SİYASET FELSEFESİ I - Ünite 6: Siyaset Ve İnsan Hakları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Siyaset Ve İnsan Hakları
Siyaset Ve İnsan Hakları
İnsan hakları sorunları günümüzde daha çok bir hukuk sorunu olarak görülüp tartışılmaktadır. İnsan hakları eğitimi genellikle “insan hakları hukuku” eğitimi olarak yapılmakta, insan hakları sorunlarına da hukuksal çözümler bulunmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz insan hakları sorunları çoğu zaman hukuk sorunları olarak karşımıza çıkmakta, insan haklarının korunması da en temelde hukuksal düzenlemelerle mümkün olmaktadır. Buna karşılık, insan haklarının yalnız bir hukuk sorunu olarak görülmesi, insan hakları kavramının belirlenmesinden insan haklarının korunmasına kadar birçok güçlüğü de beraberinde getirmektedir. Günümüz koşullarında devletin görevleri bu iki amacın açıklığa kavuşturulmasıyla ortaya konabilir. Başka bir ifadeyle, bir ülkede yurttaşların temel hakları yasa ve kurumlarla güvence altına alınmış ve kişilerin bu haklarını kullanmalarının önündeki engeller kaldırılmışsa yani özgür bir toplum oluşturulmuşsa orada devlet amacına uygun bir biçimde yapılanmış demektir.
İnsan Hakları Kavramı
İnsan hakları genellikle insanın insan olarak yalnızca insan türünün bir üyesi olması nedeniyle sahip olduğu haklar olarak tanımlanır. Bununla, bu hakların taşıyıcısının dil, ırk, din, cinsiyet, millet gibi sosyal, kültürel ve ırksal- fiziksel özelliklerinin bu haklara sahip olmasında hiçbir rolünün olmadığı, bu niteliklerden tümüyle bağımsız olarak kişilerin bu haklara sahip olduğu vurgulanmaya çalışılır. Bu nedenle insan haklarının “evrensel” olduğu söylenir. “Evrensellik”le kast edilen, insan haklarının her kültürde veya toplumda geçerli olması, insan haklarına sahip olmada tarihsel, toplumsal veya kültürel koşulların hiçbir önem taşımamasıdır.
“İnsan” ve “Hak” Kavramları
“İnsan hakları” kavramı, içerikleri belirsiz ve tartışmalı iki kavramı,“insan”ve“hak” kavramlarını bir araya getirmektedir. İnsan haklarından söz edebilmek ancak bir insan anlayışıyla mümkündür. Belli bir insan anlayışından hareketle ”insan olma”dan belli bir şey anlayarak “hak” ya da “haklar”a ulaşılmaktadır. Tüm diğer haklarla ilgili olduğu gibi, insan hakları da insanın belli özelliklere sahip bir varlık olmasına dayandırılmaktadır.
Kimi Liberal Düşünürlerin İnsan Hakları Kavramı
Maurice Cranston, Robert Nozick gibi kimi liberal düşünürlere göre insan hakları yalnızca “birinci kuşak” haklarla, sivil ve politik haklarla sınırlıdır. Sosyal ve ekonomik haklar gibi pozitif haklar ise bu kapsamın dışındadır. Bunun nedeni, sivil ve siyasi hakların devletten sadece bir eylemde ya da müdahalede bulunmamasını gerektirmesi, bu niteliğinden dolayı da evrensel olarak yerine getirilebilir olmasıdır. Buna karşılık ekonomik, sosyal ve kültürel haklar evrensel olmayıp refah devleti gibi belli kurumlara bağlıdır. Bunun gereklerinin yerine getirilmesi ise bazı devletler için zorlayıcıdır.
İnsanlığın Değerini Korumanın Önkoşulları Olarak İnsan Hakları Kavramı
Kuçuradi, çeşitli uluslararası belgelerde ve anayasalarda “temel haklar” başlığı altında kişi hakları yanında, yurttaş haklarının, sosyal-ekonomik-kültürel ve siyasal hakların da yer aldığını bu başlıklar altında da bazısı ortak, bazısı ayrı olan çeşitli tek tek hakların olduğunu saptar. Bu belgelere bakıldığında, bazı hakların “temel” haklar gibi görünmediğini, öte yandan da temel hak sayılması gereken bazı istemlerin ise bu belgelerde yer almadığını görür. Ona göre, “insanlık olarak başardıklarımıza bakarak edindiğimiz, insanın olanaklarına ilişkin sistematik bilgi ve bu olanakların gerçekleşebilmesini sağlayan koşulların bilgisi, bize bu ölçütü sağlıyor. Bu ölçütle bir bütün oluşturan, ama insanın olanaklarıyla ilgilerinde, farklı gerekler getiren temel hakları temel olmayanlardan ayırabiliriz. Ters yönden, yani bu olanakların bugün nasıl körletildiğini görmekle desteklenen ve temellendirilen bu bilgi, bize hangi istemlerin temel haklar olduğunu ve olabileceğini, hangilerinin ise olmadığını ve olamayacağını ayırt edebilmek için bir ölçüt sağlamakla kalmaz; ayrıca temel hakların özünün gereklerini gitgide daha açık görmemiz için de bir yol açar.”
Etik Ve İnsan Hakları
İnsan haklarının hukukla ilişkisi iyi bilinir. Ama insan haklarıyla etik arasındaki zorunlu bağlantıdan pek söz edilmez. Oysa etik bir temel olmaksızın insan haklarından söz etmek mümkün değildir. Belli bir insan anlayışına dayanan insan hakları düşüncesi, insana “insanca bir yaşamın”, insan onuruna uygun bir yaşamın sağlanmasının önkoşullarıyla ilgilidir. İnsana hangi koşullar sağlanır, insana neler yapılmaz ya da insan neleri yapmazsa insanca bir yaşamın sağlanabileceğini dile getirir insan hakları normları. Bu nedenle insan hakları düşüncesi özünde etik bir düşüncedir. İnsanın değer ya da onur sahibi olduğu, bu onura ya da değere uygun olarak davranılması -ya da kişilerin böyle davranması- gerektiğini dile getirir. Korunması gereken yada beklenen bir şeyden söz ediliyorsa o şeye değer verilmektedir ya da değerli bir şey olduğu düşünülmektedir. “insan hakları korunmalıdır” deniyorsa bunun temelinde insanın “değerli” bir varlık olduğu varsayımı yatmaktadır. Yoksa “Neden insan haklar›?” sorusuyla karşı karşıya kalınır. Böyle bir soruya da yanıt verilmesi, insanın neden bazı temel haklara sahip olduğunun gösterilmesi, temellendirilmesiyle olur. Bu temellendirme de insanın değer ya da onura sahip bir varlık olması dışında bir sağlam zemine dayandırılamaz.
İnsan Haklarının Çeşitlenmesi
İnsan haklarının sayısının ve çeşitliliğinin sürekli artmasıyla bugün bir “insan hakları enflasyonu”nundan söz edilir olmuştur. Bu durum, yukarıda da değinilen, hangi hakların temel haklar ya da insan hakları olduğu sorusunun daha sık sorulmasına yol açmaktadır.
Birinci Kuşak Haklar
“Birinci kuşak haklar” denilenler sivil, siyasi ve kişisel haklardır. Başta yaşama hakkı olmak üzere özel yaşama, haberleşmeye, düşünceyi açıklamaya müdahale etmeme gibi dokunulmazlıklar bu hakların özünü oluşturmaktadır. Özünde kişiyi devletin ve diğer kişi ve grupların saldırılarından baskısından korumayı, kişinin insanca yaşamasını sağlamayı temele alan haklardır bunlar. Genel olarak insan hakları denilince ilk akla gelen ve üzerlerinde en az tartışma yapılan hak kategorisi de bu haklardır. Herkes yaşama hakkının, din ve vicdan özgürlüğünün, düşünceyi açıklama hakkının, ayrımcılığa uğramama, adil yargılanma hakkının temel haklardan olduğunu kabul etmektedir. Bu haklar genellikle “negatif haklar” olarak karşımıza çıkarlar. Neyin yapılması gerektiğini değil, neyin yapılmaması gerektiğini yada ne yapılırsa bunun bir insan hakkı ihlali olacağını dile getirirler. Kişiler bu haklara insan olmaları nedeniyle zaten sahiptir.
İkinci Kuşak Haklar
Evrensel Bildirge’de sivil ve politik hakların yanında bir dizi ekonomik, sosyal ve kültürel haklar da yer almaktaydı. Bu haklar “ikinci kuşak haklar” olarak bilinmektedir çünkü bu türden bir hak ne 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ nde ne de 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ nde yer almıştır. Gerçi doğal hakların ateşli bir savunucusu olan
18. yüzyıl düşünürü Thomas Paine,1792’de yayınlanan kitabı Rights of Man’ de eğitim, refah ve çalışmayla ilgili sosyal koşulları da listesine almış, 1793 tarihli Fransız Bildirgesi de eğitim hakkını onaylamıştı. Ama bu haklar geleneksel doğal hukuk kuramlarına uymadıkları gibi, temel moral ve anayasal haklar olarak da yirminci yüzyıla kadar pek kabul görmemişlerdir.
Üçüncü Kuşak Haklar
Bugün uluslararası hukukta ilk ikisinin dışında, üçüncü nesil haklarla karşılaşılmaktadır. Gelişme hakkı, barış hakkı, temiz bir çevrede yaşama hakkı gibi yeni kimi hakların belgelere girdiğine hiç kuşku yoktur ama bunların ortak bir özelliklerinin olup olmadığı, eğer böyle bir şey varsa bunların birinci ve ikinci kuşak haklardan nasıl ayrıldıkları konusunda büyük bir belirsizlik vardır. Bu yeni insan hakları sıkça “dayanışma hakları” olarak adlandırılmaktadır.
Kültürel Görecelik Ve İnsan Hakları
Bugün insan haklarının “evrenselliği” düşüncesine yapılan itirazların başında kültürel göreciliği savunanların yaptığı itiraz gelmektedir. Bu ise temelde insan hakları düşüncesinin belirli bir kültürün, Batı kültürünün ürünü olduğu ve her kültür için geçerli olamayacağı düşüncesidir. Bir yandan, düşüncenin kaynağının belirli bir kültür olduğu vurgulanırken öte yandan bu düşüncenin geçerliliğine ya da genel geçerliğine karşı çıkılmaktadır. Genel-geçer olamama ise düşüncenin belli bir kültürde ortaya çıkmış olmasına dayandırılmaktadır. Kimi zamansa teorik olarak anlaşılması çok daha güç olan bir yol tutularak insan hakları düşüncesinin evrenselliği kabul edilmekle birlikte, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişen koşulların da hesaba katılması gerektiği söylenerek adeta kültürel görecilik ile insan haklarının evrenselliği arasında bir orta yol bulunmaya çalışılmaktadır. İnsan hakları pratiğine bakıldığında da gerek son üretilen insan hakları dökümanlarının, gerekse insan hakları aktivistlerinin eylemlerinin kültürel görecilikle ilgili tezlere prim vermedikleri görülür. Kültürler arası farklılıkların vurgulanmasına karşın, ortak insan değerlerinden de söz edildiğini, insan onuruna ters düşen eylemlerin ve kültürel pratiklerin eleştirildiğini görüyoruz. Başka bir deyişle, ülkemizde de zaman zaman yaşandığı gibi, dinsel ve kültürel pratikler çatıştığında, uyulması gerekenin temel haklar ya da insan hakları olduğu kabul edilmektedir.
İnsan Haklarının Temellendirilmesi
Kimi zaman R. Rorty gibi düşünürlerin insan haklarının teorik ya da rasyonel bir temellendirme sinin yapılamayacağı, buna gerek de olmadığı gibi karşı düşüncelerle karşılaşsak da insan haklarına yönelik itirazlar sıkça bir temellendirme ya da haklı çıkarma işlemini gerekli kılmaktadır. “Neden insan hakları?”, “insan haklarını niçin korumamız gerekir?” türünden sorular bir temellendirme gereksiniminin sordurduğu sorulardır. Diğer birçok düşünce gibi insan hakları düşüncesi ya da idesi de bu türden taleplerle karşılamaktadır. İnsan haklarının bilgisel temelleriyle ilgili çalışanlardan, insan haklarının felsefi temelleriyle ilgilenenlerin başta gelen uğraşılarından birisi bu talebi karşılamaktır. Başka bir deyişle, temellendirme, neden insanların kimi temel hakları olduğunun, bu hakların nereden çıktığının sonuçta da bu hakların korunmaması durumunda insan olmanın nasıl zarar göreceğinin- gösterilmesidir. “Neden insan hakları” sorusunu insan hakları normlarının farklı kaynak ve özelliklerini göstermekten ziyade, “insan haklarına neden saygı göstermeliyiz?”, “insan haklarına saygı göstermezsek bunun sonuçları ne olur?” biçiminde anlayanlar, insan haklarını haklı çıkarmaya -bu bağlamda temellendirme yerine haklı çıkarma, haklılaştırma teriminin kullanılması daha uygundur-, insan haklarını korumanın gerekçelerini sunmaya çalışmaktadırlar. Bunlara sadece iki örnek vermek gerekirse ilk olarak, Sonuççuluk ya da eylemlerin getirdikleri sonuçlara bakarak onların doğruluğuna- yanlışlığına karar veren görüşe bakılabilir. Sonuççu etik kuramdır. Buna göre, bir eylem sonuçta mümkün olduğunca çok insanın iyiliğini ve mutluluğunu sağlıyorsa o eylem doğrudur.