhasebe kalemi;
Saray da dahil olmak üzere tüm devlet dairelerinin gelirleriyle masraf hesapları tutar
Mali kanun ve nizamnameleri hazırlar
Devlete ait imalat, ihale ve ödemeleri yapar
Malikane beratlarını verir
Bir nevi sayıştay vazifesi de görürdü.
Baş Bakıkulu
İcraat ve tahsilat işlerinde defterdarın maiyetinde icra memuru olarak beş kişi vardır. Bunlardan biri başbakıkulu denilen devlet varidatının birinci tahsil memuruydu.
Cizye Baş Bakıkulu
Cizye başbakıkulu cizye dolayısıyla hazineye borcu olanları takip eder ve cizye gelirlerini iltizama almış olan mültezimlerinden borcunu ödememiş olanları takip ederdi.
Veznedarbaşı
Maliyenin üçüncü icra memuru hazineye ait paranın tahsilatı ve ödemelere nezaret eden veznedarbaşıdır.
Sergi Nazırı ve Sergi Halifesi
Baş defterdarın icra memurlarından sergi nazırı ve sergi halifesi’nin vazifesi hazine işlemlerinin defterini tutmaktı.
Defterdar Kapısı (Bab-ı Defteri)
Defterdarlığa ait bütün kayıtlar, defterler, senetler, gelir ve gider cetvelleri ve saire divanhanenin yanındaki maliye hazinesinde saklanırdı.
Hazine
Osmanlı maliyesi, dış hazine ve iç hazine olarak iki kısımdan meydana geliyordu.
Dış Hazine
Dış hazine devletin esas hazinesidir. Devletin bütün gelirleri burada toplanır ve icap eden masraflar yine buradan yapılırdı. Hazine-i amirenin sorumluluğu defterdar ile veziriazamın üzerinde idi.
İç Hazine
İç hazine padişahın özel hazinesi idi. Enderun hazinesi de iç hazinenin bir bölümü idi. İç hazine, dış hazine için bir yardımcı hazine ve kredi kurumu vazifesi görmüştür.
Bütçe
Fatih kanunnamesinde yılda bir kere defterdarın gelir ve gideri huzurunda okuması emr edilmiştir. Bu kayıttan devletin bir bütçesi olduğu açıkça anlaşılır. Osmanlı bütçelerinde, geçmiş bir yıl içerisinde devletin gelirleri ve yaptığı harcamalar bir cetvel halinde gösterilir.
İlmiye Teşkilatı
İlk Osmanlı Medreseleri
Genel kanaat İznik Orhan Gazi medresesinin ilk Osmanlı medresesi olduğu yönünde ise de İzmit’te Süleyman Paşa medresesinin Osmanlılarda ilk medrese olduğunu söyleyenler de vardır.
Bursa medreselerinin ehemmiyeti II. Murad’ın 1435 tarihinde Edirne’de darü-l-hadis ve 1447-48 de Üç Şerefeli medresesini tesis etmesine kadar devam etmiştir.
En yüksek dereceli medrese ise Fatih’in yaptırdığı sah-n-ı seman medreseleri idi.
İlk Osmanlı darü-ş-şifası (hastane) da Yıldırım Bayezid tarafından Bursa’da yaptırılmıştır.
Osmanlı Medreselerinin Tasnifi
Osmanlı medreselerini iki grupta toplamak mümkündür:
Genel Medreseler
Genel olarak, kadı, müderris ve müftü yetiştirmek maksadıyla tesis edilmişlerdir.
İhtisas (Uzmanlık) Medreseleri
Bunlar doğrudan doğruya ihtisası gerektiren İslami ilimlerden birini yahut da ulum-i dahil eden birini öğretmeyi hedef alan ve o ilmin tahsiline mahsus metotlarla öğretim faaliyetinde bulunan medreselerdir. İhtisas medreselerinin başında darü’l hadisler gelir. İhtitas medreselerinden diğeri darü’l kuralardır. Darü’t-tıblar ise tıp ilimlerinin ve uygulamasının beraberce öğretildiği medreselerdir.
Sahn-ı Seman ve Süleymaniye Medreseleri
Fatih, İstanbul’un fethinden sonra bugünkü Fatih Külliyesi’nin bulunduğu yerdeki eski yapıları yıktırıp dümdüz hale getirmiştir. Arapça’da bu türlü düzlüklere ve geniş sahalara Sahn dendiği için bu medreselere Sahn medreseleri adı verilir. Burada büyük bir külliye (Fatih Külliyesi) yaptırıldı.
Sahn-ı Seman ve Tetimme medreseleri kurulduktan sonra ülkedeki değişik medreseleri bir sistem içerisinde toplamak ve derecelerine göre yeniden teşkilatlandırmak için medreselerin eğitim hiyerarşileri içerisinde geniş kapsamlı bir organizasyona ihtiyaç duyuldu.
Eğitim Dili ve Öğretim Usulü
Medreselerde öğretim dili Arapça idi. Farsça ise ilk defa Damat İbrahim Paşa’nın yaptığı medresede okutulmaya başlandı. Öğretim süresi daha ziyade öğrencinin çalışkanlığına ve gerekli olan ders ve imtihanları verme durumuna bağlıydı.
Medreselerdeki Eğitim Süreci
Osmanlı medreselerinde öğrencilerin sıbyan mektebini bitirerek veya o seviyede hususi bir öğretim görerek medreselere girdikleri anlaşılmaktadır.
Medreselerin Kadrosu
Vakfiyelerde cemaat adıyla geçen medreselerdeki kadro vakfiyelerden ve öğrenci kanunlarından anlaşıldığına göre idare, tedris ve hizmet olmak üzere üç sınıftı.
Müderris
Günümüzde profesör karşılığında da kullanılan müderris belirli bir tahsilden sonra icazet, mülezemet ve berat alarak medreselerde ders veren kimselere denilir.
İlk Osmanlı müderrisi ise Selçuklu kültür havzasında yetişmiş devrin ünlü mutasavvıf ve mütefekkiri Şerefüddin Davud-i Kayseri’di.
Bir müderris, ilk rütbeden son rütbeye kadarki ilmiyle yolunu 25-30 yılda alır.
Muid
Danişmendler arasından ve en riyakatli olanlardan seçilen muid, bugünkü asistan pozisyonundadır.
Talebeler
Sıbyan mektebi talebelerine sadece talebe, yüksek seviyelerdeki medrese talebelerine de danişmend denilmektedir. Osmanlı medreselerinde talebelerin sıbyan mektebini bitirerek veya o seviyede hususi bir öğretim görerek medreselere girdikleri anlaşılmaktadır.
İdare ve Hizmet Kadrosu
İdare kadrosu, mütevelli ve ona bağlı katib, babi (vakıf gelirlerini toplayan), cabi katibi, mutemed ve noktacı gibi memurlardan oluşuyordu. Hizmetli kadrosunu ise genellikle hafız-ı kütüb (kütüphaneci), bevvab (kapıcı), ferraş (temizlikçi), kennas-ı hela (tuvalet temizleyici), siraci (kandilci) gibi elemanlar meydana getiriyordu.
Medreselerin Gerilemesi ve Bozulması
- yüzyılın sonlarına doğru medrese kurumunda bazı aksaklıklar görülmeye ve bu arızalar hızla artmaya başladı.
Medreselerin bozulmasının esas sebeplerinden birisi düşünceyi faaliyete geçirecek olan matematik, kelam ve felsefe gibi akli ilimlerin terkedilerek, bunların yerine tamamen akli ilimlerin geçmesidir. İkinci sebep mülazemet usulünün bozulmasıdır.
İlmiye Sınıfı
Şeyhülislamlık Kurumu
Şeyhülislam IX. yüzyılda ortaya çıkan ve fetva ile şöhret kazanmış veya çok sayıdaki fakihin tasvibini almış fıkıh alimlerine verilen bir şeref unvanıdır. Osmanlı Devleti’nde ilk şeyhülislam, II. Murad zamanının meşhur ulemasından Molla Fenari’dir.
Şeyhülislamın protokoldaki yeri veziriazamın bile önündedir. Şeyhülislam, şeriat hukukunun uygulanmasında karşılaşılan problemleri çözmekle vazifeli ve en büyük otoritedir.
3 Mart 1924’de Hilafet kaldırıldığı tarihte çıkarılan bir kanunla şeyhülislamlık makamı da Diyanet İşleri Reisliği haline getirildi.
Kadıasker
Divanda kadıaskerler hukuk ve adli meselelere baktıkları gibi çeşitli ilmi konularda da görüşlerine başvurulurdu.
Müderrisler
Müderris medresede ders veren demektir. Bugünkü üniversite profesörleri ile mukayese olunabilir.
Nakibü’l Eşraf
Bazı kazalarda Hazreti Peygamberin soyundan gelen seyyid ve şeriflerin işleriyle uğraşmak, onların özlük haklarını korumak ve secerelerini kontrol ve takip etmekle vazifeli, ilmiye teşkilatı içerisinde bir de nakibü’l eşraflık makamı vardı. İlk nakibü’l eşraf Yıldırım Bayezid zamanında tayin olmuştur.
Padişah Hocaları
Şeyzadeler belirli bir yaşa gelince onlara ulemanın önde gelen şahsiyetlerinden bir hoca tayin olunurdur. Tahta geçtikleri taktirde bu şahış padişah hocası unvanını alırdır. Bilinen ilk padişah hocası Çelebi Mehmet’in hocası olan Sofu Bayezid’dir. En çok hocası olan padişah da Fatih Sultan Mehmet’tir.
Kadılar
Padişah yargı yetkisini kadılar vasıtasıyla kullanırdı. Doğrudan padişah fermanıyla atanan kadıların özlük işlerini kadıaskerler yürütürdü.
Kaza Müftüleri
Her kazada şeyhülislam tarafından atanmış bir müftü bulunuyordu. Başkentte şeyhülislamın görevini kazalarda müftüler yapıyordu. Kadı, nakibü’l eşraf ve mütfü taşrada ilmiye ve adliye teşkilatının en büyük üç otoritesiydi.
İmam, Müezzin ve Vaizler
Osmanlı ülkesinin en küçük yerleşme merkezlerine kadar her yerde mevcut olan cami ve mescitlerde dini hizmet görenler de ilmiye mensuplarıydı.
İlmiye Sınıfının Teftişi ve İstihdam Sahaları
Osmanlılarda ilmiye sınıfının kontrolü, medreselerde ve camilerde, vakfiyelerinde bulunan, mütevelli, nazır ve noktacılar, kaza teşkilatında kadı müfettişler tarafından yapılırdı. İlmiyenin diğer hizmet türü müftülüktü.
Osmanlı Adliye Teşkilatı
Osmanlı Hukuku ve Tarihi Gelişimi
Osmanlı Devleti’nde hukuk üç ana temele dayanıyordu: İslam hukuku (şeriat), örfi hukuk ve fethedilen bölgelerde daha önceden bir şekilde koyulmuş olan kanun ve nizamlar.
Şer-i hukukun kaynakları ise Kuran, hadisler, toplumun benimsediği görüşler ve İslam hukukçularının uygulamaları esas idi. Örfi hukuk ise Türk toplumu arasında Orta Asya’dan beri yaşayıp gelen adet ve geleneklere dayanıyordu.
Osmanlılar fethettikleri yerlerde daha önceki hükümdarlar tarafından konulmuş kanun ve nizamları da hemen kaldırmak yoluna gitmeyerek, şer-i ve örfi hukuka ters düşenleri iptal etmişler, geri kalanlarını yürürlükte bırakmışlardır.
Adliye Teşkilatı
Adliye teşkilatının işleyişini ele alalım.
Kadıaskerler
Osmanlı adli teşkilatının başında kadıaskerler vardı. Önceleri bir kadıasker varken Fatih devrinde Rumeli ve Anadolu kadıaskerliği olarak ikiye çıkarılmıştır. Kadıaskerler Divan yani hükümet üyesiydiler. Ayrıca imparatorluktaki bütün kadıların ve müderrislerin tayin, terfi ve azilleri konusunda yetkili idiler.
Kadı ve Naip
Kadı, kaza idaresinin başı olup mutlaka yüksek derecede bir medreseyi bitirmiş ve belli müddet Edirne, Konya, Sivas, Bağdat gibi büyük şehirlerde danişmend olarak hizmet görmüş kişiler arasından tayin olunurdu. Naib kadının bulunmadığı hallerde duruşmaları idare etmek, serbest dirlikler içerisinde yer almayan köylerdeki davaların yerinde görülmesi için olay mahalline gitmek gibi görevleri ifa ediyordu. Ayrıca her duruşmada hazır bulunan ve kazanın doğruluğu ve dürüstlüğü ile tanınmış ileri gelenlerinden seçilmiş bir nevi jüri mevkiindeki şuhudü’l-hal bir heyet mevcuttu.
Kadının hükmünü ancak Divan-ı Hümayun bozabilirdi.
Tanzimattan Sonra Hukuk Alanında Gelişmeler ve Adliye Teşkilatı
Tanzimatla birlikte Osmanlı hukukunun kaynakları arasında batı hukuku da girmiştir. Ancak eski hukuka ait kaynaklar derhal terk edilmemiş şer-i ve örfi hukuk batı k-hukuku ile sentezlenerek kanunlaştırma çalışmaları başlamıştır. Tanzimattan sonra işlerin çoğalması sebebiyle 1854 yılında kurulan Meclis-i Ali-i Tanzimat ve Meclis-i Ahkam-ı Adliye birleştirilerek yine Meclis-i Valla-yı Ahkam-ı Adliye adı altında bir meclis oluşturulmuş ve bu meclis idare, tanzimat, adliye adlarıyla üç kısma ayrılmıştır.
Nizamiye Mahkemeleri
Bunlar genel mahkemelerdir.
Şer’iyye Mahkemeleri
Sadece evlenme, boşanma, nafaka ve miras meselelerine bakan mahkemelerdir.
Ticaret Mahkemeleri
1840 yılında ticari davalara bakmak üzere ticaret nezaretine bağlı bir ticaret mahkemesi kuruldu.
Cemaat Mahkemeleri
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan gayri müslim teb’anın kendi toplulukları içindeki davaların görüldüğü mahkemelerdir.
Konsolosluk Mahkemeleri
Bu mahkemeler yabancı devlet teb’ası olup Osmanlı Devleti içerisinde bulunan kimselerin kendi aralarındaki davalara bakardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Anayasal Dönem:
1876 Kanuni Esasisi
Osmanlı İmparatorluğu 1876 yılında Teşkilat-ı Esasiye kanunun da denilen Kanun-u Esasi’yi yani ilk anayasayı yürürlüğe koydu. Bu anayasa ile devlet meşrutiyet rejimine geçmiş oluyor; taçlı bir demokrasi haline geliyordu. Kanun-i Esasi çerçevesinde seçimler yapıldı ve ilk Osmanlı Mebusan Meclisi açıldı.