RADYO VE TELEVİZYON YAYINCILIĞI - Ünite 4: Uluslararası Radyo Televizyon Yayıncılığı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Uluslararası Radyo Televizyon Yayıncılığı
Giriş
Günümüzde medya dünyasını en fazla meşgul eden konulardan birinin küreselleşme olduğu söylenebilir. Bu noktada radyo televizyon yayıncılığının iki yüzünden söz etmem mümkündür. Bunlardan ilki, ekonomik ve teknolojik belirleyicilerin kılavuzluğunda küresel çapta yayılmayı sürdüren ve somut sonuçlarıyla gerçekliği daha belirgin izlenebilen radyo televizyon yayıncılığı boyutudur. İkinci olarak ise tartışmalarında ana malzemesini oluşturan düşünsel tabanı nedeniyle, daha soyut yorumlanabilecek olan, içerik ve sunuş şekliyle ilgili boyutu verilebilir.
Radyo televizyon yayıncılığının uluslararasılaşma sürecinde iki farklı görüşten söz edilebilir. Bunlardan ilki, ticari yayıncılık faaliyetlerini esas alan ve bu çerçevede küresel radyo televizyon yayıncılığına bakan ABD görüşüdür. İkincisi ise, radyo televizyon yayıncılığını kamusal bir hizmet olarak gören ve içeriğini de kültürel ürünler olarak değerlendiren Avrupa ülkeleri merkezli bir görüştür. Ancak zaman içerisinde küresel anlamda radyo televizyon yayıncılığı noktasında ABD kaynaklı ticari görüşün ağırlık kazandığını söylemek yanlış olmaz. Öyle ki, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nden kalma devlet kontrollü televizyon sistemleri bile reklamla beslenen özel girişim televizyonculuğuna dönüşmektedir.
Uluslararası Haber ve Bilgi Akışının Tarihi ve Bu Anlamdaki Gelişmeler
İkinci Dünya Savaşı sonrası bir dünya gücü olarak ortaya çıkan ABD ekonomik büyümenin eski sömürge düzeninden farklı olarak ticari anlamda uluslararası serbestleşmeyle gerçekleşebileceğini benimsemiştir. Bu noktada ilk adımı da savaşın ardından özgürlüklerini yeni kazanmış eski sömürgelerin, eğitimsizlik, işsizlik gibi noktalarda dış desteğe ihtiyaç duyan ülkeler üzerinden atmıştır. Öyle ki, çok büyük miktarlarda dış yatırım yapan ABD holdinglerinin, uluslararası iş örgütlenmelerini sorunsuz yapabilmeleri için, sorunsuz çalışan bir uluslararası iletişim ağına ihtiyaç duyulmuştur. Bu noktada özgürlüğünü yeni kazanan eski sömürge ülkeleri ABD ve ABD holdingleri için bir fırsat olarak görülmüştür. ABD’nin bu adımı 1970’li yıllara kadar herhangi bir karşıt görüşe maruz kalmamıştır. Ancak, 1970’li yıllarda ise yapılan yatırımlar sonucu bu ülkelere aktarılan haber ve içeriklerin, ülkelerin ihtiyaçlarıyla uyumlu olmadığı görüşü ortaya atılmıştır. Ayrıca, bu durumun gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkeleri kontrol altında tutma ve yönlendirme çabası olduğu yönünde değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bu durum daha sonra bir çözüme kavuşturulması amacıyla UNESCO’ya taşınmış UNESCO konuyla ilgili yapmış olduğu çalışmalar sonucunda bir rapor hazırlamıştır. Hazırlanan rapor ABD ve İngiltere gibi ülkelerin ciddi tepkisiyle karşılaşmıştır. Yaşanan gelişmeler “haber ve bilginin serbest dolaşımı” ilkesine müdahale edildiği gerekçesiyle ABD ve İngiltere’nin UNESCO üyeliğinden çekilmelerine yol açmıştır. ABD ve İngiltere rapordaki değerlendirmelerde Sovyetler Birliği’nin ve bazı üçüncü dünya ülkelerinin kitle iletişim araçları üzerinde bir vesayet oluşturma çabası olduğunu ve UNESCO’nun da buna alet edildiğini savunmuşlardır. ABD ve İngiltere’nin raporun sonuçlarının ortadan kaldırmak amacıyla politik bir adım olarak attıkları UNESCO üyeliğinden ayrılma adımı, ABD ve İngiltere’ye istediği sonucu vermiş, 1989 yılında yapılan 25. UNESCO genel konferansından rapor tüm sonuçlarıyla reddedilmiş ve bu iki ülke yeniden UNESCO üyeliklerine dönmüşleridir. Siyasi tabanlı atılan bu adımlar sürerken, yaşanan teknolojik gelişmeler radyo televizyon yayıncılığını yeni bir düzleme taşımıştır.
Radyo Televizyon Yayıncılığının Uluslararası Gelişimi ve Yasal Düzenlemeleri
Bu çerçevede yaşanan gelişmeleri şu iki noktada değerlendirmek mümkündür:
- Teknik dönüşüm
- Ekonomik ve siyasal dönüşüm
Teknik Dönüşüm
1960’lı yıllarda başlayan uydu iletişiminde, sinyallerin uyduya gönderilmesi ve uydudan yer yüzüne yansıtılan sinyallerin dağıtılabilmesi için yer merkezlerine ihtiyaç duyulmaktaydı. Uydu yayıncılığının ilk yıllarında program içerik, süre vb. bilgiler belirli olduğu için geleneksel yayıncılık noktasında uydu yayıncılığı sorun oluşturmamıştır. Ancak yaşanan gelişmeler neticesinde uzayda sayıları hızla çoğalan ve ticari amaçlarla kullanılan uydular sayesinde dünyanın herhangi bir noktasından başka bir noktaya bilgi, ses, görüntü aktarılabilmiş ve bu durum aktarım ve ulaşım hizmeti veren eski büyük kurumlara duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmıştır. Yeni düzen de çanak anteni olan herkes kapsama alanına girdiği uydu yayınlarını aracısız izler konuma gelmiştir. Uydu teknolojisi ve bilgisayar teknolojisi arasındaki gelişmeler, internet üzerinden yayını olanaklı kılmakla birlikte kablolu sistemin uluslararası yayıncılıkla bütünleşmesini sağlamıştır. Dijital teknoloji yayın kalitesini artırdığı gibi, kanal türlerinin de hızla çoğalmasına yol açmış ve bu şekilde farklı talepleri karşılayan bir hizmet görünümüne kavuşmuştur. Yaşanan bu gelişmeler farklı hizmetlerin tek merkezde toplanması ve yöndeşme olarak adlandırılan bir düşünceyi körüklemiştir. Farklı hizmetlerin bir araya getirilerek sunulması ve bu neticede artan kazanç olanakları farklı işbirliklerini de beraberinde getirmiştir. Microsoft ve Philips arasında imzalanan ve Web TV adını alan internet ve televizyon hizmetlerini birleştiren bir ürün geliştirilmesi amacıyla Microsoft Philips’e 425 milyon dolar ödemiştir. Bu cihaz, izleyiciye istediği zaman televizyon izleyebileceği istediği zaman da internet hizmetinden yararlanabileceği etkileşimli bir cihaz olarak planlanmıştır. Günümüzde, bu örnekte olduğundan daha farklı ve gelişmiş olanaklar sunan ve izleyiciye dilediği zaman dilediği içeriğe erişme imkanı sunacak çalışmalar yapılmaktadır.
Ekonomik ve Siyasal Dönüşüm
1989 yılında Rupert Murdock tarafından kurulan “Sky Channel” kamu kuruluşu olarak kurulan İngiliz Uydu Yayın (BSB) şirketine ortak olmak istemiş, bu talep BSB tarafından ilk olarak reddedilmesine rağmen BSB yaşanan rekabete daha fazla direnemeyerek ortaklık gerçekleşmiştir. 2004 yılında Uydu Endüstri Birliği tarafından yayınlanan rapora göre, ticari uydu endüstrisinin 2004 yılı kazancı 97.2 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gelirin 49.5 milyar dolarlık bölümü doğrudan evlere yapılan yayıncılık hizmetlerinden elde edilmiştir.
Ulusal sınırları geçersiz kılarak, ulusal sınırlar içindeki siyasal iktidarlar gözetiminde yapılan yayıncılığın egemenliğine son veren uydu yayıncılığının gelişiminde, ABD’nin yönlendirmeleriyle İngiltere, Japonya gibi gelişmiş ülkelerin telekomünikasyon hizmetlerini özelleştirerek ticari girişime açmalarının etkisinin büyük olduğu söylenebilir. Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanmış, yapılan yasal düzenleme ve özelleştirmeler neticesinde kamusal tekele son verilmiştir. Yaşanan gelişmeler neticesinde ticari kuralların başat olduğu özel radyo televizyon yayıncılığı küresel düzeyde yayılma başarısı göstermiştir.
Uluslararası Yayın Kuruluşları ve Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi
Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile simgelenen iki kutuplu dünyanın sona erişinden sonra ideolojik yaklaşımdan arınmış, pragmatik ve ticari gereklere bağlı yayıncılık anlayışının hakim olduğu, bir uluslararası radyo televizyon yayıncılık sisteminin varlığından söz edilebilir. Bu gelişmeden sonra farklı oluşumlar ortaya çıkmıştır. Uluslararası ilişkilerde temsil veya bağlantı kurumlarına, coğrafi birlikleri temel alan Asya Pasifik Yayın Birliği (ABU), Kuzey Amerika Yayıncılar Birliği (NABA), Avrupa Yayın Birliği (EBU) ve benzer kurumlar örnek olarak verilebilir. Ayrıca Dünya Fikir Hakları Örgütü (WIPO) fikir ve sanat ürünü niteliklerine sahip ürünlerin yasal düzenlemeler kapsamında dağıtımı ve tüketimi konularında eser sahiplerinin haklarını izleme amacıyla kurulmuştur. Radyo televizyon yayıncılığına ilişkin uluslararası düzenlemeler yapmakla görevli bir başka kuruluş ise (ITU) Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’dir. ITU ve benzer diğer kuruluşlar, çoğunlukla uluslararası işbirliğini sağlamaya yönelik meslek örgütleri niteliği taşımaktadırlar.
Norveç, Danimarka, İspanya, Meksika, Güney Afrika, Güney Kore gibi ülkeler kendi küçük yayın endüstrilerini korumak için devlet sübvansiyonu uygulamaktadırlar. Bu durumun gerekçesi olarak, diğer ulusların enformasyon kolonisi olmaktan duydukları çekincedir. Yaşanan gelişmeler ülkelerin bir araya gelerek adımlar atmasını gerekli kılmıştır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi benzer kaygıları gidermeye yönelik atılan önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Uydu yayıncılığının gelişmesinin ardından özellikle Amerikan televizyon içeriklerinin istilasına uğrama korkusu yaşayan Avrupa Birliği, muhtemel tehditleri ortadan kaldırmak adına Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’ni yürürlüğe koymuştur. 1989 yılında yürürlüğe giren bu sözleşme zaman içerisinde koşullar gereğince farklı değişimlere uğramıştır.
Uluslararası Radyo Televizyon Yayıncılığının Yapısı ve İşleyişi
Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’ndeki gibi önlemler farklı ülkelerde de görülmektedir. Ticari yaklaşımın artan egemenliği ise alınan önlemleri zaman zaman geçersiz kılmaktadır. Küresel ölçekte yayın yapan radyo televizyon kuruluşları, yayın yapmak istedikleri ülkede yerel ortaklar bulma yoluna gitmektedirler. Bu sayede, hem yabancı yayıncılara karşı olan ağır yasal düzenlemelerden kurtulmakta hem de yerel ortağının katkılarıyla izleyici kitlesine daha uygun içerikler sunabilmektedir. Bu yolla yayın yapma yoluna giden radyo televizyon kuruluşlarının ülkemizde de var olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Ülkemizde yapılan yasal düzenlemeler neticesinde uluslararası radyo televizyon yayın kuruluşları yerel yayın kuruluşlarını satın alabilir hale gelmiştir. 2005 yılında Super FM ve Metro FM, Kanada kökenli Canwest medya grubu tarafından satın alınmıştır. 2006 yılında TGRT televizyonu ünlü medya patronu Rupert Murdock ve Türk vatandaşı olan Ahmet Ertegün ortaklığınca satın alınmış ve kanal FOX Televizyonu adını almıştır. Ülkemizdeki bu örnekleri farklı radyo televizyon yayın kuruluşları özelinde çoğaltmak mümkündür.
Dünya çapındaki pek çok ülkede benzer ortaklıklara giden uluslararası medya şirketleri, kendilerini uluslar üstü olarak tanımlamakta ve şirket adının milliyet kökeniyle anılmasına şiddetle karşı çıkmaktadırlar.
Uluslararası medyanın televizyon programlarının küresel dolaşımda izlediği stratejileri ve Pazar hakimiyeti noktasında yerli ortak edinme politikaları çok daha eskilere dayanmaktadır. Amerikan program üreticileri güçlü altyapıları sayesinde, uluslararası pazarlarda hala yüksek satış oranı elde etmektedir. Yapılan çalışmalar, farklı satış çabaları neticesinde ABD televizyon programlarının dünya çapında ekranlarda yer alma oranının %68 seviyelerinde olduğunu göstermektedir.
Haber ve bilginin serbest dolaşımı adına her türlü müdahaleyi bir kısıtlama olarak yorumlayan liberal düşünce, ortak çıkarlara ilişkin dengenin serbest Pazar koşullarında kendiliğinden oluşacağını savunmaktadırlar. Bu noktada medya sahiplerinin farklı alanlarda ticari faaliyette bulunmasına ilişkin kısıtlamaların kaldırılması gerektiği görüşü önerilmektedir. Ancak yaşanan süreç incelendiğinde, aratacağı ileri sürülen rekabet ve özgürlük yerini artan birleşmeler, satın almalara ve daha az medya kuruluşuna bırakmıştır. Ayrıca tekelleşme tehdidi gibi görüşlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandığı da görülecektir.