SANAYİ EKONOMİSİ - Ünite 8: Regülasyon Ekonomisi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Regülasyon Ekonomisi

Regülasyon

Regülasyon, iktisat ve hukuk dalları ile yakından ilişkilidir. Sıklıkla regülasyon kavramı, düzenleme kavramı ile sınırlandırılarak ifade edilmektedir. Fakat regülasyon sadece düzenleme kavramı ile ortaya konulabilecek kadar dar bir kavram değildir. Regülasyon; yaptırım gücüne sahip kurumun ilgili alanda düzenleme, denetlenme, yönetme ve yönlendirme faaliyetlerinin tümünü kapsayan çok geniş bir kavramdır. Buna göre regülasyonun dört fonksiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar:

  • Denetleme

  • Düzenleme

  • Yönetme ve

  • Yönlendirmedir.

Regülasyonun Kısa Bir Tarihçesi:Regülasyon kavramının daha etkin bir şekilde ortaya konulabilmesi için tarihsel gelişiminin bilinmesi önem arz etmektedir. Regülasyonlar, 375 yılında kavimler göçü ile başlayan Orta Çağ’dan bu yana Britanya’da meslek loncaları yani bugünkü meslek odaları tarafından uygulanmaktadır. Nitekim kökü ahilik teşkilatına dayanan meslek loncaları Osmanlı’da etkin bir regülasyon kurumu olarak görev ifa ederlerdi. Modern anlamda regülasyonun tarihsel gelişimini dört ayrı dönem altında ele alabiliriz: 1887-1945 arası ilk uygulamaları görülen regülasyonun hazırlık dönemi, 1945-1970 arası dönem regülasyon çağı, 1970-1980 yılları arası geçiş dönemi ve 1980’den günümüze kadar olan kısmı ise deregülasyon çağı olarak ifade edilebilir. Modern ekonomik regülasyonların temeli ABD’deki antitröst politikalarının gündeme gelmeye başladığı 1800’lü yılların sonlarına dayanır. 1870’lerde ABD’deki federal mahkemenin demir yolu endüstrisindeki fiyatlama politikası için verdiği karar monopollerin regüle edilmesi hususunda önemli bir karar olmuştur. 1945-1970 yılları arası dönem yani regülasyonların yoğun olarak uygulandığı dönem, iktisadi işletmelerde kamunun yoğun olarak yer aldığı bir dönemdir. Bu dönem, kamu idaresinin iktisadi hayatta aktif rol aldığı bir dönem olmuştur. Regüle edici uygulamaların yoğun olarak tecrübe edildiği bu dönem aynı zamanda regülasyonun teorik altyapısının oluştuğu dönemdir. 1945-1970 arası dönemde gerçekleştirilen yoğun regülasyon uygulamaları bazı kesimlerce sert bir biçimde eleştirilmiştir. 1970 yılı sonrası ve 1980’lere kadar olan zaman diliminde regülasyonların olumsuz etkiler yarattığı algısı ile regülasyonlar sorgulanmaya başlamıştır. 1980’li yıllardan sonra ise deregülasyon hareketi hızlanmıştır. Deregülasyon, piyasaya doğrudan müdahale eden regülasyonların kaldırılması ve regülasyonların piyasa mekanizmasını destekler hâlde olacak şekilde minimize edilmesi durumudur.

Regülasyon Türleri: İktisatçılar genellikle regülasyonu ekonomik, sosyal ve idari regülasyonlar olarak üç başlık altında ele alırlar. Devlet ekonomik, sosyal ve idari regülasyonların hepsini piyasada kamusal ve özel çıkarı daha iyi hâle getirmek için kullanır.

Ekonomik regülasyon, zor kullanma gücüne sahip devletin; firmaların; fiyat, rekabet, miktar ve piyasaya giriş-çıkış kararları üzerindeki dolaysız müdahalesi veya idari ve kanuni kısıtlamalarıdır.

Sosyal regülasyon, sağlık, çevre, güvenlik ve sosyal uyum gibi alanlarda kamu yararının korunmasıdır.

İdari regülasyonlar, regüle edici süreçte bu kurallardan etkilenen tarafların katlandıkları bürokratik zorunluluklar ve idari maliyetlerdir.

Regülasyonun Gerekçeleri: Regülasyonların sadece kamu yararı gözettiği varsayımı ile yürürlüğe konulması kabul edilebilir ve ancak bu şekilde regülasyonlar kamusal refahı artırıcı etki yapabilirler. Genel olarak, regülasyonun uygulamasının en önemli ve kabul gören gerekçesi piyasada var olan başarısızlıklardır. Çünkü piyasa başarısızlıkları mevcut iken kamu çıkarı ile uyumlu sonuçların üretilmesi mümkün olmamaktadır. Piyasa başarısızlıklarının birçok nedeni vardır. Bunlardan en önemlileri eksik rekabet (monopol veya doğal monopol), eksik bilgi, istenmeyen piyasa durumları ve dışsallıklardır. Piyasa başarısızlıkları regülasyonun temel gerekçesi olsa da tek gerekçesi değildir. Son yıllarda regülasyon; toplumun sağlık, güvenlik ve ahlaki değerlerini korumaya yönelik gerekçelerle de uygulanmaktadır. Regülasyonun önemli bir diğer gerekçesi fayda elde etmek için iyi organize olmuş çı- kar gruplarının varlığıdır. Üreticiler, tüketicilere göre regülasyonun varlığında daha iyi organize olurlar ve yasama gücünü elinde bulunduranları etkilemede de daha başarılı olabilirler. Bu yüzden regülasyonlar genellikle tüketicileri korumaya yönelik olsa da asıl fayda sağlayanlar tüketicilerden ziyade üreticiler olabilmektedir. Sosyal politikalar açısından ise bireylerin rasyonalitesine ve bilgisine olan kuşku-paternalizm- regülasyonun bir diğer gerekçesine dayanak oluşturur. Politik tercihler, sosyopolitik amaçlar gereği ekonomik birimlerin bazı konular üzerindeki tercihleri göz ardı edebilir. Örneğin; motorlu araçlarda emniyet kemeri takılması talebi ya da devletin otomobil üreticilerine araçlarda bulunması gereken üst düzey güvenlik standartlarını zorlaması gibi ki toplum (hem tüketiciler hem de üreticiler) bu konuda isteksiz olabilir. Çünkü bu tarz regülasyonlar genelde toplum tarafından kullanılan mal ve hizmetlerin maliyetini artıracaktır.

Regülasyonun Amaçları: Regülasyonların amacı; ekonomik etkinlik ve verimliliği tesis etmek, geliştirmek ve bu yolla kamu refahını artırmaktır. Yani regülasyon konusu itibarıyla refah iktisadı ile doğrudan bağlantılıdır. Genel olarak regülasyonun amaçlarını sıralarsak;

  • Rekabetçi piyasa yapısını geliştirmek,

  • Maliyetleri kontrol etmek,

  • Kamusal ve özel çıkarları korumak,

  • Kısıtlamaları kaldırmak,

  • Sosyal ve ekolojik (çevresel) riskleri azaltmaktır.

Bu anlamda regülasyonların amacı iktisadi anlamda etkinlik sağlamak ve sosyal refah seviyesini yükseltmek için piyasa mekanizmasının yerine geçmek değildir. Aksine piyasa mekanizmasının başarısız olduğu durumlarda piyasanın iktisadi etkinlik, sosyal refahı artırıcı ve gelirin yeniden dağıtılması yönünde yönetilmesi için kurallar koymak, bunları denetlemek ve piyasayı bu doğrultuda yönlendirerek piyasa sürecine yardım etmektir.

Ekonomik Regülasyonun Uygulanması

Ekonomik regülasyonlar geniş bir çerçevede ekonomik birimlerin kararları üzerinde kısıtlayıcı olabilmesine rağmen, regülasyon tarafından kontrol edilen üç önemli karar değişkeni vardır. Bunlar; fiyat, miktar ve firma sayılarıdır. Bunların yanında kontrol edilen diğer değişkenler ise ürün kalitesi ve yatırım değişkenleridir. Fiyat regülasyonu, tek bir fiyat belirlemek şeklinde olabileceği gibi firmaları alt ve üst sınırı belirlenmiş bir bant aralığında fiyat belirlemeye mecbur etmek şeklinde de olabilir. Miktar kontrolünde hem arz edicinin hem de talep edenin kararlarına müdahale edilir. Mesela “Evrensel Hizmet” yaklaşımı çerçevesinde bazı mal ve hizmetlerin toplumun her kesimi tarafından ulaşılabilir olması gerekir. Dağılımda ve üretimde etkinliğin kritik belirleyicisi olan giriş-çıkış kısıtlamaları ile belirlenen firma sayısı regüle edicilerin kontrol ettiği kritik bir değişkendir. Kamusal yarar açısından; devlet, vatandaşlarını regülasyonlar vasıtasıyla korumak ve sosyal refahı yükseltmek ister. Bu noktada devlet piyasada tüketiciye yüksek kalite de ürün sağlanması için girişleri kontrol altında tutabilir. Girişler birçok yolla kontrol edilebilir ancak yaygın olan piyasaya yeni girişlerin kontrol edilmesidir. Çıkış regülasyonu aslında Evrensel Hizmet anlayışı çerçevesi ile yakından ilişkilidir. Yani burada amaç mal ve hizmetlerin daha geniş tüketici gruplarına daha az kârla veya kârsız bir şekilde piyasalarda hizmetin sunulmasını garanti etmektir ve yine Evrensel Hizmet anlayışı gereği firmaların regüle edicinin onayı olmadan piyasayı terk etmelerini engellemektir. Bunların yanında ürün kalitesi, yatırım ve güvenlik gibi değişkenler de regüle ediciler tarafından kontrol edilir. Rekabetin varlığından ötürü tüm firmalar en yüksek kaliteyi en düşük fiyattan satacaktır. Bu durumun aksinde davranan ise piyasa dışında kalacaktır. Yatırım regülasyonu; devletin, firmaların girdi ve teknoloji seçimi gibi değişkenlere müdahale ederek üretim sürecini regüle etmesidir. Güvenlik regülasyonu ise daha çok bireylerin rasyonalitesine ve bilgisine olan kuşkucu bir yaklaşımdan dolayı devletin vatandaşlarını koruma güdüsü ile uygulanır.

Regülasyon Yöntemleri: Piyasa başarısızlıklarının nedenlerinden biri olan doğal monopol ya da monopolcü piyasa yapısının varlığı regülasyon uygulamasının önemli bir gerekçesidir. Öncelikli olarak monopolün yarattığı problemleri çözmenin bir yolu devlet sahipliğidir. Devlet, fiyatları kâr güdüsünden ziyade refah maksimizasyonu güdüsü ile belirler. Ancak devletin sahip olduğu monopolün optimal olduğu şüphelidir. Genel olarak elde edilen sonuçlar bir firmanın devlet sahipliğinin özel sektörün sahipliğine göre daha az etkin olduğu yönündedir. Devlet sahipliğine alternatif yöntem imtiyaz hakkı ihalesi yöntemidir. Piyasada üretimin tek bir firma tarafından gerçekleştirilmesinin etkin olduğu yani doğal monopol durumda sıklıkla uygulanabilen bu yöntemde piyasa içinde rekabet mümkün olmayacaktır. İmtiyaz hakkı yöntemi, önemli düzeyde işlem maliyeti içerir ancak bunun yanında güçlü efor teşvikleri sunar. Devlet imtiyaz hakkı sözleşmesi gereği, bu hakkı elde edecek firmadan monopolcü düzeyin üzerinde refah artışı sağlayacak şekilde faaliyet göstermesini isteyebilir. Aslında bu yöntem rekabetçi piyasanın sağlayacağı çıktı düzeyine ulaşmayı amaçlar. Doğal monopolcünün refahı maksimize eden düzeyde üretimde bulunması için monopolcü fiyat marjinal maliyete eşit olacak şekilde bir ayarlama yapılması gerekir. Bu durum marjinal maliyet fiyatlama kuralı olarak bilinir. Marjinal maliyetin fiyata eşit olduğu yerde (marjinal fayda marjinal maliyete eşittir) talep edilen miktar etkin miktardır. Regülasyonun uygulayıcısı için birinci optimal çözüm, monopolcüyü marjinal maliyet fiyatlama kuralına göre fiyatı marjinal maliyete eşitlemeye zorlamaktır. Bu yöntemde toplam çıktı marjinal maliyet fiyatlaması ile aynı düzeyde olacaktır ancak çıktının bir kısmı yüksek fiyattan satılır. Bu satışlardan firma kâr elde eder ve marjinal maliyet fiyatından satmaya devam ettiği kısımdan ortaya çıkan zararı, elde edilen bu kâr ile dengeler. Örnek olarak, elektrik fiyatlarının sanayi kullanım fiyatlarının evlerde kullanım fiyatından yüksek olması uygulaması gösterilebilir. Bu durum çapraz sübvansiyon olarak adlandırılır. Marjinal maliyet fiyatlama kuralının bahsedilen sorunlarından ötürü alternatif bir model olarak ortalama maliyet fiyatlama kuralı ele alınabilir. Ortalama maliyet fiyatlama kuralı fiyatların ortalama toplam maliyete eşitlenmesidir. Firmalara maliyet azaltmaları yönünde yüksek güçte teşvik sağlayan yöntem ise fiyat tavanı regülasyonudur. Fiyat tavanı regülasyonu firmaları daha fazla etkin olmaya teşvik eder. Bu yöntemde fiyatlar önceden ayarlanır ve maliyetler azalsa bile değişmez. Bu mekanizma; firmaya maliyet azaltma yönünde maksimum teşvik sağlar. Getiri oranı ve fiyat tavanı birlikte düşünüldüğünde amaç sadece tüketiciyi korumak yani onun yararına bir fiyat oran yapısı kurmak değildir. Amaç bütün gruplara etkin teşvik sağlayacak oran yapısının kurulmasıdır. Örneğin, tüketiciye uygulanacak oranın minimize edilmesi için belirlenen getiri oranı ya da fiyat tavanı, üretimi gerçekleştiren firmanın faaliyetlerini gerçekleştirme isteğini etkileyecek düşük bir oran veya tavan fiyat olmamalıdır. Eğer böyle olursa firma faaliyette bulunmak istemeyecektir ya da kârlarını artırmak için sunulan hizmetin kalitesini azaltacaktır. Dolayısıyla bu durum arzulanmayan bir durum olarak karşımıza çıkar.

Regülasyon Teorileri

Ekonomik regülasyon teorisinde, genellikle pozitif ve normatif teoriler arasında ayrım yapılır. Pozitif teori, doğrudan regülasyonun ekonomik açıklaması ile ilgilidir ve regülasyon uygulamasının sonuçlarından türetilir. Pozitif teori, daha çok ortaya çıkmış konularla ilgilidir. Normatif teori ise hangi regülasyon şeklinin en etkin olduğunu araştırır.

Kamu Yararı Teorisi: pozitif teorinin normatif analizi olarak adlandırılır. Pozitif teorinin normatif analizi; regülasyonun, piyasa başarısızlıklarının düzeltilmesi için kamunun talebinden dolayı uygulamaya konulduğunu iddia eder. Kamu yararı teorisi, regülasyonların amacının kamu çıkarına fayda sağlamak olduğunu öne sürmektedir. Buradan, kamu yararı teorisi; regülasyonların, serbest piyasanın işleyişinde ortaya çıkan adaletsizlik ve etkinsizliklerin giderilmesi ve kaynak tahsisinde etkinliğin sağlanması için uygulandığını savunmaktadır. Yani regülasyonlar sonucunda net refah kazançları elde edilir. Dolayısıyla kamu yararı teorisinde regülasyonların amacı daha genel olarak ekonomik refahın maksimize edilmesidir. Dolayısıyla, kamu yararı teorisi refah iktisadı ile yakından ilişkilidir.

Kamu Yararı Teorisine Yöneltilen Eleştiriler: Kamu yararı teorisi bazı açılardan eleştirilmiştir. Bu teoride kamunun regülasyonu nasıl talep ettiği, yani talep mekanizmasının nasıl işlediği açıklanmamıştır. Nitekim bu teori regülasyonları açıklamada başarısız olmuştur. Bunun iki gerekçesi vardır. İlki, bireylerin çok çeşitli amaçları regüle edici kurumların faaliyetlerinden etkilenir ancak bunlar uygulamalı refah iktisadında açıklanmamıştır. Diğeri ise yasamacılar da politik kurumlar ve idari süreçler tarafından yaratılan teşviklere ekonomik aktörler gibi (üreticiler ve tüketiciler gibi) duyarlıdır ve tepki verirler.

Ele Geçirme Teorisi: Kamu yararı teorisinin yani pozitif teorinin normatif analizinin ampirik kanıtlar ve gözlemlerle (ki gözlemler regülasyonların zamanla endüstri tarafından kontrol edildiği yönündedir) tutarsız olduğunun ortaya konulması ve teorik olarak çürütülmesinin ardından siyaset bilimciler tarafından ele geçirme teorisi geliştirilmiştir. Ele geçirme teorisi, kamu yararı teorisi gibi regülasyonların ortaya çıkış amacının kamu yararı olduğunu ancak zamanla regüle edicilerin firmalar tarafından ele geçirileceğini ve onların çıkarına hizmet edeceğini varsayar. Ele geçirme teorisi hem regüle edici kurum hem de regüle edilen firmaları kapsayacak şekilde rant arayan çıkar gruplarının amaç, davranış ve rolünü analiz eder. Ele ge- çirme teorisini savunanlar; regülasyonların, kendi üyelerinin gelirini maksimize etmek için mücadele eden çıkar grupları tarafından talep edildiğini ve zamanla regülasyonların, regüle ediciyi lobi faaliyetleri yaparak ya da regüle edici kurumun çalışanlarını ele geçiren üreticilerin çıkarına hizmet edeceğini ve böylece ekonomik kârın maksimum edileceğini ileri sürmüşlerdir.

Ele Geçirme Teorisine Yöneltilen Eleştiriler: Ele geçirme teorisi birçok açıdan eleştirilmiştir. İlk olarak amaç açısından kamu yararı teorisinden çok farklılaşmamıştır. Yani her iki teoride de regülasyonların altında yatan gerekçenin kamu yararı olduğunu varsaymıştır. İkinci olarak endüstride faaliyet gösteren firmaların regüle edici kurumların kendi çıkarlarına hizmet etmesini nasıl sağladıkları belirsizdir. Üçüncü olarak; çevresel, ürün güvenliği ve iş koşulları gibi regülasyonlara şirketler karşı çıkarlar çünkü kârlılık üzerinde negatif etkileri vardır.

Ekonomik Regülasyon Teorisi (Chicago Yaklaşımı): Modern ekonomik regülasyon teorisinin büyük ölçüde mimarı Chicago Üniversitesi iktisatçılarıdır. Stigler (1971), Posner (1971) ve (1974) ve Peltzman (1976), regülasyonun talep ve arzı üzerine ekonomi-politik bir perspektif sunmuşlardır. Daha sonra Becker (1983) regülasyondan kaynaklanan kısıtlı refah kaybını açıklamaya çalışan ilave teorik bir katkı yapmıştır. Ekonomik regülasyon teorisi, regülasyonların faydalarını kimin elde edeceği ve yükü- nü kimin üstleneceğini, regülasyonların şeklinin ne olacağını ve kaynak tahsisi üzerinde regülasyonların etkilerinin ne olacağını açıklar.

Stigler modeli, regülasyonların endüstri tarafından istendiğini; bundan dolayı öncelikli amacının endüstriye fayda sağlamak olduğunu ve bunun için dizayn edilip yürütüldüğünü savunmuştur. Stigler modelinine bir takım eleştiriler yöneltilmiştir. Stigler’in modelinin eksikliği iki noktada ele alınabilir. İlki; firmaların istenilen regülasyonları elde edip edemeyeceği ya da regülasyonların elde edilmesinde hangi koşulların olması gerektiği yönünde hiçbir açıklama yoktur. İkincisi; toplumsal çıkar gruplarının (tüketici gruplarının) kamu yararı gözetilmesi için politik süreci etkileyecek faaliyetlerde bulunabileceklerini göz önünde bulundurmaz.

Peltzman modeli, Stigler modelinin geliştirilmiş ve genelleştirilmiş versiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Peltzman modeline göre; kendisi de fayda maksimizasyoncusu olan regüle edici otorite, regülasyon uygulamalarının faydalarının ekonomik birimler arasında optimal dağılmasını tercih edecektir. Peltzman’ın modelinin dayandığı üç temel varsayım vardır. Bunlar:

  • Regüle edici sistemin temeli, zenginliğin transfer edilmesidir yani yeniden dağıtılmasıdır.

  • Çıkar grupları, regüle ediciye hem oy hem de para sağlarlar ve bunun karşılığında kendilerine yarar sağlayacak regülasyonları elde etmek isterler.

  • Regüle edicinin temel amacı; politik desteği maksimum etmektir, yani oy maksimizasyonu sağlamaktır.

Becker modeli (1983), regülasyon sürecinde baskı grupları arasındaki rekabete odaklanmıştır. Becker modeli, regülasyon uygulamalarından elde edilecek faydayı baskı grupları arasındaki rekabetin belirleyeceğini iddia eder. Analizin temel varsayımı, regülasyonların ve siyasi araçların daha etkili olan çıkar grubunun zenginliğini artırmak veya vergi yükümlülüklerini azaltmak için kullanıldığıdır. Becker; politikacıların, siyasi partilerin ve seçmenlerin regülasyon sürecinde birincil bir rol oynamadıklarını, temel işlevlerinin aktif baskı gruplarının uyguladığı baskıyı iletmek olduğunu varsaymıştır. Baskı gruplarının politik etki için yaptıkları rekabet aynı zamanda politik getirilerin denge yapısını da belirler.

Posner modeli, çapraz sübvansiyon kavramı açısından regülasyonları ele almıştır. Posner tarafından ortaya atılan ve onun adıyla anılan Posner modelinde regülasyon, iki karşıt görüş bağlamında değerlendirilir. Bunlardan biri, regülasyonun monopolün yarattığı olumsuz etkilerden kamunun korunması için bir araç olduğu; diğeri ise regülasyonun politik olarak etkin çıkar grupları tarafından kendilerini korumak ve çıkar sağlamak için istenildiği ve ele geçirildiği varsayımıdır. Ancak bunlardan hiçbiri regüle edilen endüstrilerin karşılaştığı önemli bir sorunu dikkate almaz. Bu sorun, regüle edilen bazı endüstrilerin ürettikleri ürün ve hizmetleri düşük fiyatlarla ve yüksek miktarda sürekli olarak sunmaya zorlanmasıdır. Posner’e göre bu husus çapraz sübvansiyon kavramı ile açıklanabilir.

Kamu Tercihi Teorisi: Kamu tercihi teorisi analizinin merkezinde rant arama faaliyetleri vardır. Kamu tercihi teorisyenleri, devlet tarafından uygulanan regülasyonları etkinsiz olarak görürler. Bunun bir gerekçesi, politikacıların ve bürokratların diğer ekonomik birimler gibi kendi çıkar ve faydaları peşinde olduklarıdır. Diğer bir gerekçe ise rant arama durumudur. Devletin ekonomik faaliyetler üzerindeki zorlayıcı gücünden dolayı ekonomik birimler rant elde edebilmek için politikacı ya da bürokratları etkileme noktasında rekabet edeceklerdir. Rant arama için kaynakların kullanılması noktasında ekonomik birimlerin bekledikleri getiri kaynak kullanım maliyetinden yüksek ise rant arama faaliyetinde bulunurlar. Bununla birlikte rant arama bazen rekabet yerine rüşvet, yolsuzluk, lobi faaliyetleri gibi legal olmayan faaliyetlerin gerçekleşmesine neden olur. Yani kaynaklar regüle edici sürecin etkilenmesi için israf edilmiş olur. Bununla birlikte kendi çıkar ve faydaları peşinde olan politikacı ve bürokratlar da birer rant arayıcı olarak ele alınabilirler. Kamu tercihi teorisi, piyasa dışı yani kamu tarafından yapılacak regülasyonları etkinsiz olarak görür. Piyasa içi regülasyonlar mükemmel değil ancak mükemmele yakın sonuçlar üretir.

Modern Avusturyacı Regülasyon Yaklaşımı: Hayek ve Mises’in çalışmaları, rekabetçi piyasa sürecinin ve dinamik etkinliğin anlaşılmasını sağlayan Modern Avusturyacı yaklaşımın temel çıkış noktası olmuştur. Avusturyacılara göre, piyasa başarısızlıkları piyasa sürecinin normal olarak çalışamamasının bir sonucu olabilir. Onlara göre, piyasa başarısızlıklarının varlığı devlet regülasyonu için geçerli bir gerekçe olamaz. Devlet tarafından uygulanan regülasyon politikalarının etkinsiz olacağı varsayımından dolayı Avusturyacı okul devlet regülasyonunu kabul edilemez olarak görür. Mises’e göre piyasaların etkin işlemesini sağlayan itici güç girişimci faaliyetleridir. Mises, ekonomide sorunların çözümünde regülasyonun mu yoksa piyasa sürecinin mi daha etkin olacağının bilinmesinin ancak alternatiflerin piyasada gerçekleşmesi ile ortaya konulabileceğini savunur. Hayek, piyasada var olan rekabeti bir keşif süreci olarak tanımlar. Bu keşif süreci, ortaya yeni bilgilerin çıktığı ve ekonomik birimlerin karar setinde değişiklik meydana getiren dinamik bir süreçtir. Krizner, Hayek’in fikirleri üzerine kurulu piyasa sürecinin girişimci teorisini geliştirmiştir. Kirzner’e göre piyasada keşfedilmemiş çok sayıda kâr fırsatları vardır ve bunlar girişimciler tarafından fark edilerek ele geçirilmeyi beklemektedir. Piyasalarda problemlerin çözümünde farklı yöntemler aktif olarak denenmektedir ve uygun olmayan yöntemler hızlı bir şekilde ortadan kaldırılabilir ancak regülasyonlar kurallara bağlı ve değişmesi zordur. Yani piyasalar çözüm üretmede daha esnek bir yapıya sahip iken regülasyonlar değildir.

Kurumsalcı Regülasyon Yaklaşımı: Kurumcu yaklaşım modern toplumlarda birtakım regülasyonların olması gerektiğini ancak önemli olan hususun bu regülasyonların dizayn edilme süreci olduğuna dikkatleri çekerler. Kurumsalcılara göre; regülasyon, regüle edici ile regüle edilenler arasında yapılan örtük bir sözleşmedir. Regülasyon uygulaması karmaşık bir süreçtir. Politik süreç vasıtasıyla uygulanması kararlaştırılan regülasyonlar sıklıkla komisyonlar ya da kurumlar tarafından dizayn edilir ve uygulamaya konulur. Yani uygulanması için yasal bir üst yapıya ihtiyaç vardır. Kurumsalcı yaklaşım, regüle edici çıktıdan ziyade regüle edici süreçte ortaya çıkabilecek problemlerden sakınabilecek regüle edici yapı ve süreçlerin dizayn edilmesine odaklanır. Kurumsal yaklaşım taraarları kurumların dizayn edilmesi üzerinde farklı görüşlere sahiptir. Bazı kurumsalcılar, kurumların dizayn edilmesinde önemli olan hususun, regüle edici kurumların bağımsız ancak bunun yanında hesap verilebilir olması gerektiği olduğunu iddia ederler. Bağımsız olan regüle edici kurumlar; yenilikçiliği sağlarlar, regüle edici mekanizmanın etkinliğini artıracak yeni denetim ve regülasyon yollarının geliştirilmesine öncülük ederler. Diğer bazı kurumsal yaklaşım taraftarları ise regüle edici kurumların dizaynında yetki devri konusuna odaklanmıştır. Yetki devri konusundaki tartışmalarını ise iki önemli konu üzerinden ele alırlar: asimetrik bilgi ve güvenilir taahhüt. İşlemsel dizaynı iyi ve etkin bir şekilde oluşturulmuş olan kurumsal yapının sağlanması regüle edici sürecin önemli bir parçasıdır. Nitekim, işlemsel yapının etkin bir şekilde sağlanması kurumsallaşmanın bir göstergesidir. Kurumsallaşma ise politik, idari ve yargısal yapıların hepsinde de sağlanmalıdır. Ancak bu şartlar altında devlet fırsatçılığı ve rant arama faaliyetleri olmayacak ve piyasalarda etkinlik sağlanabilecektir. Ancak işlem maliyetlerinin varlığı mükemmel kurumsallaşmış yapıların var olmasını engelleyecektir.