ŞEHİRCİLİK - Ünite 5: Gecekondu Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Gecekondu

Giriş

Kırsal alanlardan şehirlere olan göç, özellikle ekonomik yetersizlikleri nedeniyle insanların şehir çevrelerinde kaçak yapılaşmasına neden olmuştur. Ülkemizde “gecekondu” olarak adlandırılan bu olgu birçok gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkenin en büyük şehirleşme sorunlarından biridir. Her ülkede farklı isimlerle anılmakla beraber genel olarak gecekondulaşmaya neden olan faktörler benzerdir.

Gecekondu Nedir?

Gecekondu kavramı, dil bakımından yapısal olarak iki sözcükten oluşmuş birleşik bir sözcüktür. Birinci sözcük “gece”, ikincisi ise “konmak” eyleminden türetilmiş “kondu”dur. Gecekondu sözcüğü dilimize kültürel bir kurum aracılığıyla değil, halkın kendi yaratımıyla kazandırılmıştır. Bu anlamın doğuşunda yatan sebep ise kırsal kesimden kente göç eden insanların kentin çeşitli bölgelerinde kendilerine bir gecede gelişigüzel bir yaşam alanı oluşturmasıdır.

Günümüzde gelişmekte olan ülkelerin neredeyse tamamında “gecekondu” yapılaşması görülmektedir. Sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı kente göç eden nüfusun büyük bir kısmının barınma ihtiyacı karşılanamamaktadır. Bu nüfusun barınma gereksinimi meşru yollarla karşılanamayınca “gecekondu” olgusu kentsel mekânda boy göstermektedir.

Özellikle günümüzde kentsel nüfus artışıyla beraber gecekonduda yaşayan sakin sayısının doğru oranda arttığı belirtilmektedir. Davis tarafından sunulan çalışmada günümüzde Dünya çapında bir milyar insanın gecekondu mahallelerinde yaşıyor olduğunu ve bu rakamın muhtemelen 2030 yılında 2 milyar insana ulaşacağı tahmin edilmektedir.

Ülkemizde 1966 yılında kabul edilmiş olan 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 2. maddesinde ise şöyle açıklanmıştır: “Gecekondu deyimiyle imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan izinsiz yapılar kastedilmektedir”.

Bu tanımlama ve açıklamaların gerçekliğiyle beraber sorunun özünü toplumun sınıfsal yapısı belirlemektedir. Kent ve kentleşme standartlarına uygun olmayan bir şekilde kümelenen konut tipi şeklinde beliren gecekondu, toplumun sınıfsal yapısının kent ölçeğine yansımasıdır.

Gecekondu ve gecekondu yerleşimleri çok çeşitli biçimlerde tanımlanmakta, bu tanımlamaların başlıca özelliklerini fiziki görünüş ya da yasal statü oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler gecekonduyu, “yasal olmayan yer işgali ya da az gelirli kimselerin yaptıkları barınak” olarak tanımlamaktadır. Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği tanıma göre, gecekondunun özelliklerini bir arazinin yasal olmayan yollardan işgali ve üzerine düşük gelirli kimselerin yerleşmesi oluşturmaktadır.

Gecekondu tanımlamalarından ve dünya ölçeğinde yapılan yasal önlemlerden yola çıkarak gecekondu mahallerinin ortak özellikleri şöyle belirtilebilir:

  • Yasalara aykırı olması,
  • Başkalarına ait bir yerde yapılması,
  • Arsa sahibinden izinsiz yapılması,
  • Ruhsatsız olması,
  • Teknik inşaat koşullarının bulunmayışı,
  • Kısa bir sürede alelacele yapılmış olması.

Gecekonduların Ortaya Çıkışı ve Nedenleri

Türkiye’de gecekondulaşmanın tarihsel başlangıcıyla ilgili resmi belge bulunmamaktadır. Gecekondulaşma sürecinin resmi yazılı belgelere dayanmaksızın önemli bir kentleşme sorunu olarak II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmelerden dolayı ortaya çıktığı ve savaşın sona ermesiyle hızlı bir gelişme gösterdiği kabul edilmektedir. O tarihten bugüne her zaman bir “sorun” olarak nitelendirilen gecekondu oluşumunun temelinde kırsal kesimden kente göç hareketi yatmaktadır. Özellikle ülkenin gelişmemiş kırsal kesimlerinden, sanayileşme açısından gelişmiş (İstanbul, Bursa, Kocaeli vb.) kentlere göçen insanlar gecekondu yapımını hızlandırmıştır. Gecekondulaşmayı yaratan göç nedenleri şöyle sıralanabilir:

  • Nüfusun hızla artması,
  • Tarımın büyük ölçüde makineleşmesiyle işgücünün sanayi kentlerine kayması,
  • Kırsal bölgelerde sağlık, beslenme, eğitim ve ulaşım gibi olanakların yetersizliği,
  • Ölçülü toprak reformunun yapılamaması,
  • Toprağın bölünmesi, verimin azalması ve yetersiz kalması,
  • Kurulan fabrikaların genellikle büyük kent merkezlerinde yoğunlaşması.

Bu sorunlar, halkın bulunduğu yerden başka bir yere göçmesine ve göç ettiği yerde “daha iyi yaşam” sağlayabileceği düşüncesini geliştirmesine neden olmaktadır. Özellikle köy yaşamının zor koşullarının karşısına kent yaşamının görece refah koşulları konulmakta ve halk bu iki yaşam arasında bocalamaktadır. Böylece kurtuluşu kent yaşamında arayan insanlar, sanayi bölgelerinin yoğunlaştığı kentlere geldiklerinde barınabilecekleri bir yere ihtiyaç duyarlar. Kentlerin oldukça pahalı olan konutlarından yararlanmak, bu insanlar için olanak dışıdır. Bu durumda, yaşamak ve barınabilmek için gerek duydukları konutları kent merkezinin kenarlarında bulunan boş arazilere “gecekondu” adı altında kendi olanaklarıyla inşa ederler. Söz konusu inşaların bulunduğu araziler hazinenin, belediyenin ya da özel kişilerindir. Özellikle hazine yerlerinin seçimi tercih nedeni olmaktadır. Buradan şu sonuca varılabilir. Gecekondu sorununun temelinde konut gereksinmesi bulunmaktadır.

Kır veya kent kökenli grupların göçlerle kente gelmesiyle hem kırda hem kentte belli sonuçların ortaya çıktığı görülmektedir. Kırsal yöre, nitelikli, genç ve dinamik işgücünü kaybettiği için tarımsal faaliyetleri ve verimi azalmıştır. Bunun yanı sıra, daha iyi yaşam koşullarına kavuşma beklentisiyle insanların kentlere akını ile ortaya çıkan göç hızı, kentlerin olanaklarının ve doğal gelişiminin önüne geçmiştir. Bundan başka, göçler yoluyla kente gelen insanlar bir uyum mekanizması olarak kendi gibi insanlarla birlikte olmak ve aynı çevrede yaşamak edimi geliştirirler. Bir ailenin göçünden sonra diğer aile fertleri veya hemşerileri de aynı yere göçerek o bölgenin gecekondulaşma hızının artmasına neden olurlar.

Gecekondularla İlgili Alınacak Önlemler

Gecekondu sorunu en genel anlamıyla ekonomik şartlar itibariyle kentin normal akışı içinde yaşayabilecek standardın sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Bu standardı sağlayamayan aileler barınma ihtiyaçlarını gecekondulaşarak çözebilmekte, ancak bu bir sorunun çözümü olmakla beraber peşi sıra bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Bunlar; sosyal, kentsel ve kültürle ilgili sorunlardır.

  • Sosyal sorunlar; gecekondu bölgelerinde yaşayan insanların kentin sosyal değer ve değişimlerine uyum sağlamakta yaşadıkları zorluklardır.
  • Kentsel sorunlar; gecekonduların yapıldığı alanların kentsel yapılaşma açısından yarattığı çarpıklıktır.
  • Kültürel sorunlar; gecekondulara yerleşen insanların kentsel ölçekte merkezin dışında yer almasından dolayı kent kültürüne yabancılaşmasından kaynaklanan sorunlardır.

Ülkemizde, gecekondulaşmanın sorunlarına yönelik bir çözüm politikası bulunduğundan söz etmek pek olası değildir. Çünkü gecekondu sorununa sadece yasal düzeyde kentsel sorunları çözmeye yönelik yaklaşım sergilenmekte, sosyal ve kültürel sorunlar bir tarafa bırakılmaktadır. Yasal olarak gecekondulaşmayı çözmeye yönelik 775 sayılı Gecekondu Kanunu şu yolları izlemeyi gerekli görmektedir:

  • Yeniden Gecekondu Yapımının Önlenmesi: Bu uygulama ile gecekondu yapımının önlenmesi amaçlanmıştır.
  • Gecekonduların Islah ve Tasfiyesi: Bu uygulama ile yaşama şartları açısından oturumu düzeltilebilecek gecekonduların veya gecekondu bölgelerinin ıslahı ile yaşama şartları açısından düzeltilmesi mümkün olmayan gecekonduların veya gecekondu bölgelerinin tasfiyesi amaçlanmıştır.

Türkiye’nin demografik yapısının önemli bir yüzdesini oluşturan tarım kesiminin, bu alanlardan göç edecek olması durumunda ülke ekonomisinin olumsuz yönde etkileneceği aşikârdır.

Günümüz çağdaş anlayış sistematiğinde tarım politikaları ile şehirleşme politikalarının uğraştıkları ortak alanlar vardır. Çevrenin korunması, sürdürülebilir kalkınma, biyolojik çeşitlilik, toprak erozyonu, toprak kirlenmesi gibi ortak çalışma alanlarına sahiptirler. Bu da, köy ve kırsal alanlarda yaşayanların kente göç etmelerini önlemede şehirleşme politikalarının tek başına yeterli olmayacağını tarım politikasıyla işbirliği içinde olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Şehirleşmenin düzenliliğine etkisi şüphesiz olan köy ve kırsal kesim ile kent arasındaki demografik dengeyi devam ettirebilmek için iç göçü düzenleme aracı olarak düşünülecek önlemler şunlardır:

  • Kooperatifleşme: Kooperatifleşme hareketi gelişmekte olan ülkelerin üzerinde durduğu önemli bir mesele olmuştur.

Tarım sektörünü canlandırmak amaçlı verilen tarım kredisi sorunu çözmede etkili olmamakla birlikte, kapsamı dar gelirli tarım çalışanına ulaşamamaktadır.

  • Merkez Köyler: Merkez köy yaklaşımının amacı, tüm köylere ulaştırılamayan sosyal ve kültürel hizmetlerin merkez olarak belirlenen köyde sağlanması ve buradan da diğer köylere sunulmasıdır.

Merkez köy yaklaşımında temel olarak hizmet boyutu düşünülmüş ve buna ağırlık verilmiştir. Hâlbuki köy ile kent arasındaki dengesizlik sadece hizmet alanlarından kaynaklanmamaktadır. Bu sebeple, mevcut düzenlemedeki merkez köy yaklaşımıyla köylerin ekonomik olarak da kalkındırılması eksik kaldığından bu yöne de ağırlık kazandırılmalıdır.

  • Toprak ve Tarım Reformu: Genel olarak toprak ile insan arasındaki ilişkiyi düzenleme amacı taşıyan toprak ve tarım reformunun temel sebebi kıt olan toprağın adil dağıtılmamış olmasıdır.

En geniş anlamıyla tarım ve toprak reformu, arazi ile onu işleyen insan arasındaki bütün ilişkilerin iyileştirilmesi ve düzenlenmesi amacıyla, devlet tarafından alınan her türlü önlemleri içerir.

Türkiye’de tarım topraklarındaki mülkiyet dağılımına ilişkin dengesizliğin giderilmesine yönelik olarak toprak reformu amacıyla 3 yasa çıkarılmıştır. Toprak reformu yasalarının uygulamaları genelde hazine topraklarının dağıtımını getirmiş; her 3 yasanın da çıkarılış gerekçesi olan toprak reformunun bir önemi kalmamıştır.

İlk toprak reformu girişimi olan 1945 tarihli 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Yasası (ÇTY) ülke genelinde toprak reformunu gerçekleştirmek için gerekli kuralları içermekteydi. ÇTY ülkedeki siyasi yapı değişikliklerinden etkilenmiş ve içeriği ile uygulama biçimi sürekli değiştirilmiştir. Durum böyle olunca, yasa başlangıçtaki toprak reformu uygulama amacını gerçekleştirme olanağı bulamamıştır.

Toprak reformuna ilişkin 2. yasal düzenleme 1973 yılında yürürlüğe giren 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Yasasıdır. Yasa genelde üç temel amacı gerçekleştirmeyi hedeflemiştir:

  1. Ekonomik amaç: Toprağın verimli bir şekilde işletilmesini sağlayarak tarımsal üretimi sürekli olarak artırmak, artan üretimin değerlendirilmesini sağlamak ve kalkınma için zorunlu olan sanayinin gelişmesine ortam hazırlamak.
  2. Sosyal amaç: Tarım kesiminde toprak ve gelir dağılımındaki dengesizliği gidermek, istihdam olanağı yaratmak ve mülk güvenliğini sağlamak.
  3. Siyasal amaç: Çalışanlara Anayasa’nın öngördüğü hakları özgürce kullanma olanağı yaratmak.

1757 sayılı yasanın uygulamada nasıl sonuçlar yaratacağı, toprak reformunda başarı sağlayıp sağlamayacağı sadece belirli varsayımlara dayanmaktadır. Çünkü sadece üç yıl yürürlükte kalmış ve 1976 yılında Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir.

Türkiye’nin toprak reformu sürecinin son yasası 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Yasasıdır. 1984 yılında yürürlüğe giren yasada toprak reformunun temel ilkeleri genel başlıklar halinde ve yasanın diğer konuları ile kavram karışıklığı içinde düzenlenmiştir.

1984 yılından bu yana uygulama bölgelerinde toprak reformu amaçlı 1 dekar toprak bile kamulaştırılmamıştır. Bu da göstermektedir ki, yasanın toprak reformuna ilişkin koyduğu kurallar yasayı süslemekten başka bir işlev görmemiştir.

Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, ülkemizde günümüze dek toprak ve tarım alanında başarılı sayılabilecek reformlar yapılamamıştır. Başarılı bir uygulama için kapsamlı bir yasayla beraber bu yasanın hızlı bir biçimde uygulanması ve siyasi bir iradenin gerekliliği daha önceki uygulamalara bakıldığında açık bir biçimde görülmektedir.

Kentsel Yenileme

Ülkemizde 1940’lı yıllarla beraber toplumsal ve ekonomik dönüşümün hızlanmasıyla ortaya çıkan iç göç olgusu sebebiyle, kent nüfusları doğal büyüme oranının çok üzerinde bir genişlemeye maruz kalmıştır. Ancak kırsal alanlardan gelen işgücünü istihdam edecek sanayi aynı oranda gelişemediğinden ve kentsel alanlardaki konut sayısı artışı gelen nüfusu barındırabilecek oluşumu sağlayamadığından kentin etrafında gecekondulaşma oluşmuştur. Bununla beraber kentlerdeki arsa sahipleri, bu yerlere mevzuata uygun olmayan yapılar yaparak kaçak yapılaşmış ve kentler çarpık bir yapılaşma görünümüne hızla sürüklenmiştir.

Sonrasında, kaçak yapı ve gecekondu olgusu “imar ve gecekondu affı” çıkartılarak siyasi bir yaklaşımla izlenmiş; günümüzün dört bir yanı kaçak yapı ve gecekondularla sarılı kentleri ortaya çıkmıştır. Bu sebeplerden kentler sağlıklı bir dokuya kavuşabilmek için yenilenmeli, dönüştürülmelidir. Ancak, yenilenecek bölgelerdeki insanlar bu dönüşüm sürecinde ıskalanmamalı, dönüşüm sürecine dahil edilmelidir. Çünkü kentsel yenilenmenin başarı sağlayabilmesi için gecekondu bölgesindeki insanların kentsel yaşama katılmalarının desteklenmesi gerekmektedir.

Genel bir çerçevede, kentsel yenileme, farklı sebeplerle zaman içerisinde eskimiş, yıpranmış ya da terkedilmiş kent dokusunun, günün koşullarına göre yeniden canlandırılarak veya yeniden inşa edilerek kente kazandırılmasıdır.

Kentsel dönüşüm, kentsel bozulma süreçlerini daha iyi anlama ihtiyacından doğan ve gerçekleştirilecek dönüşümde elde edilecek sonuçların üzerinde bir uzlaşmadır.

Kentsel yenileme ilk kez Avrupa’da yaşanan kent büyümeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Kamu sektörünün öncülüğünde bazı alanların yıkılıp yeniden yapılması olarak gerçekleştirilen bu uygulamalar iki farklı temele dayanmaktadır. Bunlar;

  • 1851’de İngiltere’de çıkarılmış olan ve kentsel politikalar üreten Konut Kanunu ve
  • 1851-1873 yılları arasında Fransa’da, Paris kenti için gelişim müdahaleleri gerçekleştiren Haussmann’ın operasyonlarıdır.

Bu yıllardan sonra büyük kentlerin nüfus ve fiziki değişimlerine göre zaman zaman kentsel yenileme çalışmaları yapılsa da, 2. Dünya Savaşından sonra hız kazandığı görülmektedir. Bundan sonraki kentsel yenilemenin gelişimi şu şekilde dönemselleştirilebilir:

  • 1950-1960: Bu dönemde savaş sonrası tahrip edilen kent merkezlerinin yenilenmesi, konut ve yaşam standartlarının düzeltilmesi hedeflenmiştir.
  • 1960-1970: Bu dönemde kent merkezlerindeki yıkıntı alanlarının düzenlenmesi ve eskimiş yapıların yıkılıp yeniden inşası söz konusudur.
  • 1970-1980: Toplu konut projeleri ve kentsel altyapı projelerinin amaçlandığı dönemdir.
  • 1980-1990: Küreselleşme olgusunun geliştiği bu dönemde “sürdürülebilirlik” yaklaşımı görülmektedir.
  • 2000’ler: Bu dönemde koruma ve tarihi miras anlayışının güçlenmesiyle kültür eksenli proje üretimi başlamıştır.

Ülkemizde kentsel yenileme süreci, gelişmiş ülkelere kıyasla oldukça gerilerde seyretmektedir. Türkiye’de kentsel dönüşüm sürecinde Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) kamu adına devreye girmekte ve bu alandaki kamu müdahalelerini gerçekleştirmektedir.

Özel sektör tarafından ise bu alanda genel olarak üç yaklaşım görülmektedir:

  1. En yüksek ranta sahip alanların dönüşümünü büyük inşaat firmaları hızlı bir şekilde gerçekleştirmektedir.
  2. Daha az karlı alanların, önemli ulaşım aksları ya da prestij konut alanlarının çeperlerinin dönüşümünü küçük ölçekli firmalar ya da yapsatçılar gerçekleştirmektedir.
  3. Kentin karsız alanlarında, kent çeperinde ya da sanayi alanlarının yanında yer seçmiş gecekondu alanlarında dönüşüm gerçekleştirilememekte, gecekondulular ıslah imar planlarının oluşturacağı rant beklentisiyle farklı çözümleri reddetmektedir.

Ülkemizde kentsel dönüşüm adı altında üretilen projelerin kentlerin kimliğiyle uyuşup uyuşmadığı konusu da tartışılmaktadır. Bu tartışmalardan hareketle Türkiye’deki kentsel dönüşüm uygulamalarının iki yönlü sonuç doğurduğu söylenebilir:

  1. Kentsel dönüşümün gayrimenkule odaklanarak, toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel yapısından referans almadan, sadece fiziki mekânın düzenlenmesi olarak algılanmakta,
  2. Dönüşüm süreciyle üretilen mekânların kentin ruhuna ve mekânına yabancı olması.

Oysaki hızla gelişen ve yoğunluğu artan büyük kentlerimizin kültür mirası ve mevcut potansiyeli değerlendirilerek, göçmüş kentsel alan parçalarını bu kentlere kazandırmak, yeni fonksiyonlar yükleyerek canlandırmak hem sosyo-kültürel hem de ekonomik açıdan ülkemiz adına büyük bir kazanç olacaktır. Bu nedenle, kentsel yenilemeye gerekli önemi vermek, ilkelerini belirleyerek uygulamaya geçmek yerinde olacaktır.