PARA VE BANKA - Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar

Finansal Sistemin İşleyişi

Finansal sistemin en önemli fonksiyonu fon fazlası olanlarla fon açığı olanlar arasında fon akımının sağlıklı olarak sağlanmasıdır. Sağlıklı bir sistemde fonlarda verimli yatırımlara yöneleceğinden ekonomik verimlilik artar. Ancak finansal piyasalarda belirsizlik sebebiyle riskte her zaman mevcuttur. Riskler küreselleşme sebebiyle sadece o bölge veya alanda değil tüm dünyayı potansiyel krizlere açık hale getirebilir. Bu sebeple finansal sistemin ekonominin işleyişini nasıl ve hangi kanallardan etkilediğini bilmek gerekir.

Eksik Bilgi: Ters Seçim ve Ahlaki Tehlike

Finansal piyasalarda sözleşmemenin iki tarafının aynı miktarda bilgiye sahip olmaması, borç alanın borç verene göre daha çok bilgi sahibi olması durumu eksik bilgi olarak adlandırılır. Ters seçim borç vermeden önce kime borç vereceği seçilirken karşılaştığımız bu bilgi eksikliği durumudur. Borç verenler açısından borç almaya çalışanların ne tür risk taşıdıklarının tam olarak bilinememesi ve borç almaya çalışan adayların potansiyel olarak daha çok risk alma eğilimi taşıyan yatırımcılar olması ters seçime yol açacaktır. İkinci tür bilgi eksikliği ise sözleşme imzalandıktan sonra ortaya çıkar ve buna ahlaki tehlike adı verilir. Ahlaki tehlike borç alanın parayı uygun olmayan türde yatırımlarda kullanma riskidir.

Ters seçim sorununu çözmenin en basit yolu bilgi eksikliğini gidermektir. Ancak bilgi eksikliğini gidermenin de bir maliyeti vardır. Bu konuda değişik çözüm önerileri sunulabilir. Bunlar: Kamu düzenlemeleri ile piyasa aktörlerinin finansal durumları ile ilgili daha çok bilgiyi kamuyla paylaşmalarını sağlamak. Kamusal bilginin yanında özel şirketler ve uzmanlar aracılığıyla oluşturulan bilginin raporlanarak ya da danışmanlık yoluyla ilgililere satılması. Ancak bu yolda bedavacılık sorununa yol açabilmektedir. Borç sözleşmelerine maddi teminat koşulları eklemek. Şirketlerin özsermayelerini (şirket bilançosunda varlıklarını toplamı ile borçlarının toplamının farkı) bir tür teminat unsuru kapsamına almak gibi.

Diğer bir sorunda ahlaki tehlike, asil-vekil problemidir. Ahlaki tehlikenin özellikle ortaklık (hisse senedi) piyasalarında ortaya çıkan özel durumuna Asil-Vekil Problemi adı verilmektedir. İş başındaki yöneticilerin (vekillerin) sahiplerin (asillerin) çıkarı yerine kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi sonucunda ortaya çıkan ahlaki tehlike problemi Asil-Vekil problemi olarak adlandırılır. Bu sorunun çözüm yolu ise bilgi eksikliğini gidermektir. Mesela yöneticilerin daha sıkı denetlenmesi düşünülebilir. Bir başka yol ise borç verenlerin hisse senedi yerine borç senedini tercih etmesi tavsiye edilir. Bu asil-vekil genel olarak da ahlaki tehlike sorununa gerçek hayattan İmar Bankası ve Enron skandalları örnek verilebilir. Borç piyasalarına bakıldığında ise borç senetleri satın alınarak şirket ortağı haline gelinmediği için eksik bilginin fazla sorun oluşturmayacağı düşünülebilir.

Ancak şirketi batması durumunda borç yine ödenemeyecektir. Bu da ahlaki tehlike durumunun tam olarak ortadan kalkmadığını gösterir. Bu durumda sorunu azaltmanın yöntemlerinden biri de borcun teminata bağlanması olabilir.

Bazı büyük şirketlerin ise karşılaştıkları sorunlar neticesinde krize girmesi, batması ekonomiye büyük sıkıntılar getirebilir (işsizlik, krizin yayılması). Kamu otoriteleri böyle büyük bir soruna geçit vermek istemezler, vermezler. Bu duruma “batmak için çok büyük” politikası adı verilir. Fakat bu politikada şirketi batmamıza izin verilmez mantığı ile risklerini bilerek arttırmak gibi bazı ahlaki tehlikelere sevk edebilir.

Finansal Sistemin İktisadi Analizi

Finansal sistemin iktisadi analizi için öncelikle çeşitli olgulardan bahsetmek gerekmektedir, bunlar:

Olgu 1: Ülkeler zenginleşip gelirleri arttıkça finansal sistemleri de gelişir. Bu kapsamda yüksek gelirli ülkelerin hem büyüklük hem de etkinlik açısından daha gelişmiş finansal sistemlere sahip oldukları gözlemlenmektedir.

Olgu 2: Tüm dünyada dolaylı finansman doğrudan finansmandan daha yaygındır. Hisse senedi, tahvil gibi finansal varlıkların yatırımcılara satışının piyasalar aracılığı ile direkt olarak yapılması olan doğrudan finansman, araya bankalar gibi aracı kuruluşların girmesi ile fon transferi ile fon transferi yapılması durumu olarak ifade edilen dolaylı finansman kadar yaygın değildir.

Olgu 3: Gelişmiş ülkelerde bankalar ve diğer finansal aracı kurumların yanı sıra menkul kıymetler borsaları da daha büyük ve daha etkindir.

Olgu 4: Tüm dünyada bankalar en önemli finansal aracı kurumlardır.

Olgu 5: Şirketler dış finansman kaynağı olarak daha çok banka kredisi kullanırlar.

Bu olgular ışığında yapılan değerlendirmeler sonucunda görülmektedir ki küresel olarak menkul kıymetler borsaları finansal sistem içerisinde önemli bir rol oynamamaktadırlar. Bunun yerine hem şirketlerin finansmanında hem de genel olarak dolaylı finansmanda bankacılık sektörünün ağırlıklı bir rolü olduğu görülmektedir. Bu anlamda kişilerin birikimlerini bankaya yatırdıktan sonra artık bankaya güvenleri sebebiyle eksik bilgi sorunuyla karşı karşıya kalmadıklarını ve bankanın bilgi toplama işindeki uzmanlığı sayesinde sistemin etkinliğini arttırdığı iddia edilebilir. İşte bu yüzden dünyada dolaylı finansman daha yaygındır ve bankacılık sektörü finansal sistemin içerisinde son derece kritik bir role sahiptir.

Finansal Gelişme ve İktisadi Aktivite

Finansal gelişmenin iktisadi aktivitenin gelişmesi açısında önemi konusunda iktisatçılar farklı yaklaşımlar içerisindedirler. Kimileri finansal gelişmenin iktisadi kalkınmanın tetikleyicisi olduğunu düşündükleri gibi kimileri de iktisadi büyümenin finansal gelişmeyi doğurduğunu iddia etmektedirler. Bunun yanında bazıları da iktisadi gelişme açısından finansal faktörlerin fazla önemli olmadığını düşünmektedirler. Son yıllarda yapılan uygulamalı çalışmalar, finansal gelişmişliğin iktisadi büyümeyi olumlu yönde etkilediği yönündeki görüşü desteklemektedir.

Finansal sistem, belirsizliğin olduğu bir ortamda kaynakların mekânlar arasında dağıtılmasını ve zamana yayılmasını sağlamaktadır. Bu temel fonksiyonu daha iyi anlamak için finansal sistemi alt guruplara bölüp finansal sistemin işlevlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Finansal sistemin işlevleri şunlardır:

  • Tasarrufları ekonomiye aktarmaktadır.
  • Yatırımlar hakkında bilgi edinmek ve kaynak dağılımı işlevini yerine getirmektedir.
  • Risk yönetimini kolaylaştırmaktadır.
  • Değişimi kolaylaştırmaktadır.

İktisadi ise iki kanalı vardır. Bunlardan birisi sermaye birikimi aracılığı ile ekonominin üretim kapasitesinin arttırılması. Diğeri ise teknolojik yenilik aracılığı ile üretkenliğin arttırılması. Etkin çalışan bir finansal sistemin işlevlerinin büyümenin bu iki kanalını birden etkilemesi beklenir. Sonuçta finansal sistem büyümenin her iki kanalının da daha etkin hale gelmesiyle iktisadi büyümeyi kolaylaştıracaktır. Ancak finansal sistem ile iktisadi büyüme arasındaki etkileşimin boyutlarını değerlendirdiğimizde bu ilişkinin tersinin de geçerli olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Büyüyen bir ekonominin finansal servis talebi de artacaktır. Böylece ekonomilerin büyüyüp zenginleşmesi finansal sistemin gelişmesini de tetiklemiş olacaktır.

Bir diğer faktörde, finansal faktörlerin finansal sistem ile ekonomik aktivite arasındaki etkileşimi farklı yönlerde etkileyeceğinin unutulmaması gerekliliğidir. Ülkelerin siyasi kurumlarının, vergi ve adalet sistemlerinin yapısı ve işleyişi kaçınılmaz olarak hem iktisadi aktiviteyi hem de finansal sistemi yakından etkileyecektir.

Finansal Krizler

Finansal kriz derken iki tür finansal krizden bahsetmek gereklidir. Bunlar döviz krizleri ve bankacılık krizleri olarak adlandırılabilirler. Ödemeler dengesi sorunlarıyla tetiklenen döviz piyasasına yönelik spekülatif ataklar sonucunda döviz kurundaki ani ve büyük hareketlerle başlayan döviz krizleri 1970-1980 yılları periyodunda sıklıkla görüle gelmiştir. 1980’lerden sonra ise bankacılık krizlerinin daha sık ortaya çıktığını ve bu dönemde çoğunlukla bankacılık krizleri ile döviz krizlerinin beraber ortaya çıktığını görür hale gelinmiştir. Bankacılık krizleri iki biçimde tanımlanabilir. Birincisi bankalardan hızlı mevduat kaçışı sonucunda bir ya da daha çok bankanın batması, kamuya devri ya da birleşmesi. İkinci olarak ise mevduat kaçışı dışında nedenlerden dolayı bir ya da daha çok bankanın batması. Her iki durumda da krizin tüm sektörlere yayılması söz konusu olmaktadır.

Finansal kriz modellerine bakıldığında ise ilk kuşak kriz modelleri para ve maliye politikasının uyumsuzluğunu vurgulamaktadır. Buna göre finansal kriz bir ülkenin bütçe açıklarını para basarak finanse etmesi sonucunda ortaya çıkan aşırı kredi genişlemesinin yarattığı baskı sonucunda sabit kur rejiminin çökmesi olarak tanımlanabilir. İkinci kuşak modellerde para ve maliye politikalarının uyumsuzluğunu vurgulayan birinci kuşak modellerden ziyade kendi kendini doğrulayan kehanetler ve sermayenin sürü davranışını vurgulamaktadır. İkinci kuşak modellerde politika daha esnek, kur rejiminin savunulup savunulmayacağı da kısa vadeli politika esnekliği ile uzun vadede güvenilirlik arasındaki bir tercih olarak ortaya çıkmaktadır.

Üçüncü kuşak modellerde ise 1990’larda döviz krizleri ile banka krizlerinin beraber ortaya çıkıyor oluşu göz önüne alınarak döviz krizlerinde bankacılık sektörünün rolü ön plana çıkarılmaktadır.

Finansal krizlerin reel sektörü nasıl etkilediğini, hangi kanallardan ekonomik aktiviteyi azalttığını maddeler halinde aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  • Borçlanma maliyetlerinin yükselmesi
  • Kredi daralması
  • Riskten kaçınma
  • Şirket özsermayeleri azalışları
  • Hane halkı özsermayelerinin değerlerinin düşmesi
  • Döviz kuru değişmeleri
  • Güven azalışı

Sonuç olarak finansal krizler ister döviz krizleri olarak ortaya çıksın, ister bankacılık krizi olarak gelişsin, isterse ikiz kriz olarak patlak versin temelde üretimin düşmesine, gelirin azalmasına ve çoğunlukla işsizliğin artmasına yol açmaktadır.

Finansal krizlerin bir ülkede başlayarak finansal krizin etkilerinin başka ülkelere hızlı ve şiddetli biçimde yayılmasına finansal krizlerin bulaşma etkisi adı verilmektedir. Bulaşma etkisinin ortaya çıktığı finansal krizlerde üç ortak nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi krizden hemen önce artan uluslararası sermaye girişinin kriz sonrasında hızlı ve şiddetli bir biçimde geri dönmesi. İkincisi krizin başlangıcında Finansal piyasalardan sürpriz bir açıklama gelmesi (bir bankanın batması gibi). Son olarak üçüncüsü de bulaşma etkisinin görüldüğü durumlarda ortak bir borç veren (uluslararası finansal kuruluşlar, hedge fonları, bankalar vs. gibi) olmasıdır. Krizlerin nasıl bulaştığını açıklayan farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlarda kısaca aşağıdaki gibi açıklanmıştır:

Sürü davranışı; Uluslararası sermaye hareketlerinde sermayenin hızlı ve ani olarak toplu bir şekilde yön değiştirmesidir. Bir sorunu algılayan sermaye o bölgeden ayrılmaya başlarınca diğer sermaye öğeleri de bunun sebebini sormadan araştırmadan aynı bir sürü mantığı ile hareket etmeleri sebebiyle kriz derinleşmektedir.

Ticari bağlar; Ülkelerin birbirleri ile olan ticari bağlarının yanında aynı uluslararası pazarlarda birbirleriyle rekabet ediyor olmaları da krizlerin etkilerinin bulaşmasına yardımcı olmaktadır. Bu bağlantılar sayesinde kriz otomatik bir şekilde bulaşıcı hale gelebilmektedir.

Finansal bağlar; Ülkelerin birbirlerine finansal alanlarda sıkı sıkıya bağlı olması sebebiyle bir bölgede çıkan krizin çok kısa bir sürede etkileşim içinde olduğu diğer ülke ve bölgeleri de etkilemesi.

Türkiye’deki finansal krizler bir mercek altına alınıp incelendiğinde aşağıdaki gibi sonuçlara ulaşılabilmektedir. Türkiye’nin 1990’lardan itibaren dört önemli finansal krizden etkilendiği görülebilmektedir. Bu krizlerden ikisi 1994 ve 2001 yılları krizleri Türkiye’den kaynaklanan ve bulaşma etkisinin görülmediği finansal krizler. Diğer ikisi ise 1998 Rusya krizinin ve 2008 küresel krizin Türkiye ekonomisine bulaşması sonucu ortaya çıkan dış kaynaklı krizlerdir.

Bunlar arasında özellikle 1994 krizi ülkede yanlış politikalar uygulanması sonucunda oluşan bir kriz olması sebebi ile kendini diğerlerinden ayırmaktadır. Krizin öncesine bakıldığında makroekonomik göstergeler (bazı kronik sorunlar dışında) herhangi bir alarm vermemektedir. Bu yıllarda krizi tetikleyen unsur politika yapıcıların yüksek düzeydeki kamu borçlanma gereğinin finansman yöntemini değiştirerek dönemin yüksek reel faizini düşürme çabaları olmuştur. Karşılıksız basılan para dövize olan talebi tetiklemiş ve bir döviz krizi ortaya çıkmıştır. Krizin doruk noktasında hazine hükümetin faiz düşürme operasyonunun başarısızlığının bedelini yıllık %400 faizle borçlanmak durumunda kalarak ödemiştir.

İkincisi ise 2001 krizidir. Ülke aşırı yükselmiş olan kamu borçlarının yükü, yüksek reel faiz, yüksek cari açık ve diğer makroekonomik göstergeleri nedeniyle yüksek risk taşımaktaydı. O yıllarda bankacılık kesiminde de ciddi sorunlar olduğu da göz ardı edilmemelidir. Kamu bankalarının görev zararları tüm varlıklarının %30’unu bulmakta idi. Bozuk makroekonomik dengelere ek olarak yüksek riskli bir bankacılık kesimi bulunmakta idi. İlgili yıla doğru bazı bankaların Tasarruf Mevduatı sigorta Fonuna devri güveni azaltıp riski iyice arttırmış idi. Bu ortamda Merkez bankasının dövizi serbest dalgalanmaya bırakmak zorunda kalmasıyla bariz olan kriz artık ortaya çıkarmış oluyordu. Böyle bir ortamda da uluslararası sermayenin sürü davranışıyla ülkeden çıkış yönünde hareketlenmesi de krizi doğurmuş ve derinleştirmiştir.

Finansal Piyasaların Düzenlenmesi ve Denetlenmesi

Finansal kriz dönemlerinde sistemin güvenilirliğinin düşmesinin ekonomik aktiviteye zarar vermesinden dolayı ekonomiyi bu tür risklerden korumak amacıyla kamu kesimi finansal kurumlar üzerinde çeşitli düzenlemeler uygulamaktadır. Uygulanan düzenlemeler aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Giriş kısıtlaması uygulamaları,
  • Şeffaflık,
  • Banka bilançolarının denetlenmesi,
  • Mevduat sigortası uygulaması,

gibi finansal kurumların güvenilirliğini arttırmak amacıyla kamu düzenlemeleri yapılmaktadır.