SİYASET BİLİMİ - Ünite 6: Siyasi Düşünceler ve İdeolojiler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Siyasi Düşünceler ve İdeolojiler

Mutlakiyetçi (Otoriter)Düşünce

Mutlakiyetçi düşünce geleneği Avrupa’da onaltıncı yüzyıldan itibaren yükselmeye başlamıştır. Bu düşüncenin ortaya çıkma nedenlerinden en önemlisi ulus devlet oluşumunu tamamlayamayan parçalı güç merkezlerinin ulus devlete dönüştürülmesi ihtiyacıdır. Mutlakiyetçi otoriter düşünce biçimi, genel olarak toplumsal parçalanmışlığın ve bölünmüşlüğün üstesinden gelmek için güçlü, mutlak ve sınırsız bir devlet anlayışı öngörmüştür.

Mutlakiyetçi düşünceyi savunan düşünürler insanı bencil, açgözlü, doyumsuz ve saldırgan bir varlık olarak kabul ederler. Doğası gereği insan mutlak bir siyasi güç olmadan başkasıyla barış içinde bir arada yaşayamaz. Toplumsal kargaşayı, ayrışmayı önlemek ve toplumda birlik ve beraberlik ruhunu oluşturmak için güçlü, kuşatıcı bir devlet otoritesine ihtiyaç vardır.

Mutlakiyetçi düşüncenin toplumu, farklılıklarından arınmış, aynı amaçlar ve değerler etrafında bir araya gelmiş, kenetlenmiş ve tek vücut olmuş bir toplumdur. Mutlakiyetçi düşünürler toplumsal farklılaşmayı bir kargaşa, karmaşa ve tehdit olarak algılarlar. Onlara göre toplum, devlet tarafından dönüştürülmeli ve yeniden yaratılmalıdır.

Bireyler, otoritenin zoruyla bir araya gelerek bir sözleşme yapar ve devleti meydana getirirler. Fakat bireyler sözleşme ile hem egemenliklerini hem de haklarını devlete devrederler. Devlet ortaya çıktıktan sonra egemenlik hakkı bireylerden devlete geçer. Devlet de zor kullanarak toplumu yönetir ve insanları barış içinde bir arada tutar.

Liberalizm

Liberalizm modern dünyada gelişen bir ideolojidir. Adam Smith, John Locke, Immanuel Kant, John Stuart Mill önemli düşünürlerinden bazılarıdır.

Liberalizm içinde gelişen üç ana akım vardır:

  • Klasik Liberalizm: Temel insan hakları, sınırlı devlet, hukukun üstünlüğü, serbest piyasa ekonomisi gibi değerleri savunmaktadır.
  • Sosyal Liberalizm: Sivil ve siyasal hakları, katılımı ve eşitlik düşüncesini savunan bu anlayış klasik liberalizmin aksine devlete belli alanlarda yükümlülükler yükler.
  • Liberteryen Düşünce: Devleti bir gece bekçisi olarak düşünmekte ve sosyal, ekonomik, siyasal yaşamın her alanından çekmeyi savunmaktadır.

Bireycilik, özgürlük, çoğulculuk ve hoşgörü liberalizmin dört temel değeridir.

Liberalizm, temel insan haklarını birey ekseninde formüle ettiği gibi, birey-devlet ilişkisini de bireyi esas alarak kurgular.

Liberalizm özgürlük anlayışı bireye müdahalesizliği öngörür. Liberalizm, bireyin her türlü zorlamadan ve baskıdan uzak olması gerektiğini savunur.

Liberalizm her insanın kendi seçimini kendisinin belirleme hakkını savunduğu için doğal olarak insan tercihlerinin toplumsal yansıması çoğulculuk olur.

Liberalizme göre insanların birbirlerinin yaşantısına tahammül edebilmeleri için birbirlerine hoşgörülü olmaları gerekmektedir.

Liberalizm, demokratik bir siyasi yapıyı öngörür. Liberalizmin önemli değerlerinden biri de ekonomik alanda görülür. Liberallere göre ekonomi serbest piyasa koşullarına göre işlenmelidir.

Muhafazakârlık

Muhafazakâr düşünce Fransız devriminden sonra sistemli bir öğreti haline gelmiştir. On dokuzuncu yüzyılda David Hume, Edmund Burke ve Joseph de Maistre gibi düşünürlerin tartışmalarıyla şekillenmiştir.

Muhafazakâr düşüncenin tepki gösterdiği dört unsur vardır bunlar; aydınlanma düşüncesi, Fransız Devrimi, sosyalist hareketler, Sanayi Devrimi sonrasında şekillenen yeni toplumsal yapı.

Muhafazakâr düşünce, genel olarak insanın sınırlı bir varlık olduğunu kabul eder. Muhafazakârlar, insanların toplumu ve otoriteyi oluşturmadığını aksine toplumun insanın yapısını, kapasitesini, düşüncesini, ahlaki değerlerini, inançlarını oluşturduğunu ileri sürer.

Toplumsal düzen, kurumların birbirlerine işlevsel olarak sıkı sıkıya bağlı olması, toplumla devletin aynı amaca yönelmesi ve birbirini tamamlayıcı tarzda bir ilişki içinde bulunmasıyla mümkün olabilir. Toplumsal düzenin temeli mülkiyet ve otoritedir. Toplum düzeninin kaynağını akıl değil tecrübe oluşturur.

Toplum, insan organizmasının bedensel kısmını, otorite ise beyin kısmını meydana getirir. Otoritenin temeli sözleşmeye değil, sadakate dayanır. Birey, herhangi bir çıkar beklemeksizin siyasi otoriteye, yasalara ve topluma mutlak anlamda itaat etmeli ve sadakatle bağlanmalıdır.

Sosyalizm

Sosyalizm, Avrupa’da gerçekleşen sanayi devrimine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. En önemli kuramcıları ise Karl Marx ve FriedrichEngels’dir.

Marx ve Engels, Avrupa tarihini beş aşamaya ayırmıştır:

a. İlkel-komünal aşama

b. Köleci aşama

c. Feodal aşama

d. Kapitalist aşama

e. Sosyalist aşama

Her aşamadaki iç çelişkiler, başka bir deyişle, diyalektik çatışma tarihin bir sonraki aşamasına yol açar. Ön aşaması yaşanmayan herhangi bir aşamanın ortaya çıkıp gelişmesi mümkün değildir.

Marx’a göre tüm toplumsal yaşam iki yapıya ayrılır: Alt yapı ve üst yapı. Alt yapı ekonomidir. Marx buna “üretim biçimi” der. Üst yapı ise ekonomik olmayan devlet, aile, din, kültür, ahlak gibi kurumlardan oluşur. Ekonomik alt yapıda “sermaye” sınıfı ve “emekçi” sınıfı olmak üzere iki sınıf bulunur. İki sınıf arasındaki ilişkiye ise Marx “üretim ilişkileri” der. Marx’a göre insanın maddi koşulları onun bilincini oluşturur. Devletin, ailenin ve dinin varlık nedeni alt yapıdaki ilişkilere süreklilik ve meşruluk kazandırmaktır.

Sosyalist rejimlerde genel olarak tek partili bir sistem hâkimdir. Sosyalist rejimlerde sistemin meşruiyeti hukukun üstünlüğüne veya insan haklarına değil, sosyalist ideolojiye dayanmıştır. Sosyalist ideolojiye uygun olmayan yasalara ve politikalara izin verilmemiştir. Sosyalist rejimlerde mülkiyet ve üretim devlete geçmiştir. Devlet, tüm üretim süreçlerine karar veren bir mekanizmadır.

Sosyal Demokrasi

Sosyal demokrasi düşüncesi ondokuzuncu yüzyılda eşitlik temelinde ortaya çıkıp gelişen bir düşünce biçimidir. Sosyal demokrasi kapitalizm ve demokrasi içinde kalarak sosyal kesimler arasında eşitlik temelinde bir düzen geliştirmeyi amaçlar.

Sosyal demokrasi düşüncesinin kaynakları:

Devlet sosyalizm düşüncesi; Almanya’da gelişen devlet sosyalizmi, sermayeyi geniş kitlelere yayarak eşitlik temelinde bir düzen öngörmüştür.

Fabianizm; İngiltere’de gelişmiş, başta sanayi olmak üzere, devleti her yere yaymayı, özel mülkiyeti devlete vermeyi ve demokrasiyi reforma tabi tutmayı öngören yumuşak bir sosyalizm fikrini savunmuştur.

Hıristiyan sosyalizmi; Avrupa’nın değişik ülkelerinde gelişmiş, kolektif mülkiyet, karşılıklı saygı ve sevgi ilkelerine dayanan bir düşüncedir.

Bernstein’in düşünceleri; Avrupa’da gelişen sosyal demokrasinin en önemli kuramcısı olan Bernstein, kendi görüşlerini büyük ölçüde Marx’ın eleştirisi üzerine bina etmiştir.

Bernstein’a göre Marx,tarihi tümüyle materyalist bir anlayışla açıklamakla yanılmıştır. Alt yapıyı oluşturan nesnel ekonomik temel, insanın öznel bilincinin oluşmasına katkıda bulunuyor olmakla birlikte, tek belirleyici faktör değildir. Din, kültür, ahlak, bilim gibi maddi olmayan unsurlarında insan bilincinin oluşmasında o denli etkisi vardır. Bernstein’a göre bunlarla ekonomi arasındaki ilişki tek yönlü değildir. Ekonomik alt yapı, üst yapıyı belirlediği gibi, üst yapı da alt yapıyı belirleyebilmektedir. Ona göre tüm toplumu ilgilendiren ortak çıkarların ve tüm toplumun iyiliğine çalışacak sistemlerin geliştirilmesi gerekmektedir.

Bernstein, sosyal demokrasinin hedef kitlesinin emekçiler olmakla birlikte, geniş tabanlı olmasından yanadır. Ona göre sosyal demokrasi, toplumun her aşamasında siyasi eşitliği sağlamak için çaba gösterir.

Sosyal demokratlar devleti adalet, güvenlik ve savunma gibi temel işlevlerin yanı sıra sağlık, alt yapı, eğitim, sosyal refah gibi alanlarda da sorumlu tutarlar. Sosyal demokratlara göre devlet toplumsal kesimler arasında eşit imkân ve fırsatları sağlamak zorundadır. Bireyler ancak bu zemin üzerinden gerçek anlamda özgür olabilirler. Devletle birey ilişkisi söz konusu olduğunda liberallerin daha çok özgürlüğe, sosyal demokratlarınsa eşitliğe önem verdiğini belirtmek gerekir.

Kapsayıcı devlet, bireyin ve toplumun tüm yaşamını kuşatan bir devlettir. Devletin bireyin yaşamında yer alması ona pozitif katkı sağlaması içindir. Devletin bireyin yaşamında yer alarak bir yandan onun potansiyelini ortaya çıkarır, bir yandan da ona eşitlik temelinde imkân ve fırsatlar yaratır.

Sosyal demokratlar devletçi veya karma bir ekonomik anlayışı savunur. Bu tarz bir ekonomi anlayışını savunmalarının nedeni refahın devlet eliyle dağıtılması düşüncesidir. Sosyal devlet anlayışına göre herkesin konut, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını gidermekle yükümlüdür.

Sosyal demokratlar, özgürlüğün bireylerin kendilerine bırakılması gerektiğini, devletin bireyler için iyi olanı belirleme hakkına sahip olduğunu düşünürler.

Faşizm

Faşist ideoloji, Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkıp hızla iktidara gelmiştir. Faşizm Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarına karşı bir tepki olarak doğmuştur.

Faşizm, tepkisel olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış olmasına rağmen faşistler için ilham kaynağı oluşturan önemli bir düşünce geleneğinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda düşünsel temellere bakıldığında en önemli kaynaklardan birini Antik Yunan düşünürü Platon’un oluşturduğunu söyleyebiliriz. Modern dünyaya geldiğimizde ise hükümdarı mutlak bir otorite olarak kabul eden Machiavelli, Hobbes, Maistre, Friedrich W. Nietzsche, Hegel gibi düşünürler faşist liderler için önemli ilham kaynakları olmuşlardır.

Faşizmin başlangıç noktası, insanların eşitsizliği düşüncesidir. Faşistler insanların tabiatları itibariyle farklı olduklarını, bazılarının üstün olarak yaratıldığını, dolayısıyla doğal olarak yönetme hakkının bunlara ait olması gerektiğini savunurlar. Faşist ideoloji bununla  birlikte bireyciliğe, toplumsal farklılaşmaya, sosyal hareketlere, çok partili sisteme karşı çıkar. Faşist ideoloji, lider-parti-devlet-toplum örgüsüne dayanır.

Faşizm, organik bir toplum yapısına inanır. Organik toplum, farklılıklardan arındırılmış, sınıfların ve zümrelerin bulunmadığı, kaynaşmış, yekvücut olmuş ve aynı hedefe kitlenmiş bir toplumdur.

Faşizmin öngördüğü devlet, her şeyi kendisiyle bütünleştiren korporatist bir devlet yapısıdır. Faşist ideolojiler, otoriter bir devletin yanı sıra, aynı zamanda totaliter bir devlet de öngörmüştür. Faşist ideolojiye göre tek bir hakikat, doğru ve gerçeklik vardır. O da liderden başlayarak parti ve devlet aracılığıyla topluma kadar inen düşüncedir. Dolayısıyla tüm toplumun bu düşünce doğrultusunda eğitilip dönüştürülmesi gerekmektedir.