RADYO VE TELEVİZYON YAYINCILIĞI - Ünite 2: Türkiye’de Radyo Televizyon Yayıncılığı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Türkiye’de Radyo Televizyon Yayıncılığı
Giriş
Türkiye’de radyo yayıncılığının başlangıç tarihi olarak 08.09.1926 tarihli bir sözleşme gösterilir. Bu sözleşme, dönemin İçişleri Bakanlığı ile Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi (TTTAŞ) arasında imzalanmıştır. Bu sözleşme ile Türkiye’de radyo yayıncılığı yapma hak ve yetkisi TTTAŞ’ne verilmektedir. Radyo yayıncılığı yapacak TTTAŞ görünüşte ticari bir şirket olmakla birlikte siyasi iktidarın birinci elden kontrolü altında bulunan bir şirkettir.
Radyonun Türkiye Cumhuriyetine girişi, neredeyse gelişmiş batı ülkeleriyle eş zamanlıdır. Bu durum radyodan önemli beklentiler olduğunun bir göstergesidir. Cumhuriyet yeni kurulmuştur. Tebaa olmaktan vatandaşlığa geçtiğinin farkında bile olmayan halkın hızla bilgilendirilip bilinçlendirilmesi, böylece yeni rejimin kabulünün sağlanması gerekmektedir. Radyo bu dönüşüme hizmet etmeye çok elverişli bir araçtır.
Kuruluş aşamasında İçişleri Bakanlığı ile TTTAŞ arasındaki imzalanan radyo yayıncılığı imtiyaz sözleşmesi 1936 yılına kadar sürmüştür. 1936 yılında radyo yayıncılığı İçişleri Bakanlığına bağlı bir kuruluş olan Matbuat Umum Müdürlüğü’nün yetki ve sorumluluğuna devredilmiştir. Radyo yayıncılığını üstlenen Matbuat Umum Müdürlüğü, yeniden yapılanma çalışmaları çerçevesinde 1943 yılında Basın Yayın Umum Müdürlüğü, 1949 yılında Basın Yayın Turizm Genel Müdürlüğü adını almıştır. Zamanla birtakım yapı ve görev değişiklikleri olsa da radyo bu kurumun yetki ve sorumluluğunda yayınlarını sürdürmüştür. Söz konusu yapı ve işleyiş 1961 Anayasasına dayanılarak çıkarılan TRT kanununa kadar devam etmiştir. 1936 yılında devlet yönetimine geçen radyonun önemi giderek daha iyi anlaşılmış, bu çerçevede kullanımı daha bilinçli hale gelmiştir.
Bu dönemde yapılan yayınlar söz ve müzik yayınları gibi iki temel kategoriye ayrılmaktadır. Büyük önder Atatürk’ün 1934 yılında yaptığı bir konuşmada batı müziğini öven sözler söylemesi radyoda Türk müziğine ambargo konulmasına, yalnızca batı müziği yayını yapılmasına yol açmıştır. Kişilere endeksli yayın anlayışının, yayın politika ve stratejisi yokluğunun bir örneği de sayılabilecek bu uygulama yapılan itirazlar üzerine 1936 yılında ortadan kaldırılmış, Türk müziği yine radyo yayınlarında yerini almıştır.
Yapılan söz yayınlarını ise aşağıda verilen sınıflama ile ifade etmek mümkündür:
- Haberler ve siyasal nitelikli yayınlar
- Eğitici yayınlar
- Sağlık, kadın, çocuk programları
- Dinleyici mektupları
- Eğlence ve Spor programları
Radyo yayıncılığı konusunda artan bilinç, program türleri ve içerikleri konusunda kalitenin yükselmesini sağlarken radyodan, yerine getirmesi beklenen görevler de belirginleşmeye başlamıştır:
- Devletin siyasi yayın aracı olmak,
- Kültür aktarıcı kurum olmak,
- Eğitim kurumu olmak ve
- Kişisel yeteneklerin tanınmasına yardımcı olarak vatandaşların bilgi ve kültür kazançlarını sürekli biçimde artırmak
Tek parti döneminin radyo konusunda edinilen deneyimlerin bir özeti olarak tanımlanabilecek bu görev anlayışı çok partili siyasi dönemle birlikte önemli değişiklikler geçirmiştir. Pek çok değişik amaca hizmet yeteneği sebebiyle radyo farklı değerlendirmelerin konusu olabilir. Demokrat parti iktidarı döneminde radyo ile ilgili çatışma yaratan konu radyonun kullanım biçimidir. Radyoya ilişkin çatışma nedeni radyonun siyasi propaganda amacıyla kullanımına ilişkin uygulamalar olmuştur. Elde somut veriler olmamasına karşılık, radyonun, basından da güçlü ve etkili bir kitle iletişim aracı olduğu inancı, siyasi iktidarı, radyoyu iç propaganda amaçlı kullanmaya yöneltmiştir. Aynı inanç ve bakış açısına sahip muhalefetin buna tepkisi sert ve sürekli olmuş, Demokrat Parti’nin 1960 yılında askeri müdahale ile indirilmesinde radyonun “partizan” kullanımı önemli gerekçelerden birisini oluşturmuştur. Bu durum aynı zamanda TRT kurumunun kuruluş gerekçelerinden birisidir. 1961 yılında yapılan yeni anayasanın 121. Maddesi ile siyasal iktidarların güdümünden bağımsız kalabilecek, özerk bir radyo televizyon kurumu oluşturulması öngörülmüştür.
Kamusal Yayın Tekeli Olarak Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun Kuruluşu ve Televizyon Yayıncılığının Başlangıcı
1961 anayasasının 121. Maddesi Türkiye’de radyo televizyon yayıncılığı yapmak üzere özerk bir kurum oluşturulacağını bildirmekteydi. Anayasaya bu hüküm konulduğunda Türkiye’de televizyon yayını yapılmıyordu. Anayasanın 121. maddesine dayanılarak 1964 yılında çıkarılan 359 sayılı TRT kanunu, radyo televizyon yayınlarını yasal bir çerçeveye oturtması, görev ve sorumlulukların sınırlarını çizmesi açılarından, üzerinde durulmaya değer bir düzenlemedir. Kurumun, siyasal iktidarlardan bağımsızlığını garanti altına alan özerk yapı, bir görüşe göre Alman yayın sisteminden devşirilmiştir. 359 sayılı TRT kanununun 2. Maddesi ise kurumun sorumluluk alanlarını saptamaktadır. Bu düzenlemenin de İtalyan Anayasa Mahkemesince alınan “kamu hizmeti tekeline sahip yayın kuruluşlarının kamu çıkarlarının gereklerine uygun çalışabilmesi için yükleneceği görevler belirlenmelidir” kararından esinlendiği belirtilmektedir. Görevlerin sayıldığı 2. Madde dört fıkradan oluşmaktadır. Maddenin ilk fıkrası TRT kurumunun haber verme, eğitim öğretime yardımcı olma, eğlendirme, yurdu içeride ve dışarıda tanıtma, yeterli ve tarafsız yayın yapmakla görevli olduğunu bildirmektedir. İkinci fıkra, radyo televizyon yayınlarının yapılabilmesi ve geliştirilmesi için teknik yükümlülükleri saymakta; üçüncü fıkra, kurumun temsil görev ve sorumluluklarını belirtmektedir. Son fıkra, TRT kurumunu yayıncılıkla ilgili araştırma geliştirme etkinlikleri yapmakla sorumlu kılmaktadır.
TRT kurumunun 359 sayılı kanunla 1964 yılında başlayan özerk yapısı ve bu çerçevede bağımsız yayıncılık anlayışı ancak 1971 yılına kadar sürebilmiştir. Bunun önde gelen nedenlerinden birisi TRT özerkliğinin, siyasal bilinç ve bağlı olarak sivil yönetim iradesiyle gelmemiş oluşudur denebilir. TRT kurumuna özerklik 1961 anayasası ile verilmiştir. 1965 yılında iktidar olan Adalet Partisi TRT kurumunun mali kaynaklarını kontrol ederek kurumu kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır. Askerlerin iradesiyle TRT kurumuna sağlanan özerklik 1971 yılında yine askerlerin iktidara verdikleri 12 Mart Muhtırası’na dayanılarak kaldırılmıştır. 1972 yılında, 1568 sayılı kanunla yapılan TRT kanunu değişiklikleri sonunda TRT kurumunun özerkliği kaldırılmıştır.
TRT, 31 Ocak 1968 tarihinde Ankara iline yönelik olarak televizyon yayınını başlatmıştır. Deneme yayını olarak başlayan televizyonla ilgili çalışmalar aslında 1963 yılında Federal Almanya ile Türkiye arasında yapılan bir anlaşmaya kadar gitmektedir. Deneme yayınları şeklinde Ankara’da başlatılan televizyon yayınları 1971 yılından itibaren ülke düzeyinde hızla yayılmaya başlamıştır. 1982 yılında deneme yayınlarıyla renkli yayına geçilmiş, 1986 yılında ise TV2 kanalı ile çok kanallı yayıncılığa adım atılmıştır. TRT kurumunun çok kanallı yayın girişimleri ikinci kanaldan sonra da sürdürülmüştür. 1989 yılında TV3, 1990 yılında TV4 ve TV5 (TRT-İnt.) yayına sokulmuş, böylece TRT ulusal ve uluslararası düzeyde beş kanaldan televizyon yayını yapan bir kuruluş haline gelmiştir.
Kamu ve Özel İkili Yayıncılık Sistemine Geçiş ve Radyo Televizyon Yayıncılığında Yeni Düzen
Korsan Yayıncılık Dönemi
1980’li yılların ikinci yarısı yayıncılık teknolojisinde hızlı gelişmelerin yaşandığı, uydu yayıncılığının ulusal sınırları aşarak küresel yayıncılığın yaygınlaştırıldığı yıllardır. video teknolojisi gelişmişti ve İstanbul merkezli olarak çeşitli video program üretim şirketleri ortaya çıkmıştı. Bu şirketler esas olarak yurt dışındaki Türk vatandaşları için program üretiyorlardı. Ancak giderek iç piyasaya da program satan bu şirketler, zamanla TRT için de program üretmeye başlamışlardı. Böylece TRT dışında yayıncılık işiyle meşgul olan bir sektör gelişmeye başlamıştı. İşte bu koşullarda devlet tekeline seçenek olabilecek önemli bir girişimde bulunuldu ancak, bu girişim başarılı olamadı. ODVİ (Orta Doğu Video İşletmeleri) adlı bir video program üretim ve dağıtım şirketinin kablolu yayıncılık girişimi 1981 yılında sıkıyönetim kararı ile durdurulmuştur. 1979 yılında kurulan Ulusal Video adlı bir başka kuruluş ise Türkiye’de ilk özel televizyon stüdyosunu kurmuş, önce video sektörü ve TRT için üretim yapmış, özel televizyonların yayına başlamasından sonra pek çok kanalla yoğun işbirliği yaparak günümüze değin varlığını sürdürmüştür.
1989 yılında Turgut Özal hükümeti tarafından çıkarılan 3517 sayılı yasa ile TRT kurumunun elinde bulunan radyo televizyon vericilerinin PTT’ye devri, radyo televizyon yayıncılığında radikal bir dönüşümün ilk adımı olmuştur. PTT, vericileri devralmasının hemen ardından kablolu televizyon deneme yayınlarını başlatmıştır. TRT ile PTT kurumları arasında hukuki bir mücadele sürecini de başlatan bu uygulama TRT tekelinin fiilen kırılmasına da yol açmıştır. Yine aynı dönemde çeşitli Avrupa ve Amerikan televizyon kanallarının yaptıkları uydu yayınlarının çanak anten kullanılarak izlenebilir hale gelmesi TRT tekelinin fiilen ortadan kalkması sonucunu doğurmuştur. Uydu yayıncılığıyla ilgili yasal düzenlemelerin bulunmayışı çanak antenlerin kurulması ve yaygınlaşmasını kolaylaştırırken TRT tekelini savunmak için elde sadece Anayasa’nın 133. maddesindeki, radyo televizyon yayınlarının bir kamu tüzel kişiliği eliyle yapılması şeklindeki sınırlılık ve radyo televizyon yayınlarının TRT tekelinde olduğunu hüküm altına alan 2954 sayılı TRT kanunu kalmıştır.
Türkiye’de devlet yayıncılığı tekelini gerçek anlamda sonlandıran girişim, Magic Box Star1 televizyonunun yayına geçmesi olmuştur. O dönemde cumhurbaşkanı olan Turgut Özal Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı gezi sırasında, yurt dışından Türkiye’ye televizyon yayını yapılmasında yasal bir sakınca olduğunu sanmadığını söylemiştir. Bu açıklamadan kısa süre sonra Star1 televizyonu Almanya üzerinden Türkiye’ye yönelik olarak yayına başlamıştır.
Daha az yatırım gerektirmesi ve kolay kurulabilir olmaları sebebiyle aynı dönemde pek çok ilde yüzlerce radyo istasyonu kurulmuş ve yayına geçmişlerdir. Ancak, Telsiz Genel Müdürlüğü’nün başvurusu üzerine İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir genelge ile 15 Mart 1993 tarihinde Türkiye’de yayın yapan özel radyoların yayını durdurulmuştur. Gerek kapatılan kanalların sahip ve çalışanlarından, gerek halktan gelen tepkiler ilginç biçimde siyasilerden de destek bulmuştur. “Radyomu istiyorum” sloganının kullanıldığı “siyah kurdele”nin sembol olduğu protesto kampanyasına kamuoyunca iyi bilinen bazı siyasetçilerden de destek gelmiştir. Yayıncılık alanındaki kaos ve radyo kapatma kararı karşısında artan tepkiler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisinde yayıncılık yasası hazırlıkları hızlanmıştır.
3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ile Radyo Televizyon Yayıncılık Dönemi
Bu konuda atılan ilk adım Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin kabulüdür. 22.11.1993 tarihinde bakanlar kurulu kararı ve 12.12.1993 tarihli Resmi Gazetede yayınlanması ile yürürlüğe giren bu sözleşme aynı zamanda Türkiye’nin özel radyo televizyon yayıncılığını yasal hale getireceğinin resmi ilanıdır. Bu amaçla ilk olarak anayasanın özel radyo televizyon yayıncılığını engelleyen 133. Maddesinde değişikliğe gidilmiştir. 8 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilen bir değişiklikle özel teşebbüsün kanunla düzenlenecek bir çerçeve içinde radyo televizyon yayını yapmasına izin verilmiştir. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tatile girmesiyle radyo televizyon yayıncılığını düzenleyecek yasa ile ilgili çalışmalar yeni yasama dönemine kalmıştır. Yeni yasama döneminde konuyla ilgili çalışmalar sürdürülmüş, mecliste temsil edilen partilerin ortak önerisiyle bir kanun tasarısı meclise sevk edilmiştir. 4 Kasım 1993 tarihinde mecliste görüşülmeye başlanan yasanın ilk 24 maddesi kısa sürede meclisten geçmiş ancak bütçe görüşmeleri nedeniyle yasanın görüşülmesi ileri bir tarihe ertelenmiştir. 27 mart 1994 yerel seçimlerinin de yaklaşması sebebiyle görüşülmesi daha da geciken yasa nihayet Nisan 1994’de yeniden görüşülmeye başlanmış ve 13 Nisan 1994 tarihinde kabul edilerek 3984 sayı ile yasalaşmıştır. Çıkarıldığı 1994 yılından günümüze pek çok kez çeşitli maddelerinde değişiklikler yapılmıştır.
4756 sayılı yasanın 5. maddesi ile Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun kuruluşuna karar verilmiş, 6. maddesi ile üst kurul üyelerinin seçim şekil ve süreci düzenlenmiştir. Yalnızca TBMM’ne ait seçim yetkisi 4756 sayılı yasada değiştirilerek seçim sürecine üniversiteler, meslek kuruluşları ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin de dahil edildiği yeni bir yapı oluşturulmuştur. Ancak meclis tarafından seçimi iptal edilen üst kurul üyelerinden dördünün nihai seçim yetkisi bakanlar kuruluna verilmiş; böylece ilk halinde yalnızca yasama organına tanınan seçim yetkisi yasama ve yürütme organları arasında paylaştırılmıştır. Cumhurbaşkanlığı ve bir grup milletvekili tarafından anayasa mahkemesine iptal istemiyle götürülen maddeler arasında yer alan bu düzenleme anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 2005 yılında anayasanın 133. Maddesinde yapılan bir değişiklikle üst kurul üyelerini seçme yetkisi bu kez anayasal bir hüküm olarak, ilk düzenlemede olduğu gibi, yalnızca yasama organına verilmiştir. 4756 sayılı yasa ile yapılan önemli değişikliklerden bir başkası da yayın kuruluşlarının yayın ihlallerinde para cezası uygulamasını getirmiş olmasıdır.
Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi, Türkiye tarafından 1993 yılında kabul edilmiş, sözleşme 12 Aralık 1993 tarihli resmi gazetede yayınlanmasının ardından yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten sonra çıkarılan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları hakkındaki Kanun’un 26. maddesi ile yurt dışından yapılan yayınların devamlı yapılması halinde yeniden iletimine yasak konulmuştur. Ancak; bu tuhaf çelişki 4756 sayılı yasada yeniden iletimin serbest bırakılmasıyla sona erdirilmiştir.
4756 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerin en dikkat çekeni ve kapsamlısı 29. maddede yapılan düzenlemelerdir. 4756 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerle radyo televizyon kuruluşlarında sahiplik düzenlemesinde ciddi değişiklikler yapılmıştır. Yeni düzenlemeye göre sahiplik için geçerli olan %20 sınırı kaldırılmıştır. Ayrıca; Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından her yıl yapılacak ölçümlere göre yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranının %20’sinden fazla orana ulaşabilen radyo televizyon kuruluşlarının sahiplerine, %50 sahiplik sınırı getirilmektedir. İzlenme ve dinlenme oranı bu barajı geçtiği tespit edilen radyo televizyon kuruluşlarının sahipleri, bu kuruluşlardaki hisselerinin %50’sini aşan kısmını satmak zorundadırlar. Daha sonra Cumhurbaşkanı ve bazı milletvekilleri tarafından anayasa mahkemesine iptal istemiyle götürülen bu madde anayasa mahkemesince iptal edilmiş ancak yerine yeni bir yasa yapılmamıştır. Mevcut durumda, Türkiye’de yerli girişimcilerin radyo ve televizyon sahipliğine ilişkin bir sınırlama bulunmamaktadır. Bir başka deyişle yasal boşluk, sahiplikle ilgili sınırlamanın olmadığı bir düzenleme varmış gibi işlev görmektedir. Öte yandan radyo televizyon kuruluşlarında %10’dan fazla hisseleri bulunanlara getirilen kamu ihalelerine girme yasağının da kaldırılmasıyla kuruluş sahiplerinin ticari faaliyetleri hakkında kayda değer bir sınırlama kalmamıştır.
9 Ağustos 2002 tarih ve 4771 sayılı kanunla yeniden iletim yasağı kaldırılmış, böylece yurtdışından yayın yapan radyo televizyon kuruluşlarının yayınlarının vericilerle yurt içinde dağıtımı yasal hale getirilmiştir. Aynı değişiklikte yer alan bir başka düzenleme, yerel dillerle yayın yapılmasının serbest bırakılması ve bu konunun bir yönetmelikle üst kurulun kontrolüne bırakılması olmuştur.
3984 sayılı radyo televizyon kanununun en fazla tartışılan hükümlerinden birisi radyo televizyon kuruluşlarının reklam gelirleri üzerinden üst kurula ödemeleri gereken %5 reklam payı olmuştur. 4756 sayılı yasa ile yapılan düzenlemede harcanamayan gelirlerin Kültür Bakanlığı sorumluluğunda kültür ve tabiat varlıklarının korunması amacıyla harcanması kararlaştırılmıştır. Bir yıl sonra 4962 sayılı kanunla yapılan değişiklikte üst kurul gelirlerinin kültür ve tabiat varlıklarının korunması için de harcanamaması durumunda hazineye gelir kaydedilmesine karar verilmiştir. 2008 yılı Temmuz ayında yapılan bir düzenlemeyle, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun denetim yetkisi 5785 sayılı yasa ile Sayıştay’a verilmiştir.
Radyo televizyon yayıncılığını düzenleyen 3984 sayılı yasa şimdiye kadar sözü edilen çeşitli değişikliklerden sonra 11 Şubat 2011 tarihinde çıkarılan 6112 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun” ile yürürlükten kalkmış ve yeni bir döneme geçilmiştir. Çıkarıldığı tarihten günümüze, yürürlükte bulunan 6112 sayılı kanunda da bazı düzenleme ve ilaveler yapıldığı görülmektedir. alandaki düzenlemelerin devamlılığının üç temel nedeninden söz edilebilir.
- Birincisi; sadece Türkiye’yi değil küresel ölçekte tüm yayıncılık sektörlerini bağlayan bir faktör olarak tanımlanabilir. Bu faktör teknolojik gelişme ve yeniliklerin yasal düzenlemelerle uygulanabilir hale getirilmesi zorunluluğudur.
- İkincisi, inişli çıkışlı bir süreç olmasına rağmen Avrupa Birliği’ne üyelik süreci bağlamında müktesebata uyum sağlama gerekliliğinden kaynaklanan değişikliklerin varlığı söz konusu olmaktadır.
- Üçüncüsü, uygulamadan doğan sorunların giderilmesine yönelik değişiklik ve düzenleme gereklilikleri olarak adlandırılabilir.
Yayıncılık alanındaki artan ticarileşme eğilimlerine karşılık yasa ile ortak kamusal çıkarların korunmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Yasanın 16. ve 17. Maddelerinde yapılan düzenlemelerle kamunun haber ve bilgi edinme özgürlüklerinin kısıtlanmasını önleyecek tedbirler alındığı görülmektedir. Buna göre kamuoyu için büyük önem taşıyan olaylar bir yayın kuruluşunun yayın hakkı ile sınırlı olsa dahi ücreti karşılığı makul bir özetinin diğer yayıncı kuruluşlarca da elde edilebilmesi ve yayınlanması (md. 16) yasa gereğidir. Ayrıca 17. madde ile yapılan düzenlemeye göre üst kurul toplum için büyük önem arz eden ulusal ve uluslararası olayların bir listesini önceden hazırlayarak ilan etmek suretiyle kısıtlanmaksızın yayını sağlayarak söz konusu özgürlükleri güvence altına almaktadır.
6112 sayılı yasa ile bir gerçek veya tüzel kişinin yayın kuruluşları sahiplik sınırı yıllık ticari iletişim geliri ile sınırlanmıştır. Buna göre bir gerçek veya tüzel kişinin yayın kuruluşu veya kuruluşlarından elde ettiği ticari gelir, sektörün yıllık ticari iletişim gelirinin yüzde otuzunu geçememektedir. Bu sınırı aşan medya sahipleri, sahip oldukları yayın kuruluşlarındaki hisselerinin en azından bir kısmını bu oranı aşmayacak sınırlar içine çekilmek üzere devretmekle yükümlüdürler. Yeni düzenlemede sahiplikle ilgili yapılan diğer değişiklikler, yayın kuruluşu sayısı ve sahiplik yüzdeleridir. Önceki düzenlemede bir gerçek veya tüzel kişinin en fazla bir televizyon ve bir radyo kuruluşu sahibi olmasına izin verilirken yeni düzenlemede dört karasal yayın lisansına sahip olmasına izin verilmektedir. Yine eski düzenlemede yabancı ortakların bir kuruluştaki ödenmiş sermaye payı oranı yüzde yirmi beş ile sınırlanmışken yeni düzenlemede bu oran yüzde elli olarak belirlenmiş, ortak olabilecekleri yayın kuruluşu sayısı da 1’den 2’ye çıkarılmıştır.
Radyo ve Televizyon Kuruluşlarının Yayın Strateji ve İçeriklerini Yönlendiren Unsurlar
Yayın kuruluşlarının stratejilerinden öte, yasal yapının oluşumunu da belirleyen bu etkenler üç ana başlık altında incelenebilir.
Teknolojik Yenilikler ve Uluslararası İlişkilerin Radyo Televizyon Yayıncılığına Etkileri
Radyo televizyon yayıncılığında uydu yayınlarıyla sınırların kontrol açısından geçerliğini yitirmesi, başka gerekçeleri bulunsa da Türkiye’de özel girişime açık yeni bir yasal düzenleme yapılmasının önde gelen sebeplerinden birisi olmuştur. Yasal dönemle birlikte yayıncılık alanında girişimci sayısı hızla artmıştır. Sayı artışının yanında, toplumun farklı katmanlarını ve farklı ilgileri hedefleyen yayın kuruluşları görülmeye başlanmıştır. Yaygın olarak görülen müzik kanalları, spor kanalları, haber kanalları gibi tematik olarak adlandırılan kanallar yayına geçmişlerdir. Giderek gelişen ve iyileştirilen teknoloji sayesinde internet ağları da radyo televizyon yayıncılığının yapıldığı bir ortama dönüşmüştür. Şifreli kanallar, dijital platformlar, alana bir yandan çeşitlilik, diğer yandan giderek artan rekabeti getirmiştir. Tüm bu gelişmeler yayıncılıkla ilgili boşlukları dolduracak yasal düzenlemeler yapılmasını, teknolojiyle uyuşamayan mevcut yasal düzenlemelerin de değiştirilmesini zorlamıştır.
Öte yandan bu teknolojilerin üreticisi, yayıcısı gelişmiş ülkeler ve uluslararası örgütler, geleneksel sistemde direnen devletler üzerinde çeşitli biçimlerde baskı oluşturarak değişimi zorlamışlardır. Türkiye açısından bu durumun açıkça gözlenebilen boyutunu Avrupa Birliği ile ilişkilere endeksli yasal değişiklikler oluşturmaktadır.
Siyaset Kurumlarının Radyo Televizyon Kuruluşlarını Denetim Altında Tutma İsteğinden Kaynaklanan Etkiler
Özel radyo televizyon kuruluşlarının yayına geçmesiyle eş zamanlı olarak, bu kuruluşlar üzerinde de siyasal güç odaklarının denetim çabaları başlamıştır. Siyasilerin özel yayıncılığa bakış açıları, daha fazla süreyle ve farklı kanallardan kamuya ulaşabilecekleri; üstelik yoğun ilgiyle karşılanan özel yayıncılığa karşı çıkmaları halinde kamuoyunun tepkisini çekebilecekleri gibi düşünceler çerçevesinde oluşmuştur. Öte yandan, yasal düzenleme yapılmadığı için, her an kapatılma korkusu yaşayacak radyo televizyon kuruluşlarını, daha kolay kontrol altında tutacakları gerçeğini de göz ardı etmemişler; bu yüzden uzun süre yasa çıkarma girişiminde de bulunmamışlardır. O dönemle ilgili yapılan araştırmalar da bu yaklaşımın sonuç verdiğini gösteren bulgular sergilemektedir. Araştırmalar, özel yayın kuruluşlarının siyasi iktidar kimin elindeyse ona eğilimli yayın stratejileri izlediğini göstermektedir.
Ticari Beklentilerden Kaynaklanan Etkiler
Özgürlüğün, demokrasinin, çok sesliliğin güvencesi gibi sunulan özel radyo televizyon kuruluşları, diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de kısa zamanda popülist, kamu yararına hassasiyeti sorgulanabilir, türdeş bir medya grubu görüntüsü vermeye başladı. Ticari beklentilerin doğal sonucu olarak en ucuz maliyetle en fazla izleyiciyi yakalama çabası içinde; eğlenceye ağırlık veren, sansasyonu çok önemseyen, kimseyi incitmeme gayretiyle suya sabuna dokunmaktan kaçınan özel radyo televizyon kuruluşları sistemin bir kanadını oluştururken organik bağı nedeniyle siyasal iktidarlara yandaş bir yayın stratejisi izlemek zorunda kalan, ancak özel radyo televizyon kuruluşlarının varlığı nedeniyle eskisi kadar dikkat ve tepki çekmeyen, kamu kanadını temsilen TRT’nin yer aldığı ikili bir yayıncılık yapısı kurumlaştı.