ŞEHİRCİLİK - Ünite 1: Şehir ve Şehirleşme Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Şehir ve Şehirleşme
Ünite 1: Şehir ve Şehirleşme
Giriş
Polis, kelimesinin anlamı, Yunanistan'da bir şehir veya şehir devleti olarak kabul edilmektedir. Bir diğer anlamı ise “bir şehrin vatandaşlar topluluğu” olmakla birlikte, klasik Atina ve aynı dönemdeki şehirler için bu terim çoğu zaman literatürde “şehir devleti” olarak da çevrilmektedir. Latincede ise şehir kelimesinin karşılığı için “civitas” kullanılmaktadır. Aristo, çoğunlukla asıl bağlamı dışında kullanılan bir ifadede, "insan doğası gereği bir poliste yaşamaya eğilimli bir hayvandır" demektedir. Lonis tarafından Polis kavramının üç farklı boyutunun bulunduğu belirtmektedir:
Sosyal anlamda belli hakları olan vatandaşlar topluluğu,
Mekânsal olarak, şehir ve onun toprakları, onu besleyen bir ekosistem,
Egemen, başka devletlerle ilişkileri olan bir devlet.
Antik dünyada, şehirlerin genelde bir tepenin üzerinde bulunan bir kale (akropol) ve bir agora (ticaret meydanı) ile birlikte var olduğu, yönetimin şehrin merkezinde, ama vatandaşların şehrin içinde veya ona ait civar topraklarda yaşadığı tarihten günümüze arkeolojik bilgi ve bulgularla aktarılmıştır. Sosyal anlamıyla poliste, “yönetime katılan bir vatandaşlar kurulu olduğunu, ama idarenin çeşitli biçimler alabildiği, tarihte görülme sırasına göre bunların oligarşi, tiranlık ve demokrasi biçimiyle sıralandığı, yönetimin vatandaşlar meclisi, bir konsey ve hâkimlerden oluştuğu” belirtilmektedir.
Bilim adamlarından bazıları şehirlerin uzun zaman içinde, köylerin ortak bir merkez etrafında toplanmasıyla, ayrıca genelde coğrafi, etnik ve dinsel olarak birbirinden ayrı düşmüş insanlardan oluşmuş olabileceği vurgulamıştır.
“Polis” idare tarzı Büyük İskender'in Anadolu'yu fethinde önemli bir araç olmuştur. Mackenney, MÖ 8. yüzyılda ilk Yunan şehirlerinin oluşmasına rağmen, vatandaşların hak ve görevlerinin tanımlı olduğu biçimiyle polislerin M.Ö. 6. yüzyılda belirmeye başladığını belirtmektedir.
Roma döneminde imparatorlar, polis sistemini teşvik etmişlerdir. Uzak bölgelerin bu şekilde kendi kendilerini yönetmeleri sayesinde imparatorluğun idaresi kolaylaşıyordu. Yunan tarzı şehirler iç politikalarını kendileri düzenliyorlar ama dış politikaları Roma imparatorunun elinde oluyordu.
Aristo’ya göre ideal yönetim birimi, duvarlarla çevrili, birbiriyle yakın ilişkili bir topluluk ve boyutları bir halk toplantısı için yapılan çağrıda herhangi başka yardımcı araçlar kullanılmadan sadece bir kişinin sesinin ulaşabileceği insan sayısıyla sınırlı olmalıdır. Polis, egemen bir güç kabul etmez ve yetişkin erkek vatandaşların kamusal yaşama katılımına izin verir ve bunu destekler.
Şehirlerin inşa edildiği materyallerin, Perikles’in zamanından Sanayi Devrimi’ne kadar temelde değişmeden kaldığı söylenebilir. 16. ve 17. yüzyıllarda monarşinin ortaya çıkması ile önemli değişiklikler olmuştur.
Monarşilerin ortaya çıkışı, şehirlerin siyasal alandaki önemlerinin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Merkezi devlet, şehirlerin hâkimiydi, fakat sahip olduğu kurumlar ve düşünce tarzıyla onları yönetebilmekten çok uzaktı. 16. ve 17. yüzyıllarda galip konumdaki devlet, mağlup konumdaki şehirleri kendine göre yeniden şekillendirmiştir. Devlet, şehirlerin fiziki görünümünü kendince değiştirmeye başladı. Devletin askeri etkisi mimaride de bazı temel değişikliklerin yapılacağı anlamına geliyordu. 17. yüzyıla gelindiğinde, kışlalar ve geçit törenleri için gereken yer çoktan ayrılmıştı.
Şehirleşme
Broadbent’e göre, Eski Yunan çağından beri şehrin ya da şehir mekânlarının tasarım felsefesini belirleyen üç ana yaklaşım olagelmiştir:
a. Kusursuz bir planla başlanmalı ve bitirilmeli ki bu rasyonalist bir yaklaşımdır.
b. İnsan duyularının anlayabileceği bir olguyla başlanmalı ki bu da deneyci bir yaklaşımdır.
c. Deneme yanılma yoluyla şehirde nelerin ayakta durabileceği belirlenmeli ki bu da pragmatik bir yaklaşımdır.
Yunan medeniyetinde, kentsel mekân, agorayı ve onun etrafında şekillenen odeon, hamam gibi o kentin kutsal tanrısı/tanrıçası için yapılan tapınağın arasında kurulan yol bağıyla tanımlanmaktadır.
Roma medeniyetindeyse, bu kurgu; forum ve diğerleriyle olan ilişkileri, örneğin stadyum, ana cadde veya tören mekânları ile kurulan askeri ve politik ilişkiyle sınırlı diğer bina gruplarını da içine alan mekânlar bütünüdür. Yunan medeniyetinde sosyal ve politik ilişkiler ana kentsel mekânları oluştururken, Roma medeniyetindeki mekânlarda ise düzen ve gücün bir arada denetlendiği, askeri-politik görüşlerin birbirleriyle rekabet halinde olduğu, devamlı gerilimin-değişimin olduğu görülmektedir. Romalılar, uzun ömürlü olarak tarihte var olabilen, sürekliliğiyle de en güçlü karakteristik kentlerini ve kent mekânlarını meydana getirebilen dünya üzerindeki nadir medeniyetlerden biridir.
Mısır da ise bu olgu dini ve tekil güç etrafında şekillenmiştir. Anıtsal olan ve gelecekte yaşanacak yaşam için inşa edilmiş piramitler ve tapınaklarla kentsel mekân kurgulanmıştır. Mimari ürünlerinin kalıcılığı, anıtsal tapınak ve saray binaları ile sınırlı kalmıştır.
Sitte, kamu mekânlarının estetik kalitesini kentsel planlamanın bir amacı olarak ortaya koyar. Kentsel planlamanın amacı insanları mutlu etmek ve güvende hissettirmektir. Sitte, kentsel mekânlar için şu önerilerde bulunmaktadır:
Şehir yapısının doğal gelişme süreci şehrin canlılığına katkıda bulunur.
Antik şehir yapısının estetiği sadece şekil demek değildir, aynı zamanda fonksiyon ve duyularla da bağlantılıdır.
Eski şehirlerin güzel yapısı olduğu gibi kopyalanmamalı, aksine, sadece modern bağlamda uygulanmış ve şehrin güzelliğine katkıda bulunan unsurlar kullanılmalıdır.
Caddeler ve meydanlar kapalı birer sanatsal bütünlük olarak algılanmamalıdır, şekillerinden gelen etki planlamanın temelinde kullanılmalıdır. Bina parsellerini temel unsurlar olarak ayırmak yerine, cadde ve meydanlar kentsel tasarımın giriş noktası olarak kullanılmalıdır.
Bazı ana caddeler ve açık mekânlar yüksek sanatçılık seviyesiyle tasarlanırken, geri kalanı maddi gereksinimleri karşılamak için feda edilir.
Cullen’a göre şehir iki dünyanın birleşimidir. İlki insanların maddi ihtiyaçlarını karşılayan dünya (sağlık, konfor, özel yaşam) ve maddi dünyayı bizzat tecrübe eden kişisel değerler, ikincisi kentin kişiliğini belirleyen duyuşsal seviyedir ve aşağıda belirtilen özelliklere sahiptir:
Kent ve insan arasında yakın bir ilişki oluşmasını sağlar.
Çok etkileyici ve dramatiktir.
Kentsel mekânda teşvik edici ve heyecan verici aktiviteler içerir.
Çeşitli bilim dalları tarafından şehir farklı yöntemlerle ve ilgi alanları dahilinde tanımlanmıştır. İşpir tarafından şehircilik biliminin birçok bilim dalıyla yakından ilişkili olduğunu “disiplinler arası” özelliğini vurgulamış ve şehirciliğin “kamu yönetimi, ekonomi, coğrafya, mimarlık, mühendislik, sosyoloji, sosyal psikoloji, tarih ve sanat tarihi, kriminoloji” ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Avcı tarafından da şehirciliğin çeşitli bilim dallarıyla ilişkisi şehir ile ilgilenen her bilim kendi amacına uygun olarak bir şehir tanımı yapmıştır.
Marx ve Engels şehri, “nüfusun, üretim aletlerinin, sermayenin, zevklerin ve gereksinimlerin bir merkezde toplanması” olarak tanımlanmaktadır. Şehir, 442/3367 Sayılı Köy Kanunu Madde 1’de “Nüfusu iki binden aşağı yurtlara (köy) ve nüfusu iki bin ile yirmi bin arasında olanlara (kasaba) ve yirmi binden çok nüfusu olanlara (şehir) denir. Nüfusu iki binden aşağı olsa dahi belediye teşkilatı mevcut olan nahiye, kaza ve vilayet merkezleri kasaba itibar olunur ve Belediye Kanununa tabidir. Simmel şehri “herşeyden önce en yüksek düzeyde ekonomik işbölümünün gerçekleştiği mekânlar” olarak tanımlamaktadır.
Avcı’ya göre, “bir yerleşmenin şehir olarak tanımlanabilmesi için bazı kriterler kullanılmaktadır. Bu kriterlere zaman içinde yenilerinin eklenmekte olduğunu veya bazılarının eski önemlerini” kaybettiklerini vurgulamıştır. Frey & Zimmer yerleşmelerin kırsal veya şehirsel karakterlerinin belirlenmesinde kullanılan unsurların;
Ekolojik,
Ekonomik,
Sosyal nitelikler olduğunu belirtmektedir.
Avcı, ekolojik unsurların, nüfus büyüklüğünü ve yoğunluğunu içerdiğini, ekonomik unsurlar sahada yer alan fonksiyonlara ve faaliyetlere, sosyal niteliklerin ise şehirleşmenin derecesine işaret etmekte olduğunu günümüzde bir yerleşmenin şehir olup olmadığının belirlenmesinde en fazla kabul gören kriterler arasında;
a. Nüfus büyüklüğü,
b. Nüfus yoğunluğu,
c. Mekânsal olarak kapladığı alan,
d. Ekonomik ve sosyal organizasyon,
e. Ekonomik fonksiyonlar,
f. İşgücü talebi ve arzı,
g. İdari merkez oluşunun sayılabileceğini belirtmektedir.
Şehirler, şehirdeki mekânlardan oluşur. Rob Krier tarafından şehir; “Şehrin özelliklerine uygun, şehirdeki diğer mekânları içeren ya da onunla birlikte yapılandırılan yerleşme” olarak tanımlar.
Genelde araştırmacılar çevreyi görsel açıdan ele alırlar. Gordon Cullen bu işleyişin nasıl olduğunu algılamada ve çevreyi anlamada üç yol önermektedir:
Görsellik: Biz bir başka ortama taşınsak da, daha önce yaşadığımız ortam hala hatırımızda olduğundan “Ardıl Görünüm” işe karışır. Bir yaya şehrin içinden geçerek sabit bir hızla yürüse de, şehrin görünümü pek çok sarsıntı ve ani açığa çıkmalarla hatırımıza gelmesine ardıl görünüm denir.
Mekân: İnsanın, ortamdaki konumuna tepkisidir.
İçerik: Şehirlerin dokusuyla ilgilidir yani şehrin rengi, dokusu, ölçüsü, sitili, karakteri, kişiliği, benzersizliği gibi.
Avcı, bu kriterlerin ülkeden ülkeye farklılaşma gösterebildiği gibi, aynı ülke içinde kurumlar arasında da farklılıklar olabildiğini ve bu farklılaşmada ülkelerin gelişmişlik düzeyinin değil, daha çok kurumların amaçlarının değişik olmasının etkili olduğunu belirtmektedir.
Şehirleşme ve Gelişimi
1933 yılında Atina da yapılan Uluslararası Modern Mimari Kongresi (CIAM) sonucu ortaya çıkarılan Atina Sözleşmesi mimari ve Modern Akımın şehir planlamasındaki teorisini belirginleştirmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Le Corbusier, Gropius, Jacobus gibi ve diğer büyük şahsiyetlerin fikirleri, kent planlamacılarına rasyonalizmin birer dogmaları olarak kendini göstermiştir. 1950’li yıllarda işlev, yapı ve standardizasyona verilen öncelikli önem sarsılmış ve insani katılım ve kentsel planlamanın, mimarinin daha hafif yanları üzerine olan fikirlere daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Bu akımın ön saflarında genelde CIAM’ın içindeki bir grup olan Takım 10 (Team 10) ile adı geçen Peter ve Alison, Smithson gibi kişiler olmuştur.
Pluta, günümüz dünyasında geniş pazar ekonomisi gelişimi ve bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmelerle birçok insan ihtiyacı arasından üç tanesinin fizyolojik ihtiyaçlar, yakın ilişki ve estetik ihtiyaçların insanlar için özellikle önemli olduğunu belirtir.
Devamlılığı olan mimari tasarım, devamlılık arz eden yerleşim planlaması ve kentsel tasarım gibi fizyolojik ihtiyaçları gidermek için gerekli araçlar ilk adım olarak görülür. Önem sırasında ikinci adım, bir yer kimliğinin oluşturulması ve vurgulanması için yakın ilişki ve estetik ihtiyaçlara ve bu ihtiyaçları gidermek için gerekli temel araçlara yer verilir.
Şehirleşmenin Gelişimi
Tarihten günümüze şehirlere kronolojik olarak bakılırsa;
Antik Çağ Dönemi,
Roma Dönemi,
Ortaçağ Dönemi,
Modern Dönem şeklinde sıralanabilir.
Bir Avrupa şehrinin oldukça belirgin hatlara sahip iki farklı fiziksel kavramı mevcuttur. Birinci kavrama göre caddeler ve kamusal meydanlar orijinal bir katı materyal bloğundan oyularak ortaya çıkarılmıştır. Diğer ana kavrama göre şehir açık bir park arazisi şekline sahiptir ve bu arazi içerisine binalar üç boyutlu nesneler olarak yerleştirilirler. Lynch “iyi şehir yapısı” için beş kategori veya teori belirlemiştir. Bu teoriler şunlardır; canlılık, hissiyat, uyma, erişim ve kontroldür.
1970 ve 1980’lerin sonunda, o zamanlar Oxford Teknik Okulu olarak bilinen takım kentsel tasarıma “Yanıt Veren Çevreler: Tasarımcılar İçin Bir Elkitabı” adıyla bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşım daha demokratik, çevreyi kuvvetlendiren, kullanıcılarına uygun tercih derecelerini arttıran ihtiyaçları vurgulamıştır. Bir yerin tasarımının, insanların tercihlerini nasıl etkilediği tartışılmıştır. Bunlar;
Nereye gidebilecekleri ve gidemeyecekleri,
Kullanışlı kullanım mekânları,
Sundukları fırsatları ne kadar kolaylıkla kavrayabildikleri,
Sunulan bir mekânı farklı bir amaç için ne derece kullanabildikleri,
Bir yerin detaylı görünümünün tercihlerinin kullanışlılığının farkındalığı yaratıp yaratmadığı,
Duyusal deneyimdeki tercihleri,
Bir yere kendi damgalarını ne kadar vurabildikleri, gibi özetlenebilir.
Bu yaklaşım göreceli olarak mekânları tepki verici hale getirmek konusunda yedi anahtar konuya odaklanmıştır. Bunlar; geçirgenlik, çeşitlilik, uyumluluk, dinçlik, görsel uygunluk, zenginlik ve kişiselleştirmedir.
Yerleşim merkezlerinin mekânsal yapısı, ağ sistemleri, altyapı sistemleri ve tesislerinin düzenlenmesidir. Kentsel mekânın yapısını oluşturan unsurlar;
Ticaret, yönetim de dahil olmak üzere hizmet topluluklarını, finans gruplarını ve servis istasyonlarını dağıtma eğilimindedir.
İkincil sanayi, depolama ve toptan bir araya toplanma eğilimindedir.
Mahalle kişilerin açık yeşil alanları ve toplanma yeridir.
Ulaşım ağı yukarıdaki üç yerde bağlanmaktadır.
Sinulingga Modeli alan şekil ve yapı, servis merkezlerine göre bakıldığında üçe ayrılmıştır:
Monosentrik şehir; henüz hızla büyüyen bir şehir yapısına sahip değildir. Nüfusu fazla değildir ve sadece aynı zamanda MİA (Merkezi İş Alanları) olarak işleyen bir servis merkezine sahiptir.
Çok Merkezli Şehir: Şehir gelişimi bir servis merkezi tarafından sonuçlandırılırsa eğer, artık verimli olamaz. Şehirlerin büyümesi birden fazla servis merkezinin ulaştığı şehirlinin sayısına bağlıdır. Yeni servis merkezi tarafından devralınan MİA servis fonksiyonları, alt-merkezi (bölgesel merkez) oluşturur.
a. Yani MIA, eski şehir merkezinde ofis kompleksi olur.
b. Şehir MIA tarafından ancak bazı alt merkezleri olarak şehrin bir parçası olan iç banliyölerde gelişimi sunmaktadır.
c. Alt merkez merkezi hizmet ile büyüyen yerdir.
d. Banliyölerde kentin yayılmacı faaliyetlerinin azaltılması hedeflenir ve alt-merkez tarafından hizmet edilir.
Metropol Şehir: Büyük bir metropol, bir şehrin boşluk ile yeterince ayrılmış banliyöleri ile çevrili, ama hepsi büyükşehir hizmet alanı, nüfus entegre bir sistem oluşturmaktadır. Alanın modeli yapısı merkezi tarafından bakıldığında kendi bakanlığının merkezi şunlardır:
\1. Mono merkezli merkezi ve alt merkezler çeşitli alt-merkezi arasında birbirine olmayan bir diğer alt-merkezleri ile biridir.
\2. Çok nodal birbirine bağlı bir merkezi ve birçok alt merkezler ve alt-alt-merkezleri oluşur. Alt-merkezi ile doğrudan bağlayan ek olarak alt-alt-merkezi de merkezi ile doğrudan bağlanmıştır.
\3. Çok merkezli birbirine bağlı birkaç merkezleri ve alt merkezleri oluşur. Büyük bir metropol kentsel saçak ile ayrılmış banliyölerle çevrili, ama büyükşehir hizmet alanı tarafından entegre bir sistem oluşturulmuş şehir yapısıdır.
Mekânsal yapının modeli merkeze göre şu şekildedir:
Tek Merkezli: Tek merkez ve birçok alt merkezin, bir diğer alt merkezle yan yana olan alt merkezle bağlantısı yoktur.
Çok Bağlantılı: Ana merkezi birçok alt merkezle bağlar.
Çok Merkezli: Birbirine bağlı ana merkezlerden ve alt merkezlerden oluşur.
Non-merkezli: Bu modelde, herhangi bir merkezi bağlantı gibi alt-merkez vardır. Tüm bağlantıları aynı hiyerarşi içerisindedir ve birbirlerine bağlanırlar.
Araştırmacıların, kuramcıların “kentler” ve “kentsel mekân” için ortaya koyduğu görüşleri ve çalışmaları kısaca şu başlıklar altında toplanabilir:
Kentsel mekânı “pozitif ve negatif” mekân olarak yorumlayan çalışmalar,
Kentsel mekânı “pitoresk” bakımdan inceleyen çalışmalar,
Kentsel mekânı “tipo-morfolojik” olarak inceleyen çalışmalar,
Kentsel mekânı “yer” olarak inceleyen çalışmalar.
Carmona göre “pozitif” ve “negatif” “yapı dışı mekânlar” arasındaki fark onların “dışbükeyliği” ile bağlantılı olarak dikkate alınabilir olarak özetlemektedir. Pozitif mekân, nispeten çevrilmiş, kentsel mekân kesin ve ayırt edici şekle sahiptir. “Makuldür”, ölçülebilir ve belli sınırları vardır. Sürekliliği olmayan, kapalı, statik ancak nitelikte diziseldir. Şekli etrafını çevreleyen yapılar kadar önemlidir. Negatif mekân şekilsizdir. Biçimlenmemiş kalıntı, genellikle olumlu olarak görülen yapıların çevresinde arda kalmıştır. “Makul değildir” sürekli ve belirli sınır ve şekillerden yoksundur.
Trancik’de kentsel mekânı tartışırken, çoğunlukla mimari duvarlarla bağlantılı olan “sert mekân” ve daha az kapsamlı ya da belirlenmiş sınırlarıyla doğal çevrenin egemenliği altında olan parklar, bahçeler ve çizgisel yeşil yolların “yumuşak mekânı” arasında yararlı bir ayırım yapmaktadır.
Pitoresk çalışmalar nesne odaklıdır ve kurulmuş bir sahne veya insan hareketlerinin destekleyicisi gibi gözüken çevrenin görsel manzarasının altını çizer. Pitoresk tarzdaki kentsel tasarım üzerine en çok hatırlanan çalışmalardan biri Gordon Cullen’ın, “Concise Townscape”dir.
Tipoloji ve morfoloji çalışmaları kentlerin, şekillerini ve özellikle üretimlerini yöneten sosyoekonomik süreçlerin uzun geleneklerini kapsamaktadır. Tipoloji ve morfoloji çalışmaları kentsel mekân geometrilerinin temel özelliklerini açığa çıkarmak için uğraşmaktadır. Tipo-morfolojik çalışmalar bina türlerini, kentsel şekli ve kentin dokusunu şekillendirme sürecini tanımlama ve açıklamada kullanılmaktadır.
Moudon, kentsel dokuyu, binalar ve açık mekânları türlerine göre sınıflara ayırarak;
“Birbirini takip eden bina geleneklerine ait olan farklı kuşakları ya da her kuşağı temsil eden türler,
Kastedilen insanların bulunduğu farklı sosyo-ekonomik sınıfları temsil eden türler” olarak iki türde inceler.
Aldo Rossi, kentin iki şeyi içerdiğini ortaya koymuştur;
Genel kentsel doku ve
Anıtlar.
Yer çalışmaları köklerini, psikologların mülkilik çalışmalarından almıştır. Moudon, yer çalışmalarının üç türde olabileceğini belirtmiştir:
İlk olarak, sadece pozitivist araştırma stratejilerini uygulamazlar.
İkinci olarak, ilgi hem nesne hem özne için merkezi olmasına rağmen, nesneyi tasarımın önemli bir uğraşı olarak belirtmişlerdir.
Üçüncü olarak, bu çalışmalar insan-çevre ilişkilerinin algısal tarafı kadar hissi yanını da araştırmaktadır. Son olarak ve belki de en temel fark, türetilmiş etiğe ve sınırsız etik yorumlarına olan eğilimleridir.
Şehirleşme, “endüstrileşmeye ve ekonomik gelişmeye paralel olarak şehirsel yerleşme sayısının artması ve bu yerleşim birimlerinin büyümesi sonucunu doğuran nüfus birikim süreci” şeklinde tanımlanabilir.
Kentleşme süreci özellikle II. Dünya Savası sonrası dünya genelinde hızlı bir şekilde artmış ve günümüzde de artmaya devam etmektedir. Dünya Nüfusunun 2030 da 8.5 milyar kişiye ulaşabileceği “Azgelişmiş ülkelerdeki veya çevre ülkelerdeki kentsel nüfusun artışı 1950’lerden bu yana gelişmiş bloktakilerin üzerinde seyretmektedir. Her ne kadar kentli nüfus oranı bakımından, çevre ülkeler gelişmiş ülkeleri yakalamamışsa da yükse düzeydeki artış hızları aradaki farkın kısa bir sürede azalacağına işaret etmektedir. Bununla birlikte söz konusu fark çevre ülkelerin kendi arasında da gözlenmektedir. Sözgelimi Afrika ülkelerindeki kentsel nüfus oranı çok yavaş artarken, Latin Amerika’nın ve Asya’nın bazı ülkelerinde bu oran hızlı bir şekilde artmakta” olduğunu vurgulamıştır.