SENDİKACILIK - Ünite 4: Modern İdeolojiler Açısından Sendikacılık Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Modern İdeolojiler Açısından Sendikacılık

İdeoloji Kavramı ve Modern İdeolojiler

İdeoloji dünya görüşü olarak tanımlanabilir. İdeoloji inançlar, değerler ve normlar bütünüdür. İdeoloji de bilim gibi, toplumsal gerçekliğin karmaşıklığını açıklamayı hedefler.

Toplumsal yaşamda var olan sorunlar, bu sorunların niteliği, nedenleri, bunların nasıl ele alınacağı ve çözüme kavuşturulacağı türünden sorulara verilen değişik yanıtlar farklı kuramların, ideolojilerin temel özelliklerini oluşturur. Farklı düşünsel sistemler ve ideolojiler değişik sınıfsal ve sosyal bakış açılarını temsil ederler. Toplumsal yaşam ve değişim üzerinde ciddi bir etki gücüne sahiptir.

Modern ideolojiler ile sanayileşme ve modernleşme sürecinde ortaya çıkan temel doktrinler ifade edilmektedir. 19. ve 20. yüzyıllarda geniş kitleleri harekete geçiren, büyük toplumsal dönüşümlere yol açan birçok siyasal rejimi yıkan ve yeni siyasal rejimler kuran ideolojiler ortaya çıktı.

Liberalizm ve Sendikacılık

18. yüzyıl liberalizmi, bir bütün olarak toplumun iyiliğini sağlamanın yolunun bireylerin kendi çıkarları peşinden koşmalarına izin verilmesi fikrine dayalıdır. Bu yüzden liberalizmin temel sloganı “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” (laissez faire, laissez passer) olarak bilinir.

Klasik iktisadi yaklaşım Adam Smith (1723-1790), David Ricardo (1772-1823), Thomas Robert Malthus (17661834) ve John Stuart Mill (1806-1873) gibi düşünürlerin yaklaşımları üzerine şekillenmiştir. Rekabete dayalı piyasa mekanizmasının her şeyi en uygun çözüme kavuşturabilecek ideal ve dokunulmaz bir işleyişe sahip olduğuna dair bir inanç söz konusudur.

Klasik iktisadi yaklaşımın, ekonomik liberalizmin özünde kendi çıkarı için en akılcı seçimleri yapan birey (homo economicus) varsayımı yatar. Bu yaklaşımda devlete biçilen görev, kurulu düzenin devamı için bir tür gece bekçiliği yapmaktır. Ayrıca, Klasikler, piyasa mekanizmasına herhangi bir müdahaleyi, devlet ya da sendikalar kanalıyla gerçekleştirilecek bir sınırlamayı, sadece piyasa için değil doğrudan işçiler için de sakıncalı görürler.

Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak Smith işçilerin çıkarları ve ücret düzeyini artırmak için örgütlenmelerini yararsız bir çaba olarak görmüştür.

Klasik iktisatçılar Ricardo, Malthus ve Mill ücret artışlarının doğal bir mekanizma sonucunda, işgücü arzının artışına ve azalışına bağlı olarak ya da bir ücret fonu çerçevesinde oluştuğunu ve bu nedenle de ücretleri hükümetlerin ya da sendikaların gayretleriyle doğal düzeyin ya da fon miktarının üzerine çıkarmanın bu dengeyi bozacağını ve hatta ücretleri daha da düşürücü sonuçlar doğuracağını savunurlar.

Mill klasiklerin geleneklerini yıkarak sendikalara sempati ile baktıysa da geleceğin toplumunda sendikalar için gerçek bir yer görmemiştir.

Liberal yaklaşım, Herbert Spencer ile tepe noktasına, Sosyal Darwinizme ulaşır. Spencer, “en güçlü olanın varlığını sürdürmesi” tezi ile Darwin’in “doğal ayıklanma” fikrini toplumsal yaşam için önerir. Spencer’a göre devletin acıları önleme ve yoksullara yardım etme gibi faaliyetleri insanlarda devletin nasılsa kendilerine bakacağı düşüncesini yaratır. Böylece insanlar girişim ruhunu kaybederler. Spencer’a göre evrim yoluyla ayıklanma sert acımasız ancak iyinin ortaya çıkması için hayırlı bir süreçtir.

Spencer’a göre sendikalar, kendi kurallarını bunlara uymak zorunda kalanların haklarına saygı göstermeksizin dayatmaktadırlar. Spencer, sendikaların yaygınlaşmasıyla çalışma özgürlüğünün sınırlandığını iddia etmektedir.

Sendikalaşma ve sendikalaşmanın temelini oluşturan dayanışma düşüncesi klasik liberal yaklaşımın esasını oluşturan bireycilikle bağdaşmaz. Liberalizmin sendikalara ilişkin olumsuz görüşlerinin de etkisiyle 19. yüzyıl başlarında çeşitli ülkelerde sendika yasakları gündeme gelmiştir.

Sosyalizm ve Sendikacılık

Liberalizm sendikacılığı yararsız, gereksiz ve hatta zararlı görürken, sosyalizm açısından ise sendikacılık ve işçi hareketleri merkezi bir role ve öneme sahiptir.

Farklı alt akımları olan sosyalizmin ortak noktaları şöyle sıralanabilir:

  • Toplumsal ortaklığın ve bütün toplumun refahının vurgulanması,
  • Kapitalist bireyciliğe karşı eşitlik ve dayanışma ilkesinin öne çıkarılması,
  • Gelecekte sınıfsız bir toplum kurulacağına dair fikirler,
  • 18. ve 19. yüzyılların Avrupa’daki demokratik hareketlerin devamcısı olmak.

Liberalizmi Sanayi Devrimi ve kapitalizm ile birlikte yükselen burjuvazinin, sosyalizmi ise kapitalist sistemin yarattığı işçi sınıfının ideolojisi olarak tanımlamak mümkündür. Sosyalizmi;

  • Marx öncesi (erken dönem) sosyalizm veya ütopik sosyalizm,
  • Marksizm,
  • Sosyal demokrasi-reformcu sosyalizm

olarak ele almak mümkündür.

Marx öncesi Sosyalizm ve Sendikacılık: Sosyalizm kavramı ilk kez 1810 1820 yılları arasında Owen tarafından kullanılmıştır. Marx ve Engels kendilerinden önceki sosyalist düşünceyi ütopik sosyalizm olarak adlandırmıştır.

Marx öncesi sosyalistler piyasanın kendi başına işleyişine (görünmez ele) inanılmayacağını anlamışlardı ancak ütopyacı sosyalistlerin tasarımında işçi sınıfı da henüz inanılacak bir güç olarak belirginleşmemişti. Ütopik sosyalistlerin görüşleri işçi sınıfının henüz gelişmemiş olduğu bir zamanda geleceğin toplumuna ilişkin ütopik özlemleri yansıtmaktadır.

Ütopyacı sosyalistlerden Saint-Simon sanayileşmeyi dinamik bir güç olarak tanımlamış, parazit sınıfların ortadan kaldırılmasını ve planlı bir üretime geçilmesini savunmuştur. Saint-Simon’un teknokratik ve günümüzde işçi ve işverenlerin merkezi örgütleri ile devletin sosyoekonomik sorunlara birlikte çözüm aradığı yapılar ve politikalar için kullanılan korporatist görüşlerinin günümüz batı sendikacılığı tarafından savunulduğu belirtilmektedir.

İşçilerin yönetime katılması fikri nedeniyle endüstriyel demokrasinin ilk izlenimleri görülen Charles Fourier’in ütopyası Saint-Simon’dan farklıdır. İşçilerin artan ve büyüyen servetten pay alamayışlarını bir tür eşitlikçi komünal yapılar tasarlamıştır.

İşçilerin kooperatifleşme yoluyla sermaye sahibi olabileceklerini ileri süren Owen’ın ütopyasında hükümetin ve işverenlerin iyi niyetli, koruyucu ve kollayıcı tutumlarına (paternalizme) bel bağlanmaktadır.

Owen “Üretici Sınıfların Büyük Ulusal Manevi Birliği” adıyla bütün işçileri çatısı altına alacak bir birlik/sendika kurulmasını önermiştir. Bu birlik/sendika bütün işçilerin çalışmayı terk etmelerini sağlayarak yeni sosyal düzeni barışçı bir genel grevle gerçekleştirmiş olacaktı.

İşçi sınıfının tarih sahnesindeki yerini henüz yeterince almadığı koşullarda, birilerinin onun adına ortaya çıkıp öncü bir güç olarak yeni bir toplum mücadelesi için silaha sarılması çokça görülmüş bir durumdur. Bunun, iki önemli örneği Babeuf ve Blanqui’dir. Babeuf ve Blanqui işçi sınıfının sorunlarının çözümü için onun adına örgütlenen bir grubun iktidarı ele geçirmesini ve yeni bir düzen kurmasını fikrini benimsemiştir. 1789 İnsan Hakları Bildirgesi’ni yeterli bulmayan Babeuf Eşitler Bildirgesi’nde şekli eşitlik (yasalar önünde eşitlik) ile gerçek eşitlik (üretimden pay almak) ayrımı yapmıştır.

Marx öncesi sosyalizmin bir diğer önemli temsilcisi olan Louis Blanc, Fransa’da tarih sahnesine çıkmaya ve varlığını hissettirmeye başlayan işçi sınıfının öncüsü ve sözcüsü ve devlet sosyalizminin öncüsü olarak kabul edilebilir. Blanc, sosyalizmi gerçekleştirmek için sınıf mücadelesine koyulmayı değil, egemen sınıfları ikna etmeyi tercih etmiştir. Ayrıca devlet öncülüğünde kurulacak Toplumsal Atölyeler (işyerleri) yoluyla mülkiyetin giderek toplumsallaşmasını, işçilerin yönetim ve denetimini öngörmüştür. Blanc reformcu-devletçi sosyalizmin ve sosyal politikanın erken dönem isimlerinden biri olarak kabul edilebilir.

Marksizm ve Sendikacılık: Karl Marx (1818-1883) tüm çağdaş toplumların yaşantılarında en fazla etki yapmış bir filozof, tarihçi, iktisatçı ve sosyolog olarak kabul edilmektedir. Marx ve yakın çalışma/dava arkadaşı Friedrich Engels (1820-1895) tarafından oluşturulan kuram Marksizm olarak adlandırılmaktadır.

Marx, tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu açıkladı ve kapitalist üretim tarzındaki esas çatışmanın üretim araçlarına sahip olanlarla (kapitalistler) bunlara sahip olmayanlar (proleterler) arasında olduğunu vurgulamıştır.

Marx’a göre sınıf, üretim araçlarıyla ilişkileri açısından ortak özellikleri olan insan grubudur, sınıflar arasındaki ilişkiler sömürüye dayalıdır ve kapitalist toplumda artıkdeğer kârın kaynağını oluşturur. İşçi, kapitalistin ona ücret olarak ödediği bedelden daha fazla değer üretir ve bu fazlaya kapitalist tarafından el konur. Bu yaklaşım artıkdeğer teorisi olarak bilinir.

Her zaman daha düşük ücrete ve daha uzun süre çalışmaya hazır bir işçi kitlesini temsil eden yedek sanayi ordusu ücretlerin ve çalışma koşullarının belirlenmesinde rahatça at oynatabilmek için kapitalistlere uygun şartları sağladığını belirten Marx, burada sendikalara önemli bir rol vermekteydi.

Marx, sendikaları örgütlenme merkezleri, işçilerin güçlerini bir araya getiren ve onlara ilk sınıf eğitimini veren merkezler yani dayanışma ve sosyalizm okulları olarak görmekteydi.

Ancak, Marx sendikaların örgütlü güçlerini işçi sınıfının kesin kurtuluşu için bir araç olarak kullanmak yerine, düzenin sonuçlarına karşı teke tek mücadele ile yetindiklerinde başarısız olacaklarına inanmaktadır. Marx, sendikaların sadece ekonomik mücadele örgütleri oldukları fikrine de karşı çıkar. İşçilerin ekonomik hareketinden (sendikal mücadelesinden) politik sonuçlar çıkabileceğini savunur.

Marx’ın öngördüğü devrimci dönüşümü yaratacak sınıf bilincinin nasıl yaratılacağı tartışması, Marx sonrası tartışmalarda önemli bir yer tutmuştur. Lenin’e göre, işçi sınıfı sendikalar yoluyla sadece ekonomik bilinç edinebilir. Lenin, işçi sınıfının siyasal bilinci ancak dışarıdan ve devrimci bir siyasal parti yoluyla kazanabileceğini savunmuştur.

Reformcu Sosyalizm, Sosyal Demokrasi ve Reformcu Sendikacılık; Almanya’da Eduard Bernstein (1850-1932) öncülüğünde sosyalist düşünce içinde Marksizme yönelik eleştirilerin arttığı görülmektedir.

Bernstein, Marx’ın iddia ettiğinin aksine küçük burjuvazinin ortadan kalkmadığını, işçi sınıfı içinde tabakalaşma yaşandığını, mutlak yoksullaşmanın sanayileşmiş ülkelerde görülmediğini, sosyalist öğretinin de etkisiyle işçi sınıfın çeşitli eylemleriyle bunu engellediğini vurgulamaktadır.

Reformcu sosyalizmin veya sosyal demokrasinin en önemli hareket noktası sosyal bir devrime gerek olmadan, piyasa ve özel mülkiyet ortadan kaldırılmadan da reformlar yoluyla kapitalizmin yarattığı olumsuzlukların üstesinden gelinebileceği fikridir.

İsmini ihtiyatlı taktikleriyle ün yapmış olan Romalı Komutan Fabius (M.Ö. 275-203)’tan alan ılımlılığa ve tavize dayanan bir temel felsefeye dayanan Fabiancılık özellikle sendikacılık açısından önemlidir. Fabiancılığın sendikacılığa ilişkin görüşlerin benimsenmesinde Sidney ve Beatrice Webb’in önemli rolleri vardır.

Webb’ler endüstriyel demokrasi kavramı içinde sendikacılığa siyasal ve ekonomik olmak üzere iki görev tanımışlardır. Siyasal alanda hak ve özgürlüklerin kazanılmasının aracı nasıl genel oy hakkı ise ve bu yolla işçiler toplum içinde statülerini yükseltmişlerse, aynı şekilde sendikalar aracılığı ile de sanayinin yönetiminde işverenlerle birlikte söz sahibi olabilirler.

Sendikaların temel görevlerini ücretlilerin yaşam ve çalışma koşullarını geliştirmek olarak tanımlamışlardır. Webb’ler bunun en önemli aracı olarak toplu pazarlığı görmüştür.

Marx’ın aksine sosyal demokratlar veya reformcu sosyalistler reformcu ve pragmatik bir sendikacılık anlayışını benimserler.

Anarşizm ve Anarko-Sendikalizm

Anarşizmin ilk önemli düşünürü Pierre Joseph Proudhon (1808-1865)’dur. Anarşistler toplumdaki ekonomik tekellerin, bütün baskıcı sosyal ve politik kurumların ortadan kaldırılmasını savunurlar.

Anarko-sendikalistlere göre geleceğin her türlü otoriteden soyutlanmış ve Proudhon’un “işletme hükümetin yerini alacaktır” sözü ile özetlenen toplumda sendikalar temel olacaktır. Anarko-sendikalizm için sendika hem toplumsal devrimin hem de gelecek toplumun temel taşıdır.

Proudhon, kapitalist toplumda işçilerin ücret mücadelesinin kendilerine fayda değil zarar getireceği düşüncesini savunmuştur. Ona göre ücretlerin artması tüketilecek malların fiyatlarının artması anlamına gelecektir.

Anarko-sendikalist düşüncenin şekillenmesinde Fransız sendikacı Fernand Pelloutier’in büyük etkisi olmuştur. Pelloutier için sendika adeta yeni toplumun öğrenileceği bir okul niteliğini taşımalıydı. Sendika, işçi sınıfı için hem okul hem de kolektif üretim ve tüketimin örgütlendiği bir alan olmalıydı.

Anarko-sendikalizmin en önemli kuramcılarından biri “genel grevi” sınıf mücadelesinin en önemli aracı ve kitleleri sürükleyecek bir toplumsal mit olarak yücelten Georges Sorel (1847-1922) olmuştur.

Faşizm ve Sendikacılık

Mussolini’ye göre faşizmin temeli devlet kuramıdır. Faşizm devleti bir salt varlık olarak görür. Tüm bireyler ve topluluklar devlet karşısında göreli ve ikincil bir nitelik taşır. Faşizmin başlıca dayanakları, işçi devrimi korkusu ve liberal demokrasinin sorunlara çözüm getirememesi olarak belirtilmektedir.

Devletin üstünde hiçbir güç tanımayan ve bireyleri devleti için bir araç olarak gören ve siyasal özgürlük fikrini kabul etmeyen faşizm, buradan hareketle işçi ile işvereni korporasyonlarda birleştirerek tümüne birden üretici adını verdi ve sosyal sorunu yukarıdan aşağıya bir baskıyla çözdüğünü iddia etti.

Faşist korporatizm, korporasyonlar içinde işçileri, işverenleri ve işletme yöneticilerini bir araya getirerek, sınıf çatışmalarını ortadan kaldırmayı ve sınıflar arası uyumu amaçlıyordu. Faşist korporasyonlar meslek kuruluşlarıdır ancak diğer meslek kuruluşlarından farklı olarak çokluk değil teklik, gönüllülük değil zorunluluk ilkesine dayalıdır.

Faşizm, sendika çokluğu ve sendika seçme özgürlüğü ilkelerini kaldırarak, sendikaları devlet aygıtının bir parçası haline getirip etkisizleştirerek işçileri sermaye karşısında savunmasız bırakmaktadır.

Neoliberalizm ve Sendikacılık

Neoliberalizmin ideolojik zeminini Carl Menger (18401921), Ludwig von Mises ve Frederick von Hayek’in (1899-1992) temsil ettiği Avusturya Okulu oluşturmaktadır.

Makro ekonomik düşünceye karşı mikro ekonomiyi savunan ve ekonomiye her türlü devlet müdahalesine karşı çıkan Avusturya okuluna göre insanlar özgür eylem ve seçimler yapan bilinçli varlıklardır ve insanların bu seçimlerinin gerçekleşebildiği biricik mekanizma ise piyasadır. Neoliberalizme göre devlet müdahalesi, hem bireysel özgürlüğe karşı gayrimeşru bir müdahaledir hem de yaratıcılığın gelişmesini önler.

Neoliberalizmin, 20. yüzyıldaki önde gelen temsilcilerinden Hayek, piyasaya dayalı ekonomik düzen içinde sosyal adalete yer olmadığını ve sosyal adaletin boş bir kavram olduğunu; sosyal adalet adına bir otorite tarafından piyasaya getirilecek yükümlülüklerin varlığı durumunda, piyasayı korumanın mümkün olmadığını ve sosyal adaletin ancak bir komuta ekonomisinde ya da merkezi olarak yönetilen bir ekonomide mümkün olduğunu ileri sürmektedir.

Hayek, “Sendikaların gerçek ücretlerde sağladığı artış diğerlerinin aleyhine sadece belirli bir gruba yarar sağlar. Bu yüzden sendikalar sadece sektörel çıkarlara hizmet ederler” demektedir. Sendikalar serbest piyasa tarafından oluşturulan ortalama gerçek ücretleri arttıramazlar.

Sendikacılığa, sosyal politika önlemlerine ve devletin sosyal düzenleyici rolüne karşı bir başka kökten piyasacı eleştiri ise Milton Friedman’dan gelmiştir. Friedman, sendikaların işgücü tekeli yaratarak piyasanın etkinliğini ve istihdamı azalttığını ve genel olarak çalışanların gelirlerini daha da eşitsiz hale getirdiğini iddia etmektedir.

Avusturya ve Chicago okulunun neoliberal görüşleri 1970’li yıllarda yaygınlık kazandı ve 1980’lerin başlarında İngiltere’de Margaret Thatcher ve ABD’de Ronald Reagan yönetimlerinin ekonomik ve sosyal politikalarını derinden etkiledi.