OSMANLI MERKEZ VE TAŞRA TEŞKİLATI - Ünite 8: Merkez ve Taşra Teşkilatında Dönüşüm Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Merkez ve Taşra Teşkilatında Dönüşüm

Ünite 8: Merkez ve Taşra Teşkilatında Dönüşüm

Dönüşümün Sebepleri

XV. yüzyılın ortalarından XVI. yüzyılın sonlarına kadar olan devre, çoğu Osmanlı tarihçisi tarafından Osmanlı “klâsik devri” olarak tanımlanır.

Osmanlı tarihinin temelde iki ana döneme (Kuruluş ve Klasik dönem ile Modernleşme ve Dağılma dönemi) ayrılabileceği ve Klasik dönemin III. Selim’e kadar sürdüğü de söylenebilir. Birtakım değişmelerle birlikte, Osmanlı idarî, sosyal, ekonomik ve askerî düzeni ve bunların ötesinde Osmanlıların dünyaya bakışı yani Osmanlı ideolojisi ve kültürü bir devamlılık arz etmiştir. XVII-XVIII. yüzyıllarda meydana gelen dönüşümler klasik yapıların değişmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Klasik düzenin bozulduğu yönündeki anlayış büyük ölçüde Kanunî devrinin idealize edilip “altın çağ” olarak varsayılmasına dayanır. Bu ise belli bir yapının, belirli bir dönemde durağanlaştığı sonucunu beraberinde getirir. Halbuki, Osmanlı devleti hem kurumsal açıdan hem de kültürel yönden donmuş, kalıplaşmış bir yapıda değil esnek ve pragmatik bir anlayış ve uygulama içinde olmuştur. Bu bakımdan, “klasik sistem”deki değişimi, dönemin şartları ve gelişmelerinin yol açtığı bir dönüşüm olarak yorumlamak daha doğru bir yaklaşımdır.

XVI. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan değişiklikler uzun süre duraklama ve bozulma olarak tanımlanmıştır. Son dönemlerde ise XVII. yüzyılda Osmanlı askerî ve

malî sisteminin çeşitli sebepler yüzünden bir değişime veya dönüşüme uğradığı üzerinde durulmaktadır. Doğal olarak o dönemde yaşanan Celalî isyanları, uzun süren savaşlar ve bunların özellikle kırsal kesimde yol açtığı sorunlar vardı. Bu konunun siyâsî, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları vardır. Değişme olgusu merkez ve taşra teşkilatında da önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir.

Fetihlerin Yavaşlaması:Bazı Osmanlı tarihçileri, Osmanlı İmparatorluğu’nun XVI. yüzyılda yayılışının doğal sınırlarına ulaştığı ve aşamayacağı siyasî-coğrafî engellerle karşılaştığı kanaatindedirler.

Buna göre Osmanlılar hem denizde, hem de karada oldukça kuvvetli rakiplerle karşı karşıya kaldılar. Batıda Viyana önlerinde Habsburglar tarafından durdurulurken, doğuda İran platosu ve Safevîler, Osmanlı ilerlemesine set çekiyordu.

Afrika’da çöl, Hint Okyanusu’nda Portekizliler ve kuzeyde Ruslar, Osmanlılar için hayatî önemi haiz fetih politikasının sona erdiğinin işaretlerini vermekteydiler.

1578-1606 arasında, önce doğuda İranlılara, sonra da batıda Habsburglara karşı yürütülen uzun, yıpratıcı ama sonuç itibariyle kazançsız denilebilecek savaşlar, aynı dönemde içeride yaşanan büyük sosyal çalkantıların da tesiriyle devlet ve toplum düzenini sarsmış ve büyük ölçüde insan ve malî kaynak kaybıyla sonuçlanmıştır. Öte yandan XVII. yüzyılın ilk yarısında Batı Avrupa’da Otuz Yıl Savaşları, dışarıda Lehistan ve İran ile yapılan savaşların yanında yaşanan iç buhranlar dikkate alındığında Osmanlılar için bir avantaj oldu.

Ekonomik Nedenler:Osmanlılar, ülkelerinden geçmekte olan transit ticaretin aracısı olmak rolünü benimsediler ve bu pozisyonlarını sürdürebilmek için her türlü önleme başvurdular. Bu mücadelede, Hristiyanlığı yaymak ve baharatın kaynağına ulaşmak için harekete geçen Portekizlilere karşı Hint Okyanusu’nda büyük ve zorlu bir mücadeleye girdiler. Bu ticaret yolu üzerinde bulunan Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı gibi stratejik mevkileri ele geçirmek amacıyla, önce Memlûklular, ardından da Osmanlılar Portekizlilere karşı mücadele ettiler.

Keşiflerin Osmanlı İmparatorluğu’na erken etkilerinden birisi olarak tanımlanabilecek olan kıymetli maden akışı, daha doğrusu Amerikan gümüşünün diğer Avrupa ülkeleri gibi Osmanlı ülkelerini istilâ etmiş olmasıdır. Bu istilâ, özellikle 1570’lerden sonra Akdeniz ülkelerinde kuvvetle hissedilen bir genel fiyat yükselmesine yol açmıştır. Doğal olarak bu arada devreye nüfus artışı vb. etkenler de girecektir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun içine düştüğü bunalımı ağırlaştıran ve mevcut kurumlarına yayan bir başka gelişme de, ulûfeli asker sayısının arttırılmasına yol açan bir olgu olarak savaşlarda ateşli silahların kullanılmasının yaygınlaşması ve yaya ordusunun ön plana çıkması idi.

Osmanlı klâsik düzenindeki yapısal değişikliklerin temelinde yatan unsurlardan ve XVI. yüzyıl sonlarında özellikle Anadolu’da ortaya çıkan Celâlî hareketlerinin başta gelen sebeplerinden birisinin, XVI. yüzyılın ikinci yarısında tespit olunan nüfus artışı olduğu kanısı yaygındır. Akdeniz dünyası hakkındaki anıtsal eserinde Braudel bütün Akdeniz dünyasında XVI. yüzyılın başlarından itibaren nüfusun artmaya başladığını, yüzyıl sonu itibariyle de bazı yerlerde iki katına ulaştığını öne sürmüştü.

Konuyu Osmanlı ülkeleri bağlamında ele alan ve tahrir defterlerindeki verileri kullanan Barkan temelde Braudel’i teyit etmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenler ve gelişmeler sonucunda, XV. yüzyılın ortaları ile XVI. yüzyılın ortaları arasında en belirgin dönemini yaşayan “klâsik” Osmanlı yapıları değişmeye yüz tutmuştur. Padişahların yetişme tarzından taşra idaresine kadar önemli değişiklikler vuku bulmuştur. Modern tarihçiler, Osmanlı yönetim sisteminde padişahın işgal ettiği merkezî yerin öneminden hareketle, padişahların yetişme tarzı, şehzadelerin sancağa çıkma usûlünün terkedilmesi ve dolayısıyla haremin ön plana çıkması vb. gelişmelerin bu değişimde etkili olduğunu düşünmüşlerdir.

Gerek askerî düzendeki değişiklikler, gerekse yeni veya ağırlaştırılmış vergiler reâyâyı zor durumda bıraktığı gibi, yeterli ücret alamayan veya savaş sonrasında terhis edilen sekban ve sarıca birliklerinin eşkıyalığa başvurmaları da Anadolu’da toplum yaşantısını olumsuz yönde etkilemiştir. XVI. yüzyılın sonlarıyla XVII. yüzyılın başlarında özellikle Anadolu’yu kasıp kavuran ve pek çok köyün terkedilmesine sebebiyet veren Celalî isyanlarında bu sekban-sarıca topluluklarının faal rol oynadığı bilinmektedir. Yine bu süreçteki değişikliklerin fakirleştirdiği timarlı sipahiler de Celalî kadroları arasında yer almışlardı. Bunlara karşı köylerinde kalıp tarımla iştigal eden halka düşen görev ise, hem devlete vergisini ödemek, hem de bu grupları beslemekti.

Merkez Teşkilatında Değişme

Bu noktada özellikle vurgulanması gereken nokta, hanedan mensuplarının payitahtta toplanmasına yol açan kafes usulüdür.

Böylece eyaletlerde sancak beyliği yapan ve dolayısıyla özellikle Anadolu’daki belli başlı şehzade başkentlerinde İmparatorluk başkentinin küçük modellerini gerçekleştiren şehzadelerin artık gündemden kalkması, merkezdeki yapıyı da etkiledi.

Haremin, kapıkullarının ve İstanbul esnafının devlet sistemindeki öneminin göreceli olarak arttığı bir gerçektir. Artık taht ve iktidar mücadelesi merkezde yaşanıyordu. Bu kavgaların taşradaki yansımaları ise, II. Osman’ın hal’ ve katlini müteakip Abaza Mehmed Paşa’nın çıkardığı isyan hareketi örneğinde olduğu gibi, Celalî isyanları olarak tezahür etmekteydi. Hâlbuki XVI. yüzyılda, II. Bayezid devrinde ve I. Selim’in ilk yılında; Kanunî devrindeki şehzade kavgalarında eyaletlerdeki güç odakları taht kavgalarının taraflarının ordularını teşkil etmekteydi.

Kul Sisteminde Değişim:Osmanlı klasik düzeninin iki temel kurumundan biri olarak kabul edilen kul sisteminde

XVII. yüzyılda önemli bir değişim yaşandı. XVII. yüzyılda Enderun’a alınanların bir kısmının kullukla veya devşirmelikle alakası yoktu. Osmanlı ıslahat layihası yazarları bu gelişmede özellikle III. Murad’ın bazı uygulamalarını eleştirirler.

Saraya ve kapıkulları arasına “hariçten ecnebi” alınması, yani bu kariyer için kanunun öngördüğü kaynaklar dışından kişilerin katılması devlet sisteminin bozulmasının ana sebeplerinden biri olarak yorumlanmıştır. Gerçekten de XVI. yüzyıl sonlarından itibaren “kuloğlu” adıyla ocağa kabul edilen yeniçeri çocuklarının yanında “kul kardeşi”, “ağa çırağı” adı altında da yabancılar ocağa alınmıştır.

Divan-ı Hümâyun’dan Paşakapısına:Merkez teşkilatında en önemli değişim özellikle, Haremin etkisinin artmasına yol açan gelişmeler yanında, XVI. yüzyılın sonlarıyla XVII. yüzyılın ortalarına, Köprülü

Mehmed Paşa’nın sadrazamlığa atanmasına kadar uzanan süreçte sıkça vuku bulan veziriazam değişikliklerinin, aklî dengesi bozuk iki (I. Mustafa, Sultan İbrahim), çocuk denecek yaşta üç (I. Ahmed, IV. Murad ve IV. Mehmed) padişahın tahta geçtiği dönemlerde yaşanan otorite boşluklarının ve benzer gelişmelerin Divan-ı

Hümayun’un etkisinin azalmasıyla sonuçlanmasıdır.

Maliye’de Değişim:XVI. yüzyılın ikinci yarısındaki gelişmeler, timar sisteminin eski öneminin azalması, yeni ele geçirilen Arap vilayetlerinde ve Kuzey Afrika’da salyaneli sistemin uygulanması gibi sebepler merkezî maliye örgütünün yapısında değişiklik ve gelişmeleri beraberinde getirmiştir. XVI. yüzyıl başlarında, Anadolu ve Rumeli defterdarlıklarına ek olarak bir Arap Defterdarlığı kurulmuştu. Daha sonra bu yapı değişecektir.

Başlangıçta eyaletlere göre düzenlenmiş olsa da nihaî haliyle üç defterdarlık coğrafî temele göre bölünmemiştir.

Taşra İdaresi ve Timar Sisteminde Değişme

Klasik dönemde Osmanlı taşra idaresinde her ikisi birbirinden ayrı olarak padişah beratı ile atanan ve farklı görev alanları olan iki temel görevli vardı: Kadı ve Bey. Kadı hükümdarın adlî-idarî otoritesini, bey de icraî-askerî otoritesini temsil ederdi.

Böylece bir denge sistemi de kurulmuş olmaktaydı.Kanunî devrinden itibaren önemli beylerbeyliklere kubbe vezirleri vali atanmaya başlanmış, daha sonra kubbe vezirleri dâhil, eyalet vezirleri hariç vezirleri olarak ikiye ayrılmıştır. Selanikî Tarihi’ne göre XVI. yüzyıl sonlarında on üç vezirin altısı dâhil, yedisi hariç veziri yani eyalet valisi idi. 1640’lardan itibaren vezir sayısı artmış, bu defa iki tuğlu paşalara yani beylerbeylerine sancak tevcih edilmeye başlanmıştır. XVIII. yüzyıla gelindiğinde ise artık pek çok sancağa paşalar tasarruf etmektedir. Sayıları artan vezirlere arpalık yoluyla sancaklar tevcih edilmekteydi.

Bu tür tevcihlerde söz konusu kişiler bizzat sancağa gitmemekte, ya başka bir görevi yerine getirmekte ya da mazuliyet dönemlerini beklemekteydiler. Onların yerine sancakların idaresi ve gelirlerin toplanması için voyvoda veya mütesellimler görevlendiriliyordu. Böylece XVI. yüzyıl sonlarında başlayan sancak biriminin yapı ve niteliğindeki değişme süreci sancakların eski işlevlerini büyük ölçüde kaybetmelerini beraberinde getirmiştir. Sancak yönetiminde mütesellim veya voyvodaların görevlendirilmesi, bazı sancaklarda muhassıllık yönteminin uygulanması XVIII. yüzyılda yerel âyânın güçlenmesini teşvik edip hanedanlar arası rekabeti körüklemiştir.

Timar Düzeninde Değişim:On yedinci yüzyılda ‘klasik’ yapılarda görülen değişikliklerin en önemlilerinden birisi ve belki de birincisi timar sistemindeki değişmedir. Geleneksel anlayışa göre timar sistemi ihmal edilmeye, timarlar hak sahiplerine değil ekâbir adamlarına verilmeye başlanmış ve mirî topraklar şu veya bu yolla belirli kişilere verilmiştir. Osmanlı ıslahat eserlerinde bu durum şiddetle eleştirilmiş, savaşta fiilen bulunan kişilerin hakkı olan timarların büyük devlet adamlarının denetimine girmesi, onların da bu dirlikleri keyfî olarak kendi adamlarına tahsis etmesi düzenin bozulmasının bir sebebi olarak yorumlanmıştır.

Bununla birlikte, timar sistemindeki değişimin bir bozulmanın değil, yeni şartların bir zorlamasının sonucu olduğu çok açıktır. Ateşli silahların yaygınlaşması ve piyadenin öneminin artışına paralel olarak devletin ücretli asker sayısını arttırması ve dirlik olarak tahsis edilen gelirleri nakdî vergilere dönüştürme çabaları sonucunda timar sistemi zayıflamaya başlamıştır. Bununla birlikte sistem varlığını ve taşra yönetimindeki yerini devam ettirecektir.

Devlet yeni duruma göre çareler üretmek için bazı önlemler aldı. “Gelenekçi” ıslahatın en tipik örneği sayılan IV. Murad dönemi ıslahatlarına baktığımızda, 1632’de timar sisteminde yapılan düzenlemenin hiç de katı “gelenekçi” bir özellik sergilemediğini görürüz. İdeal kanunun şartlarını dikkate almaksızın mevcut durumu kabul eden bu reformun amacı taşradaki karışıklığı düzeltmek ve Bağdat’ı geri almaktı. Bütün timar ve zeametlerin yoklaması yapılmış, beratlar yenilenmiştir.

Bu reform, Osmanlı devletinin kurumsal güç ve esnekliğinin XVII. yüzyılda da devam ettiğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yine timar sistemi ile ilgili olarak bürokraside de yeni tedbirler geliştirildi. Sistemin önem kaybetmesine paralel olarak klasik tahrirler -istisnalar dışında- terk edildiğinden eski kayıtlardaki aksaklıkların giderilmesi için yeni defterler ve kayıt usulleri ihdas edildi. Gerçekten de XVII. yüzyılda mirî toprakların büyük kısmı giderek mirî mukataalar haline getirilirken sadece yeni fethedilen yerlerde klasik anlamda vergi ve vergi nüfusu sayımı olan tahrirler yapıldı.

Maliyede malikâne uygulamasına giden süreçte, bazı eyalet defterdarlıkları kaldırılarak bunların yerine voyvodalık, muhassıllık gibi malî yönetim birimleri ihdas edilmiştir.

Klasik dönem Osmanlı taşra idaresinin iki temel biriminden biri olan kaza idaresi, XVII-XVIII. yüzyıllarda esas itibariyle çok büyük bir değişim veya dönüşüme uğramış gözükmese de gerek genelde ilmiye sınıfı içinde gerekse askerî ve malî sistemdeki değişimlerin kaza idaresi bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle kadılık düzeninde ve kaza idaresinde de değişimler yaşanmıştır.

XVII. yüzyılda özellikle taşradaki dönüşümün temel boyutlarından birisi Osmanlı toplumunun öteden beri önemli unsurlarında biri olan âyân ve eşrafın idare düzeninde ve toplumda kazandığı yeni rol veya etkinliktir. Yapılan araştırmalar, unvan sahibi ve dolayısıyla âyân ve eşraf mensubu olduğu anlaşılan kişilerin bir şehir veya kasabadaki vakıfların mallarının gözetimi, yetim çocukların mallarının idaresi vb. pek çok konuda etkili olduğunu ortaya koymuştur. XVII. yüzyılda meydana gelen değişimler ve bunların taşradaki sonuçları âyân ve eşrafın bu etkisini arttırmıştır. Bu bağlamda, sosyal, idarî ve malî düzende değişim, mirî mukataalaşma ve iltizam sisteminin yaygınlaşması, askerî sistemde değişim, yüzyıl sonundaki uzun ve yıpratıcı savaşlar sonucu alınan malî tedbirler yerel âyân ve eşrafın güçlenmesine yol açmıştır. Köylünün tefecilik yoluyla borçlandırılması sonucu toprağının kullanım hakkının gaspedilmesi âyânların çiftliklere sahip olmasını beraberinde getirdi.

Özetle belirtmek gerekirse şu hususlar âyânın XVIII. yüzyılda giderek güçlenmesinde etkili olmuştur:

  • Malikâne sistemi ile ekonomik güçlerinin artması.

  • Özellikle beylerbeylerinin, kısmen sancakbeylerinin bir kısmının görev yerine gitmeyip yerlerine mütesellim ataması, bu göreve gelenlerin mahallî güç sahibi haline gelmesi.

  • Devletin vergi ve asker toplamada, mahallî eşkıyayı bastırmada âyâna duyduğu ihtiyaç.

Neticede II. Viyana sonrası gelişmeler âyânı güçlendirdi ve 1726’dan itibaren taşra idareciliklerine getirildiler. Âyân aileleri belirli bölgelerde yöneticilik yaptılar. 1680’lerden itibaren bir yörenin âyânı kendi içlerinden birini devletle ilişkiler için resmi âyân seçmeye başlar. Bu seçimlerin nasıl olduğu, seçimlerde kimlerin etkili olduğu tartışmalıdır.

1765’de Muhsinzade Mehmed Paşa âyânlık sistemini düzenleme girişiminde bulundu ve valilerin âyânlık buyruldusu vermelerini yasakladı. Bir kişinin âyânlığı ancak merkezin onayı ile kesinleşecekti. 1786’da âyânlık kaldırıldı ama 1787’de Ruslarla başlayan savaş 1790’da âyânlığın yeniden ihdasına yol açtı.