RESTORASYON VE KORUMA İLKELERİ - Ünite 1: Kentsel Mekânda Koruma ve Planlama Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Kentsel Mekânda Koruma ve Planlama

Giriş

Kültür varlıklarının korunması günümüzde, toplumun geçmişteki sosyal, ekonomik koşullarını ve kültürel değerlerini yansıtan fiziksel/mekânsal yapısının dönemin hızla değişen sosyal ve ekonomik koşulları altında yok olmasını engellemek ve bireyle, toplumla, kentle bütünleştirilerek yaşamasını sağlamak amacını taşır. Kültür varlıklarını korumak, sadece bulunduğu ülke insanlarının değil, aynı zamanda dünya insanlarının ortak mirası olduğunu ve insanların bu mirası koruyarak ve geliştirerek gelecek nesillere bırakmayı sağlar.
Tarihte koruma, ilk olarak doğa olaylarını korkusunun yarattığı tanrı yerine konan objelerin ve kutsal yerlerin korunması olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise bu, tarih ve kültür varlıklarının, topluca bulunduğu alanların korunması şeklinde genişlemiştir. Kentsel planlama ile koruma kavramı arasındaki ilişki, II. Dünya Savaşı sonrasında, yıkık ve kullanılmaz hale gelen kentlerin yeniden yaşama kavuşturulması amacıyla başlatılan çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır. 1964’te yayınlanan Venedik Tüzüğü, yenileme uygulamalarına getirdiği genel ilkesel çerçeve açısından sonrasında yapılan anlaşma ve sözleşmelere temel olmuştur. Kentsel planlama, ulusal bir yerleşme kalkınma planı çerçevesi içinde bilimsel yöntemlere göre yapılan araştırmalara dayanarak, plan, program ve projelerin hazırlanmasını ve bu amaçla girişilecek çabaların gerçekleştirilmesini de kapsayan bir sanat ve çalışma alanı olarak tanımlanır. Avrupa toplumlarının büyük bölümünde, özverili, etkili liderlerin öncülüğünde yüzyılı aşan bir birikimin sonucu olarak, toplumsal bütünleşme ile kimlik oluşturma arasındaki yakın ilişki kavranmıştır. Bu, Avrupa toplumunun kültürel mirasın korunması konusunda gerekli hassasiyete sahip olmasını sağlamıştır. Ülkemizde ise, kültürel mirasın korunması bilinci 18-19. yüzyıl itibariyle sağlanmıştır. Türkiye’deki koruma kavramı Avrupa’dan alınmıştır. Devletin üstlendiği rol, misyon ve vizyon kültürel ve doğal alanların korunmasında önemli bir etkiye sahiptir. 1980 sonrasında, “planlı koruma” adıyla yeni bir yasal düzenleme yapılarak, doku koruma ve imar planlama yeni bir şekle bürünmüştür. Kent ölçeğinde düzenli, yaşanabilir ve insan odaklı kentsel mekânların üretilmesi için, kamu ve toplum yararı kavramının esas alındığı, yaşam kalitesinin arttırıldığı, katılımcı bir planlama yaklaşımının uygulanması gerekmektedir.

Temel Kavramlar

Kent ve kentleşme: Harita üzerindeki bir yer ve oradaki yaşamı anlatmak için “Kentsel”, fiziki kentin kent dışındaki yerlere yayılması, genişlemesi için “Kentleşme” tanımları kullanılır. Günümüzde, dünya nüfusunun büyük bir kısmının kentlerde yaşaması, kentleri birçok açıdan önemli hale getirmiştir. Birleşmiş Milletler’in belirlediği vizyon ile kentler, belirli özellikler çerçevesinde ülkelerin ve tanımların sınıflandırılması yapılmaktadır. Kentleşme düzeylerini arttırmaya yönelik çalışmaları, o kentin sorunları ile yerel nitelikler esas alınır. Kentlerin birbirlerinden farklı demografik, ekonomik, toplumsal, kültürel, sosyal yapısının bulunması, kentleşme adı altında yapılacak tanımların herhangi bir standarda sahip olmasının engeller. Kentleşme, ilk bakışta nüfusa bağlı bir artış olarak görülebilir ancak kentleşme, sadece bir nüfus hareketi olarak görülmemelidir. Çünkü kentleşme kavramı bir toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişimler sonucunda ortaya çıkar. Bu nedenle, kentleşme sadece nüfus esas alınarak ölçülemez. Kentleşme, nüfus değişimine ek olarak, ekonomik kesimler arasındaki bir değişim, toplumsal bir değişim, fiziksel çevrede ve yaşama koşullarındaki bir değişim olarak düşünülmelidir. Kentleşmeyle ilgili yaklaşımlar, kenti meydana getiren çok satıdaki unsur içinde en etkin olanların belirlenerek gereğinin yapılması doğrultusunda olmalıdır.
Kent kültürü ve kentlilik bilinci: Kentlerin planı ve yönetiminde, kente yönelik kararların alınmasında ilgili tüm kişi, grup ve kurumların katılımı önemlidir. Kültür kavramı, insanların birbirlerine benzeme veya benzememe sebeplerinin açıklanması olarak ifade edilir. Bu bağlamda, birbirlerine benzeyen insanların kültürleri de birbirine benzer veya birbirine benzemeyen insanların kültürlerinin de birbirine benzemediği sonucuna varılabilir. Kültürün diğer bir tanımı; bir toplumun ihtiyaçlarını karşılama biçimleri, kurum ve grupların, inanç ve geleneklerinin oluşturduğu organik ve değişken bir bütündür. Gelişen ve büyüyen kentlerde, ortaklaşa bir kent kültürünün sağlanması önemlidir. Bu kapsamda “Kentlilik bilinci, kentli sorumluluğu, kentli hakları” kavramları ortaya çıkmıştır. Kırsal bölgeden kentsel bölgelere göç eden insanlar zaman içerisinde kentlileşmekte ve kentlileşen insanda ekonomik ve sosyal olmak üzere iki bakımdan değişim izlenir. Kırsal bölgeden kentsel bölgeye göç eden insanlarda olumlu ve olumsuz sonuçlar görülebilir. Olumsuz sonuçlar daha etkin olarak görülebilir. Bu sonuçlar şöyledir; sorumsuzluk, bireycilik, bencillik, yoksulluk, dışlanmışlık. İnsanlar bu olumsuzlukları, kentlilik bilinci ile aşabilir. Bu bilincin insanlara verilmesi en temelde eğitim ile sağlanabilir. İnsanlar için, yaşadığı kentin tarihi ve kültürel kimliğini benimsemesi, aidiyet duygusunun kazanımı, doğal ortamların korunması yönünde eğitim politikaları izlenerek toplum olma ve kentlilik bilincinin aşılanması gerekmektedir.
Kentsel mekân: İnsanı çevreden belli bir ölçüde ayıran ve içinde yaşam etkinliklerini ve eylemlerini sürdürmesine elverişli toprak, hava ve sudan oluşan çevreye mekân adı verilir. Fiziki mekân kavramına ek olarak, kentlerin sosyal, kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasal mekânlar gibi soyut kavramlar da mekân tanımı içerisinde değerlendirilir. Türlü kesimleri ve öğeleri arasında belirli toplumsal yasalara bağlı ilişkiler bulunan kentin iç örgütlenme biçimine “kentsel yapı”, genellikle bir kent yönetimi biriminin sınırları içinde kalan ve kimi kez ondan daha geniş olan ve kırsal niteliğini yitirmiş ya da yitirmek üzere olan yöre kentleri de kapsayan alana “kentsel alan” denir. “kentsel yapılaşmış çevre”, “kent dokusu” veya “kentsel fizik mekân” için; bir kentin ana yollar veya ikincil yollarla bölünmüş oturma, çalışma, alım satım, işleyiş, dinlenme yerlerini kapsayan ve komşuluk birimlerinden oluşan toprak kullanma biçimi tanımı yapılabilir. İlk başlarda, kırsal bölgelerden kentsel bölgelere çeşitli sebeplerden dolayı göç olmasına karşın, 1980’lerden sonra gelişen teknoloji ve küreselleşmeyle birlikte büyük kentsel merkezlerde bir düşüş, küçük kentlerde ise bir gelişim olmuştur.
Kent planlama: Fiziksel, sosyal ve ekonomik gerçekleri görmek, saptamak, tanımlamak, belirlemek daha da geliştirmek ve tarihsel gelişme sürecinde kazanılmış olan kimliğin korunarak geliştirilebilmesine yardımcı olmak biçiminde tanımlanabilir. Planlamanın ilk amacı kişinin, giderek toplumun asgari istek ve gereksinimlerini saptamaktır. Kent planlama ise, doğal, beşeri ve yerel değerler temelinde, kentsel arazi kullanımında çeşitli kullanma biçimleri ve kentsel işlev alanları arasında olması gereken yerleşme düzeni ve dengeyi oluşturmak amacıyla, kentsel gelişmelerin düzenlenmesine yardımcı bir uygulama aracıdır. Kent planlama, kentsel işlevler için daha iyi barınma, çalışma, dinlenme ve eğlenme olanakları, daha düzenli açık alanlar, ulaşım sistemleri ve daha iyi teknik altyapı gibi tüm öğelerin organizasyonunu sağlama amacı taşır. Kent planlama bir süreçtir. Kent planlamanın başarısı, kentin fiziksel yapısına, kentsel yaşam ve kenti etkileyen tüm dinamiklerinin iyi analiz edilmesine bağlıdır.

Kentsel Koruma ve Planlama

Toplumlar sanayi devrimiyle birlikte, gelişime uyum sağlamak için “toplumsal değişme” olarak nitelendirilen bir gelişimin içine girmişlerdir. Bu kapsamda ortaya çıkan sosyal, kültürel, ekonomik ve benzeri farklılaşmalar kentlerin fiziki mekânlarını dönüştürmeye başlamıştır. Bu dönüşüm neticesinde, bu yansıma kentlere “tarihi” olarak nitelik kazandırmıştır. Bu doğrultuda, eski kent merkezleri ve yapılar “eski eser/anıt” olarak tanımlanmaya başlamış, onları ve çevrelerini yitirme endişesi ile “koruma” düşüncesi gelişmiştir. Bu anlamda koruma düşüncesi; “insanoğlunun kültürel varlığının, tarihin ve yaşamın sürekliliğinde yarattığı maddi kültür kalıntılarını, yeni yarattığı mekânsal-maddi ürünler uyumlu kılarak, toplumsal, kültürel, mekânsal ve benzeri devamlılığın sağlaması için giriştiği çabalar” olarak açıklanmaktadır. Eski kent mekânlarının korunması, tarihi kültür varlıklarının korunmasının ötesinde, kentsel bütünün gelişmesinin etkilediği çevre korumayı da içine alan “kentsel koruma” kavramı genişletilerek, kent gelişmesinde önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Kültür varlıklarının korunması kavramı uygarlık tarihinin başlangıcına uzanır. 18.yüzyıla kadar Avrupa’da Helen ve Roma eserlerini korumak için yasal düzenlemeler yapılmıştır. 19. yüzyılda Fransa bu konuda liderliği üstlenmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında bu koruma bilinci bir disiplin haline gelmiştir. Bütünsel/bütünleşik koruma, sürdürülebilirlik çerçevesinde kültürel mirası yaşatarak, geleceğe aktararak yalnızca tek tek yapıları, objeleri, fiziksel mekânı değil, onların içinde var olan kültürü, toplumu, insanı da kapsayan, koruyan bir disiplin olarak tanımlanır. Günümüzde, kentsel koruma konusunda başarılı olan ülkelerdeki uygulamalar bütünsel koruma yöntemi ile bunu yapmaktadır. Bu tutum toplumsal belleğin korunmasını sağlamakta, insan/mekân ilişkisini güçlendirerek desteklemekte ve o yere ait olmayı, geçmişle bağ kurmayı öğreterek bu ilişkileri sürdürülebilir kılmaktadır. 1929’de dünyada oluşan ekonomik bunalımın bir sonucu olarak, fiziki mekâna dayalı kent planlama önemini kaybederek, “bölge planlama” kavramı öne çıkmaya başlamıştır.
Bazı Avrupa ülkeleri incelendiğinde, Fransa korumanın kurumsallaştığı örnek bir ülke olarak bilinmektedir. 19. yüzyıldan itibaren koruma ilkelerine getirdiği tanımlamalar, çıkardığı yasalarla korumaya yön vermiştir. İngiltere’de, tarihi çevrenin koruması konusunda girişimciler ve sivil kuruluşlar sorumluluk alarak başarıyla gerçekleştirmiştir. Günümüzde, korumayı hedef alan bütün ülkeler, bu amacı bütünsel/bütünleşik koruma ile başardığı söylenebilir.

Türkiye’de Koruma ve Planlama

Türkiye’de koruma Cumhuriyet öncesi ve sonrası olarak iki farklı zaman dilimi içerisinde incelenebilir.

Koruma: Cumhuriyet öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nda, yerleşme yapısı, 16. yüzyıla kadar klasik Ortadoğu kentlerine benzer. Bu yüzyılın sonundan itibaren önemli değişimler görülmüştür. Sokakların etrafında konut alanlarını toplanmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Sanayi Devrimi’nin etkileri Osmanlı’nın koruma anlayışında değişimlere neden olmuştur. Tanımlara daha kapsamlı hale gelerek, çıkarılan nizamnameler ile eski eserler hukukunun temeli oluşmuş, arkeolojik kazılar başlatılmış ve yurtdışına eski eserlerin çıkartılması yasaklanmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise, eski eser koruma anlayışının temelinde Osmanlı’da görüldüğü gibi müzecilik anlayışı vardır. 1930 yılından itibaren eski eser anlayışı içine, taşınmazlar da girmiş ve koruma anlayışı genişletilmiştir. Bu yıldan günümüze kadar birçok yasal düzenleme yapılarak, koruma faaliyetlerinin kapsamı genişletilmiştir. Bu dönemde, “sit” kavramı ile koruma, tek bir yapıdan geniş bir çevreye yayılması sağlanmıştır.
Planlama: Osmanlı, 19. yüzyıl sonlarında liberal akımlardan ve bu sürecin kentlere, kentsel alanlara, kent planlamaya olan yansımalarından etkilenip uygulama alanına yeterince aktaramamıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde de benzer şekilde özellikle 1980 sonrasında planlama alanında Türkiye başarılı olamamıştır.
Planlı koruma: Türkiye’de “bütünsel koruma” kavramı çeşitli nedenlerden dolayı başarıyla uygulanamamıştır. Ülkemizde, kültür ve doğa varlıklarının korunmasının tek aracı “Koruma Amaçlı İmar Planı” dır. Ancak bu, uygulamada, sadece belirlenen sit alanları ile sınırlı kaldığı için başarıyla uygulanamamıştır. Ülkemizde, özgün ve akılcı planlama anlayışının geliştirilmesi ve uygulanması gerekmektedir. Bu konuda yapılan bazı yasalar, güncelleştirilmeli, belki devre dışı kalmalı, yeni yasaları çıkartılmalıdır.