OSMANLI TARİHİ (1566-1789) - Ünite 3: Devlet Otoritesinin Yeniden Tesisi ve Islahatlar (1623-1656) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Devlet Otoritesinin Yeniden Tesisi ve Islahatlar (1623-1656)
IV. Murad’ın İlk Yılları
17.Yüzyılın ilk döneminde devletin ve ülkenin içine düştüğü kaotik ortamlara rağmen yetenekli ve muktedir bir padişah veya otoriter ve basiretli veziriazamlar iş başına geldiğinde ülke yönetiminde düzen kısa denilebilecek bir zamanda sağlanabiliyordu ki, bu da Osmanlı düzeninin kökten bir çöküşe duçar olmadığının, sistemin her şeye rağmen sağlam esaslara dayandığının bir göstergesi sayılabilir.
Başa geçtiğinde henüz 11 yaşında olan IV. Murad (1623- 1640) saltanatının ilk dönemini annesi Valide Kösem Sultan’ın gölgesinde, merkezde kapıkulu zorbaları taşrada ise onlara karşı harekete geçen sekbanların ayaklanmaları arasında geçirdi.
Abaza Mehmed Paşa İsyanı
Kapıkulları güçlerinin bilincinde olarak devlet idaresine istedikleri şekilde yön vermeye kalkışınca özellikle taşrada askerî gücü sekbanlara dayanan büyük bir tepki oluştu.
Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşa öldürülen padişahın kanını dava ederek Orta ve Doğu Anadolu’daki kapıkullarını katliama tâbi tuttu. Abaza Mehmed Paşa, Erzurum’un yanında civar sancaklarda da hâkimiyet kurup, vergi toplamaya başladı. Ankara kuşatmasında iç kaleyi alamayınca kışlamak üzere Niğde’ye çekildi.
Abaza Mehmed Paşa’nın isyanında, sâhib-i huruc Abaza Şeyhi teşvik edici bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Abaza’nın isyanına Trablusşam Valisi ile Maraş Beylerbeyinin da katıldığını görüyoruz. Safevîler’in Bağdad’ı ele geçirmeleri üzerine bir müddet daha rahat hareket etme imkânı bulan Abaza’nın ilk isyanı IV. Murad devri başlarında Veziriazamın harekâtı ile darbe almış ve neticede affedilen Abaza Mehmed Paşa Erzurum valiliğinde bırakılmıştır (1624).
Bu isyan, kapıkulları ile sekbanlara dayanan bazı taşra valilerini karşı karşıya getirmiş, ancak merkezî otoritenin belli bir ölçüde tesisiyle hükümetin “bastırma-isyancıları birbirine düşürme-asi liderlere makam verme” yöntemleriyle bertaraf edilmiştir.
IV. Murad tahta çıktığında devlet, Abaza ısyanı’nın yanısıra Bağdad’ın İran’ın eline geçmesiyle başlayan mücadelenin içindeydi. IV. Murad yaşı ilerledikçe annesinin ve Kızlarağasının vesayetinden kurtulup devlet işleriyle uğraşmaya çalıştı. Kıyafet değiştirerek halkın arasına karışıp ülke sorunlarını öğrenmeye çalıştı.
Osmanlı-İran Savaşı
O sırada Avrupa’da cereyan eden Otuz Yıl Savaşları dış politika açısından Osmanlıların Avrupa cephesinde kendilerini rahat hissetmelerini sağlamıştı. Bağdad’ın kaybına yol açan olayların başlangıcında Vali ile Subaşı arasındaki rekabet olayları ateşlemiştir. Musul ve Kerkük’ü de ele geçiren Safevîler’den Musul geri alınmışsa da Irak neredeyse tamamen onların denetimine girmişti. Veziriazam komutasında 1625’te Bağdad’ı geri almak için yapılan teşebbüs, kapıkulu askerinin isyankâr tutumlarının da etkisiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bağdad’ı geri almak üzere hazırlıklara girişen Veziriazamın 1629’daki Bağdad kuşatması da başarısızlıkla sonuçlanmış ve Paşa önce Musul’a, sonra Mardin’e ve bilahare Diyarbekir’e çekilmiştir.
Kapıkulu isyanı
IV. Murad’ın gerçek anlamda iktidara sahip olma süreci bu noktada başlar. Hüsrev Paşa’nın azli, kendisini destekleyen yeniçerilerin büyük tepkisine yol açtı. Hüsrev Paşa’nın yeniden veziriazamlığa getirilmesini isteyen yeniçeri ve sipahi zorbaları İstanbul’a davet edildi ve bunlar da büyük bir kalabalıkla şehre geldiler. 17 devlet adamının kendilerine verilmesini talep eden isyancılar, genç padişahın direnmesine rağmen emellerine ulaşmışlar ve padişahın çok sevdiği Hafız Ahmed Paşa’nın öldürülmesi üzerine Receb Paşa veziriazamlığa getirilmiştir.
Uzun süren bu isyan sonunda istedikleri devlet adamlarını teslim alıp katleden zorbalar sultanın bunların hesabını soracağı endişesiyle onu da hal’ edip kardeşlerinden birini tahta çıkarmayı düşündüler. Ancak aralarında anlaşmazlık vardı ve bunu kullanan IV. Murad, bu badirenin atlatılmasından sonra izlediği sert ve kanlı yöntemlerle otoritesini tesis etme girişiminin tohumlarını atmıştır.
İktidarın dizginleri IV. Murad’da
Hem zorbaları teşvik eden hem de Anadolu’daki isyanlarla ilişkili gördüğü Receb Paşa’yı idam ettirerek Mehmed Paşa’yı veziriazamlığa getiren sultanın bu hareketi asileri şaşkına çevirdi. Veziriazamın sipahilere eskiden sahip olmadıkları görevlerin verilmemesine dair bir hatt-ı hümâyûn aldığını duyan sipahiler, buna karşı Sultanahmet Meydanı’nda toplandılar. Bunun üzerine bir ayak divânı toplayan Sultan, sipahilerin önde gelenlerini de buraya çağırdı ve herkesin devlete itaat etmesinin gereğini anlattı. Önce yeniçeri sonra da sipahi ileri gelenlerine itaat yemini ettiren ve içlerindeki zorbaları teslim edecekleri yönünde söz alan padişah, merkezde ve taşrada bir temizlik harekâtına girişti. Bu çerçevede, Balıkesir havalisinde, etrafına çok sayıda sekban ve sarıca toplayan ve isyankâr tutumunu sürdüren İlyas Paşa ile Cebel-i Lübnan’da bağımsızlık temayülleri gösteren ve Avrupalı devletlerle ilişkiler kuran Dürzi Emiri mağlup edilmişler ve İstanbul’a getirildikten sonra da katledilmişlerdir. Zeydîler’in imamı Osmanlı komutanlarını zor duruma düşürmüş ve uğraştırmıştır.
IV. Murad’ın Islahat Siyaseti
Kapıkullarına karşı sertlik politikası ile otoritesini kuran IV. Murad ilk kez bir şeyhülislâm idam eden Osmanlı padişahı olmuştur. Bu sert ve şiddete dayalı tedbirlerle IV. Murad artık annesi Kösem Sultan’ın vesayetinden de kurtulmuştur. IV. Murad, ülke yönetimini yeniden düzene sokabilmek için başta Koçi Bey olmak üzere güvendiği kişilerden yapılacak ıslahata dair raporlar istedi. Koçi Bey ve benzerlerinin merkezî ordunun mevcudunun azaltılması ve timar sisteminin ihyası gibi teklifleri yeni gelişmeler ışığında pratik bir anlam taşımıyordu ama padişah otoritesinin sağlanması, gelir-giderin dengelenmesi vb. hususlar sultan tarafından başlanacak ıslahata ışık tutacaktı. Sultan, timar sisteminin ıslahı için de bir girişim başlatmış ve bu çerçevede 1632-33 yıllarında timarların ve dirlik sahiplerinin durumu gözden geçirilerek bunlar yeni baştan kayıt altına alınmıştır. Osmanlı Devleti 1620’lerden itibaren avârız-hâne sayımlarına önem vermeye başlamıştı. IV. Murad’ın taşradaki kargaşayı düzelterek timarlı sipahi ordusunu güçlendirmeyi amaçladığını vurgulamak gerekir. Fitne ve bozgunculuk kaynağı olarak görülen kahvehaneler kapatılarak tütün içilmesi de yasaklanmıştı. IV. Murad Revan ve Bağdad seferlerine çıkarken görevini ihmal ettiği veya kötüye kullandığı gerekçesiyle pekçok kişiyi idam ettirmiştir. IV. Murad’ın zora dayalı sert ve tavizsiz ıslahat anlayışı, sadece ehl-i örf mensuplarına ve askerlere karşı değil ilmiye ve tarikat çevrelerine de yönelikti. Şair Nef’î’den Abaza Mehmed Paşa’ya kadar pekçok kişi sultanın bu acımasız rejiminin kurbanı olmuştur.
Kuzey Politikası: Lehistan ve Kazaklar
Osmanlılar, 1623’ten sonra kaybettikleri toprakları geri almak amacıyla İran üzerine yürümeye karar verdiler. Bu sırada Lehistan’la yaşanan gerginlik yüzünden IV. Murad bu yöne sefer yapmayı planladığından İran üzerine önce 1633’te Veziriazamı gönderdi. IV. Murad’ın ilk yıllarında, özellikle Kazak akınları, Lehlerin Boğdan ve Eflak’a akınları, buna karşı Osmanlı kuvvetlerinin Lehistan’a akın hareketinde bulunması gibi sınır tecavüzleri yüzünden gelişen olaylar diplomatik olarak yatıştırılmaya çalışıldı. Yapılan antlaşmalara rağmen Kazak saldırıları devam etti. Lehlerin barış girişimleri Sultan Murad’ın şartlarını kabul etmemeleri üzerine sonuçsuz kalınca sultan bizzat sefere çıkma kararı vermişti. Neticede yine Murtaza Paşa tarafından hazırlanan dört yıl önceki antlaşma temelinde barış yapıldı. 1634 Ekim’inde Sultan Murad’ın onayladığı bu antlaşma ile Lehistan anlaşmazlığı büyük bir savaş olmadan halledildi.
Revan ve Bağdad seferleri arasındaki dönemde Azak Denizi kıyılarında, Arnavutluk ve Erdel’de de bir takım problemler çıkmıştır. Azak’ı ele geçiren Kazaklara karşı gönderilen kuvvetler Azak Denizi açıklarında Kazakları yenilgiye uğrattı. Azak ancak 1642 yılında sevk edilen bir ordu ile geri alınacaktır.
Erdel’de çıkan taht mücadelelerine Osmanlılarda katıldı. 1636 Ekim’inde cereyan eden savaştan sonra Rakoczi, padişaha başvurarak sadakatini bildirdi. Rakoczi’nin krallığının Divân’da onaylanmasıyla anlaşmazlık halledildi.
Bu dönemde Bosna’da genelde vergi ve kanuna aykırı uygulamalara karşı çıkan bazı isyan hareketleri ve Arnavutluk’ta devleti uğraştıran bir isyan hareketi de meydana gelmiştir.
Revan ve Bağdad Seferleri
IV. Murad, önceden planladığı İran seferine çıktı. Sefer sırasında yönetici ve asker kesiminden (kadılar dahil) uygunsuz hareket ettiğini düşündüğü kişileri idam ettiren IV. Murad askerî açıdan önemli bir mevkide bulunan Revan (Erivan) kalesini fethetmiştir.(1635).
On üç gün Revan’da kaldıktan sonra Tebriz’e hareket eden Sultan Murad 1635’te savaşsız Tebriz’e girdi. İran orduları Osmanlıların karşısına çıkmadı. Dört gün Tebriz’de kalan IV. Murad buradan ayrılıp Van, Bitlis ve Diyarbekir üzerinden İstanbul’a döndü.
Revan seferinde, Revan alındı ama Azerbaycan’a hâkim olunamadı. İranlılar öteden beri izledikleri, Osmanlı sultanlarının komutasındaki orduların karşısına doğrudan doğruya çıkmayıp İran içlerine çekilmek ve sultan çekildikten sonra kalan muhafaza kuvvetlerine saldırıp kaybettikleri yerleri geri almak siyasetini bu kere de tekrarlamışlardır.
Erdel krallık tacı meselesi çözümlendikten sonra (1638) IV. Murad Bağdad seferine çıkmıştır. Kuşatmanın şiddetine dayanamayan Safevî komutanı kaleyi teslim etmek zorunda kalmış ve Bağdad yeniden Osmanlı yönetimine girmiştir.
Seferin devam etmesi sonucunda Safevîler barış yapmaya mecbur kalmışlardır. Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla (1639) iki ülke arasındaki nihaî sınır çizildi. Sınırın çizilmesinde daha çok son savaşlar sonunda ortaya çıkan durum esas alınmıştır. Bundan sonra her iki ülke de uzun süreli savaşlara girmekten kaçındılar ama Osmanlılar batı ve kuzeyde meşgul oldukları dönemlerde, doğuda potansiyel bir tehdidin sürekli varlığını hiçbir zaman göz ardı etmediler.
Sekiz yıl içinde ülkenin düzenini yeni baştan sağlayan IV. Murad 1640’da genç yaşta, hastalanarak öldü. Yerine hayatta kalan tek erkek kardeşi olan İbrahim geçti.
IV. Murad’ın saltanat dönemi, yönetim istikrarının ve ülke düzeninin sağlanması kaydıyla Osmanlıların askerî alanda hâlâ çok üstün bir güç olduklarını, objektif kaygılardan çok, bir takım çıkarlara uygun reçeteler geliştiren “gelenekçi” ıslahat savunucularının “kanun-ı kadim”e dönüş teklifleri karşısında Osmanlı kurumlarının yeni şartlara uyum sağlayabilecek esnekliğe sahip bulunduklarını gösteren ilgi çekici bir dönemdir.
Sultan İbrahim Dönemi: İstikrardan Kaosa
Şehzadelik döneminde geçirdiği zorlu hayat ve karşılaştığı acı olaylar İbrahim’in ruh dünyasını derinden sarsmıştı. İbrahim’in ilk yılları, yeni sultanın yetersizliğine ve aklî bakımdan dengesizliklerine rağmen, Veziriazam Mustafa Paşa’nın dirayetli idaresi sayesinde nispeten istikrarlı geçti. Paşa, ülke düzenini sağlamak için önemli adımlar attı. Bu çerçevede, sikke tashihi yapmış, ocak mevcudunu azaltmış, vergi düzeni ve malî sistemde çok önemli hâle gelen avârız vergisinin tarhına esas olmak üzere geniş çaplı bir sayım hareketine girişmişti.
Sultan İbrahim’in ilk yıllarında duruma hakim görünen Mustafa Paşa’nın otoritesi zamanla sarsılmaya başladı. Veziriazam önce azil, ardından da idam edildi. (1644)
Girit Seferi
Osmanlı-Venedik ilişkilerinde IV. Murad devrinde bozulmalar başlamış Mustafa Paşa’nın sadareti döneminde, Girit’e karşı sefer hazırlıkları başlamıştı. Venediklilerin barış girişimleri sonuç vermiş ve savaşın önüne geçilmişti. Osmanlı devlet adamlarının içinde bulunduğu kalyon Girit yakınlarında Malta korsanları tarafından ele geçirilip ganimetin bir kısmı Girit valisine verilince Sultan İbrahim, Malta seferi görüntüsü altında, Girit’i almaya karar verdi (1645). Osmanlılar Hanya’yı aldılar ama, adanın en önemli kenti Kandiye dâhil Girit’in geri kalan kısmının Venedik’ten alınması ancak 1669’da gerçekleşebildi.
Savaş Osmanlı donanmasının geriliğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Osmanlıların kara harekâtına karşı savaşı denizlere çeken Venedik, Girit’e asker ve mühimmat sevk edilmesini önlemek için bir dönem Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alarak İstanbul’a zor anlar dahi yaşattı.
İç Karışıklıklar ve Taht Değişikliği
Ahmed Paşa’nın sadareti döneminde ise devlet mansıplarının açıktan açığa rüşvetle satılması ve valilerden padişah için bayram harçlığı istenmesi rahatsızlıklara yol açmaktaydı. Bir taraftan eyalet ve sancak beylerine yönelik yeni kararlar bu kesim üzerinde olumsuz etkilere yol açarken diğer taraftan payitahtta Venedik ablukası yüzünden büyük bir sıkıntı yaşanıyor; Veziriazamın makamını korumaktan başka bir endişe taşımaması birçok uygunsuz olaya, çeşitli yıpratıcı dedikodulara sebep oluyordu.
Taşrada ise Varvar Ali Paşa isyanıyla başlayan bir dizi olay cereyan etti. Bir taraftan da Hamid ili yani Isparta havalisinde Deli Haydar adlı şakinin isyanı sürüyordu. Saltanat makamını tehdit eden bu tehlikenin bertaraf edilmesinden birkaç ay sonra Çanakkale Boğazı’nın abluka altında bulunmasından dolayı Akdeniz’e açılamayan, Girit’teki kuvvetlere yardım malzemelerini götüremeyen Kaptanıderya da katledildi. Bunun ardından vuku bulan büyük zelzele İstanbul’da kısmen tahribata yol açmış, bu felâket bütün olanlara karşı ilâhî bir cezanın işareti olarak görülmüş ve türlü dedikodular yapılmıştır.
Bundan sonra padişahın da hal’i gündeme geldi ve Şeyhülislâm önderliğinde ulema ile ocak ağalarının ittifakıyla bu karar da uygulamaya konuldu.
Sultan İbrahim 1648’de Valide Kösem Sultan, kapıkulu ve devlet ileri gelenleri ve ulemanın ittifakıyla tahttan indirildi ve yerine henüz 7 yaşını doldurmamış oğlu Mehmed tahta çıkarıldı.
IV. Mehmed’in İlk Yılları
Ağalar ve Haremin İktidarı
Küçük yaştaki padişahın tahta geçmesinde aktif rol oynayan eski yeniçeri kethüdası ile diğer ağalar devlet yönetimine, Büyük Valide Kösem Sultan da saraya egemendi. Özellikle Köprülü Mehmed Paşa’nın sadaretine kadar geçen süre zarfında veziriazamlar sıkça değişti. 8 yılda 13 kez veziriazam değişikliği vuku bulmuştur.
IV. Mehmed bazı haklarını ileri sürerek harekete geçen sipahilerin kendisine karşı başlattığı isyanı (Sultanahmet Vak’ası) yeniçerilerin desteğiyle atlatmıştı. Bu dönemde sipahileri de etrafına toplayan Gürcü Abdünnebi, başka bir isyancı lideri olan Katırcıoğlu’nu da yanına alarak Konya’dan Bolvadin ve Çay yoluyla İstanbul’a yönelmiştir. Padişaha isyan suçlamasıyla hakkında idam fermanı verilen Abdünnebi’nin isyanı aynı yıl içinde (1649) katledilmesi suretiyle bastırılmıştır.
Ulufelerini alamayan sipahiler yeni bir isyan başlatınca İstanbul ve Galata esnafından toplanan avârız gelirleriyle bu mesele halledildi. O sıralarda Girit’te Venediklilerle devam eden savaşlar Osmanlılar aleyhine gelişme gösteriyordu.
Bununla birlikte merkezdeki iktidar kavgası devam etti. Diğer bir problem de hazinenin durumuydu. Ağaların tagallübü döneminde malî durum iyice yozlaşmıştı. Esnaf ayaklanıp şeyhülislâmı önlerine katarak saraya yürüdü (hurûc-ı ehl-i sûk). Ayak divânına çıkmak zorunda kalan IV. Mehmed bir hatt-ı hümâyûn yayınlayarak kanuna aykırı vergi alınmayacağını duyurdu.
Büyük Valide Kösem’in öldürülmesiyle saray halkı ile kapıkulu arasındaki rekabet kızıştı. Ağaların hâkimiyetine son vermek amacıyla, IV. Mehmed ulemayı ve sipahileri saraya davet etti, sancağı şerif çıkarıldı. Bunun üzerine ocak mensupları ağalarını terkedip sancağı şerifin altında toplandılar ve ağaların iktidarı sona erdi.
Kösem Sultan’ın ardından devlet idaresinde Valide Turhan Sultan ile saray ağalarının beş yıl kadar sürecek iktidarı başladı.
Tarhuncu Ahmed Paşa’nın Veziriazamlığı
Donanmanın teşkili, Girit’e mühimmat sevkiyatı, maaş ödemeleri ve hazine giderleri konularını halletmesi şartıyla veziriazam yapılan Tarhuncu Ahmed Paşa kötü hasat yılları ve veba salgınına tesadüf eden bu dönemde yukarıdaki meselelere ek olarak İstanbul’daki kıtlıkla da baş etmek zorundaydı. Devalüasyon yerine bütçe harcamalarını kısarak yıllık yüzde 25-35 arasında seyreden bütçe açığına çare bulmayı deneyen Tarhuncu’nun sıkı politikası yüksek görevlilerin tepkisini çekti. Ahmed Paşa gümrükleri, mutfak ve tersane masraflarını denetleyerek suiistimali önlemeye çalıştı. Bütçe açığını kapatmak için bütün devlet memurlarına irsaliye vergisi koyması, mesken ve değirmenlerden vergi alması büyük tepkilere yol açtı. Eyalet gelirlerinin bir kısmının yöneticilere gelir olarak ayrılması, kalanın iltizam usulü kullanılarak salyane olarak merkeze gönderilmesi benimsendi. Devlet gelirini 700.000 kuruş arttırdı. Yeni vergiler özellikle Üsküdar halkının ve sipahilerin tepkisine sebep olunca Tarhuncu Ahmed Paşa gözden düştü. Hazine gelirleriyle giderleri arasında 1200 yük akçe farkının saray mensuplarının masraflarından kaynaklandığını tespit ettiğinde bunların tepkisini çekti. Tarhuncu Ahmed Paşa, 1653’te öldürüldü. Tarhuncu’nun önemi uzun yıllardır bir araya getirilmeyen gelir ve gider hesaplarını ortaya koymasındadır.
Yerine Derviş Mehmed Paşa atanmıştı. Onun zamanında İstanbul’da yiyecek fiyatları aşırı derecede yükseldi. Osmanlı donanması Çanakkale Boğazı’nda Venedik donanmasını yenerek boğazın Osmanlı gemilerine açılmasını sağladı. Bu başarılar sonunda İstanbul’da ekonomik hayat normale dönmeye başladı. Bundan sonra tekrar bir kargaşa dönemine ve birbirini izleyen veziriazam tayin ve azillerine tanık olunmuştur.
Vak’a-i Vakvakiyye ve Diğer Karışıklıklar
Murad Paşa kapıkullarını memnun etmek için sipahilerin “veledeş” denilen oğullarını tanıyıp paralarını verdiği gibi, çok önceden defterden çıkarılmış kişileri de tekrar deftere kaydettirdi. Tarhuncu Ahmed Paşa’nın hayatı pahasına sayılarını azalttığı sipahi ve yeniçerilerin sayılarını neredeyse iki katına çıkarttı. Süleyman Paşa ise asker ulufesini züyûf akçe ve borçla karşılamaya kalkışınca tepkiler ortaya çıktı. Bu ayaklanmanın sebebi sikkenin tağşiş edilmiş olması ve askerin bir kısmının ayarı bozuk akçe ile maaş alması bir kısmının ise hiç maaş alamamasıydı. Atmeydanı’nda toplanan isyancılar, ısrarla IV. Mehmed’i ayak divânına davet ettiler. Sonunda ayak divânına çıkan hükümdardan durumdan sorumlu gördükleri saray ağaları dâhil 30 kişinin idamını talep ettiler. Aşırı baskı altındaki Sultan Mehmed, önce bunların azli ve sürgününü önerdiyse de ısrar eden âsilerin istediği, dârüssaâde ağası ve kapı ağası dahil saray ağalarını öldürtmek zorunda kaldı (4 Mart 1656). Öldürülenlerin cesetleri Sultanahmet Meydanı’ndaki bir çınara asıldı. Osmanlı tarihlerinde bu olaya Vak’a-i Vakvakiyye veya Çınar Vak’ası denir.
Mehmed Paşa zamanında Çanakkale Boğazı’nı tekrar kapatmış olan Venedik donanması Bozcaada, Limni ve Semadirek adalarını işgal etmişti. Hazinenin sıkıntısını gidermek için “imdâdiye” adıyla bir vergi konulduysa da bundan umulan gelir sağlanamadı. O sırada IV. Mehmed’in yerine kardeşi Şehzade Süleyman’ın geçirilmesini amaçlayan bir komplo ortaya çıkarıldı. Bu sırada Venedik karşısında donanma mağlup olmuş, Bozcaada ve Limni elden çıkmış, Venedik boğaza hakim olmuştu. Bu yüzden de İstanbul büyük sıkıntı içindeydi. Köprülü Mehmed Paşa veziriazam oldu. Köprülü Mehmed Paşa’nın veziriazamlığıyla artık yeni bir dönem başlıyordu.
Özellikle IV. Mehmed’in saltanatının ilk yıllarında meydana gelen iç gelişmeler topluca değerlendirildiğinde Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyılın sonlarında İran ve Avusturya ile savaşlar sırasında yaşadığı sistemik değişim ve dönüşüm ile Celalî isyanlarında tecessüm eden eşkiyalık hareketleri ve kargaşa ortamının uzun vadeli etkilerinin devam ettiği kanısına varılabilir.
Kadızâdeliler
17. Yüzyıl birtakım sosyal karışıklıklara sahne olurken dinî-tasavvufî hayatta önemli şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, IV. Murad devrinde Kadızâde Mehmed Efendi’nin, müteakip devirlerde de Üstüvanî Mehmed Efendi ve Türk Ahmed gibi kişilerin önderliğinde tasfiyeci (selefiyeci) görüşlere sahip bir vaizan grubu bid’atlere (dine sonradan eklenen yeniliklere), tekkelere ve Kur’an’ın makamla okunmasına karşı bir mücadeleye giriştiler. Bu çerçevede tarikat erbabına karşı cephe aldılar.
IV. Murad, Kadızâde’ye yakınlık duymakla birlikte rakibi durumundaki tarikat ehlini ve Sivasî Abdülmecid Efendi’yi de gücendirmemeye çalışmıştır. IV. Mehmed devrindeki otoritesizlikten yararlanarak tekkeleri yıkmaya ve bid’atleri kaldırmaya girişen Kadızâdeliler, liderleri sürülmek suretiyle, Köprülü Mehmed Paşa tarafından etkisiz hâle getirildi.
16. yüzyıl ulemasından Birgivî Mehmed Efendi’nin fikirlerini izleyen Kadızâdeliler aklî ilimlerin tahsiline karşı çıkıyor, musıkî, sema, devran vb. tarikat uygulamalarını, kabir ve türbe ziyaretlerini haram sayıyordu. Kadızâdelilerle tarikat ehli arasındaki mücadelede çoğu önemsiz birtakım ayrıntının ön plana çıkartılması onların gerçek niyetleri hakkında bazı şüphelere yol açsa da, bunun dönemin gelenekçi zihniyeti çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Kadızâdelilerin savunduğu din anlayışının, gerek IV. Murad gibi zora dayalı bir ıslahat siyasetini benimseyen gerekse IV. Mehmed gibi meşruiyetini atalarının gaza ve cihat siyasetini bir başka devrin icaplarına göre canlandırmaya çalışan hükümdarlar tarafından sempatiyle karşılanması yine o devrin şartlarının sonucu olarak yorumlanmalıdır.