ÖZEL GEREKSİNİMLİ BİREYLER İÇİN AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ - Ünite 3: Engelli Bireylere İlişkin Yasal Düzenlemeler ve Sivil Toplum Kuruluşları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Engelli Bireylere İlişkin Yasal Düzenlemeler ve Sivil Toplum Kuruluşları
Giriş
Bir toplumun gelişmişlik göstergelerinden birisi engelli bireylerin toplumda eğitim, istihdam, sosyal hayat ve üretime katılım düzeyidir. Engelli bireylerin rehabilitasyonu ve eğitimine ilişkin konular gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda bir insan hakkı olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle engelli bireyler kendi hayatlarına ilişkin karar verme özgürlüğüne sahip kişiler olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım engelli bireylerin insan hak ve temel özgürlüklerinden tümüyle yararlanmasını desteklemek amacıyla hem uluslararası sözleşmelerde hem de ulusal mevzuatta yerini almıştır.
Engellilere Yönelik Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Yasal Düzenlemeler
Engeli olan tüm kadın, erkek ve çocuklar genellikle bütün toplumlarda ayrımcılığa en çok maruz kalan bireyler arasında yer almaktadırlar. Ayrımcılığı ise “eşit davranmamak, fark gözetmek olarak tanımlayabiliriz. Toplumların genel düşüncesinin engelli bireylerin kendi sorumluluklarını üstlenemeyeceği yönünde olması, engelli bireylerin toplum içinde bağımsız olmasını engellemektedir. Dünya Sağlık Örgütü 2011 yılında yayımladığı raporda dünya nüfusunun yaklaşık %15’nin engelli olduğunu, bunların %2-4 arasındaki nüfusun işlevlerinde ise ciddi sıkıntılarının olduğu ifade edilmektedir.
Türkiye’de 24 Ekim 1945 yılında üye olduğu BM’in engelli bireylere yönelik oluşturduğu sözleşmelerde taraf devlet niteliğindedir. 10 Aralık 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, engelli bireylere yönelik yapılmış ilk uluslararası düzenleme olarak kabul edilebilir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 2., 16., 22., 25. ve 26. maddeleri engelli bireylere ilişkin BM’ye üye devletlere sorumluluklar getirmektedir. Engelliliği insan hakları bakış açısıyla değerlendirebilmek için toplumun tüm bireylerinin ve devletlerin tutumlarında aynı zamanda davranışlarında kalıcı değişiklikler gerçekleştirmeleri gerekmektedir.
Engellilerin insan hak ve temel özgürlüklerinden bütünüyle yararlanabilmesi amacıyla Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme (EHİS) 13 Aralık 2006 yılında BM Genel Kurulu’nda oylama yapılmadan kabul edilmiş ve 3 Mayıs 2008’de yürürlüğe girmiştir. 159 ülke tarafından imzalanan bu sözleşmeye ülkemizde 30 Mart 2007 tarihinde taraf olmuş, sözleşme 25 Mayıs 2009 tarihinde bakanlar kurulu tarafından kabul edilmiştir. Uluslararası sözleşme, iki ya da daha fazla sayıda devletin belirli bir konuda karşılıklı ortak beyanlarını yazıya dökmeleri, uyacakları sözünü¨ üstlenmeleri ve bu ortak irade beyanlarının altını imzalamalarıdır. Uluslararası sözleşmeler bir ülke tarafından kabul edildiği taktirde kendi daha önceki mevzuatıyla farklılık ortaya çıktığı zaman uluslararası mevzuat geçerli olur. EHİS’in içerdiği maddeler, engelliler ve engelliliğe yönelik tutumda büyük bir değişim olduğunu göstermektedir. Sözleşme öncesinde toplumlar engelliliği bireyin kişisel durumu olarak düşünmüşlerdir. Bireylerin okula gidememeleri ya da çalışamamaları engelliliğin doğal bir süreci ve sonucu olarak görülmüştür. EHİS, Sosyal Model yaklaşımıyla engelli bireylerin haklarının korunması ve geliştirilmesine yol açmak amacıyla devletlerin bu konudaki sorumluluklarını ortaya koymaktadır. EHİS, İnsan Hakları Bildirgesi’nden çok farklı yeni haklar getirmemekte var olan İnsan Hakları Bildirgesi’ni tamamlayıcı bir özellik taşımaktadır. EHİS engelli bireylerin haklarına yönelik genel bir bakış açısı sunmakla birlikte uygulama ve izlemenin nasıl gerçekleştirileceğini de içermektedir. Sözleşme maddelerinin yaşama geçirilmesi için hem politikaların oluşturulmasını hem de mevzuat ve politikaların aktif bir biçimde uygulanmasını ve izlenmesini şart koşmaktadır.
EHİS giriş ve maddeler olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Sözleşmenin giriş bölümünde sözleşmeye taraf olan devletlerin sözleşme maddelerini değerlendirirken dikkat etmeleri gereken noktalar yer almaktadır. Sözleşmenin maddeler bölümü ise toplam 50 maddeden oluşmaktadır. Sözleşmenin ilk 30 maddesi tanımlar, genel ilke ve yükümlülükler ile her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıran temel hak ve özgürlükleri ifade eden maddelerden oluşmaktadır. EHİS’in son 20 maddesi ise sözleşmeye imza atan taraf devletlerin sözleşmeyi uygulamaları, uygulamaların izlenmesi, denetlenmesini raporlaştırmaları oluşmaktadır.
EHİS Ek İhtiyari Protokolü BM Genel Kurulunda 13 Aralık 2006 tarihinde kabul edilmiş ve 3 Mayıs 2008’de ise yürürlüğe girmiştir. Türkiye İhtiyari Protokol’ü 28 Eylül 2009 tarihinde imzalamıştır. Protokolün onaylanması ise 3 Aralık 2014 tarihinde ve 6574 sayılı kanunla olmuştur. Protokolün onayına ilişkin 26 Ocak 2015 tarih ve 2015/7230 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ve resmî Türkçe çevirisi 10 Şubat 2015 tarihinde 29263 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Türkiye’nin de taraf olduğu bu protokolün öne çıkan maddelerinden ilki 1. maddesidir. Protokolün bu ilk maddesine göre EHİS’te güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasında olan engelli birey ya da sivil örgütlere, EHİS’in uygulanmasını izlemek üzere kurulmuş, olan Engelli Hakları Komitesine doğrudan başvurabilme imkânı tanımaktadır.
Ülkemiz, EHİS’i ve Ek İhtiyari Protokolü’nü mzalayarak sözleşmenin ulusal düzeyde uygulanmasını sağlamak üzere bir yükümlülük altına girmiştir. Ülkemizde engelli bireylere sunulan hizmetler farklı bakanlıklar tarafından yürütülmektedir. Sözleşmenin taraf devletlerce uygulanma sürecinin uluslararası düzeyde denetlenebilmesi için EHİS’in 34. Maddesine dayalı olarak bağımsız uzmanlardan oluşan Engelli Hakları Komitesi’nin kurulması ifade edilmiştir.
Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesi, 14-18 Mart 2015 tarihinde Japonya’nın Sendai kentinde düzenlenen BM Afet Risklerinin Azaltılması 3. Dünya Konferansı’nda kabul edilmiştir. Ülkemizin de temsil edildiği bu konferansta kabul edilen Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesi, 2015-2030 yıllarını kapsayan ve afet risk yönetiminde özellikle afet riskinin anlaşılması için ulusal ve uluslararası işbirliklerinin güçlendirilmesine yönelik rehber bir özellik taşımaktadır. Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesi, kabul edildiği tarihten sonraki 15 yıl içinde afet riskini ve bireylerin/ülkelerin afet nedeniyle can, mal, geçim kaynağı, sağlık, fiziksel ve çevresel varlık kayıplarını önlemli ölçüde azaltmayı hedeflemektedir.
12-14 Aralık 2015 tarihleri arasında Bangladeş’in Dhaka kentinde 18 ülkenin katılımıyla Dhaka Engellilik ve Afet Risk Yönetimi adlı konferans gerçekleştirilmiştir. Bu konferansın temel amacı, planlama, uygulama, izleme ve raporlama sürecinde 2015-2030 Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesini tanıtmak için engelli bireyler ve onlara ilişkin etkinlik gösteren kurumların katılım ve katkıları ile somut eylemler belirlemektir. Bu konferansın sonunda 14 Aralık günü 18 ülkeden katılımcıların kabul ettiği Dhaka Deklarasyonu adlı bir bildirge yayımlanmıştır.
Engellilere Yönelik Ulusal Yasal Düzenlemeler
2002 yılında, Türkiye İstatistik Kurumu ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından yürütülen “Türkiye Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre, engelli olan nüfusun toplam nüfus içindeki oranının %12.29 olduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu ifadesi yer almaktadır. Türkiye’de geçmiş yıllarda engelli bireylere yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili kamusal karar ve uygulamalar yer alsa da özellikle sosyal politikalar 1980’li yıllarda belirmeye başlamıştır. Anayasamızda engelli bireylerin temel sorunlarına yönelik düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen engelli bireylerin sorunlarının azaltılmasında yeteri kadar yol alınamamıştır. Bu konuda istenilen yolun alınamamasının başlıca nedenleri arasında, mevzuatın dağınıklığı, hizmet sunumunun çeşitli kurumlar aracılığıyla yapılması, eşgüdümün ve standart uygulamaların olmaması sayılabilir. Engelli bireylerin toplumun tüm kesimleriyle birlikte ihtiyaçlarının karşılanması, hizmetlerin doğru bir şekilde planlanabilmesi için gerekli politika ve hizmet modellerinin oluşturulmasını gerektirmektedir. Tüm bu gerekçelerle birçok Sivil Toplum Kuruluşu (STK)’nun da katılımıyla 5378 Sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” önerisi hazırlanmış ve bu öneri kanun olarak 01.07.2005 yılında TBMM’de kabul edilmiştir.
Ülkemizde doğrudan Başbakanlığa bağlı pek çok kurum ile bakanlık düzeyinde örgütlenmelerde engellilikle ilişkili sorumluluğu olan birçok kurum bulunmaktadır.
Ülkemizde engelli bireylerin bakım ve rehabilitasyon hizmetlerine şekil veren kanunlardan biriside 5378 sayılı Engelliler Kanunu’dur. Bu kanunun 6. Maddesinde engelli bireylerin öncelikle yaşadıkları yerde bağımsız yaşayabilmeleri için durumlarına uygun olarak gerekli destek ve bakım hizmetlerinin sunulması gerektiği ifade edilmektedir. Ayrıca bu kanun maddesinde destek ve bakım hizmetleri sağlanırken bireyin hem fiziksel hem de sosyal kültürel ve manevi inançlarının dikkate alınması gerektiği söylenmektedir. 5378 sayılı Engelliler Kanunu’nda rehabilitasyon, doğuştan ya da sonradan herhangi nedenle ortaya çıkan engelin etkilerini olabildiğince en az seviyeye indirme ve engelli bireyin yaşamını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilmesini hedefleyen fiziksel, sosyal, zihinsel ve sosyal becerilerini geliştirmeye yönelik sunulan hizmetlerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Engelli bireylere verilen rehabilitasyon hizmetleri arasında, uzmanlar tarafından verilen fiziksel alıştırma tedavisi, yardımcı cihaz uygulamaları, ev programları, aile eğitimi, el-göz eş-güdümüne yönelik çalışmalar, uygun yardımcı aracın belirlenmesi, işitme, dil ve konuşma terapisi, yemek yeme, giyinme, oyun vb. gibi etkinlikler sayılabilir.
Dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de sosyal politikaların uygulanmasında merkezî yönetimlerle birlikte yerel yönetimler önemli görevler almışlardır. Ülkemizde engelli bireylerin bakım ve rehabilitasyonuna yönelik göze çarpan ilk kanunlar arasında 2004 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nu gelmektedir. Bu kanunun 7. Maddesine göre belediyenin görevleri arasında, sağlık merkezleri, hastaneler, sağlık üniteleri ile yetişkinler, yaşlılar, engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik her türlü sosyal ve kültürel hizmetleri yürütme ve geliştirmenin yer aldığı ifade edilmektedir. 2006 yılında yürürlüğe giren Büyükşehir Belediyeleri Özürlü Hizmet Birimleri Yönetmeliği; yerel yönetimlerin başında bulunan belediye başkanlarına, engelli bireylere yönelik merkezler oluşturma görevini vermiştir. Yönetmeliğin amacı; büyükşehir belediyesi ve yakın alanları içinde yaşayan engelli bireylerin toplum hayatlarını kolaylaştırmak amacıyla büyükşehir belediyelerinde engelliler ilgili bilgilendirme, danışmanlık, bakım, sosyal ve mesleki rehabilitasyon hizmetlerini yapacak olan engelli hizmet birimlerinin kuruluş, işleyiş ve görevleri ile bu birimde çalışan personelin görevlerine yönelik başlıca usul ve esasları biçimlendirmektir.
Sivil Toplum Kavramı ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Tarihsel Gelişimi
Gönüllülük kavramı, toplumun bir bölümünü ya da bütününü ilgilendiren sıkıntıları hiçbir maddi kazanç beklemeden çözme kararlılığını gösterme gücüdür. Tüm dünyada toplumsal fayda yaratmak isteğiyle ortaya çıkan gönüllülük, “yoksulluğu ortadan kaldırmak, temel sağlık ve eğitim hizmetlerini iyileştirmek, çevre kirliliği ve iklim değişiklerinin sebep olduğu sorunlarla başa çıkmak, afet riskini azaltmak, ayrımcılıkla mücadele etmek” hemen hemen her alanda kendini göstermektedir. Gönüllüler, sahip oldukları güç, zaman, bilgi ve deneyim gibi özelliklerinin hepsini ya da bir bölümünü Sivil Toplum Kuruluşu’nun (STK) çalışmaları için aktarabilecek durumda olan ve bunu yaptıktan sonra karşılığında hiçbir maddi beklentisi olmayan kişilerdir. STK’ları ise halkın yararına çalışan ve bu yönde kamuoyu oluşturan, kâr etmeyi amaçlamayan ve belirli toplumsal amaçlara erişebilmek için gönüllü olarak bir araya gelen kişilerden oluşan örgütlenmeler olarak tanımlayabiliriz.
Sivil toplum kavramının ilk olarak Antik Yunan’da Aristo tarafından kullanıldığı görülmektedir. Aristo’nun eserinde sivil toplum kavramını, devlet sınırları içinde yaşayan insan toplulukları ve onların iyilik halleri anlamında kullandığı görülmektedir. Ülkemizde ise STK’ların geçmişi Anadolu Selçuklular ve Osmanlılara kadar uzanmaktadır. Anadolu coğrafyasının kozmopolit yapısı nedeniyle yöneticilere vakıf kurmaları için geniş yetkiler verilmiştir. Bu yolla Selçuklular ve Osmanlılar döneminde vakıf çatısı altında vatandaşa yönelik hizmetler verilmiştir. Cumhuriyet döneminin başından 1950’li yıllara kadar sivil toplum hareketlerine sıkça rastlanmadığı söylenebilir. 1950’lerin başında sivil toplumun canlanmaya başladığı ve gönüllü örgütlenmelerin arttığı görülmektedir.
Ülkemizde, 17 Ağustos 1999 ve yine 12 Kasım 1999 yılında yaşanan Düzce depremleri toplumda afet farkındalığı ve STK’lar açısından bir dönüm noktası olmuştur. Gönüllü gruplar tarafından tüm ülkede 100’den fazla Search and Rescue (SAR) Arama Kurtarma ekibi kurulmuştur. Ülkemizde de bu amaçla afet, eğitim, sağlık ve başka birçok alanda faaliyet gösteren STK bulunmaktadır. Türkiye’de STK’lar şu şekilde sınıflandırılabilir: a) Profesyonel kuruluşlar: Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TBMMOB), Türkiye Tabipler Birliği (TTB) gibi. b) İşveren sendikaları ve işçi örgütleri: Türk İşadamları Derneği (TÜSİAD), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) gibi. c) Yerel ya da bölgesel kalkınma STK’ları (Ordu Eğitim Kültür Sanat ve Kadın Dayanışma Derneği, Saitabat Köyü Kadınlar Dayanışma Derneği) d) Sorun odaklı STK’lar: AKUT Arama Kurtarma Derneği, AKA Arama Kurtarma Araştırma Derneği, FAYDER Felakette Acil Yardım Derneği gibi. e) Vakıflar (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Lösemili Çocuklar Vakfı).