OSMANLI MERKEZ VE TAŞRA TEŞKİLATI - Ünite 7: Klasik Devir ve Islahatlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Klasik Devir ve Islahatlar

Ünite 7: Klasik Devir ve Islahatlar

XVII. Yüzyıl Sonlarına Kadar Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Islahat Anlayışı

XV. yüzyılın ortalarından XVI. yüzyılın sonlarına kadar olan devre, çoğu Osmanlı tarihçisi tarafından Osmanlı “klâsik devri” olarak tanımlanır. Bu devirde Osmanlı Devletinin bütün kurumlarıyla ve meydana getirdiği medeniyetle birlikte “altın çağ”ını yaşadığına, XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ise bir “duraklama devri” ne girildiğine dair eski görüşler akademik tarihçilikte terk edileli uzun yıllar olduysa da popüler muhayyilede bu tasavvur hâlâ etkisini sürdürmektedir.

Osmanlı devlet ve toplum yapısında XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlayan değişimler öncelikle bizzat Osmanlı devlet adamları tarafından fark edildi ve bunların sebepleri ve mahiyeti konusunda fikirler öne sürülmeye başlandı.

XVIII. asrın başlarından itibaren, İkinci Viyana Kuşatmasını müteakip Osmanlı Devleti’nin uğradığı sürekli yenilgilerin ve toprak kayıplarının tesiriyle, ıslahatın gereğine inanan Osmanlı devlet adamlarının gözlerini yavaş yavaş artık giderek daha uzak geçmişte kalan ihtişamlı bir mâziden, güçlü düşmanların örnekliğine çevirdikleri mâlumdur. Bu bir bakıma kanûn-ı kadîm’i ihyâ etmeyi amaçlayan gelenekçi ıslahat fikrinin iflasıydı. Ne var ki, gelenekçi anlayışın gücü ve etkisi zamanla azalmakla beraber tamamen ortadan kalkmayacaktır. Defterdar Sarı Mehmed Paşa, vezirlere ve diğer yöneticilere hitap ettiği eserinde, bozuklukların sebepleri ve çareleri üzerinde durur. Klâsik dönem Osmanlı devlet teşkilâtının dayandığı iki temel kurumdan biri olan timar sistemi hususunda Defterdar Sarı MehmedPaşa kanûn-ı kadîm’e riayet edilmesinden yanadır.

XVI. Yüzyıl Sonlarından XVIII. Yüzyıl Başlarına Islahat Önerileri

Esas itibariyle bir nasihat kitabı olan Nushatü’s-Selâtin’de Âlî, kanuna aykırı gelişmelerin ve ülke düzeninin bozulmasının padişahtan gizlendiğini öne sürer, doğru sözlü bir kulunu musahib edinmesini padişaha tavsiye eder. O’na göre ihtilâlin en önemli sebeplerinden biri, aşağı kimseler (edanî)in yüksek mevkilere getirilmesidir.

III. Murad’a (1574-1595) sunulan Hırzü’l-Mülûk’ta, Yavuz Sultan Selim ve Fatih Sultan Mehmed’den sitayişle bahseden yazar, Yavuz’un başarısının temelinde Allah’a tevekkül etmesinin ve hayırlı işlerde “bu kanûn-ı Osmanî’ye muhaliftir dimeyüp heman icra idüp Selatin-i izam her ne iderlerse kanun olur” diye buyurmasının yattığını vurgular. Saltanatın bekası adâlet ve yarar asker iledir; askerin bağlılığı ise hakkına göre dirlik verilmesiyle elde edilir. Bunun için de çok ülkeye ve yeterli hazineye sahip olunması gerekir. Bu takdirde ülkedeki kasaba ve köylerin çoğunluğunun padişah hassı, timar ve zeamet olması gerekir. Halbuki artık bunların çoğu vakıf veya mülk olmuştur. Yazar, Fatih’in malî ıslahatını hatırlatır tarzda yüksek görevlilerin mirî araziyi mülkleştirip vakfa dönüştürmesine karşıdır.

Hırzü’l-Mülûkyazarı rüşvetin önlenmesini, hazine gelirlerinin azalmasına yol açan gelişmelere set çekilmesini ve ülke işlerinin adâlet üzere çekip çevrilmesini salık vermekte ve bu işin öncelikle padişahın dizginleri ele almasına bağlı olduğunu savunmaktadır.

Usulü’l-hikem fî Nizami’l-âlemyazarı Hasan Kâfî’ye göre ise mevcut bozuklukların başlıca sebepleri şunlardır:

Birincisi adâlet’de ihmaldir; bunun sebebi ise halkın işlerini ve ülkenin meselelerini ehil kişilere tevdi etmemektir. İkinci sebep müşâvere’de ihmaldir.

Bunun altında ise, idarecilerin ulemâya üstten bakmaları ve akıllı kişilerin sohbetine katılmaktan utanmaları yatar. Üçüncüsü ise asker tedârikinde ve tedbirinde ihmaldir; bu da askerlerin ümerâdan ve seraskerlerden korkmamasından kaynaklanmaktadır. Genelde bunların hepsinin nihaî sebebi, rüşvet ve kadınlara rağbet gösterip onların sözleriyle iş görmektir.

Defter-i Hakanî eminliği yapmış olan Ayn Ali Efendi’nin 1609’da Kuyucu Murad Paşa’ya sunduğu Kavânîn-i Âl-i Osman der Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Divan adlı eserinin, “zeamet ve timar hususunda olan ihtilâl def’ ü ref’ olunmak maksud olursa tedrîc ile ne yüzden mutasavverdir, anın beyanındadır” şeklinde başlayan yedinci faslı timar sisteminde görülen bozuklukların düzeltilmesi konusundaki görüşlere tahsis edilmiştir. En önemli iki neden olarak dirlik sahipleri ve maiyetlerinin sefer yerine başka işlere gönderilmesi ile yoklamaların düzgün yapılmaması gösterilmiştir. Sefer sırasında on timara bir nefer ortada görünmezken vergi toplama zamanında bir timar için on kişinin hak iddia ettiğini belirten yazar, eserin hâtime (sonuç) bölümünde defter emini olduğunda timar işlerinin çok karışık olduğunu, mahlûl bir timarın birden fazla kişiye yazıldığını, kendi döneminde ise yoklamaların sıkı yapılmasıyla hile ile iş görenlere fırsat vermediğini ileri sürmüştür.

Koçi Beğ’e göre ise, Kanunî Sultan Süleyman devrine gelininceye dek padişahlar her işle ilgileniyorlar, divan toplantılarına bizzat katılıyorlardı. Koçi Beğ’in ideal düzeni, padişahın ülke işleriyle bizzat ilgilenmesi, devlet görevlilerinin azil korkusundan uzak tutulması, kul ve timar sistemlerinin tavizsiz bir şekilde uygulanması ve bu çerçevede erkân-ı erbaa yani dört sınıfın dengeli bir aradalığını temel alan toplum düzeninin devam ettirilmesi esaslarına dayanmaktadır.

IV. Murad’ın yöneticileri yakından takip ettiğini ve halkın himayesi ile ilgilendiğini belirten Aziz Efendi ise, ülkenin ihyasından ümitlidir.

Bunun için yazarın ilk değindiği husus, kahramanca savaşlar sonunda elde edilen timar ve zeametlerin altmış yıldır duçar oldukları keşmekeşten kurtarılmalarıdır. III. Murad zamanından (1574-1595) beri vezir sayısının kanûnda belirtilen sayıyı aştığı, defterde muayyen hasları olmayan bu vezirlere havass-ı hümâyun’dan gelir tahsis edildiği, vezirlerin de bu gelirleri iltizam yoluyla kapı kularına verdikleri, mültezimlerinse -iltizamı ellerinde bulundurdukları sene içinde ödedikleri kira bedelini kat kat çıkarmak istemeleri yüzünden reâyânın perişanlığına yol açtıkları vurgulanır.

Diğer risâleciler gibi Aziz Efendi de kanûn ve şeriate aykırı temliklerden şikayetçidir.

Haketmeyen kişilere temlik edilen köylerin, bu kişilerin inşa ettirdiği câmi, medrese gibi yerlere vakfedildiğini, masraflardan artan gelirinse evlâd-ı vâkıfa tahsis edildiğini belirten yazar, böyle haksız bir şekilde elde edilen mülklerin vakfedilmesinden sevap hâsıl olamayacağı kanaatindedir. Bu şekilde temlik edilen köyler geri alınmalı ve bunların gelirleri, vakfedildikleri câmi vb. kuruluşların masrafına yetecek kısmın dışında, işe yarar timar sahiplerine tevzi edilmelidir.

Kâtip Çelebi “çözülme” vâkıasını idarî, malî ve ahlâkî boyutlarıyla bir bütün olarak ele almıştır. Çizdiği nisbeten karamsar manzaraya ve sahip olduğu determinizm kokan bakış açısına rağmen, devletin daha önceki belalarda olduğu gibi, bu bunalımı da atlatacağını söylemektedir.

Telhisü’l-Beyân’da ise Hezarfen Hüseyin Efendi devletin içine düştüğü buhranın sebeplerini göstermeye çalışır. Eski kanun ve kaidelerin ihmali, bozukluğun en belli başlı sebeplerinden birisi olarak sayılmaktadır. Hezarfen’in dikkatini çeken bir başka nokta da toplum düzeninin her zaman yazıldığı gibi, sâbit olmamasıdır. Sonuç olarak bütün ihtilâl ve zulümden padişahın bizzat sorumlu olduğunu belirten Hezarfen, bunun için padişahın iyi kimseleri bulup mansıpları onlara tevdi etmesini tavsiye eder. Ona göre tersi bir durum, yani görevlerin zâlimlere verilmesi ve bunların reâyâya musallat edilmesi, kurtları koyun sürüsüne salıvermek gibidir.

Defterdar Sarı Mehmed Paşa’nın Nesayihü’l-Vüzera adlı eserine göre, bunalımın en önemli sebeplerinden birisi, halka zulmedilmesi, köylerin harap ve hâli kalması, hazinenin zaafa düşmesi ve kıtlık vb. zincirleme sonuçları beraberinde getiren rüşvettir. Paşa’ya göre, o devirde kadıların çoğu mahsul adı altında rüşvet almaktaydı. Mansıpların rüşvetsiz verilmesi hâlinde reâyâ üzerindeki zulmün kalkacağına ve böylece toprağını terkedenlerin tekrar geri dönebileceğine işaret edilmesi ise XVI. asrın son çeyreğinden itibaren şikâyet konusu olan

çiftbozanlık olgusunun hâlâ önemini muhafaza ettiğinin bir delili sayılabilir.

Nesayihü’l-Vüzera’ya göre İdaredeki bozukluğu gidermenin bir yolu da, veziriâzamın mansıp sahiplerini kendisinden başkasına bağımlı kılmamasıdır. Yazar, kendi mesleği olan defterdarlık’ın ehemmiyetini de özellikle vurgular ve veziriâzamın bu makama getirdiği kişiye istiklâl vermesi ve onu azil korkusundan uzak tutması gereği üzerinde durur. Mâliyenin düzelmesi için geliri arttırıp masrafları azaltmaya gayret etmek gerektiğini belirten Paşa, Kanunî’nin sadrazamlarından Lütfî Paşa’nın yazdığı Âsafnâme’ye dayanarak kul tâifesinin az ve öz olmasını tavsiye eder.

Osmanlı Askerî, Sosyal ve Malî Düzeninde XVII. Yüzyıl Islahatları

II. Osman’ın, neticede hayatına malolan ıslahat planlarını tarihî bağlamında değerlendirdiğimizde şunlar söylenebilir: Hotin seferinde II. Osman’ın tutumu (sefere bizzat çıkmakta ısrarı, sipahilerin ulûfelerini verdirmemesi, bizzat yoklama yapması vb.) kendisine karşı muhalefeti güçlendiren bir faktör olmuştur. Öte yandan şeyhülislâmın yetkilerini kısması ve ulemânın arpalıklarını kesmesi ulemâyı da muhalefet cephesine itmişti.

II. Osman’ın, Kızlarağası Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendi gibi yakınlarının da etkisiyle, Hotin seferinde gayretsizliğini gözlemlediği kapıkulu askerleri aleyhinde bazı girişimlerde bulunmayı,Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden oluşturulacak bir ordu kurmayı planladığı söylentileri yayılmaya başladı. Hükümdarın hac niyetiyle Hicaz’a gitme düşüncesinin, aslında bu tasavvuru gizlemeye matuf olduğu ileri sürüldü. II. Osman’ın yukarıda bahsedilen yeni bir ordu kurmak tasavvurunun ötesinde çok kapsamlı ve “millî” bir ıslahat programını yürürlüğe koymayı düşündüğü iddiası ise XIX. yüzyılda Mizancı Murad ve XX. yüzyılda da İ. Hami Danişmend tarafından ortaya atılmıştır. Buna göre onun ıslahat yapmak istediği konular şunlardı:

1.Çürümüş bir kozmopolit toplum haline gelen yeniçeri ve sipahi ocaklarını tamamen kaldırıp yok ederek onların yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türkleriyle Türkmenlerinden millî bir ordu kurmak.

2.Payitahtı İstanbul’dan Anadolu’ya nakledip kozmopolit bir çevreden millî bir çevreye geçmek.

3.İlmiyenin siyasî ve malî etki ve gücünü kırarak bu zümrenin devlet işlerinden elini çekip onları bir din ocağı haline getirmek.

4.Kozmopolit saray geleneklerini değiştirerek Harem-i Hümayunu tasfiye etmek ve hanedanın Türk ailelerinden nikâhla kız almasına yol açmak.

5.Kıyafette değişiklik yapmak.

6.Fatih ve Kanunî’nin eskiyen mevzuatı yerine yeni şartlara uygun kanunlar yapmak.

Şeyhülislâmın kızıyla evlenerek Kanunî’den beri süren bir geleneği bozan II. Osman’ın yeni bir ordu oluşturma planı konusunda dönemin kaynakları söz birliği halinde olmakla birlikte, onun eski kanunları kaldırıp yeni kanunlar tedvin etmek, kıyafet değişikliği, başkenti Anadolu’ya nakletmek ve ilmiye sınıfına devlet işlerinden el çektirmek gibi “millî ve lâik” bir devlet kurmaya yönelik tasarılarının bulunduğu iddiası doğru değildir.

II. Osman’dan sonra kardeşi IV. Murad da özellikle “gelenekçi” çizgide ıslahat yaptığı öne sürülen ama gerçekte, yukarıda timar sistemi vesilesiyle de belirtildiği gibi, pratik ve pragmatik bir yaklaşımla reformlar yapan bir padişahtır.

IV. Murad, ülke yönetimini yeniden düzene sokabilmek için başta Koçi Beğ olmak üzere güvendiği kişilerden yapılacak ıslahata dair raporlar istedi. Bu raporlar daha ziyade kanun-ı kadimin ihyasını teklif ediyor ve bunun için de kul taifesinin zabt u rabt altına alınmasını, rüşvetin kökünün kazınmasını, mansıpların ehil kişilere verilmesini ve halka adil davranılmasını tavsiye etmekteydi. Esasen bu tür eserler daha XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren aynı noktalara dikkati çekiyordu.

Koçi Beğ’den önce ise, yazarını tespit edemediğimiz Kitâb-ı Müstetâb adlı eserde kanun-ı kadime riayet ve rüşvetin kökünün kazanması temelinde ıslahat yapılması savunulmaktaydı. Koçi Bey ve benzerlerinin merkezî ordunun mevcudunun azaltılması ve timar sisteminin ihyası gibi teklişeri yeni gelişmeler ışığında pratik bir anlam taşımıyordu ama padişah otoritesinin sağlanması, gelir-giderin dengelenmesi vb. hususlar Sultan tarafından başlanacak ıslahata ışık tutacaktı. Kul tâifesini disiplin altına alan Sultan, Rumeli beylerbeyi Hüseyin Paşa marifetiyle, timar sisteminin ıslahı için de bir girişim başlatmış ve bu çerçevede 1632-33 yıllarında timarların ve dirlik sahiplerinin durumu gözden geçirilerek bunlar yeni baştan kayıt altına alınmıştır. 1632-33 reformu ne gelenekçi ne de tepkici idi; amaç taşradaki karışıklığı düzeltmek ve Bağdat’ı geri almak için Osmanlı ordusunu kuvvetlendirmekti.

Bu ıslahatla bütün timar ve zeametlerin yoklaması yapılmış ve beratlar yenilenmiştir.

Timarlı sınıfa girmek için aile geçmişinin bir gereklilik olarak anılmayışı geleneksel sistemden bir ayrılmaya işaret eder. Yani Osmanlılar fiilî durumu tanımışlardır.

IV. Murad’ın ıslahatının nasihat yazarlarının tavsiyeleri paralelinde gelenekçi bir istikamet taşımaktan ziyade pragmatik bir niteliği haiz olduğunu ve taşradaki kargaşayı düzelterek timarlı sipahi ordusunu güçlendirmeyi amaçladığını vurgulamak gerekir. IV. Murad ülkede nizam ve asayişi şiddet ve idamlarla sağlamaya çalışırken bundan ulema dahil toplumun bütün kesimleri nasibini almış ve o arada fitne ve bozgunculuk kaynağı olarak görülen kahvehaneler kapatılarak tütün içilmesi de yasaklanmıştır.

IV. Murad’dan sonra başa geçen kardeşi İbrahim’in ilk döneminde de ıslahatçı bir vezir olan Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın etkisiyle ıslahatlar yapıldı. Kendisi de bir layiha yazarı olan Paşa, ülke düzenini sağlamak için önemli adımlar attı. Bu çerçevede, sikke tashihi yapmış, ocak mevcudunu azaltmış ve vergi düzeni ile malî sistemde çok önemli hale gelen ve özellikle Celâli karışıklıkları ve kapıkullarının taşradaki egemenlikleri döneminde toprak tasarrufunda meydana gelen değişiklikler yüzünden reâyânın üzerindeki yükü artan avârız vergisinin tarhına esas olmak üzere geniş çaplı bir sayım hareketine girişmişti. Bu sayımı Osmanlı kronikleri ‘tahrir-i vilâyet’ olarak haber verir.

Avârız tahrirleri:XVII. Yüzyıl başlarından itibaren devletin avârızhâne sayımlarına önem verdiği anlaşılmaktadır. Bu sayımlarda yerleşim birimlerinde mevcut vergi mükelleşeri ile vergiden muaf askerîler yazılmıştır.

Bazı yerlerde hane reisi dul kadınlar da sayıma dahil edilmiştir. Kimi defterlerde bir avârız-hanede bulunan gerçek hane sayısının ortalaması (10-11 gibi) verilirken kimilerinde sadece isimler yazılıdır. Yine bazı defterlerde kişilerin gelir seviyeleri (âlâ, evsat, ednâ; yani iyi halli, orta halli, düşük gelirli) verilir. İcmallerde ise yerleşim birimlerinde avârız mükellefi olanların sayıları ile toplam avarız-hane sayısı verilmiştir. Bu sayımlarla ilgili ayrıntılı (mufassal) ve özet (icmal) defterlerinden, XVI. yüzyıl sonlarına ait tahrir defterleriyle karşılaştırma yapmak suretiyle, özellikle Celâli olaylarının kırsal kesimde yol açtığı tahribatın izlerini takip etmek de mümkün olmaktadır.

IV. Mehmed’in ilk yıllarında da yaşanan bunalımlara karşı bazı ıslahatlar yapılmak istenmiş ama bunların hepsinde çeşitli çıkar grupları harekete geçerek ıslahatları hükümsüz hale getirmiştir. Küçük yaştaki padişahın tahta geçmesinde aktif rol oynayan eski yeniçeri kethüdası Kara Murad Ağa ile diğer ağalar devlet yönetimine, Büyük Valide Kösem Sultan da saraya egemendi. Ağaların tagallübü döneminde malî durum iyice yozlaşmıştı.

Karlofça Antlaşmasından sonra ise gerek malî gerekse askerî alanda bazı ıslahat tedbirleri alınarak ülkenin düzeni yoluna konmaya çalışılmıştır. Aşiretlerin iskânına devam edilmiş, köylerine dönen halk üzerindeki tekâlif-i şakka denilen olağan dışı ağır vergilerin kaldırılması, timar beratlarının gözden geçirilerek hak sahiplerinin sağlıklı bir şekilde kaydedilmesi gibi önlemler alınmıştır.

XVII. yüzyıl başlarından itibaren çeşitli padişahlar zamanında temelde, birbirine sıkı sıkıya bağlı olan malî ve askerî sistemde bir takım düzeltme ve iyileştirme çabaları olmuştur. Bu devlet ve toplum yönetiminin doğası gereğidir. Zira Osmanlı devlet düzeni gibi toplum yapısı da statik, değişmez bir nitelik taşımaz. Bu yüzden de zaman içinde yeni bir takım uygulamalar ya da eskiden bilinen usûllerin yeni alanlara uygulanması şeklinde ıslahat çalışmaları yapılmıştır. II. Osman’ın hayatına mal olan ıslahat planları, IV. Murad’ın şiddet tedbirleriyle desteklenen düzen sağlama siyaseti, bazı sadrazamların yeni ortaya çıkan malî sıkıntılar karşısında avârız, cizye gibi vergilerin sağlıklı bir şekilde toplanması için gerçekleştirdiği düzenlemeler, mirî mukataaların iltizama verilmesinin yaygınlaşması vb. bunlar arasında zikredilmelidir.